www.kriminoloji.com

 

 

SUÇUN ÖNLENMESİ

(KRİMİNALPRAEVENTİON)

 

 

 

 

 

 

Prof.Dr. Timur DEMİRBAŞ[1]

© www.kriminoloji.com 2002

 

 

 

                                      I.              Suçun Önlenmesi Kavramı:

        Suç politikasının bir temel problemi, suçluluktan korunma denemesidir. Bu gayret açıkça iki temel kabulden hareket eder: Bir kere, her toplumda suçlulukta kaçınılamaz bir kısmın olduğu farz edilir, onun ihlalleri azaltılabilir; ikincisi ise, suçluluğun belirli bir görünüş şekillerinin azaltılması veya hatta tamamen önlenmesi mümkündür. Hemen hemen suçluluğu açıklayan bütün teorilerinde farz ettiği, suçsuz bir toplumun olmasının hayâl olduğundan hareket edilir (şüphesiz Marksist kriminolojiden farklı)[2].

 

                                  II.              Sosyal Kontrolün Önemi:

        Suçun kontrolü, genel sosyal kontrolün bir kısmıdır. Suçun kontrolü, toplum içinde kişilerin güvenliğini garanti ederek, suçların işlenmesini organları vasıtası ile engellemeyi ve önlemeyi amaçlayan yapılar ve merciler ile meşgul olur. Sosyallik ve anlayış temizliği, ahlâk, gelenek, örf, eğitim vs. sosyal kontrol edici fonksiyona sahiptirler. Suç kontrolü, ceza hukukunun sosyal kontrolüdür. Hukuk, sosyal kontrol aracı olarak görülebilir. Onu taşıyanlar, esaslı olarak polis, ceza yargısı ve infaz kurumlarıdır.

        Aile, okul, cami, kilise gibi resmi olmayan kontrol mercilerinin azaldığı yerlerde, resmi kontrol mercilerine çok fazla iş yükü gelir[3]. Bir suç, bugünden yarına doğmaz; bu arasıra görünse de. Suç, yüzlerce yıllık toplumsal ve onlarca yıllık insanlar arası öğrenme ve aksiyon arası usullerle hazırlanır. Kim gelecekteki toplumun, gençlik ve yetişkin suçluluğunu önlemek isterse, buna ailede ve okulda başlamak zorundadır[4].

        Resmi sosyal kontrol, üç alanda icra edilir; yasama (kanunlar), yargı (içtihatlar), ve icra (polis ve infaz). Onların amacı, suç ve suçluluğu engellemek ve onlarla mücadelede önleyici etkiye de sahipse, suçla mücadele etmektir[5].

        Suç ve suçlulukla etkin mücadele edebilmek için, toplum iyi organize olması, eğitilerek, teknik olarak donatılmış suç kolluğuna ve aynı şekilde amaca uygun çalışan kovuşturma organlarına sahip olması gereklidir. Suçlulukla mücadelenin önleyici metodu, sıklıkla vatandaşın bireysel özgürlüğüne müdahaleyi de gerektirir[6]. Polisin önleyici kolluk olarak, üst, oto ve genel arama yapmasında olduğu gibi. Örneğin, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu kapsamına giren olaylarda; özel hukuk tüzel kişileri ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının yada sendikaların genel kurul toplantılarında; can ve mal güvenliğinin, seyahat özgürlüğünün sağlanması için tren, otobüs, vapur, uçak, metro gibi toplu taşıma araçlarıyla, hava limanı, iskele, liman, gar, istasyon, otogar, otobüs terminalleri gibi halkın topluca bulunduğu veya spor, gösteri ve yarışmalar gibi halkın topluca bulunduğu veya spor, gösteri veya yarışmalar gibi halkın toplanabileceği yerlerde; öğretim ve eğitim kurumlarının ve üniversitelerin içinde, çevresinde ve giriş çıkış yerlerinde; Anayasada yer alan temel hak ve özgürlükleri, devletin bütünlüğünü tehlikeye düşürmeye yönelik şiddet eylemlerine girişileceğini gösteren belirtilerin elde edilmesi halinde, umumi yerlerde, öğrenci yurtlarında veya kentin yada diğer yerleşim yerlerinin giriş ve çıkış yerlerinde veya ana caddelerinde seyreden taşıt araçlarında arama yapılması, il sınırları içinde vali, ilçe sınırları içinde kaymakamın yazılı olarak emir vermesi hallerinde kabul edilmiştir. Böylece bir aramanın kişilerin üzerinde  ve eşyalarında yapılabileceği kabul edilmiştir (PVSK.m.9/2).

 

                               III.              Suçun Önlenmesinin Esasları:

        Suçla mücadele bakımından, fail üzerindeki toplumsal reaksiyonun çeşitli nihai amaçları, üç grup içerisinde düzenlenebilir.

