www.kriminoloji.com
STRES, KENTLEŞME VE SUÇ
Prof. Dr. İbrahim BALCIOĞLU[1]
© www.kriminoloji.com 2002
Stres; basınç, yüklenme, gerilim, zorlanma
anlamına gelir. Hekimlikte stres kelimesi; insanda zorlanma yapan, uyum ve
dengeyi bozan, fiziksel, çevresel, ruhsal, toplumsal ve psikososyal etkenler,
organizmada bu etkenlere karşı gelişen olumsuz değişiklikleri ve tepkileri
anlatmak için kullanılır. Bu zorlayıcı etkenler hava kirliliği, radyasyon,
kalabalık gibi fiziksel, kimyasal, çevresel; iş ev ortamı ve sosyal iletişim
odaklarına ilişkin psikososyal, sıkıntı, korku, hayal kırıklığı gibi psişik ve
düşünce düzeyinde olabilir. Hayat dönemleri ve
krizleri başlı başına stres odaklarıdır. Çok değişik zorlayıcı yaşam
olayları, kişiye, topluma, yaşa, kültüre, benlik gücümüze ve benzer birçok
faktöre bağlı olarak biyopsikososyal sağlığımızı ve uyumumuzu etkilemektedir
(Tahran N., 1989).
Zorlamanın sebep olduğu heyecana ait
gerginlik; basit sıkıntıdan, depresyon ve psikotik reaksiyonlara, psikosomatik
hastalıklara, cinsel işlev bozukluklarına ve hatta bağışıklık sistemine kadar
geniş bir yelpazede insan sağlığını etkilemektedir. Bugün ülkemizde stres ve
heyecana ait gerginlikler ile ilgili bedensel-tıbbî hastalıkların sebep olduğu
üretkenlik kaybının yılda milyonlarca dolara vardığı belirtilmektedir (Evrim
S., 1970).
Suç
Suçluluk, kişiyi toplum halinde yaşayan
öteki bireylerin karşısına çıkaran bir çatışmanın ürünüdür.
Ergenlik
Bilindiği gibi ergenlik dönemi çocuk için
hızlı bir bedensel ve ruhsal gelişim dönemidir. Hızlı gelişimin sebep olduğu
gerilim, bilgi ve deneyim eksikliği ile de birleşir. Bu tablo gencin sosyal
normlara uyum göstermesini büyük oranda zorlaştırır. Aynı zamanda çevresinden
toplumsal kabul bekleyen genç, beğenmediği bazı kuralları yeniden düzenlemeyi
düşünür. Ergen yaşı gereği kuralların sebeplerini kavrayamamaktadır. O, alabildiğine
direnir, büyüklerin kurulu düzenini köhne ve kalıplaşmış bulur.
Değişen dünyanın değişen genç kuşaklarını
anlamamakta direnen yaşlı kuşaklar da onu haklı çıkarmaktadır (Yavuzer H.,
1986).
Çocuk, ana ve babasının iyi ve kötü
özelliklerini kendi algıladığı bir biçimde yaşar. Doyurucu olduğu gibi, onu
hayal kırıklığına uğrattığı nitelikte de olabilen bu özellikler, çocuğun
kişiliğini oluşturacak hammaddelerdir.
Ölüm, boşanma, ayrılık ya da terk gibi
sebeplerle ailenin bütünlüğünün bozulması ile “parçalanmış aile” ortaya çıkar.
Parçalanmış aile deneyimi, çocuğun toplumsallaşma sürecini kesintiye uğratması
sebebiyle hatalı ve eksik sosyalleşmeye yol açar. Araştırmalar suç işleme
davranışı ile parçalanmış aile deneyimi arasında ilişkiler bulunduğunu desteklemektedir.
Kente gelen ailede çocuk küçük yaşta çalışmak zorunda kalır ki, bu da “çocuk
işçi” olgusunu gündeme getirir.
Çocuk gelişiminde en temel ilke olan, “Her
çocuk o yaşın rolünü yaşamalıdır” ilkesi ile çelişen en önemli olgulardan
birisi olarak karşımıza, çalışan çocuklar çıkmaktadır. Çocukların ağır işlerden
çalışması sonucunda, ruhsal dengesinde ve kişilik yapısında onarılmaz
problemler çıkabileceği ortadadır. Dönmezer’e göre, “Çocuğuna ilgi duymayan
ebeveynler vardır. Bu aileler çocuğu ayak işlerinde çalıştırırlar. Bu gibi
işler özel ihtisası, bilgiyi gerektirmediği için, icrası genellikle yalan ve
hileye sapılmasını gerektirir.” (Dönmezer S., 1943).
