www.kriminoloji.com
ŞİDDET VE SALDIRGANLIK
(VİOLENCE
and AGGRESSİON)
Dr. Mustafa Tören YÜCEL[1]
©
www.kriminoloji.com 2002
Suç eylemi birisinin şahsına veya malına
zarar vermektedir. Bu bir saldırı eylemidir. Suçlu başkasının parasını veya
canını alması, zarar vermek arzusunu veya kendi gücünü vurgulamasına imkân
vermektedir. Bu arzu, bu ihtiyaç bir düşmanlık ifadesi olup, saldırı ile ifade
edilmektedir. İnsandaki saldırganlık üniversaldır. Bu bizde doğumla başlayıp ölünceye kadar
bizle kalmaktadır. Gerçekte yaşamında
belirli bir miktar saldırı ifade etmeyen kişinin yaşadığından söz
edilemez. Doğum sonrası ilk ağlamakla
başlayan bu süreçte insan saldırganca dürtüleri biriktirmeye
başlamaktadır. Sosyalleşme sürecinde bu
saldırganlıkla nasıl baş edileceği görevi ile karşılaşmaktayız.
Şimdi ortaya konulacak soru
bizlerin tabiatımız icabı mı yoksa sosyal koşullar gereği mi şiddet
eğilimliyiz? XVII. Asır filozofu olan Hobbes, insan insanın kurdudur- “homo
homini lupus”-diyerek bir insanın diğer bir insanla ilişkisinde bir kurt
olduğu söyleminde bulundu. Eteloglar hayvanların doğal ortamlardaki davranışı
üzerine yaptığı çalışmalarla bu kötümser görüşe destek oldular. Onlar’a göre
(Lorenz 1966, Ardrey 1966, Storr 1968) saldırganlık açlık, seks ve korkuyla
birlikte içgüdüsel bir dürtüdür[2]. Yalnız, çoğu sosyal bilimciler,
saldırganlığın esas itibariyle spontane veya içgüdüsel olduğu görüşüne
katılmazlar; öte yandan bu görüşe destek olacak yeterli ölçüde kanıt da elde
mevcut değildir. Saldırı daha ziyade sosyal ortamda oluşan hayal kırıklıklarına
karşı duygusal bir yanıt veya özel bir duruma karşı beliren öğrenilmiş bir
tepki ifadesi olarak görülmektedir.
Tabiat yalnızca şiddet için kapasite sağlarken, sosyal koşullar bu
kapasitenin nasıl veya kullanılıp kullanılmamasını belirler.
Şiddet olgusunun en aza indirilmesi
ortamını sağlayacak kültürel gelenekleri ve kurumları bünyesinde bulunduran bir
toplum inşasını tasarlamak düşüncesi gerçekçilik ifadesi olacaktır. Yeni
Gine’nin Arapesh ve Sikkim’in Lepchas kültürlerinde yemek, içmek, seks ve gülme
gibi somut fiziki hazlara olan arzu saldırganlık arzusunun yerine geçmektedir. Sosyal bilimcilerden bazıları, belli bir
toplumdaki fiziki şiddet miktarının günlük yaşamda zevkin baskılanması ile
doğrudan orantılı olduğunu ileri sürmektedirler. Gülümseme hoşlanma sinyali verir ve
genellikle diğerlerinin katılımını sağlarken; öfke, hoşlanılmayan bir
durumla karşılaşıldığı ve bu durum devam ederse saldırganlığın ortaya çıkacağı
sinyalini vermektedir.
Nitekim insanın şiddete eğiliminde
kültürün ne derece güçlü bir belirleyici olduğu ülkemizin çeşitli yörelerindeki
adam öldürme oranlarının mukayesesin- de açıkça görülmektedir. Bu farklılıkta göstermektedir ki, insanlık
şiddete başvuruyu azaltma veya çoğaltma kültürel kapasitesine sahip
bulunmaktadır.
Şiddetin nedenleri konusunda genel bir
yaklaşım, yaşamın bazı maddi ve sosyal koşullarından kaynaklanan hayal
kırıklıklarının grup protestosu ve kolektif şiddet için gerekli bir ön koşul
olduğu varsayımı ile başlamaktadır. Popüler düşünceler ve kültürel değerler,
gerçek şiddetin olup olmayacağını ve nasıl olacağını belirleyecektir. Yalnız,
ekstrem hayal kırıklığı olmasına karşın insanın üst-benindeki kısıtlayıcılar
zayıf olmadıkça şiddet ortaya çıkmayacaktır. İlaveten, aşağıda yer alan belli
grup dinamikleri ve diğer koşullar da gerekli görülmektedir:
1.
Kişinin
içinde bulunduğu arkadaş ortamının söz konusu amaçlar için şiddete başvuruyu
yerinde ve haklı görmesi;
2.
Şiddete
başvuru ile kazanç veya avantaj elde etmeyi beklemesi;
3.
Şiddete
başvurmaksızın elde edilme olasılığının düşünülmemesi;
4.
Yakalanma
ve karşı şiddet riskinin çok az olması.
Bir ekolojik faktörün, aşırı kalabalık
nüfusun, insanları saldırganlığa ittiği de görülmektedir. Bunun en somut görüntüsüne de aşırı nüfus
barındıran cezaevi ortamında tanık olunmaktadır.
Sosyal sorunların çözümünde ekseriya
zayıflık belirtisi olarak değerlendirilen uzlaşmanın uzun süreli
meyveleri göz önüne alındığında şiddet doğuran ihtilafları artıran değil
azaltan bir yöntem olduğu belirlenmiştir. Öte yandan, uzun sureli sivil barış
ve huzur tesisi bakımından geçici veya acil durumlar gereği başvuru legal
şiddete başvuru en aza indirgenmelidir.
