www.kriminoloji.com
suça itilmiş
çocuklar ve psikolojisi[i]
Öğr.Gör. Abdullah SÜRÜCÜ[ii], Arş.Gör.
Coşkun ARSLAN[iii]
© www.kriminoloji.com 2002
Giriş
Gelişme ve sanayileşmeye paralel olarak özellikle kentlerde suç
işleme oranları artış göstermekte, suç işleyenler arasında çocuk ve gençlerin
oranında bir artış görülmektedir. Örneğin, ABD'de yalnız 1960-1970 yılları
arasında saldın ve şiddet olaylarında % 159, mala yönelik suçlarda % 75 artış
olmuştur. Ayrıca, ABD'de yılda iki milyon gencin evlerinden kaçtığı
saptanmıştır. Özellikle gelişmiş ülkelerde kızlar arasında da suça eğilim kaygı
verici bir hızla artmaktadır[iv].
Ayrıca polis kayıtlarına girmeyen çocuk ve gençlik suçlarını da dikkate alırsak
çocuk ve gençleri suça iten nedenlerin incelenerek koruyucu tedbirlerin
alınması önemli hale gelmektedir.
Küçük yaşlarda tüm çocuklar ufak tefek suçlar işlerler. Hatta
bazı uzmanlara göre, her çocuk kendisini yenebilecek suçluluk dürtülerine
sahiptir; aslında suçluluk kategorisine girdiği halde, önemsiz sayılan küçük
suçları işlemeyen hiç kimse yoktur. Ancak bu küçük suçları işleyen çocukların
gelecekte de suç işleyecekleri, suçlu olacakları anlamına gelmez. Gelişim
süreci içinde çocukların büyük bir bölümü toplumsallaşmada ve çevreye uyumda
dengeyi sağlayacaklardır.
Çocuklar, hangi kurallara neden uyulacağını yeterince
algılayamazlar, çünkü henüz a-sosyal'dirler, toplumsallaşma süreci
tamamlanmamıştır. Çoğunlukla yetişkinler, onlara uyulacak kuralları
nedenleriyle anlatmazlar. Aslında kurallar da onların doğal dürtüleriyle
çelişmektedir. Ergenlik dönemindeyse, suça yönelten etkenler, hızlı bir
bedensel ve ruhsal değişimden, kalıtsal nedenlerden, zekâ potansiyelinin sınırlılığından
kaynaklanacağı gibi, çocukluk evresine dek uzanan yanlış eğitim ve yetersiz
sevgi kökenli de olabilir. Değişen değer yargıları, ahlak ve sanayileşme,
göçler, ekonomik bunalımlar gibi sosyo-ekonomik kaynaklı nedenler de ergeni
suça iten etkenler arasında sayılabilir.
Platon Antikçağda suçu, ruhun bir hastalığı olarak düşünmüştür.
Bunlar, tutkular, haz arama alışkanlığı ve bilgisizliktir. Bu nedenle Platon,
suçlunun aydınlatılarak iyi edilmesini öngörmüştür. Aristoteles, suçluları
toplum düşmanı olarak kabul eder ve onların acımasızca cezalandırılmalarının
gerektiğini savunur. Aristoteles, suç işlemenin nedenlerini, yoksulluk, devrim
gibi toplumsal koşullarda bulur. Hipocrates, toplumsal koşulların yanı sıra,
beden yapısıyla kişilik ve suç arasındaki ilişkileri de görmüş ve ünlü
tipolojisini oluşturmuştur.
Orta çağlarda suç, şeytani bir davranış ve kötü ruhların
teşvikiyle ortaya çıkan bir eylem olarak kabul edilmişti. Thomas d'Aquin,
suçların çoğunu kökeninde sosyal ihtirasların yattığını, ancak yoksulluğun suça
neden oluşturan bir etken olduğunu da ortaya koymuştur.
Çağdaş bilim adamlarından Burt, suça yalnızca bir “semptom”
(symptom), (araz, belirti) gözüyle bakılabileceğini ve bunun kökeninde zihin
olduğunu, suçluluğun ruhsal bir sorun olarak ele alınması gerektiğini öne
sürmüştür. Bazı kuralları bozduğu için, çocuğu dövmek ve susturmak üzere ceza
kurumlarına göndermek, küçük bir ateşi olan kimseyi, başkalarına bulaştırmaması
için hastaneye göndermeye benzer. Tıpkı bedensel hastalıklarda olduğu gibi,
suça konu olan anti-sosyal davranışlar ve ahlaka ilişkin hastalıklarda da
belirtilerle değil, nedenler bulunup onlarla savaşılmalıdır. Çünkü nedenler,
bütünüyle ortaya konmadan hiçbir tedavi önerilemez.
Ceza Hukuku'nun verdiği tanıma göre, "suç", yasanın
cezalandırdığı harekettir. Lovvrey'e göre, “suçluluk” bireyle çevresi
arasındaki karşılıklı etki ve tepkilerin sonucunda oluşur; bunun sonucunda,
bireyde bazı özel kişilik durumlarının oluşmasına neden olur. English,
suçluluğu, hukuki ya da ahlâkî kuralların bozulması olarak tanımlar.
Lombroso'ya göre "suç", doğum, ölüm gibi doğal bir olaydır. Hatta
bitkiler ve hayvanlar âleminde bile vardır. Bir davranış ya da eylem, belirli
bir ülkenin ve dönemin âdet, töre, gelenek ve düşünceleriyle çelişki halinde
bulunduğu takdirde, suç niteliği taşır[v].
Yavuzer (1993), farklı tanımları yapılan "suç"
kavramının Ceza Hukuku'nun tanımladığı gibi, "yasanın cezalandırdığı
hareket" olarak ele alınamayacak kadar karmaşık ve çok yönlü olduğunu
ifade etmektedir. Çağlar (1981), suça yönelen çocukları, davranışları sosyal
çevreleri ana-baba tutumları veya kişisel özellikleri nedeniyle suç işlemeye
yatkın veya suç işleme tehlikesi içinde bulunan çocuklar olarak tanımlamıştır.
Ayrıca Çağlar (1981)'a göre, suçlu çocuklar, aşırı alkol, ilâç kullanma,
çocuğun kötüye kullanılması, çeşitli ruh hastalıklarının ve psikopatiye kadar
uzanan karakter bozukluklarının kurbanlarıdır. Küçük yaşlarda hiç sevgi ve
sempati görmemiş, aldatılmış ve bunun sonucu sapık davranış örüntüleri geliştirmiş
kimselerdir[vi].
Ivy Bennett, suç gruplarını şöyle sıralar;
Genellikle psiko-sosyal ve sosyolojik araştırmalar, zayıf
akıllılık ya da gelişimdeki gerilik nedeniyle görülen suçluluğun, suçluluk
vakalarının büyük bir yüzdesini oluşturduğunu ve tür çocukların çoğunlukla
sosyo-ekonomik düzeyi düşük, yoksul ailelerden geldiğini göstermiştir. Bu
çocukların doğuştan itibaren bedensel, toplumsal ve zihinsel gelişimleri
sınırlı, daha zayıf ve dış etkenlerden gelen baskıya daha az dayanıklıdırlar.