Çalışan çocuk kavramını ortaya koyarken,
Amiran Kurtkan’ın belirtmiş olduğu gibi, “Orta ve yüksek tahsil imkânlarını
elde edemeyecek fertlerin nasıl olsa iş hayatına atılmaları gerektiğini de
kabul etmemiz gerekmektedir”. Okuma imkânı olmayıp da işsiz kalmalarının da
(serserilik, başıboşluk, otorite yokluğu) birtakım problemlere sebep olacağı
açıktır.
Çarpık yapılanmış bir kentte, yeni gelen
kişi geleneklerini sürdüremez. Göç etmiş olduğu yer ile içine girdiği yeni
ortam arasında bağdaşıklık göremez. Çaresizlik ve mahrumluk çekmekte, çoğu
zaman farklı derecelerde bunalımlara düşmektedir. Psikososyal ve ekonomik
sıkıntıların büyük bir kısmını, bu bocalama durumunun bir fonksiyonu olarak
görebiliriz.
Kent merkezlerinde cinsel sapıklık ve
gayri meşru çocuk olaylarının nüfus artışı ile doğru orantılı olduğunu yapılan
araştırmalar göstermektedir. Tıpkı intiharlar, ruhsal bozukluklar gibi
suçluluğunda kentleşme ile yakın bağları olduğu anlaşılmıştır. Durkheim’in
dediği gibi, toplumdaki bir “anomi” hali, yani sosyal dokunun zayıflaması ile
beliren bir durumdur.
Kırdan kente göç olgusunun meydana
getirdiği temel problemlerden biri hızlı gecekondulaşmadır. Bu olgu önemli
problemleri de beraberinde getirir. İşsizlik, konut, çevre, trafik gibi
problemlerle uyumsuzluğun yeni bir hayat tarzından kaynaklanan temel sorun
olduğu görülmektedir. Bu uyumsuzluk, güç şartlardaki çocuk için önemli bir
zemin meydana getirmekte, çocukların suça itilmesini hızlandırmaktadır.
Kentleşmeyi itici ve çekici güçler sağlar. Çekici güçleri kentin sosyal ve
ekonomik canlılığı; itici olan ise ulaşım imkanlarıdır.
Kırdan kente göç önemli toplumsal
değişmelere yol açar. Bu değişmeler her türlü insan ilişkisinin yeniden
oluşması demektir. Yapısal değişiklikler fiziksel yapıyı etkilediği gibi,
kişilerin davranışlarının, kişilerin davranışlarının ve hatta heyecanlarının
değişmesine yol açar (Keleş R., 1984). Kentleşme gelenekleri ve görenekleri
eriterek düzensizliklerin ve problemlerin kaynağı olmaktadır. Her göç,
insanları ruhsal stresle karşı karşıya bırakır. Göçle birlikte eski sistem ve
mekanizmalar çözülür, ancak yenileri eskilerin yerini henüz alamamıştır. Ortaya
sapan davranışlar çıkar: Belli başlıları suçluluk, alkolizm, fuhuş, ruh sağlığı
bozukluklarıdır. Kentte, koruyucu, denetleyici ve gözetici mekanizmalar
çözülür, başıboşluk meydana gelir (Sencer Y., 1970).
Göçmenlerde psikonöroz % 59 gibi yüksek
oranda bulunur. Göçmen çocuklarında uyumsuzluk daha çok görülür. İlk kuşak,
kökenlerinden kopmuş olmanın getirdiği yalnızlık ve bilinç dışı suçluluk
duyguları taşımaktadırlar. Bu yüzden geleneksel hayat sitilini davranış, duygu
ve düşüncelerinin içeriğinden sürdürerek, bunlara daha fazla sarılmaktadırlar.
Yeni ortam onlar için, sağladığı ekonomik çıkarlar açısından önemlidir. Sadece
bu yolda ilişkilerinde ve güncel ortamın biçimine uymakla yenirler. Diğer
açılardan kapalı bir grup oluştururlar (Koptagel İ.G., 1985). Kente göç eden
ailelerde, her ne kadar biçim açısından çekirdek aile tipi yaşam sürdürülse de,
ailenin sosyal hayat ve güvencesinde geniş aile ölçüleri uygulamaktadırlar.
Ölüm, kaza, iflas ve benzeri olaylar karsında, aynı çatı altında olmasalar
bile, geniş akrabalığın kapsamı içindeki kişiler hemen bütünleşip gerekli
desteği sağlamaktadırlar (Koptagel İ.G., 1985).
Kent geleneksel normlardan sapmaya imkan
ve cesaret veren bir alandır. Değişmeye karşı eğilim gösteren bir yaşantı
içinde kentte her türlü şart hazırdır.