Hayal kırıklığı-saldırı ikilisine dayalı
hipoteze göre, tüm saldırgan davranışların altında bir hayal kırıklığı doğuran
bir durum yatmakta ve. kriminojenik bir faktör olması içinde abnormal reaktif
bir insan olması gerekmektedir. Öte
yandan, araştırma (Wolfgang ve Ferracuti) bir şiddet alt-kültürü ve suçlu
çocuklar arasında çeşitli alt kültürler belirlemeye olanak sağladı.
Öte yandan, bireylerin kişiliğini kanıtlama açlığı genelde sorunların
kökeninde yatmaktadır. Bir de önce anneden, sonra babadan, öğretmenden, sonra
askerde başçavuşundan, yahut kocandan bol dayak yemişsen, “ben de varım”
diyebilmek için, ya sen de birilerini dövüp öldürmeye koşullanacaksın; ya
arabayı herkesten hızlı sürmeye kalkacaksın. Ünlü çağdaş filozof Karl Popper’in
şu uyarısı oldukça düşündürücüdür:
“Düzenli bir şekilde
aşırılıklarla karşı karşıya kalan çocuklar buna kolayca uyum sağlarlar. Bu uyumun sonucu ise, onların da birer
tabanca alacakları bir gelecektir.”
Şiddet Olgusunun
İstatistik Profili
Bugün için Türkiye’de, dengenin
şiddet doğrultusunda ağır bastığına; düzensizlik ve nizam ile hiddet ve mantık
ikilemlerinde birincilerin yoğunlaşma eğilimi gösterdiğine tanık olunmaktadır.
Bu eğilimi sergilemek üzere Adalet İstatistiklerinden derlenen şiddet ağırlıklı
suçlarla/şiddete yönelten suçlara ait verilere tabloda yer verilmiştir.
Ceza mahkemelerine açılan kamu davalarında
cebir/şiddet suçlarından yoğunluk gösterenler
(1987/1997/2000)
|
TCK Madde Grupları |
1987 |
D |
1997 |
D |
2000 |
D |
193-194 |
Konut
dokunulmazlığı |
8474 |
100 |
5886 |
69 |
6103 |
72 |
254-265 |
Hükümete karşı
şiddet |
3623 |
100 |
3836 |
106 |
5019 |
139 |
266-273 |
Resmi sıfatlı
kişilere |
6067 |
100 |
4640 |
76 |
4943 |
81 |
369-383 |
Yangın/su baskını… |
5217 |
100 |
5113 |
98 |
7406 |
142 |
403-409 |
Uyuşturucu suçları |
1782 |
100 |
5555 |
312 |
5741 |
322 |
414-428 |
Cinsel suçlar |
14758 |
100 |
15250 |
103 |
17074 |
116 |
429-434 |
Kız/kadın/erkek
kaçır. |
8415 |
100 |
9051 |
108 |
7776 |
92 |
448-452 |
Adam öldürme |
4810 |
100 |
6980 |
145 |
6802 |
141 |
453-455 |
Taksirli adam
öldürme |
13843 |
100 |
19942 |
144 |
19601 |
142 |
456-460 |
Müessir fiil |
73839 |
100 |
97370 |
132 |
111666 |
151 |
491-494 |
Hırsızlık |
47660 |
100 |
90292 |
189 |
91795 |
193 |
495-502 |
Gasp |
2443 |
100 |
3594 |
147 |
4412 |
181 |
513-515 |
Hakkı olmayan yere tecavüz |
11121 |
100 |
7606 |
68 |
7132 |
64 |
516-521 |
Nası ızrar |
7601 |
100 |
7455 |
98 |
8260 |
109 |
Toplam |
209.653 |
100 |
282.570 |
135 |
303230 |
145 |
Yukarıdaki
tabloda şiddet suçları (% 41-81) ile şiddet doğuran uyuşturucu madde suçlarında
(% 222) belirgin bir artışa tanık olunmaktadır.
Öte yandan, evrensel bir olgu olarak şiddet suçlarında gençliğin artan
payı ülkemiz için de geçerliliğini korumakta; metropol kentlerde şiddet
içerikli “kapkaççılık” olağanlaşmaktadır. Fakir çocuklar ile suçlu çocuklar
arasındaki ilişki ötesinde toplumda “kazananlar-kaybedenler” kültürü
geliştikçe, gençlerin şiddet eylemlerinde artış olacağı ileri sürülmektedir[3]. Nitekim, Farrington (1989), 411 İngiliz
çocuğunu kapsayan kohort araştırmasında, sekiz ve otuz iki yaşları arasında,
bu kişilerden çok fakir ailelerden gelenlerin, iyi aile çocuklarına göre
oldukça fazla sıklıkta şiddet suçları işlediklerini ortaya koymuştur.
Şiddet eylemleri, yukarda
değinildiği üzere, şiddetin egemen olduğu bir ortamda fışkırmakta; şiddet
şiddeti davet ederken; silahlı saldırı, bombalama ve yangın çıkartma ile sokak
gösterileri olağanlaşmakta; ve bunlar cezaevlerinde ayaklanma/isyan biçiminde
yankılanarak; cezaevleri tahrip edilmektedir.
İşte bu oluşuma akıl hastalıklarının katkısının ne ölçüde olduğu
irdelenmeye değer görülmüştür.
Hırsızlık, gasp ve adam öldürme gibi her
suçun sebebi normal olabileceği gibi anormal/akıl dışı da olabilir. Kuşkusuz,
normal veya anormal oluşu belirleyen suç
değil, suçlunun
kendisidir. Suç epidemisini anlamak için bu türden suç işleyen kişilerin
psikolojisindeki anormalliklere değinmek gereklidir. Akıl almaz türde şiddet
eylemlerinin ne derecede ciddi bir akıl hastalığı ürünü olduğu; ve bu konuda
daha temele giderek nedensellik varsayımının ne derece geçerli olduğu sorusu
gündeme gelmektedir. Araştırmaların ortaya koyduğu bulgu, ikisi arasında
olabilecek ilişkinin düşünüldüğü kadar kuvvetli olmadığı merkezindedir. Nitekim,
ciddi bir akıl hastalığı bulunan kişilerden yaklaşık % 90’ı şiddet eğilimi
göstermeyebilmektedir. Ayrıca, endişe, aşağılık duygusu, depresyon ve akıl
rahatsızlığı gibi kişisel sıkıntı değişkenleri suçlu davranış için zayıf
göstergelerdir. Bu değişkenlerin klinik tretmanı da mükerrirliği
azaltmamaktadır.