Normal çocuk yeteneklerine sahiptirler, ancak yeterince sosyal
eğitimden yoksundurlar. Bu tür çocukların normal koşullar altında normal bir
yapıya sahip olabilecekken, çevreye uyum gösterememiş çocuklar oldukları
düşünülebilir.
Ergenlik döneminden önce hatalı davranışlarına rastlanmayan
çocukların ergenlik çağında işledikleri suçlar, bu özel dönemin zorluk ve
gereksinimlerinin doğurduğu sorunlardan ayrı düşünülemez. Uygun bir yetiştirme
yöntemi uygulandığında, bu çocuklar normale dönmek üzere yeterli güce
sahiptirler.
Bozuk aile düzeninden gelen suçlulukta çocuğa birtakım kötü
davranış örnekleri aşılanır. Çocuk, aile ve yakın çevresinin kusurlu yanlarını
benimser ve Levy'nin deyişiyle ana dilini öğrendiği gibi bunları da öğrenir.
İkinci derecede anti-sosyal davranış bozukluklarına sebep olan
suçluluk türünde çocuklar, sara, beyin iltihabı gibi tümüyle organik koşullara
karşı bir tepki olarak ikincil planda ortaya çıkan kontrol edilmemiş davranış
ya da suçlara sahiptirler.
Ekonomik yoksunluk nedeniyle işlenen suçlar, yaşamlarının ilk
yıllarında sürekli olarak yoksulluk çekmiş ve yaşama yolunu suç işlemekte bulan
büyük bir grup çocuğu kapsar.
Nörotik suçlu kategorisinde, nörotik eğilimlerin zayıf ego ya da
bozuk kişilik yapısıyla birleştiği vakalardır.
Çocuk suçluluğu içinde en az anlaşılanı
ve tedaviye en çok karşı koyanı psikopatik suçlulardır. Bu gruba, anti-sosyal
kişiler, ahlâk açısından yozlaşmış, bozulmuş kimseler, kleptomanlar ve
eşcinseller girer.
Hafif ve ağır psikotik hastalıklardan dolayı davranış bozukluğu
gösteren çocuklar bu gruba sokulabilir[vii].
Suçlulukta Kalıtsal, Bedensel ve Zihinsel Etkenler
Evlenmeden
önce bile anne-babanın genlerinde taşıdıkları bozukluklar, doğacak çocukların,
hiç değilse bazılarında, çeşitli bedensel ve ruhsal bozuklukların ortaya çıkmasına
yol açabilir. Bunların başında doğuştan olan bedensel hastalıklar, eksiklikler,
özürler, zekâ geriliğiyle birlikte görülebilen metabolizma bozuklukları, feotal
enfeksiyonlar ve epilepsi (sara) gelmektedir.
Epilepsi
hastalığıyla suç işleme yatkınlığı arasında ilk ilişki 1911’de Lombroso
tarafından ortaya atılmıştır. Bütün epilepsi hastalarının suç işlediği
söylenemezse bile, suç işlemişler arasında epilepsinin sıklığı da gözden uzak
tutulamaz. Bu nedenle suçlularda sara hastalığına yatkınlık olduğu
söylenebilir.
Uzun
süre saklı kalmış epilepsi türlerinin öfke, alkol ve diğer uyuşturucu ya da
uyarıcı maddelerle açığa çıkarılması olasıdır. Hırsızlık, dolandırıcılık,
cinayet, yangın çıkarma gibi suçlar böyle bir hastalığın zemininde kolayca
gerçekleşebilir. "Gözü dönmek" (blind fury) sözcüğü bir tür epileptik
şaşkınlık karşılığı kullanılmaktadır. Gunn, İngiltere'deki hapishanelerde her
1000 mahkûma 7-8 saralı düştüğünü saptamıştır.
Bu
konuyu araştıran uzmanlar, suçun işlendiği sırada hastanın nöbet halinde
olmasını çok ender bir olasılık görmektedirler. Suçun işlenişinden önce ya da
sonra hastanın nöbet geçirme olasılığının % 1-2 arasında olduğu
bildirilmektedir. Hastanın nöbet halindeyken tehlike olabilecek davranışların
çok ender görüldüğü kanısı vardır. Ancak, hastanın bilinç tutulması halinde
anti-sosyal bir şiddetin ortaya çıkmasının, çok ender de olsa görülebileceği
görüşü ileri sürülmüştür.
Zekâca
önemli kusurlar göstermeyen, hatta zekâsı bazen normalin üstünde olabilen,
fakat karakter ve ahlâk bakımından bozukluk gösteren, bu yüzden topluma uymayan
insana "psikopat" adı verilir. Psikopatların davranışları ahlak dışı
ve anti-sosyal olduğu gibi, sorumluluk duygusundan da uzaktır. Psikopatların
bir bölümünün anti-sosyal davranışlarından ötürü ve haz ve gurur duyduğu
görülür. Psikopat, benmerkezcidir (egosantrik), yalnızca kendini düşünür.
Çevresindekileri aldatmak, yalan söylemek ve dolandırmak ona büyük zevk verir.
Psikopatların bir sınırdan sonra topluma ve çevreye uyumsuzlukları toplumsal
kurallar ve yasalarla çatışıp kolayca suç niteliği kazanır. Bu tür çocuk ve
yetişkinler, babadan başlayarak her türlü otoriteye karşı çıkma, fizik güce
hayranlık, çabuk parlama, duygusal gerginlik, sorumluluktan kaçma, maddi doyum
peşinde koşma, güvensizlik ve saldırganlık gibi kişilik özelliklerini
gösterirler. Suçlu çocuklar grubunda uyumsuz çocukla daha sık görülür.
Psikopati
belirtilerine erken yaşlarda daha az rastlanır. Kedi yavrulara gaza buladıktan
sonra, onların çırpınarak yanmalarını zevkle seyreden ya da oyun oynarken
bilerek arkadaşlarının canlarını yakacak davranışlarda bulunan çocuk, gelecek
yıllarda örgütlü suçları kolaylıkla işleyen bir birey haline gelebilir. Adam
öldürmekten haz duyan bu grubu Lombroso, "doğuştan suçlu" olarak
tanımlamıştır.
Argle, suçluların,
suçlu olmayanlara göre anti-sosyal ve psikopatik karakter açısından
gösterdikleri farklı özellikleri zalimlik, saldırganlık, başkalarının
duygularını algılama yoksunluğu ve otoriteyi reddetme olarak belirlemiştir.
Loban, zalimlik ve sosyal duygusuzluğun reddedilme korkusundan doğduğunu, bunun
da ana babadan edinilen ilk zulüm ve reddedilme deneyimleriyle öyle ilişkili
olduğunu ileri sürmüştür. Bu görüşlere rağmen suçluluk, kendi başına kalıtım
yoluyla geçmemektedir.