Araştırmalar kentlerde fahişelerin,
homoseksüellerin, gayrî meşru çocukların, mental bozuklukların, nörozların ve
psikopatik kişilik, alkolizm ve intihar olaylarının fazla olduğu, köyde ise
mental debilite ve şizofreninin çok yüksek oran gösterdiğini ortaya
koymaktadır. Köydeki akıl hastalarının çevrece daha fazla toleransla
karşılanıldığına dikkat çekilmektedir. Kentte kişi üzerinde etkili olan çeşitli
iletişim araçları da vardır.
Kente gelenlerde uyum sorunu farklı bir
biçimde, uzun vadeli ve psikolojik kökenli olarak ortaya çıkmaktadır.
Yerleşilen çevre ile ilgili olarak geleneklerde zayıflama, bireysel ve ailevi
problemlere yol açar (Geray C., 1966). Kent içine göç olayında gerek fertlerde
gerek ailenin içinde, çevre karşısında kültürel intibaksızlık görülmektedir.
Bunun yanı sıra kırdan gelenlerin işsiz kalmaları halinde sosyal dayanışma
şuurunu yitirerek kendi sosyal grupları içine çekilmeleri söz konusudur
(Kingsley D., 1940).
Uyum
ve Davranış Bozuklukları
Uyum, bireyin sahip olduğu özelliklerinin
kendi benliği ile içinde bulunduğu çevre ile arasında dengeli bir ilişki
kurabilmesi ve bunu sürdürebilmesi şeklinde tanımlanabilir. Kişi bir yandan çok
değişken olan çevresindeki nesnelere ilişkin kavramı inkişaf ettirirken, diğer
yandan da kendisi ile ilgili kavramları geliştirir. Bilişsel-duygusal bir
organizasyonu temsil eden kendilik kavramının şekillenmesinde yaşamın özellikle
ilk yirmi yılının önemli rolü olduğu ileri sürülmektedir.
Çocuğun kendine ilişkin algı, düşünce ve
tutumlarının gelişmesinde ve şekillenmesinde kendi yetenek ve yeterliliklerine
ilişkin değerlendirmeler yapmasında, bilişsel yapısı kadar sosyal hayat ve
etkileşimlerinin rolü de büyüktür. Bu sebeple çocuğun yaşamı biyolojik ve
sosyal ihtiyaçlarını temin etmek için fizikî ve sosyal çevreye uyum içinde
geçer. Çocuğun biyopsikolojik gelişimi yanı sıra toplumdaki normlara, kültürel
değerlere ilişkin beklentilerine bağlı biçimlenme de söz konusudur (Başeran F.,
1973).
Çocuğun gelişiminde fiziksel alanın rolü
büyüktür. Pek çok sosyal bilimci, insan davranışlarının ve gelişiminin
açıklanmasında bir yandan fiziksel etmenlerin birey üzerindeki etkilerini ele
alırken, diğer yandan bireylerin çevrelerine ilişkin algılarının da önemli bir
anahtar olduğu görüşünü benimsemişlerdir.
Uygun çevreyi bulamayan çocuk güvensiz
olur. Karmaşık duygu, düşünce ve çelişkiler içinde bunalır. Evden, okuldan
kaçma; hırsızlık, yangın çıkarma, sürekli baş kaldırma, tüm kuralları çiğneme
ve saldırganlık görülebilir. Hırsızlık, yankesicilik, araba hırsızlığı, alkol,
uyuşturucu ve uyarıcı maddeleri kullanma, kavga, tahrip, bıçak ve tabanca
taşıma, dövme, yaralama, öldürme gibi hafiften ağıra doğru giden birçok suç yer
alır.
Suçluluk
Davranışlarının Özellikleri
a)
Aşırı Derecede İtaatsizlik ve Karşı Koyma: Ana-babaya itaatsizlik ve çocuğun disiplin karşısındaki
inatçı tutumu, ebeveynin hatalı tutumunun çocuğu tahrik etmesi sonucunda
doğabilir.
b)
Ana Babaya, Otoriteye Düşman Olma: Bu eğilim, kimisinde sinsice, kimisinden açıkça görülür. Suçlu çocuklarda
otorite genellikle polis, hâkim ve cezaevi personelidir.
c)
Yalancılık: Bilerek ve
isteyerek başkasını aldatmak söz konudur. Yalancılığın “kendini kontrol
edememek ve aşırı bencillikle” çok yakın ilgisi vardır.
d)
Hırsızlık, Yankesicilik, Sahtekârlık: Hırsızların bir başka grubu da yeni ve heyecan verici deneyimler
yaşamak, çevresini aldatarak bir üstünlük ve egemenlik duygusu yaşamak amacı
ile yapılanlar meydana getirir. Çocuk ve gençte bu isteklerin doyurulması
doğal, ruhsal bir ihtiyaçtır.