Bazı araştırmacılara
göre ise; şizofreni tanısı ile şiddeti içeren mükerrirlik olgusu arasında ufak
olmakla beraber önemli derece bir negatif korelasyon saptanmıştır. Bu nedenle,
akıl rahatsızlığı olan suçlulardan çok azı şiddet eğilimlidir. Gerçekte, akıl
hastalığı ile şiddet eylemleri arasındaki bağda oldukça girifttir.
Şizofreni
örneğindeki pozitif semptomlar
(halüsinasyon, hezeyan) şiddet veya suçlu eylemlerde bulunma eğilimini
artırma ile ilişkilendirilebilirse de, negatif semptomlar (sosyal çekilme veya kişisel
enerji/girişim eksikliği) bu eğilimlerin azalması ile ilişkilendirilebilir.
Yalnız, bu doğrultudaki netlik, hezeyanlı (pozitif semptom) paranoyak hastanın,
başkalarının kendisi hakkında konuştuklarını düşünmesi nedeniyle çevreden
çekilmesi vakasında geçerliliğini yitirmektedir. Ayrıca, akıl hastalıkları için yapılan
sınıflandırma, suçlu/şiddet eylemlerini değerlendirme/tahmin etmek içinde
tasarlanmış değildir.
Özetle, akıl hastalıkları ile
şiddet/suçluluk arasındaki ilişki ekseri kişilerin düşündüğü kadar kuvvetli
değildir. Tipik bir akıl hastasının da
yalnızca akıl hastalığı sonucu tehlikeli olacağı düşünülmemelidir. Hiç
kuşkusuz, antisosyal düşünceler, davranış ve kişilik gibi kriminojenik
değişkenler, akıl hastası suçlular içinde risk belirleyecek en iyi
göstergedir. Yalnız, akıl hastalıkları
bakımından isterik kişilerin özel bir konumu olduğu göz ardı edilmemelidir.
Freud ve Jozef Breuer, isterya’da bilinç dışı, bütünlüğünü kaybeden aklın,
telkinin etkisinde kalması ve buna elverişli olmasına değinmişlerdir. İsterik
kişi usta bir taklitçidir. İşte, etkilenmek suç epidemisinin temel öğesi olduğundan, isteri konusundaki
bulgular suç epidemisi için önemli olmaktadır. Bu nedenle, çıkartılan
yangınlar/patlayan bombalar, kopyacı
suçlular için kötü örnek oluşturmakta; bu tür eylemlerdeki patlama ile
isterik epidemiye tanık olunmaktadır. Çevrenin fazlaca nevrotik olması halinde
beliren kolektif nevroz ve fanatizm de suç dalgasını kısmen açıklayabilmekte;
sosyokültürel nedenlerle oluşan kural çiğneme isterisi de bu konuda etkili
olabilmektedir.
Görsel medya, sanal gerçeklik teknolojisi
ile yaratılan multi-medyatik ortamlar, roman ve hikayelerdeki şiddet gösterisi
ile bireylerin etkilenme ve eyleme yönelmeleri arasındaki nedensellik ilişkinin
kesinlikten yoksun olmasına karşın, fantezi âlemi oldukça yüklü, şiddet ve
saldırgan eğilimli olanların kopyacı suçlular örneğinde olduğu gibi tahrik
edilmesi olasılığının da oldukça yüksek olduğu unutulmamalıdır[4].
Bu doğrultuda Güney Afrika ve Türkiye’den verilen şu örneklerin
hiçte uç olgular olmadığı bilinmelidir.
“En sevdiği karakterlerden Batman, Süperman ve Robocop’u taklit
etmeğe çalışan dört yaşındaki S. Gawryjoiek, kendisine alınan Süperman kıyafetini
giydikten sonra, babasına ‘tutuklandın’ diye Bağırdı ve onu öldürdü (1992). ”
“Rambo filmlerinin meraklısı olan orta son sınıf öğrencisi M.Y
dolabın üzerine duran silahı alarak ‘Hey işte Rambo geldi’ diyerek annesine
doğrulttu ve onu vurdu (1995).”
Bu cinayetler, öte yandan, silahlarda kilit
sistemini gündeme getirmektedir. Eğer bu silahlarda yalnızca sahibi tarafından
açılabilen bir emniyet sistemi (kilitleme sistemi) olsaydı, çocuklar bu
silahları buldukları zaman ateşleyemezlerdi.
Nitekim, ABD’ de kilit sistemi
ile ilgili yasayı kabul eden eyaletlerde çocukların karıştığı silahlı kaza
olaylarının oranı %
Şiddetin Bireysel/Toplumsal Boyutu
Bireysel ve toplumsal boyuttaki şiddet
eylemlerine aşağıda şemada yer verilmiştir.
Kendisine
Bireysel Diğerlerine
İntihar Müessir fiil, adam öldürme,
rehin alma, uçak
kaçırma,
silahlı soygun, nası
ızrar
ve yangın çıkartma
Çekilme Toplumsal İsyan
Alkol, uyuşturucu Açlık grevi,
ihtilalci girişimler,
madde kullanımı cebir ve şiddeti
içeren
protesto ve yağmalama
Yukarıdaki açıklamalar doğrultusunda; kişilerin ve grubun saldırgan
eylemlere yönelişinin aşamaları şu şekilde sıralanabilir
·
Çözümlenmemiş ve uzun süre devem
eden çatışma durumu;
·
Farklı iki grubun belirmesi[5];
·
Kutuplaşma-cepheleşme;
·
İnsanlık dışı tutum ve
davranışlar;
·
Kriz yaratan bir olgu;
·
Saldırgan ve yıkıcı eylemlerin
belirmesi[6].