Öncelikle
ana babanın yasal olmayan davranışlarıyla belirlenen tutumu, kalıtım yoluyla
suçlu bir yapının oluşmasını gerektirmez. Ancak tüm fizyolojik, zihinsel ve
mizaca ilişkin durumu etkileyebilir. Bu tür kusur ve eğilimler aşırı derecede
olduğu zaman ahlâkî çöküntü meydana getirirler.
Bedensel
kusurlar kişinin tutum ve davranışlarında etkilidir. Kırıklıklar (frutration),
karmaşalar (kompleks), hatta anti-sosyal davranışlar bedensel kusurların,
anormalliklerin sonucu ortaya çıkabilir. Bedensel kusurları ve hastalıkları
olan birçok özürlü insan, anti-sosyal davranışlar, ruhsal bunalımlar
göstermeksizin başarılı uyum örnekleri verebilmektedirler.
İç salgı
bezlerinin işlevlerindeki aksaklıklar, gelişimin durmasına, ergenliğin
gecikmesine, aşırı şişmanlığa ya da zekâ geriliğine neden olabilmektedir. Yine
bazı içsalgılardaki fazlalık ve aşırı faaliyet, kolayca heyecana kapılma gibi
davranışa yön verici bir etken de olabilir. İçsalgı bezlerinin işlevlerindeki
bozukluklara ilişkin incelemeler, suçluluk nedeni olma açısından bir ipucu
verememiştir. Ancak iç salgıların işlevsel bozukluklarıyla anti-sosyal
davranışlar ya da yasayı bozma eylemleri arasında doğrudan bir ilişki olduğunu
kanıtlayan ya da tersini savunan yeterli sayıda karşılaştırmalı çalışma
yapılmış değildir. Aynı durum körler, sağır ve dilsizler için de söz konusudur.
Glueck'lar,
kendi bulgularına dayanarak, her hangi bir beden tipinde, hatta suçluların en
çok görüldüğü mezomorf tipler arasında bile bir suçlu kişiliği yoktur yargısına
varmışlardır.
Suçluluk
ve fizyolojik anormalliklerin birlikte görülen bir süreç olabileceğini ve her
ikisinin de daha derin birtakım nedenler sonucu ortaya çıktığını kabul etmek
yerinde olur.
Goddard'a
göre, "bütün geri zekalılar suçlu, bütün suçlular da geri zekâlıdır. Geri zekâlı
olanlar, davranışlarının sonuçlarını ve yasaların kapsamını anlayamadıkları
için suç işlerler. 1910-1914 yıllarına rastlayan ilk çalışmalarda suçlular
arasında % 50 oranında zekâca gerilik saptanmış, 1924-1928 yılları arasına
rastlayan ikinci çalışmadaysa, suçlularda geri zekâlı oranının % 20 olarak
belirlendiği görülmüştür. Bu sonuçlarla suçluluk davranışında zihinsel
yetersizliği öngören kuramlar giderek önemini yitirmiştir. Stott, zekâyla
suçluluk arasında hiçbir ilişkinin olmadığını ileri sürmüştür. Ayrıca düşük
zekâ düzeyine suçluluğu oluşturan en önemli etken gözüyle bakamayız. Düşük zekâ
düzeyinin suçluluğun oluşumundaki kısmi rolünün varlığını kabul ederken, bunu
sadece zekâ geriliğiyle suçluluk arasında aramak yerine, zekâ geriliğiyle öğrenim
yoksunluğu ve suçluluk üçlüsünün aralarındaki karmaşık ilişkinin tümünde
aramanın daha anlamlı olacağı kanısındayız[viii].
Atar,
birtakım biyolojik açıklama çabalarına rağmen çocuk ve yetişkin suçluğunun
biyolojik bakımdan açıklayan yeterli kanıt bulunamadığını belirtmektedir[ix].
Çocuk Suçluluğuna Neden Olabilecek
Etmenler
Kalıtımsal
ve biyolojik etkenlerle, çocuğun gelişim evrelerine ilişkin özellikleri
bilmemekten doğan eğitim hataları, çocuk suçluluğunun ön koşularını oluşturur.
Bu etkenler, toplum ve yakın çevre koşullarıyla birleşerek çocuğu suçlu
davranışa iten önemli uyarım olmaktadır. İnsan gelişim süreci içerisinde
bebeklik, çocukluk, gençlik, yetişkinlik ve yaşlılık gibi evrelerden geçer.
Gelişim evreleri de birbirlerini etkiler. Bu evrelerden ilki olan bebeklik
döneminde anne ve baba önemli rol oynamaktadır.
Yapılan
araştırmalar, ana-baba kaybının uyum bozukluğu kadar davranış bozukluğunda da
etkili rol oynadığını göstermektedir. İntihar girişiminde bulunan ve çeşitli
bunalım belirtileri gösteren hastaların büyük bir bölümünün ilk çocukluk
yıllarında annelerini kaybettikleri saptanmıştır. Ayrıca annenin varlığına
karşın, çocuğa yeterince sevgi iletememesini de içine alan anneden yoksunluk
beraberinde endişe, aşırı sevgi gereksinimi, güçlü bir intikam duygusu ve
bunlardan doğan suçluluk davranışı bunalımını getirebilir. İç dünyasındaki
zorlukları bu tür tepkilerle ortaya koyan çocuğun sinir sisteminde bozukluklar,
davranış ve kişilik yapısında dengesizlikler görülür. Bowlby, karakterin
şekillendiği ilk beş yıl içinde anneden ayrı kalmanın çocukta suçlu kişilik
yapısının oluşumunda en büyük etken olacağını ileri sürer. Mala ilişkin
suçlardan oluşan deneklerin % 40'ının ilk beş yıl içinde annelerinden ayrı
kaldıkları saptanmıştır. Hükümlü gençler üzerinde yapılan bir araştırmada suçlu
deneklerin % 46'sının çeşitli nedenlerle anne-babalarından ayrı kaldıklarını, %
22'sinin de parçalanmış ailelerden geldikleri tespit edilmiştir[x].
İlk on sekiz
aylık dönem içinde bebeğin temel bağımlılık gereksinimleri karşılanmışsa, çocuk
kendini kişilik gelişimi için ikinci evreye hazır hisseder; tam tersine, bu
gereksinimler yeterince karşılanmamışsa, çocuk öteki evrelere geçemeyebilir.
Son çocukluk çağına "Çete Çağı" (Gang Age) denir. Çeteler, ortak
ilgiler sahip çocukların kendiliğinden oluşturdukları oyun gruplarıdır. Kendi
otoritelerini kendileri sağlarlar. Çocuk suçluluğuna, problemli evre ya da
geçiş evresi olarak adlandırılan ergenlik döneminde daha çok rastlanmaktadır.