1)    Failin kişiliği üzerinde etki (yok etme, iyileştirme),

2)    Failin gelecekteki çevresi üzerine etki (amaç fiilin engellenmesi veya fiili çözen tahrik edici çevreden kaçınma),

3)    Üçüncü kişi üzerinde etki (hukuk bilincinin kuvvetlenmesi, genel önleme)[7]

        Suçun önlenmesi onun amaç yönüne göre, hem özel, hem de genel önleme olarak anlaşabilir. Özel önleme esnasında, tek tek herkesi her şeyden önce faili, (başka) suçluluktan uzak tutma denenir; genel önleme, grubun üyelenmesi, pozitif yada negatif önleme olarak anlaşılır. Burada, negatif genel önlemeden potansiyel failin korkutulması, pozitif genel önlemede ise, hukuka sadakatin muhafazası ve kuvvetlendirilmesi ile hukuk düzenine güven anlaşılır. Negatif özel önleme, birey olarak bir kişiyi tekerrürden korkutma gayreti olarak tanımlanır; buna karşılık pozitif önleme, failin yeniden sosyalleşmesini ifade eder. Suçluluğun önlenmesi, mutad tarzda birinci sırada, ikinci sırada ve üçüncü sırada önleme içinde sistemleştirilir. Birinci sırada önlemede, suçluluğun nedenlerinin yok edilmesi vasıtasıyla suçlulukla mücadele edilme denenir. İkinci sırada suçlulukla mücadele, fiil imkanlarının ve geçiş şanslarının bir değişikliği vasıtasıyla suçluluğu en aza indirmeyle ilgilidir. Burada her şeyden önce suçların teknik engellenmesi düşünülür. Sonunda üçüncü aşama önleme olarak, yeniden sosyalleşme amacıyla bir fiilden sonra, failin durumuna uygun davranış anlaşılır.

        Suçluluktan deneysel olarak ispat edilebilir ceza yaptırımları vasıtasıyla –tamamen teknik önleme tedbirleri dışında- korunabilip korunamayacağı, bu yüzden cezaların korkutucu etki yaparak ve öylece potansiyel suçluları suç işlemekten uzak tutup tutmayacağı sorusunun cevabı, bu yüzden kesin önemlidir[8]. Her durumda, cezanın korkutucu etkisinin deneysel kesin açıklanmadığından hareket edilmek zorundadır.

        Şu ana kadar tartışılan genel önleme ile ilgiliydi. Alman ceza hukukunun farz ettiği cezaların özel önleme etkisine gelince, buna da tamamıyla olumsuz cevap verilmektedir. Çünkü, birden fazla cezaevine giren hükümlülerin oranı az değildir. 31.03.1991’de, (eski Almanya) hükümlülerin % 53.9’u cezasını çektikten sonra yine cezaevine geldi. Önceden cezaevinde yatan hükümlülerin % 30’u tahliyeden sonraki ilk iki yıl içinde tekrar cezaevine geliyor,beşte biri ikinci yıl, % 30’dan fazlası üçüncü ile beşinci yıla kadar ve son olarak % 17’si altıncı veya daha sonraki yıllar cezaevine tekrar geliyorlar. Buna göre, yaşam süresi içinde hemen hemen % 80’i mükerir oluyorlar. Bu ilişkilerde, her durumda ceza infazının ve ceza hukukunun ölçülebilir özel önleyici etkisinin çok sınırlı olduğu ortaya çıkmaktadır[9].

        Buna göre sorun, hangi yaptırımın hangi suçluya hangi şartlar altında hangi etki ile uygulandığı ve uygulanabileceğidir[10].

        20’nci yüzyılın ilk yarısında cezanın insan davranışları üzerinde sınırlı etkiye sahip olduğu görüşünü temsil eden bir çok araştırmacı, her şeyden önce psikolog vardı. Bu sonuç o zaman ki sosyologlarca genellikle kabul edilen, suç davranışı kanuni yaptırımlarla önlenemeyebilir görüşünün yansımasıydı. 60’lı yıllardan beri bunun üzerinde çok sayıda kapsamlı araştırmalar yapıldı. Bu çalışmaların sonuçları, kanuni yaptırımların gerçekte suçluluğu önlemede mütevazı bir role sahip olduğunu gösterdi. Şüphesiz, ceza hukuku vasıtasıyla suçluluğun tamamen kontrolünün mümkün olmadığı tarihsel bir gerçektir. Bu güne kadar cezasız toplum olmadığı gibi, suçsuz toplumda olmamıştır. Bu aynı zamanda, ceza hukuku yaptırımlarının, hareketleri suçlu olarak gruplandırmasının bunları esaslı olarak engellemeye uygun olmadığını gösterir. Şüphesiz belirli ölçüde suçların engellenmesi mümkündür. Kalan bir kısım bütün düşünülebilir yaptırımların uygulanmasına rağmen daima suçlu kalır. Şiddetli cezalar da, şimdiye kadar suçları tamamen engelleme iktidarına sahip olmadılar. Bu durum ölüm cezasının ortaçağda  ve yeni zamanlarda uygulanması için de geçerlidir.