Bu
konumda, şiddete yönelten etmenler; namusu/şerefi koruma, ateşli silah
taşıyanlardaki artış, para harcama hastalığına tutulan kişilerdeki doyumsuz
kalan istekler; televizyonda şiddet gösterileri (şiddet kanalları), şiddete
yönelenlerin karşı bir şiddetle karşılaşma korkusu taşımamaları; futbol
fanatizmi, çeteler/organize suçluluk, uyuşturucu madde tutkunluğu ile
haksızlıklara/eşitsizliklere karşı toleransın azalması olarak görülmektedir.
Aynı paralelde şiddetle eşitsizlik arasındaki ilişki de yavaş yavaş gün ışığına
çıkmağa başlamakta ve bu ilişki bireysel boyutta olabileceği gibi yaygın bir
nitelikte gösterebilmektedir. Bu bağlamda, şiddet belli bir aşamadan sonra
aşağılanmayı yenecek/nötrleştirecek bir duygu olarak kendisini
gösterebil-mekte; haklı veya haksız nitelikteki şiddet eylemleri eşitsizliği
giderici bir olgu olarak algılanmaktadır. Bu oluşumların altında yatan temel
etmen, kötü bir kentleşme olgusudur. Bu kentlerdeki belirgin özellikler ise (en
son Mart 2002 tarihinde Esenler olgusunda görüldüğü üzere) sırasıyla şunlardır:
·
Üst
üste yığılmış gecekonduların egemen olduğu kalabalık bir topluluk,
·
Ailede
şiddet uygulaması[7],
·
Toplum
dışı bırakılmışlık,
·
Birbirine
yabancılaşan topluluklar.
Bu
bağlamda aşırı kalabalık nüfus ve şiddet arasındaki ilişki de göz ardı
edilmemelidir. Barınma yoğunluğunun belirli bir düzeyi aştığı durumlarda
saldırgan davranışların ve suç işleme eğilimlerinin arttığı görülmektedir. Aynı bulgu, “adam öldürme sanatını teşvik
etmek istiyorsanız, iki kişiyi bir ay süreyle dar bir odada kapalı bırakmak
yeterde artar bile” (O’Henry) görüşünün mal edildiği cezaevi ortamı için de
geçerliliğini korumaktadır.
Araştırmalar,
saldırgan davranışın kökeninde yatar gözüken bir şiddet alt–kültürü ile suçlu
çocuklara özgü çeşitli alt kültürlerin belirlenmesi (Wolfgang, Ferracuti)
imkânını verdi. Ülkemizin çeşitli
yörelerinde bu alt kültürü belirleyen şu tümceler şiddetin ne derece normatif
bir davranış olduğunu vurgulamaktadır:
-Kan davası[8];
-Kanı yerde kalmaz;
-Bunu kan temizler;
-Kaleminden kan damlıyor;
-Kanının son damlasına kadar.
Şiddet
Eylemlerinin Sonuçları
Şiddet eylemleri şiddetin yoğun olarak
yaşanıldığı ortamlarda fışkırmakta; alkolizm, uyuşturucu madde alışkanlığı,
mala karşı suçlarda yaygınlık(epidemiolojisi) [9], akıl hastalıkları, silah taşıyanlar sayısındaki
kabarıklık, kolluktaki işkence ve suç örgütlerinin varlığı gibi parametreler
şiddet boyutuna katkıda bulunmaktadır. Öte yandan, toplumdaki silahlı
saldırılar, bombalamalar, yangın çıkartma eylemleri ve sokak gösterileri
cezaevlerinde yankılanmakta; ayaklanma/isyan epidemisi ile cezaevleri tahrip
edilmekte; üniversite kampüslerindeki taşkınlıklar ise hem genel huzursuzluğu
yansıtmakta ve hem de ona katkıda bulunmaktadır. Bu gibi durumlarda sorunların kolaylıkla
politize edilmesine tanık olunmaktadır.
İşte yoğunlaşma eğilimi gösteren
şiddet-terör olgusu ile suçluluk Dünyada yeni bir görünüm kazanmaktadır[10]. Şiddet eylemlerinin
sonuçlarını şu üç grupta toplamak mümkündür:
·
Eylemin
kimden kaynaklanacağı belli olmadığı için anonim bir görünüm aldığı ve bu tür
eylemlerin hemen herkesi tehdit ettiği;
·
Faillerin
çok tehlikeli bir kişilik tablosu sergiledikleri;
·
Eylemlerin
hayret verici bir biçimde yenilendiği.
Şiddet
eylemlerine özellikle nüfus yoğunluklu metropol kentlerde tanık olunmakta; kentin büyüklüğü oranında bu eylemlerde artış
görülmekte; ve şiddet içeren suçlara, normal yaşamdaki şiddetin, banal şiddetin
eklenmesi sonucu toplumsal dayanışma zayıflamaktadır.
Şiddet
olgusu çeşitli olduğu kadar değişken ve göreceli bir nitelik de göstermektedir.
Bireysel şiddet, failin başka bir kişinin fiziki veya moral bütünlüğüne zarar
verme amacına yönelik duygusal dışa vurma eylemidir. Bu eylem bazen gruplardan
da kaynaklanmaktadır. Bu bağlamda, organize suç örgütleri/teröristlerin
ekonomik suçlar yanında yıldırma amacıyla müessir fiil ve adam öldürme
suçlarını işledikleri görülmektedir. İşte, şiddet bazen belirli bir amaca
yönelik bir vasıta iken bazen de rasgele oluşan ve faillerine bireysel doyum
sağlama ötesinde bir özellik taşımayan eylem veya eylemler serisi
olmaktadır. Şiddet her zaman kendisini
belirli bir eylem olarak ta göstermez; şiddeti içeren durum ve anlar da vardır.