14 yaş gerek İngiltere, gerekse bazı Avrupa ülkeleri ve ülkemizde en çok suç
işlenen yaş olarak belirlenmiştir. Ayrıca ülkemizde suçluların yaklaşık
yarısını yirmi beş yaşın altındaki çocuk ve ergenlerin işlemiş olması ve ileri
yaşlarda suç işleyenlerin büyük bölümünün, çocukluk ve ergenlik dönemlerinde de
suç işlemiş oldukları belirlenmiştir. Öğrenilmiş
bir davranış türü olarak da kabul
edilen suçluluk olayında, özellikle
ergenlik dönemindeki gencin
kendisini özdeşleştireceği bir bireye gereksinimi olduğu, çoğunluğu aile içinden bir yetişkin olan bu kişinin bozuk
bir kişilik yapısına sahip olması durumunda,
bu kötü davranış örneğinin gence yansıması olasılığı düşünülürse, yakın çevre faktörünün ne denli önemli olduğu
görülür.
Çocuk Suçluluğunda Aile ve Okul
Toplumsal
bir kurum olan aile fizyolojik olduğu kadar ekonomik ve toplumsal yönleriyle de kişiyi, ruhsal gelişimi, oluşumu ve davranışları
açısından biçimlendirip yönlendirir. Aile özellikle okulöncesi dönemde
çocuğun yetişmesinde etkin bir toplumsallaştırma kurumudur. Evlerinde yakın bir
ilgiyle demokrasinin birleştiğini gören
çocuklar, en etkin, özgür ve arkadaşlarıyla
ilişkilerinde en başarılı çocuklar olmaktadırlar. Araştırmacılara göre, Hoşgörülü ve demokratik ailelerde büyüyen
çocuklar, arkadaşlarıyla ilişkilerinde
daha etkin, girişken, yaratıcı fikirler öne sürebilen, fikirlerini serbestçe eyleme eğiliminde görülen çocuklar olmaktadırlar.
Bu tür çocuklarda kendini denetleme arzusuna daha erken rastlanmaktadır. Buna
karşılık, daha sert bir denetim altında tutulan ya da eğitim yöntemleri
değişken olan ailelerde büyüyen çocuklarsa,
boyun eğmeme ve saldırganlık gibi yollarla kendilerini kabul ettirmek
istemekte ve kendi iç dünyalarını açıklamakta zorluk çekiştedirler.
Anne-babanın duygusal sorunları bulunan kişiler olması, evlilik ilişkilerinde başarılı olmamaları, ergenin aile içinde
kavga ve çekişmeye tanık olması şeklindeki kötü ev koşulları, ergeni bir
karmaşaya, iç çatışmaya veya suçlu
davranışa itebilir. Aşırı koruma, bir çocuğu diğerinden ayırarak sevme, bazı
çocuklarının uyum bozukluklarını görmeme, ergenler arasında uyum zorluğuna neden olan anne-baba davranışları arasında
sayılabilir. Aşırı baskı ve aile içi gerginlik, ergeni evden ve okuldan kaçmaya
iten davranış ve uyum bozukluklarına
iten etkenler arasında sayılabilir[xi].
Anne ve
babalar, aşırı koruma ve hoşgörünün egemen olduğu eğitim ve disiplin anlayışı
kadar, aşırı sert ve otoriter bir uygulamanın da yanlış ve zararlı olduğunu kabul etmelidirler. Tutarsız, katı,
hoşgörüden uzak ve baskılı disiplin
uygulaması, olumsuz ve itaatsiz çocukların yetişmesine neden olacaktır. Öte yandan çocuğu tümüyle dürtü ve
isteklerinin doğrultusunda serbest bırakan aşırı hoşgörülü ya da umursamaz bir
yetiştirme tarzı da, başkalarının zararına isteklerine doyum arayan
bencilce davranışların ortaya çıkmasına yol
açacaktır. Çocukların bu olumsuz davranışları, anne-baba-çocuk ilişkisini, gelişimin ileri evrelerinde daha da
bozabilecektir. Hatta anti-sosyal davranışlara
ve suçluluğa dönüşebilecektir. Glueck'lar, 200 suçlunun % 95’inin ailesinin çocuklarına verdiği disiplinin dengesiz biçimde ya çok sert ya da
çok yumuşak olduğunu saptamıştır. Ayrıca,
500 suçlu, 500 suçlu olmayan gruplar
üzerinde yaptıkları araştırmada, suçlu grup ailelerindeki annelerini % 96, babaların da % 94 oranında çok sert ya da çok
yumuşak disiplin uyguladıkları, buna
karşılık, suçlu olmayan grupta bu tür disiplin uygulayana anne oranının % 66, baba oranının da % 65 olduğunu
bulmuşlardır[xii].
Görülüyor ki, çocuğun sağlıklı bir ruhsal ve toplumsal
gelişme gösterebilmesinin ilk koşullarından biri, ailede tutarlı bir disiplin
uygulanması ve belli ölçüde
bir otoritenin, denetimin varlığı ile olmaktadır. Öte yandan sert ve aşırı otoriter bir baba, çocukta olumsuz
tavırların oluşmasına ve onun uyumsuz
bir birey olmasına yol açabilmektedir. Aile içinde çeşitli nedenlerle
istenmeyen, sevilmeyen çocuğun tipik davranışı saldırganlıktır. Bu çocuklar,
başkalarından armağan bekler ve
kendilerine özel muamele edilmesini isterler. Olumsuzdurlar, kavgacı ve
isyankârdırlar. Kendilerine güvenilmez. Ukala oldukları, suç işlemeye eğilimli
bulundukları görülür. Kendilerine şefkat gösterildiğinde buna ilgisiz
kalırlar. Kendisine daima yalancı olduğu söylenen, anne ve babası tarafından sevilmeyen, diğer çocuklarla sık sık
karşılaştırılan alay edilen ve
dayakla cezalandırılan bir çocukta kısa ya da uzun süreli gerginlik halleri
görülür. Bu tür kötü uyarımların sürmesi durumundaysa, bazı davranış ve
uyum bozuklukları görülebilir[xiii].
İngiltere'de
Lees ve Nevvson, Birleşik Amerika'da Glueck'lar, ailedeki büyük ve küçük
çocukların ortancalara göre daha az suç işleme eğiliminde olduklarını ileri
sürmüşlerdir. Yavuzer (1993)'de araştırmasında suçlu deneklerin % 59.9'unun
ortanca çocuk olduğuna, dolayısıyla ailelerinde yeterince ilgi ve sevgi görme olasılığının azlığına dikkati
çekmektedir. Suçlu olmayanların anne ve babalan tarafından eşit düzeyde
sevilmelerine karşılık, suçlu çocukların anneleri tarafından daha çok
sevildikleri varsayımını ileri süren Andry, araştırması sonucu suçlu deneklerin
% 69'unun anneleri tarafından daha çok
sevildiklerini saptamıştır. Ayrıca suçlu deneklerin yarıya yakın bölümü anne ve
babaları tarafından sevilmekte, ancak anneleri tarafından sevilen suçlu sayısı,
babaları tarafından sevilen suçlu sayısına oranla üç kat fazla olmaktadır. Buna
ek olarak, normal toplumsal düzene sahip bir aileyi, suçluluk olgusuna karşı
ideal bir sigortaya sahip olarak görmekte, hiç bir toplumsal koşulun suçlulukta bozuk aile düzeni kadar etkili
olamadığını belirtmektedir.