        Sıklıkla korkutma teorisyenleri, kazancın hesaplanması modelini (ekonomik teori) ortaya attılar. Burada, her suçlunun fiilinden önce, ona hangi kazancı sağlayıp, hangi zararı vereceği hesaplandığı faraziyesinden hareket edilir. Böylece bir hesaplama iddiası, bariz gerçeğe uymaz. Suçun işlenmesi esnasında fail üzerinde duygusal durum sıklıkla hakim olduğundan, böyle düşünceler hesaba katılmaz veya katılmayabilir. Bir ceza politikası sisteminin korkutucu etkisi üç noktada değerlendirilir[11].

        İlk olarak, failin hangi davranış tarzlarının cezalandırılabilir olduğunu ve onun tam olarak beklenen cezayı bilmesi gerekir. Açıkça hukuka tabi olan herkes, adam öldürme, ırza geçme, yağma, tehdit, hırsızlık, dolandırıcılık, emniyeti suiistimal ve benzerlerinin cezalandırıldığını bilir. Fakat, günlük yaşamda yan kanunlarda olan ve bilinmeyen diğer suçlarda vardır. 70’li yıllarda Hollanda da yapılan bir araştırmada bir bölgede sorulan yetişkinlerin % 43’ü mariuana kullanmanın, o zamanlar yasak olmasına rağmen, yasak olduğunu bilmediklerini ortaya koymuştur. Dikkati çeken kendileri uyuşturucu % 21’i onun yasal olduğunu düşünmüşlerdi. Burada bazı davranış tarzlarının sosyal etiketleme vasıtasıyla suçluluk olarak kavranılamayacağı sonucu geliyor. Örneğin, iş yerinden çalınmaz, ödünç alınır.

        Korkutma modelinin ana tezi; “ceza ne kadar sert olursa, korkutma sistemi o kadar başarılı olur”. Buna karşılık, ölüm cezasının korkutucu etkisinin, tarihsel olarak engellemediği bilinmektedir.

        Cezanın korkutucu etkisi, özellikle politik inanç suçlularında kuşkuludur. Bunlar suçu bir görev şuuruyla işlediklerinden cezanın korkutucu etkisi sıklıkla reddedilir.

        İkinci bir temel kabul, “cezanın aktüel kesinliği ne kadar büyükse, cezanın korkutucu etkisinin o kadar büyük olduğudur”. Bu tezin doğruluğu fiiliyatta birkaç deneysel işaret vardır, şüphesiz onların anlamı açık olmayanlar kalıyor. Gerçekte kesin cezalandırmanın öyle çok belirleyici olmadığı açıkça kendini gösteriyor. Karanlık alan araştırmalarına göre, klasik suçlulukta her durumda işlenen suçların % 10’u polise kaydedilir; fakat bunların % 50’si de aydınlanmaz. Bu, her durumda 20’nci suçlunun ortaya çıkarılıp cezalandırılacağını hesaplanması anlamına gelir.

        Korkutma teorisyenlerinin üçüncü ifadesi; “fiilin cezalandırılması ne kadar süratle sonuçlandırılırsa, korkutma sisteminin etkisi o kadar büyük olur” şeklindedir. İngiltere’de, ceza yargılaması Almanya’ya göre, önemli süratte sonuçlanmasına rağmen, bu suçu önleyici bir etki ortaya koymamıştır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

DİPNOTLAR:



[1] Bu yazı Sayın Prof.Dr. Timur Demirbaş’ın Seçkin Yayıncılık’tan çıkan “Kriminoloji” kitabından tanıtım amacıyla alınmıştır. (Prof.Dr. Timur Demirbaş, Seçkin Yayıncılık, Kriminoloji, Ankara, 2001, 1.Baskı, s.313 vd.) Amacımız suç konusunda çıkan kitaplardan, dergilerden, yazılardan sizleri haberdar etmek; bilgi evrenine ve Türk kriminolojisine (suç bilimine) katkıda bulunmak ve topluma faydalı olmaktır. Daha detaylı bilgi için ilgili kitaba başvurmanızı özellikle tavsiye ederiz. www.seckin.com.tr

[2] Kürzinger, s.320

[3] Mergen, s.35

[4] Schneider, Einführung, s.342

[5] Mergen, s.340 vd.

[6] Mergen, s.341

[7] Seelig, s.26

[8] Kürzinger, s.320

[9] Kürzinger, s.321

[10] Kaiser, s.571

[11] Kürzinger, s.322 vd.

 

 

 

NOT: Sayın Prof.Dr. Timur Demirbaş’a ait Kriminoloji kitabı SEÇKİN Yayıncılık San. ve Tic. A.Ş. tarafından kaynak olarak sağlanmıştır. Kaynak katkılarından dolayı yayınevine çok teşekkür ederiz.

 

 

 

 

© www.kriminoloji.com 2002

Sitemize www.kriminoloji.com, hukukcu.net, hukukcu.org veya turkhukuk.net, turkhukuk.org adreslerinden ulaşabilirsiniz.

 

 

Ana sayfa