Şiddet eylemleri aniden oluştuğu gibi uzunca bir hazırlık ve planlama sonucu da
ortaya çıkabilmektedir.
Bir
diğer açıdan, şiddet gösterisi genelde kınanmakta ise de, göz yumulan/kabul
gören şiddet eylemlerine de tanık olunmaktadır. Bu doğrultudaki başlıca
örnekler, aile bireylerine fena muamele ve şiddet, sportif faaliyetler (boks,
futbol, güreş) ile haklı savunudur. İşte şiddet bu görünümü ile, karmaşık bir
olguyu ifade etmektedir. Bu deyim zaman zaman güç ve saldırganlıkla
karıştırılmakta ise de, şiddet yalnızca ne güç ve ne de saldırganlığın dışa
vuruluşudur. Aslında, kişiyi topluma ve kişileri birbirilerine bağlayan veya
zıtlaştıran ilişkilerin özüne yerleşik, bir antitez ve zıtlık olarak
algılanmalıdır. Kuşkusuz, toplumda süregelen şiddet eylemleri genel güvensizlik duygusunu da
etkilemektedir. Toplumda güvensizlik duygusunu oluşturan başlıca öğeler; korku,
endişe, hayal kırıklığı ve kolektif korku/endişe olup, bu duygu toplumda
periyodik olarak belirdiği gibi yeniden de ortaya çıkabilmektedir.
Şiddet
ve Ateşli Silah
Şiddet, yukarda değinildiği üzere yaşamın doğal bir öğesi
olma eğilimi gösterirken; karşılıklı konuşma ve diyalogun yerini alma yolunda;
kendisini “bağırma” biçiminde de (yönetim ile diyalog kuramayan/toplu işten
çıkarılan/ hak kaybına uğrayan ve suskunların bağırması olarak) göstermektedir.
Bu süreçte kişilerin ateşli silah ve bıçağa artan ölçüde sarıldığına da tanık
olunmaktadır: 1996 yılı Adalet İstatistiklerine göre, 100.000 nüfustaki adam
öldürme ve müessir fiil oranı sırasıyla 11 ve 88 gibi yüksek bir seviyede
bulunmakta ve intiharların % 21’inde ateşli silah kullanıldığı görülmektedir.
1992-1996 yıllarını kapsayan 5 yıllık sürede 6136 sayılı Ateşli Silahlar
Kanununa aykırılıktan açılan kamu davasında % 83’lük bir artış görülürken; yüz bin nüfusa oranla bu artış ikiye
katlanmış; sanık sayısındaki artış ise % 74 olmuştur. Suçların işlenmesinde
ateşli silah kullanım oranı da yükselmektedir. Nitekim,1992 yılında ABD’deki
müessir fiil, gasp ve adam öldürme suçlarında silah kullanım oranını sergileyen
aşağıdaki tablo ilginçtir:
|
Mevsuf
Müessir Fiil % |
Gasp % |
Adam Öldürme % |
Silahla |
25 |
40 |
68 |
Silahsız |
75 |
60 |
32 |
Toplam |
100 |
100 |
100 |
(1.126.974) |
(672.478) |
(23.760) |
Kaynak: FBI Uniform Crime Reports,1992
Bu
tablo, polise rapor edilen tüm ciddi müessir fiillerin dörtte biri, gaspların
%40’ı ve tüm adam öldürme suçlarının üçte ikisinden fazlasında silah
kullanıldığını göstermektedir. Şiddeti içeren suçlar örneğin müessir fiil ve
gasp suçlarında silah kullanılması mağdurun öldürülmesi riskini artırmaktadır.
Diğer suçlar açısından benzer oranlara sahip ABD, adam öldürme suçlarında
Avustralya, Hollanda ve İngiltere gibi batılı ülkelerden yüksek bir oran
sergilemektedir. Kesici aletten beş katı ölüme sebebiyet veren silah, ABD’deki
adam öldürme suçlarında önemli bir yer tutmaktadır. Dünya Sağlık Teşkilatı verilerine
göre, adam öldürme suçlarında, ABD, Kuzey İrlanda’nın iki katı; öteki batılı
ülkelerdekinden de en azından üç katı bir orana sahip bulunmaktadır[11]. Bu profili etkileyen önemli
parametre, 150-200 milyon tahmin edilen ateşli silahların varlığıdır. Nüfusa
oranla ülkemizdeki görüntü de iç açıcı değildir: Satılan silah ve tüfek sayısı,
son sekiz yılda (1990-1997) % 358 oranında bir artış göstererek, bu süredeki
toplam silah satış miktarı 260.770 olurken[12]; son on yıl (1987-1996) içerisinde Polis
Bölgesinde ele geçirilen tabanca sayısı 95.114; 1987 yılına göre ele geçirilen
tabanca sayısındaki artış oranı ise 1996 yılında % 612’dir[13].
Silah suiistimali ile yasal düzenlemeler arasındaki ilişkiyi
saptamak üzere iki metoda başvurulduğu görülmektedir:
·
Bir
ülkede saptanan silah suiistimali oranlarındaki dalgalanmaların gittikçe
sınırlayıcı nitelik kazanan ateşli silah kontrol hukukuna bağlanması; veya
·
Farklı
silah kontrol rejimine sahip iki veya daha fazla ülkedeki silah
suiistimal oranlarının
karşılaştırılmasıdır.