Kızların
bozuk aile düzeninden erkeklere oranla daha çok etkilenip acı çektikleri
saptanmıştır. Ayrılma, ölüm gibi etkenler, ailenin yapı bakımından tam olmadığını göstermekte ve işlevini gereği
gibi yapamayan bu tür ailelerden gelen çocuk, birçok olanaktan yoksun
bulunmakta, sapan davranışı ve işlediği kusurlar nedeniyle yasa karşısında
sorumlu duruma düşmektedir. Yavuzer araştırmasında, suçlu gençlerin % 22'sinin
dağılmış ailelerden geldiklerini belirlemiştir.
Ayrıca, deneklerden % 47.6'sının anne ve babalarından çeşitli nedenlerle
ayrı kaldıkları görülmüştür[xiv].
Suçluluk
Öğrenilmiş Bir Davranıştır
Sosyal
bilimciler ve eğitimciler, suçluluğun öğrenilmiş bir süreç olduğunu kabul etmekte
ve suçluluk eğilimlerinin normalden sapmış davranış şekilleri olduğu kadar,
grup yaşamına bağlı bir sorun olduğunu da kanıtlamaya çalışmaktadırlar.
Sutherland'a göre suçluluk öğrenilmiştir. Suçluluk davranışı, karşılıklı
iletişim süreci içinde diğer insanlarla olan ilişkiler sonucu öğrenilir.
Suçluluk davranışının öğrenilmesi özellikle yakın gruplar içinde gerçekleşir.
Bir kişi, hukuki kuralları uygulanması zorunlu olmayan kurallar olarak
yorumlayanlarla fazla, bunları mutlaka uyulması gerekli kurallar olarak
yorumlayanlarla az ilişkide bulunduğu zaman suç işler. Suçluluk davranışının
ilk çocukluk dönemlerinde geliştiğine ve yaşam boyu devam ettiğine işaret eden
Sutherland'a göre, birey-toplum ilişkilerinde bireyin herhangi bir andaki
eğilim ya da engellemeleri önceki geniş yaşam tarihçesinin birer ürünü olduğuna
göre, suçluluğun nedenlerinin de kişinin derinliklerinde, onun ilk yaşam
deneyimlerinde aramak gerekir[xv].
Tarde,
suç işleme sürecini öykünme (taklit) sürecine benzetmektedir. Suç işlemek de, tıpkı
bir meslek gibi öğrenilmekte; bunun için suçlulara yakın olmak ve onlara
öykünmek gerekmektedir. Tarde'a göre suç, bireye miras kalan bir özellik ya da
rahatsızlık değil, başkalarından öğrendiği bir iştir. Yasal bir iş ile suç
arasındaki tek fark, öğrenilmiş davranışın niteliğindedir[xvi].
Yavuzer (1993)'in yaptığı araştırmada suçlu deneklerin %
54 gibi büyük bir bölümünün, ailesinde hüküm giymiş suçluya rastlanmıştır. Öte
yandan arkadaş çevresindeki kötü örneklerin de aile çevresi kadar olmamakla
birlikte, çocuğu ya da genci etkileme olasılığı bulunmaktadır. Şemin'de, suçlu
ya da alkolik anne ve babanın, çocuğun seçeceği örnekler olmaları açısından son
derece zararlı olduğunu ileri sürmektedir. Ferguson, Gloasgow'da yaptığı
araştırma sonucuna dayanarak, babaları suçlu çocukların (% 24), diğer çocuklara
oranla (% 12) iki kat daha fazla suç işlediklerini ileri sürmüştür. Aynı
araştırmacı, ağabeyleri suçlu olan çocukların (% 33), diğer çocuklara oranla (%
10), üç misli fazla suçlu olduklarını saptamıştır. Yavuzer (1993) ise,
araştırmasında, suçlu çocukların ailelerinin sorunlarından birinin eğitimsizlik
olduğunu görmüştür. Deneklerin annelerinin % 76.6'sının, babalarının da %
40.7'sinin okuma yazma bilmediği saptanmıştır. Devlet istatistik Enstitüsü
(1972)'nün çocuk hükümlüler anketi de annelerden % 73.7'sinin, babalardan %
39'unun okuma yazma bilmediğini göstermektedir. Suçlu çocukların aile yapıları
Yavuzer (1993) tarafından incelenmiş, üç ilde ele alınan suçlu deneklerden %
67.2'sinin aile yapısının anne-baba-çocuktan oluşan çekirdek aile, % 22'sinin
parçalanmış ya da eksik aile, % 10.8'ininse geniş aile olduğu görülmüştür.
Suçlulardan elde edilen parçalanmış ya da eksik aile yüzdesi, diğer ülkelerdeki
yüzdelere oranla düşük olmakla birlikte, Türkiye ortalamasının (%8) üç kat üstünde olması nedeniyle dikkat
çekicidir. Devlet istatistik Enstitüsü (1972)'nün, çocuk hükümlüler
anketinde, suçlu çocukların annen ve babalarının evliliklerinde, imam nikahının
% 9.6 olarak belirlenmesine karşın Yavuzer (1993)'in yaptığı araştırmada, suçlu
deneklerin anne ve babaların evliliklerinin % 2.3 oranında imam nikahıyla
kurulmuş olması, araştırmacı tarafından suçlu çocuk ailelerinde yasa dışı
evliliklerin hızlı bir artış gösterdiği şeklinde yorumlanmıştır. Ayrıca
deneklerin % 88.8'inde baba egemenliğinin görüldüğü, % 85.5 oranında da,
babanın sert ve otoriter olduğu görülmüştür[xvii].
Ailenin
sosyo-ekonomik şartları çocuğun kişiliğini etkilemekle birlikte yoksulluk
nedeniyle sürekli aç ve sokakta kalan çocuklarla ilgili olarak suç işleme
endişesi taşınabilir. Suçlu çocuğun ev koşullarının ilki ve en belirgin olanı,
ailenin parasal durumudur. İstatistiksel veriler, çocuk suçluluğuyla yoksulluk
ve onun getirdiği koşullar arasında dikkate değer bir ilişkinin bulunduğunu ve
bu ilişkinin de önemli sayılacak ölçüde yüksek olduğunu göstermektedir. Burt,
İngiltere'de yaptığı çalışmalarda suçlu çocukların 1/5'inin (% 19) çok yoksul
olarak nitelendirilen sosyal sınıflardan geldiğini söyler. Yine Burt,
suçluların yarıya yakın bölümünün (% 37) orta derecede yoksul sınıflardan
geldiğini, % 42 oranında suçlu grubun sosyo-ekonomik açıdan rahat olarak
nitelendirilen çevrelerden geldiğinin söyler. Böylece suçlu çocukların yarıdan
fazla bir bölümünün yoksul ya da çok yoksul ailelerden geldiği saptanmıştır[xviii].