Çocuk ve gençlerin hırsızlıklarının bir
bölümü ana baba baskısına ya da duygusal etkileşimin eksikliğine karşı bir tür
simgesel başkaldırıdır. Ya da çocuğun anneden alamadığı sevgiyi çalarak almaya
çalışmasıdır. Haset, kıskançlık, aşağılık duygusu gibi sebeplerle de hırsızlık
yapılabilir.
e)
Evden Kaçma: Evdeki
problemler, geçimsizlikler, çocuğun sevilmemesi bireyi aile çevresinden
uzaklaşmaya zorlayabilir. Cezalandırılma korkusu, kendisine iyi
davranmayanlardan intikam alma duygusu evden kaçışın sebepleridir.
f)
Okuldan Kaçma: Başarısız
olan uyumsuz çocuklar, okuldan kaçar; çünkü ona gerekli hedefler verilmemiştir.
g)
Saldırganlık ve Yıkıcı Davranış: Olumsuz ortam saldırganlığı artırır. Gasp, kendine zarar vermek,
başkalarına zarar vermek, sataşmak vakaların çoğunu meydana getirir.
h)
Kavgacılık, Huysuzluk, İşkence Etme ve Tahrik:
i)
“Anomie” kelimesi
toplumda nispî anlamda bir kuralsızlık ifade eder. Anominin güçlü olduğu
yerlerde, ekonomik yoksulluğun varlığı da bilinir.
j)
Alkol ve Uyuşturucu Madde Alışkanlığı: Alkol ailenin iç yapısını, statüsünü etkiler ve çatışmalara yol
açar. Çatışmadan kaçan çocuk kendini sokakta bulur. Suçlu vakaların, ana
babasını model alarak alkole başlaması dikkat çeker. Alkole başlamada arkadaş
çevresinin de tartışılmaz bir ağırlığı vardır.
Uyuşturucu bağımlılığında etkenler:
- Önce hazır oluş (doğal eğilim)
- Toplumsal şartlar,
-Zihne ait gerilik ve yetersizlik,
bedensel hastalıklar.
k)
Cinsel Davranış ve Sapmalar: Tarih boyunca cinsel davranış, çeşitli toplumsal değerler için
daima bir kaynak meydana getirmiştir. Özellikle evlilik öncesi cinsel ilişki,
gencin başlıca problemlerinden biridir. Cinsî sapıklıklar suçlular arasından
çok yaygındır. Çocuğun ana babasıyla kurduğu aşırı bağımlılık veya gelişme
döneminde homoseksüel kişiyle beraberliği onun heteroseksüel bir olgunlaşmayı
yapamamasına sebep olabilir.
KAYNAKLAR:
1. Başaran, F.: Psikososyal Gelişim,
Ankara Üniversitesi, DTCF Yayınları, Yayın No: 69, s. 108-110, Ankara, 1973.
2. Dönmezer, S.: Garp Memleketlerinde ve
Memleketimizde Çocuk Suçluluğunun Nedenleri, İş Mecmuası, 14:124-125, 1943.
3. Evrim S.: Psikolojik Açıdan Suçluluk Sorunu, İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Yayınları, No: 1531, İstanbul, 1970.
4. Geray, C.: Şehirsel Toplumun
Kalkınması, Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 6:235-236, Ankara, 1996.
5. Koptagel, G.: Değişen Toplumda ve
Türkiye’de Aile, s:19-20, Yaprak Yayınları, İstanbul, 1985.
6. Sencer, Yakut.: Türkiye’de Kentleşme,
Bir Toplumsal ve Kültürel Değişme Süreci, Kültür Bakanlığı Yayını, Yayın
No:345, s:29-30, 78-80, İstanbul, 29 Mart 1989.
7. Tarhan, Nevzat: Stres ve Hastalıklar,
Gata Haydarpaşa Eğitim Hastanesi, Psikiyatri Kliniği I. Stres Sempozyumu,
İstanbul, 29 Mart 1989.
8. Yavuzer, H.: Çocuk ve
Suç, 4. Basım, s:212-214, 189-190, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1986.
DİPNOT:
[1] Bu yazı Sayın Prof.Dr. İbrahim Balcıoğlu’nun Bilge
Yayıncılık’tan çıkan “Şiddet ve Toplum” kitabından tanıtım amacıyla
alınmıştır. (Prof.Dr. İbrahim Balcıoğlu, Bilge Yayıncılık, Şiddet ve Toplum, İstanbul,
2001, 1. Baskı, s.177 vd.) Amacımız suç konusunda çıkan kitaplardan,
dergilerden, yazılardan sizleri haberdar etmek; bilgi evrenine ve Türk
kriminolojisine (suç bilimine) katkıda bulunmak ve topluma faydalı olmaktır.
Daha detaylı bilgi için ilgili kitaba başvurmanızı özellikle tavsiye ederiz.
© www.kriminoloji.com 2002
Sitemize www.hukukcu.net ve
www.hukukcu.org üzerinden de ulaşabilirsiniz.