Genelde silah suiistimal oranları
ile fazlaca sınırlayıcı silah rejiminin uygulanması arasında korelasyon
saptandığında, bu durum ekseriya, silah hukukunun etkili oluşunun ispatı (veya
en azından güçlü bir kanıtı); bu korelasyon saptanmadığında ise, bu hukukun
işlev görmediği veya daha kötüsü, silah kontrol rejiminin genelde etkili
olmadığının ispatı olarak görülmektedir. Kuşkusuz, bu sonuçlar beraberinde şu
soruyu davet etmektedir: Korelasyonlar otomatik olarak nedenselliğe ilişkin bir
sonuç çıkarmamıza izin vermekte midir? Örneğin, 1977 yılında Kanada’da
yürürlüğe giren rijit nitelikteki silah kontrol yasası sonrası adam öldürme
suçlarında silah kullanım oranının düşmesiyle neden-sonuç ilişkisi
çıkarılabilir mi? Böyle bir saptama, kontrol rejimine ilişkisi olmayan ve fakat
böyle bir değişime katkı olasılığı olan diğer etmenlere de bakılması
gerekmektedir. Bunu yapabilmek için silah suiistimal oranları ve kontrolüne
ilişkin diğer etmenler hakkında da ayrıntılı bilgi sahibi olunmalı; ve bu
süreçte, mevcut yasal düzenleme ile silah suiistimal oranları arasında bir
ilişki olup olmadığına bakılmalıdır. Ne
var ki, silah kontrol rejimlerinin etkinliği üzerine yapılan araştırmaların
ekserisi geçerlik standartlarını karşılamaktan uzak bulunmaktadırlar. Bunun
nedeni ise, araştırmaların ekserisinde, silah kontrol yasalarının istenilen
sonucu nasıl sağlayabileceği konusunda açık veya belirgin bir teorik referansın
olmamasıdır. Kuşkusuz, istenilen etkinin nasıl oluştuğuna ilişkin bir teori
olmadığında, halkı (silah kontrolüne karşı olanlar ile kuşku duyanları da) bu
sonucun varlığına inandırmak oldukça zor olacaktır. Bu bağlamda silah kontrol
rejimlerinin silah suiistimal oranlarını nasıl etkilediğine ilişkin teorik yaklaşımlara aşağıda yer
verilmiştir.
Birincisi,
“sağlanabilirlik” (veya fırsat) teorisi olup, bunun iki görünümü vardır:
1)
Genel sağlanabilirlik teorisi: Bu
teoriye göre, silah suiistimal oranları silahların genel olarak varlığına
ilişkilendirilmiş; suiistimal için fazla silah olduğunda, suiistimal oranının
yüksek olacağı; varlığı az olduğunda ise, suiistimal oranlarının düşük olacağı
öngörülmüştür[14]. Bu teorinin işlev görmesi, “silahın
sağlanabilirliğinin” ne olduğu ve nasıl ölçülmesi gerektiği konusunda bir
anlaşma olmasına dayalı bulunmaktadır[15]. Bu teori, sıkı kontrol rejimi ile silah suiistimal oranları arasında
hemen hemen doğrudan bir ilişki varlığına değinmektedir.
2)
Özel sağlanabilirlik teorisi:
Buna göre, silah suiistimal oranları, silahların genel sağlanabilirliğine
(halkın silahları genelde elde edebilirliğine) bağlı olmayıp, yüksek risk
grubundakilere, suiistimale meyilli olanlara sağlanabilmesine bağlı
bulunmaktadır. Bu görünümü ile silah kontrol rejimleri ancak suiistimale müsait
gruptaki kişileri başarılı bir şekilde belirleyerek onların silah sahibi
olmaları azaltıldığında etkisini gösterebilecektir. Bu teoriyi yansıtacak düzenlemeye, şiddet
suçlarından sabıkalı /akıl hastası kişilere silah taşıma/bulundurma izni
verilmeyeceğini öngören yasa örnek olabileceği gibi Ateşler Silahlar
Yönetmeliği 16. maddesinde yapılan son değişiklik ile getirilen düzenlemede bu
türün en ekstrem örneğidir (T.C. Resmi Gazete Yargı Bülteni 8/7/1997 sayı 23) [16]. Bu düzenleme sonucu 1997 yılında
verilen ruhsat sayısı 47102 iken 1998 yılında 7668’e inmiştir. Ne var ki, bu teorilerin dayanağı olan
varsayımları teste elveren araştırmalar yeterlik düzeyine ulaşamamıştır.
İkinci teori, önleme teorisidir. Bu teoriye göre, silahların kontrol
altına alınması, silahın toplumda ne derece sağlanabilirliğinden ziyade ateşli
silah suçunun işlenmesi halinde faillerin yakalanması ve cezalandırılması
olasılığının ne derece yüksek olduğuna dayalı bulunmaktadır: Potansiyel failler
yakalanmaktan/ceza görmekten kurtulabilecekleri düşüncesinde iseler, ateşli
silah suçları oranı yüksek olacak; yok eğer, yakalanıp ağır şekilde ceza
göreceklerini algıladıklarında ise bu oran az olacaktır. Ateşli silah
lobicilerinin sahiplendiği bu teorik yaklaşımla “sorumlu şekilde silah
bulunduranları” hedeflemek yerine ateşli silah suçlularını ağır cezalara
çarptırmakla yasaların etkinli olabileceği; ve sağlanabilirlik teorisine tercih
edilmesi nedeni olarak ta “silahlar öldürmez, insanlar öldürür” sloganı dile
getirilmektedir.