Yavuzer
(1993)'in araştırmasında da deney grubu deneklerin % 75.7’sinin, ıslahevine
gelmeden önce çalıştığı anlaşılmaktadır. Tüm suçlular dikkate alındığında,
kuruma gelmeden önce çalışan deneklerden % 39.5'inin çiftçi, % 29'unun işçi, %
Düşük
sosyo-ekonomik düzeydeki evde görülen bir başka yaygın eksik de ev içinde çocuk
için gerekli uğraş ve eğlence olanaklarının bulunmamasıdır. Çocuk oyun
oynamaya, gencinde arkadaşlarını başka bir odada kabul etmeye hakkı vardır. Ev
koşulları oyun oynamayı engelliyorsa, gençte hâlâ çocuk davranışı devam edecek
ve o, doğal yaşayışını sürdürecek özgür bir ortam aramaya çalışacaktır. Böyle
bir ortamı bulduğu anda da genç, anne babasının sert denetiminden
uzaklaşacaktır. Bireye toplumsal değer hükümlerini kazandıran, ona ilk sosyal
deneyim fırsatını veren aile ortamının gelişim sürecindeki önemi büyüktür.
Ancak aile ortamındaki duygusal ve toplumsal etkileşim yetersizliği ya da kötü
modellerin bulunması, bu kurumun olumsuz bir uyarım kaynağı olmasına yol açar.
Aile kurumunun yetersiz ya da eksik olması halinde, bu eksikliği giderecek en
güçlü ve organize toplumsal kurumun okul olduğu görülür. XVII. yüzyılda Victor
Hugo: "Bir okulun yapılması, bir hapishanenin kapanması demektir",
sözüyle eğitim ve suçluluğun arasında doğrudan bir ilişki bulunduğunu vurgulamıştır[xx].
Okulun
toplumsallaştırma görevini her hangi bir nedenle yerine getirememesi, bireyin
başarısını, gelişimini, çevresine uyumunu ve ruh sağlığını olumsuz yönde
etkileyecektir. İnsancıl, bireyi geliştiren, yaşama hazırlayan eğitimin
etkinliğine ve önemine karşılık, eksik, yetersiz, yanlış eğitim birçok sorunun
kaynağı olabilmektedir. Bazı hallerde okul, çocukların gelişme ve uyum
güçlüklerini çözmeye yardım edecek yerde, farkında olmadan güçlüğü artırıcı
etkiler yaratmaktadır. Bunun sonucu
olarak da okuldan kaçmak, hırsızlık vb. gibi sorun ve suçlar ortaya çıkmaktadır[xxi].
Yavuzer
(1993) araştırmasında, en az ilkokul mezunu olmak önkoşuluyla seçtiği 214
denekten % 23.3'ünün orta okul düzeyinde öğrenim gördüğünü, lise ya da yüksek
öğrenim görmüş suçlu olmadığını saptamıştır. Devlet İstatistik Enstitüsünün
1972 yılı anketinde, toplam suçluların % 74.7'sinin İlkokul diplomalarının
olduğu ve % 2'sinin de ortaokul diplomalarının olduğu saptanmıştır.
Friedlander, okulda başarılı olan çocuğun kendisini gösterme gereksinimini
kolaylıkla giderilebilmesine karşılık, başarısızlığın onu sokağa iteceğini ve
toplumsal yaşama uyum şansını azaltacağını savunur. Yavuzer (1993), suçlu
deneklerin okul başarısı incelediğinde % 52.8'inin okul yıllarında başarısız
olduğunu tespit etmiştir. Kuzuoğlu'nun 278
suçlu ve 200 suçsuz denek üzerinde
yaptığı araştırmasında da suçlu deneklerden hiçbirinin ana okuluna gitmediği tespit edilmiştir. Yavuzer
(1993)'in araştırmasında da suçlu denekler
içinde 12 tanesi hiç okula gitmemiş, % 87'si 7 yaşında okula başlamış, % 13'ü ise okula geç başlamışlardır. Eğitime geç
başlayan bu çocukların eğitiminde
başarısızlıklar görülmesi doğaldır. Suçlu çocukların %
Suçlu
Çocuk ve Gençlerin Yeniden Topluma Kazandırılması
Suçlu çocukların yeniden eğitimi, kriminoloji alanındaki
son gelişmeler arasında sayılabilir. Bu iyileştirme çalışmasının tarihçesine
bakıldığında, yakın bir geçmişe kadar birçok uygar ülkede, suçlu çocukların, yaş ve
suç türleri
dikkate alınmaksızın, yetişkin suçlularla eş olarak değerlendirdikleri ve ağır cezalarla
cezalandırıldıkları görülür. Bu nedenle, "eğitim" sözcüğü kriminoloji
literatüründe büyük bir aşama olarak kabul edilmiştir. “Yeniden Eğitim” kavramı çocuk ya
da gençlik suçluluğunun, salt hukuksal bir sorun olmayıp daha çok psikolojik ve sosyal içerikli
bir sorun olduğunu vurgulamaktadır. "Yeniden
Eğitim" kavramı, suçlu gençlerin, normalden sapan bir davranışa sahip
olduklarını, toplumsal uyumsuzluk gösterdiklerini, bu uyumsuzluğun giderilmesi yolunda, toplumsal örgütlenme ve çaba
harcanması gereğini de ortaya koymaktadır[xxiii].
Çocuk
suçluğunda tedavi süreci incelendiğinde, üç farklı yöntemden söz edilebilir:
a) Önleyicilik (Erken
Tanı)
b) Yeniden Eğitim
c) İzleme çalışmalar
Önleyicilik
(Erken Tanı)
Önleyicilik
ya da erken tanı, suçluluğun iyileştirilmesinde en etkili yöntemlerden biridir.
Bu yöntemle 6-7 yaşlarında, çocuğa uygulanan testler sonucu anti-sosyal
eğilimleri saptanmakta, eğitim ve öğretim bu doğrultuda gerçekleşmektedir[xxiv].
Erken
tanı ortaya konulduktan sonra uygulanabilecek eğitim sırasında “Duyuşsal
Davranış Eğitimi” verilebilir. Duyuşsal davranışlar, kısaca insanın duygularını
içeren davranışlardır. Daha ayrıntılı analizde insanlara kazandırılmak istenen
duygular, tercihler, değerler, ahlâki kurallar, istek ve arzular, güdüler,
yönelimler, duygulanışlar, v.b. duyuşsal davranış kapsamına alınabilir.
Genellikle de duyuşsal eğitim demekle ahlâk eğitimi, değer eğitimi, karakter
eğitimi, barış eğitimi, demokrasi eğitimi, seks eğitimi, kişiler arası ilişkiler
veya insan ilişkileri eğitimi, sosyal beceri eğitimi v.b. kastedilir[xxv].
Yeniden
Eğitim
Suçlu
çocukların iyileştirilmesinde ikinci yöntem, genci suçun işlenmesinden sonra
kurum içinde eğitmektir. “Yeniden Eğitim” çok yönlü bir çalışmayı gerektirir.
Öncelikle
yeniden eğitim çalışmasında, psikolog, suçlu çocuk ve gencin suçu, suçlunun
kişiliği, suçlunun çevresi ve ayrıntılı olarak suçlunun geçmişi tespit edilir
ve incelenir. Bütün bunlardan sonra psikolog uyumsuz davranışları olan bir
çocuğun ne şekilde iyi edilebileceğini kestirmeye çalışmalıdır. Birtakım
öneriler ileri sürülebilir. Bunlar da anneyi disiplin konusunda uyarma, okula
çocuğun sağlığı ve zekâsı hakkında bilgi, koruma kurumuna çocuğun evini düzenli
olarak ziyaret etmesi için öneri ya da çocukla bizzat ciddi bir şekilde konuşma
ile olur. Genç suçluların tedavisinde gerek problem, gerekse konunun işlenişi
açısından yetişkin suçlulara oranla bir ayrılık görülür. Genç suçluyla
çalışmak, onu iyi eğitmek yetişkine göre daha kolaydır. Yeniden eğitimin amacı,
bireyi sadece anti-sosyal dürtüler de arındırmak değil aynı zamanda onu
anti-sosyal davranışa iten kötü çevresel koşulları ortadan kaldırmak yoluyla
gencin topluma uyumunu sağlamaktır. Bu evrede grup terapisi ve rehabilitasyon
yöntemlerinden yararlanılabilir[xxvi]
Ülkemizde, çocuk ıslah ve ceza kurumlarında "Yeniden
Eğitim" çalışmalarının temelinde, iş ve sanat eğitimiyle okul eğitimi ve
öğretimi yer almaktadır. Kurumlarımızın hemen tamamında, en az iki sınıflık
ilkokul olmasına karşılık, ortaokul ve lisenin bulunmaması nedeniyle, çocuklar,
dışarıdaki eğitim kurumlarından yararlanmaktadırlar.
İzleme
Kurumda
eğitildikten sonra uyumlu olarak topluma kazandırılan genç kısmen çözülmüş ya da
hiç çözüm getirilmemiş sorunları ile aynı çevre koşullarında tek başına
kalmaktadır. Geçmişte suça neden olan etkenlerin yeniden genci suça itmemesi,
bir anlamda gencin bu sorun yığını karşısında bırakılmamasına bağlıdır. Kurum
sonrası bu izleme evresinde gencin duygusal, toplumsal, ekonomik ve eğitimsel
sorunlarının çözümünde yardımcı olacak uzman bir rehbere büyük ihtiyaç vardır.
Gencin topluma yeniden uyum göstermesinde olduğu kadar, okul ve meslek seçimi
konularında da uzman rehberin rolü büyüktür[xxvii].
Çocukların
Toplumla Uyumlu Olabilmeleri İçin Neler Yapılabilir?
Suçlu
bir bireyle, suçlu olmayan birey ararsındaki en belirgin fark, suçlu olmayan
"suçluluk dürtüleri"ni kontrol edebilmesi ve toplumsal açıdan
zararsız bazı faaliyetlerle onlara çıkış yolları aramasıdır. Bireyin bunu
başarabilmesi büyük ölçüde sağlıklı bir toplumsallaşma sürecinden geçmesine
bağlıdır. İnsan kişiliğinin maddi temelini oluşturan ve doğuştan getirilen
gizilgüçler, yetenek, zekâ, bedensel özellikler, insanın içinde geliştiği toplumsal
ortamda anlam kazanır[xxviii].
Çocukların
topluma uyumlu bireyler olarak yetiştirmek bu yüzden önemli hale gelmektedir.
Burada en büyük görev anne-baba ve öğretmelik düşmektedir. Anne-baba ve öğretmenler
çocuklara verdikleri eğitimle onlar toplumla uyumlu, sorumluluk sahibi,
karşılaştığı çatışma ve problemleri sağlıklı bir şekilde çözen, kendisi ve
diğer insanlarla barışık bir birey olmalarına ya da yukarıda anlatılanların tam
tersi özelliklere sahip bir birey olabilir.
Bu
yüzden anne-baba ve öğretmenler çocuklarına öncelikle ailenin ve toplumun
kurallarını doğru bir biçimde, şiddet uygulamaksızın öğretmelidirler. Bununla
birlikte çocuklara sorumluluk duygusunun da verilmesi gerekmektedir. Çünkü
sorumlu davranmayan bireylerin topluma uyumlu olması güçleşecektir.
Sorumluluk
sahibi kişi, kendisine ve başkalarına karşı saygılıdır. Üstüne düşen görevleri
yerine getirir. Kendiişlerini kendisi yürütür ve başkalarına gereksiz yere yük
olmak istemez. Öz değerinin bilincindedir. Duygu, düşünce ve davranışlarından
yalnız kendini sorumlu tutar. Yaşamdan bekledikleri ele verdikleri ile
orantılıdır. Hak etmediğini almaya kalkmaz. Çalışkan bir insan, iyi bir
anne-baba ve iyi bir komşu olacaktır[xxix].
Anne-babalar, toplumun gelenek ve göreneklerini, genel
eğilimlerini, kültür ve ahlâk anlayışlarını sonraki kuşaklara aktarmakla
görevlidir. Kuşkusuz çocuklar sorumluluk duygusuyla doğmazlar. Ancak sorumluluk
sahibi olmayı öğrenme, pek çok kişinin sandığından daha çabuk başlar.
Denilebilir ki çocuğun doğduğu andan itibaren çevresinde sezinlediği olaylar,
anne-babanın ona karşı gösterdiği özen ve bakım sorumluluklarını yerine getiriş
biçimi onda İlk etkileri oluşturur. Unutulmamalıdır ki; "çocuk yaşadığını
öğrenir"[xxx].
Anne-babalar
ve öğretmenlerin çocukların eğitiminde bir diğer yapmalın gerekli olan şey
onların karşılaştıkları kişiler arası çatışma ve problemlere sağlıklı çözüm
yollarını öğrenmelerini sağlamaktır. Çatışma ve problem çözme yaşantılar sonucu
öğrenilir.
Kişiler
arası çatışma ve problemleri çözmek için farklı yaşlarda kazanılması gereken
temel beceriler vardır. Bu becerileri altı grupta toplayan Crawford ve Bodin,
gelişimsel bir yaklaşımla okul öncesi dönemden başlayarak 12. sınıfa kadar
çocukların ve gençlerin kazanmaları gereken becerileri ayrı ayrı listelemiştir.
Bu becerilere sahip olan kişilerin, sorunlara herkesin kazançlı çıkacağı
çözümler bulabilmek için gereken anlayışa sahip yetişkinler olmaları beklenir.
Bu anlayışlardan bazıları; "İyi niyet", "Sorunların birden fazla
çözümü olduğuna inanma", "Bir tarafın kazanması diğer tarafın
kaybetmesini gerektirmez", "Sorunlara farklı bakış açılarıyla
yaklaşma", "Başkalarının bakış açılarını öğrenmek için etkin bir
dinleyici olma", "Güç kullanmaktan kaçınma; pozisyonlar üzerinde
değil, sorunlar üzerinde odaklaşma", “Duyguları dikkate alma”dır[xxxi].
Çocuklara karşılaştıkları kişiler arası çatışma, çözme ve problem çözme
konusunda bilgilendirmek amacıyla çatışma ve problem çözme eğitim programları
uygulanabilir.