Üçüncü teori, (Sutherland’ın “ayrıcı birleşim teorisi” ile de
ilişkilendirilen) sosyal öğrenim teorisidir. Bu teoriye göre, silahın uygun ve
uygun olmayan kullanımları hakkında etkili sosyal öğrenim olmaksızın silah
sahibi olanların suiistimal edebilme olasılıkları fazla olacaktır. Bu durumda,
köyde avlanmak veya hasta/yaralı bir hayvanın acısına son vermek üzere silahın
diğer tarım aletleri gibi uygun kullanımına tanık olarak yetişen bir gencin
silahı suiistimal etme olasılığı, uygun olmayan kullanımlara tanık olan
(şehirde yaşayan çete üyesi) bir gence göre az olacaktır. Bu yaklaşıma göre,
ateşli silah sahibi olacaklara uygun şekilde sosyalleşmeyi teşvik eden veya
zorunlu yapan ateşli silah kontrol yasaları, yalnızca “sağlanabilirliği
kontrole” veya ateşli silah suçlarını “önlemeye” odaklanmış yasalardan daha
fazla etkili olacaktır. Bu teoride,
ateşli silahlar için güvenlik eğitimi, sorumlu silah sahipliği eğitimi ile silah
bulunduran gençlerin yetişkinlerce zorunlu gözetimi gibi ateşli silah
stratejileri önem kazanmaktadırlar. Yalnız, bu teoriyi test için yapılan
araştırma sayısı çok azdır.
Dördüncü teori, Sosyal
öğrenim teorisi ile önleme teorisini ilişkilendiren diğer teorik yaklaşım ise
rasyonel seçim teorisidir(Cornish ve Clarke, 1986). Bu teoriye göre, kişiler
kendi rasyonellik sınırları içinde amaçlarını elde etmek için silah
suiistimalini (en azından kendilerine göre) en etkili ve tasvip edilir
gördüklerinde bu suçu işleyeceklerdir. Silahı elde edebilirliğine karşın çok az
kadının silahla intiharı seçmesi bu teoriye belirli ölçüde kanıt sağlar
niteliktedir. İşte bu teoriye göre,
silah kontrol hukukunun amacı “rasyonel hesaplama”ya giren unsurların
değerlerini değiştirmeye odaklanmalıdır. Bu durumda, ateşli silahı seçmek
konumundaki kişiler, silahı artık rasyonel bir seçenek olarak
görmeyeceklerdir. Ne var ki,
diğerlerinde olduğu gibi bu teoriyi test için çok az araştırma yapılmıştır.
Bu bağlamda teorik
yaklaşımlardaki tanımsal sorunlara da değinmekte yarar vardır. Her şeyden öce,
“ateşli silah suiistimali” (suçları) ile onun doğal içeriği olan “ateşli silaha
sahip olma sorumluluğu” ve “ateşli silahın sağlanabilirliği” kavramlarına
açıklık getirilmesi; ateşli silah yasalarının etkinliği açısından ilk önce,
ne türden suiistimalleri kontrol için niyetlenildiğinin saptanması önem arz
etmektedir. Yasada amaçlanan özel amaç
belirgin olmadığında da, ‘karanlıkta ateş etmek’ gibi araştırıcı farz edilen
amacı oluşturmaya çalışacaktır. Bu
amaçlar arasında da intiharı azaltmak amaçlı kontrol yasalarında ender olarak
yer verilmesi de yasa koyucuların bu konuda tutarlı amaç/amaçlar fikrine ne
kadar uzak olduğunu göstermektedir.
Öte yandan, ateşli silah
stratejilerindeki etkilerin farklılığı da göz önüne alınmalıdır. Stratejilerden bazıları ateşli silahla
işlenen suçlardan bazılarına örneğin adam öldürmeye etkili olabilirken silahlı
soygun veya silahla intihar olaylarında pek etkili olmayabilir. Bu açıdan
ateşli silah suiistimalinin özel biçimlerine özgü nitelikleri hakkında fazlaca
bilgi edinilmeli; ve özel stratejilerin amaçlarına nasıl erişilebileceği
konusunda da daha etraflıca düşünmeye ihtiyacımız olduğu bilinmelidir. Şimdi bu
açıklamayı bazı ülkelerde silah satın alınmak için ön görülen bekleme süresi
stratejisi bağlamında irdeleyelim. Bu
stratejinin etkisi konusunda iki teorik yaklaşıma tanık olunmaktadır:
Birincisi, bu bekleme süresinin kişinin ateşli silah suiistimalini işlemek
fikrinden vazgeçmesi için bir fırsat sağlamasıdır. İkincisi, başvuru sahibinin
öz geçmişi hakkında yapılan inceleme sonucu suiistimale yatkınlığının belirmesi
sonucu istemin reddine karar verilmesiyle suçun işlenmesi olasılığının
azaltılmasıdır. Ne var ki, her iki
teoride, potansiyel ateşli silah suçlularının legal yoldan silah sağlayacakları
varsayımına dayalı bulunmakta; ve ruhsatsız silah bulunduranlar açısından
hiçbir etkisi söz konusu olmamaktadır.
Öte yandan, ruhsatlı ateşli silah sahipleri bakımından birinci teori,
çoğu suçların önceden planlı olmak yerine tehevvürle (impulse) işlendiği
varsayımını ön görmektedir. Yalnız, bu yaklaşımın gerçeklik payının, çocuk
intiharları ve aile içinde işlenen adam öldürmelerde soygun ve suikast
olaylarındakinden daha fazla olabileceği göz ardı edilmemelidir. İkinci teorik yaklaşımda ise, öz geçmişleri
hakkında yapılacak psiko-biyolojik-sosyal incelemenin potansiyel ateşli silah
suçlularının saptanmasına elverişleri profilleri olduğu varsayımına dayalı
olmasıdır. Bu yaklaşımın kesin tahminlere elverişli olmadığı ve fakat bazı
kişiler için diğerlerinden daha doğru olması olasılığı içerdiği bilinmelidir.
Özetle, farklı ateşli silah suçları
ile failleri hakkında profil belirlemeleri için saptanan ateşli silah kontrol
stratejilerinin olası etkileri nicelik ve nitelik olarak ayrıntılı bir şekilde
araştırılmalı; İç İşleri Bakanlığında, Enterpol'e sunulan bilgilerden (Interpol
Weapons Incident Form) daha fazla ayrıntıyı içeren bilgi bankası kolluk ve
jandarmayı kapsar şekilde oluşturulmalıdır.