Çocuklara
verilebilecek bir diğer eğitim ise duyuşsal davranış eğitimidir. Duyuşsal
davranış eğitim inançlar, kanılar, değerler, tutumlar ve ilgilerin gelişiminden
çok daha geniş bir alanı kapsamaktadır. Duyuşsal davranış eğitimi alanı;
1.
Bireyin
kendi benliğini gerçekçi bir gözle tanıması için;
a) Kendini ifade etme anlamında cesaret ve
dürüstlüğün gelişimi,
b) Başkalarının kendine yönelttiği geri
bildirimleri algılayabilmesi için başkaları üzerinde bıraktığı etkinin farkına
varmayı,
c) Eğer bu izlenimler kendi ideal benliğiyle,
yani ulaştığında mutlu olabileceği benliğinin gerekleriyle tutarlı değilse
kendini daha olumlu bir biçimde değerlendirme isteğini geliştirmeyi,
d) Başkalarının ihtiyaçlarına duyarlı
olmayı ve iyi insan ilişkileri kurabilmek için insanlara saygı, sıcak ve
dürüst davranmayı,
e) Bunların dışında kalan kendini
gerçekleştirmeye götürücü tüm değerlerin ve tutumların gelişimini kapsar.
Böylesine
geniş kapsamlı bir duyuşsal eğitim aşağıdaki uygulamaların hepsinin birden
kapsamak zorundadır:
a) Model alma yoluyla kendini
gerçekleştirmeye götürücü değerleri özümseme,
b) Standart programlarla oluşabilecek
duyuşsal öğrenmelere önem verme,
c) Okul programlarına duyuşsal eğitimi
amaçlayan yeni konular ekleme,
d) Okul örgütü içine psikolojik danışma ve
rehberlik hizmetleri sokarak ve etkin kılarak kişinin bütün halinde gelişimine
yardım sağlamadır.
Özet
olarak çocukların sağlıklı düşünen ve davranan, toplumla uyumlu bireyler haline
gelmelerini sağlamak amacıyla, anne-baba ve öğretmenlere büyük bir görev düşmektedir.
Çocukların ileride suç işlemelerini önleyecek ve onları toplumun saygın bir
üyesi yapmak çocuğun ilk doğduğu andan alacağı eğitime bağlıdır. Sürekli itilip
kakılan, sevilmeyen, saygı duyulmayan, değer verilmeyen, sorumluluk
öğretilmeyen bir çocuğun ilerideki hayatındaki duygu, düşünce ve davranış şekli
farklı, çevredeki insanlar tarafından sevilen, saygı duyulan, değer verilen,
sorumluluğun öğretildiği bir çocuğun ilerideki hayatındaki duygu, düşünce ve
davranış şekli farklı olacaktır.
KAYNAKLAR:
[i] Bu
yazı Mikro Yayınları’ndan çıkan “Eğitime Yeni Bakışlar-2”
kitabından tanıtım amacıyla alınmıştır. (Mikro Yayınları, Eğitime Yeni
Bakışlar-2, Ankara, 1. Baskı, 2003, s.257 vd.) Amacımız suç konusunda çıkan kitaplardan,
dergilerden, yazılardan sizleri haberdar etmek; bilgi evrenine ve Türk
kriminolojisine (suç bilimine) katkıda bulunmak ve topluma faydalı olmaktır.
Daha detaylı bilgi için ilgili kitaba başvurmanızı özellikle tavsiye ederiz.
[ii] Selçuk Üniversitesi, Eğitim Fakültesi.
[iii] Selçuk Üniversitesi, Eğitim Fakültesi.
[iv] Yörükoğlu, Atalay. Gençlik Çağı, Türkiye İş Bankası
Kültür Yayınları, Ankara, 1988.
[v] Yavuzer, Halûk. Çocuk ve Suç, Remzi Kitabevi, Ankara,
1993.
[vi] Çağlar, D. Uyumsuz Çocuklar ve Eğitimi, Ankara
Üniversitesi Eğitim Fakültesi Yayınları, Ankara, 1981.
[vii] Yavuzer, Halûk. Çocuk ve Suç, Remzi Kitabevi, Ankara,
1993.
[viii] Yavuzer, Halûk. Çocuk ve Suç, Remzi Kitabevi, Ankara,
1993.
[ix] Atar, H. Eğitim ve Çocuk Suçluluğu, Ege Üniversitesi
Basımevi, İzmir, 1994.
[x] Yavuzer, Halûk. Çocuk ve Suç, Remzi Kitabevi, Ankara,
1993.
[xi] Yavuzer, Halûk. Çocuk ve Suç, Remzi Kitabevi, Ankara,
1993.
[xii] Yavuzer, Halûk. Çocuk ve Suç, Remzi Kitabevi, Ankara,
1993.
[xiii] Yavuzer, Halûk. Çocuk ve Suç, Remzi Kitabevi, Ankara,
1993.
[xiv] Yavuzer, Halûk. Çocuk ve Suç, Remzi Kitabevi, Ankara,
1993.
[xv] Yavuzer, Halûk. Çocuk ve Suç, Remzi Kitabevi, Ankara,
1993.
[xvi] Atar, H. Eğitim ve Çocuk Suçluluğu, Ege Üniversitesi
Basımevi, İzmir, 1994.
[xvii] Yavuzer, Halûk. Çocuk ve Suç, Remzi Kitabevi, Ankara,
1993.
[xviii] Yavuzer, Halûk. Çocuk ve Suç, Remzi Kitabevi, Ankara,
1993.
[xix] Yavuzer, Halûk. Çocuk ve Suç, Remzi Kitabevi, Ankara,
1993.
[xx] Yavuzer, Halûk. Çocuk ve Suç, Remzi Kitabevi, Ankara,
1993.
[xxi] Yavuzer, Halûk. Çocuk ve Suç, Remzi Kitabevi, Ankara,
1993.
[xxii] Yavuzer, Halûk. Çocuk ve Suç, Remzi Kitabevi, Ankara,
1993.
[xxiii] Yavuzer, Halûk. Çocuk ve Suç, Remzi Kitabevi, Ankara,
1993.
[xxiv] Yavuzer, Halûk. Çocuk ve Suç, Remzi Kitabevi, Ankara,
1993.
[xxv] Bacanlı, H. Duyuşsal Davranış Eğitimi, Nobel Yayın
Dağıtım, Ankara,1999.
[xxvi] Yavuzer, Halûk. Çocuk ve Suç, Remzi Kitabevi, Ankara,
1993.
[xxvii] Yavuzer, Halûk. Çocuk ve Suç, Remzi Kitabevi, Ankara,
1993.
[xxviii] Yavuzer, Halûk. Çocuk ve Suç, Remzi Kitabevi, Ankara,
1993.
[xxix] Özen, Y. Yarına Kalmak Adına Sorumluluk Eğitimi, Nobel
Yayın Dağıtım, Ankara, 2001.
[xxx] Özen, Y. Yarına Kalmak Adına Sorumluluk Eğitimi, Nobel
Yayın Dağıtım, Ankara, 2001.