Bu konuda bilgi ayrıntısına değinmek üzere silahla işlenen intihar olaylarında yanıt
bekleyen sorulara aşağıda yer verilmiştir:
·
Silahla işlenen intiharlarda ne
kadarı planlı, ne kadarı dürtüyle işlenmiştir?
·
Dürtüyle intihar edenler planlı
olanlara göre daha mı gençtirler?
·
İntihar edenler, kullandıkları
silahı ne zaman ve ne nereden sağlamıştır? İntihardan az önce sağlayanların
oranı nedir?
·
İntihar edenlerden potansiyel
suiistimale elverişli olduğuna işaret edici nitelikleri sergileyenlerin oranı
nedir?
Şiddet ve Önleme
Şiddete dayalı suçlar
eskiden kınama duygusu yaratan istisnalar iken günümüzde olağan hale
gelmiştir. Şiddet gibi önemli ve çaplı
bir sorun, ne kadar karmaşık ve altından kalkılamaz görünürse görünsün, aslında
çözülebilir ve çok düşük seviyelere indirgenebilir. Yapılacak şey var olan durumu kabul ederek en
etkili mücadele yollarını bulmak ve uygulamaktır. Genelde yer alabilecek tedbirler arasında
yalanla savaş ön planda yer almalı; kişiler arası ve kişilerle yöneticiler
arasında diyalog kurulması/ güçlendirilmesi üzerinde durulmalı; tüm kurumlar,
aile, okul, iş hayatı, kamu hizmetleri ile hukuk kurallarında var olan
“önleyicilik” niteliği göz önünde bulundurulmalı; özetle, toplum düzeninin
şiddet karşısındaki tutumu şiddeti gereksiz kılmak ve onu ödülsüz bırakmak
olmalıdır.
Silahın şiddet kültüründeki rol ve işlevi karşısında önleme
açısından dikkatler şu beş temel ilkeye odaklanmalıdır:
1.
Bir
ülke veya topluluktaki silahlı şiddetin, ruhsatlı ve/ya ruhsatsız silahların
varlığı ile doğrudan ilişkili olduğu[17];
2.
Silaha
sahip olmanın bir “imtiyaz”lık ötesinde “hak” olarak ele alınamayacağı;
3.
Silahı
sınırlandırmak üzere hükümetlerce gerekli tedbirler alınmadığı sürece, silah
kültürünün yaygınlaşarak kamu güvenliğinin tehdit altında kalacağı;
4.
Normatif
düzenlemeler[18] kadar
geliştirilmiş eğitim ve ihtilafları çözümleyici stratejilere ihtiyaç olduğu;
5.
Ülkelerin
birlikte çalıştığı ortamda silah kontrolünün daha etkili olacağı.
Bu son ilke doğrultusunda ülke içinde
önleyici nitelikteki kurumlar / önlemler arasında eşgüdüm sağlanması, ceza
yaptırımlarının suçluluğun yeni görüntülerine oranlı olması, cezalarda kesinlik ve ceza adaleti
sisteminin etkinliği
önemli kriminolojik parametreler arasında görülmelidir.
Öte
yandan, canlıların temel davranış biçimlerinden biri olarak soyun devam
ettirilmesi için gerekli olan korkunun
insanların şiddet mağduru olmasını önlemedeki işlevi de küçümsenemez.
İnsanların kendilerini korumak için “follow
your fear” dictumu oldukça önemlidir. İşte “korkanın anası ağlamaz” özdeyişi bu
bağlamda tam yerine oturmaktadır. Bu
bağlamda korkunun suç kompleksindeki konumuna aşağıdaki diyagramda yer
verilmiştir.
SUÇ
KORKU
GÜVENSİZLİK
Bu ülkede toplum mühendislerince
sahnelenen 70’li yıllarda “iti ite kırdırma” oyun sonucu beş bin genç
öldürüldü. Toplum kendi bağrından beş
bin genç katil çıkarıverdi. Bu total bugün
içinde (adam öldürme ve ölümlü trafik kazaları) varlığını fazlasıyla korumaktadır.
Japonya gibi ülkede tenis oynayan/piyano çalan beş bin genç bulabilirsiniz ama
bu kadar potansiyel katil genç toplayamazsınız.
Korku Vergisi
(Gift of fear)
Korkmak canlıların temel
davranış biçimlerinden biridir ve soyun devam ettirilmesi için gereklidir. Bunun yanı sıra biz insanlar zaman zaman
kendimizi korkutmaktan da hoşlanıyoruz. Eğer öyle olmasa korku filmleri ve
romanları en çok ilgiyi çeken sanatsal türler arasında yer alır mıydı?
Çevreden gelen korku sinyalleri
¨
Warranted (yerli)
¨
Unwarranted (yersiz ) Paranoia
Korku insanları
endişelenmeye;acı da ızdirap çekmeye yöneltir.
Ne var ki, merak ve endişe insanları tedbir almaya sevk etmekte; öte
yandan heder olan, işlev görmeyen korkulara da tanık olunmaktadır. Gerçekte,
mevcut tehlikeden daha fazla korku tanık olunmaktadır. Hiç kuşkusuz, korkunun bizatihi kendisi (içsel
gerilim, tansiyon v.s. nedenlerle) tehlikenin sebep olabileceğinden daha fazla
kişilerin ölümüne sebep olmaktadır.
Türkiye’de yıllarca
biriken ruhsatlı/ruhsatsız silah göz önüne alındığında yetişkin insan
sayısından fazla silah varlığı göze çarpacaktır. Bu olguya şiddeti önlemek
açısından bakıldığında, en rasyonel yaklaşımın silah kontrol yerine mermi
kontrolünün hedeflenmesi olmalıdır.
Mermilerin, otomobilde olduğu gibi ehliyetsiz, ruhsatsız kişilerce
kullanımına karşı alının tedbirler (alarm, baston kilit v.s.) örneklerinde
olduğu gibi güvenlik altında bulundurulması için gerekli tedbirler alınmalıdır-
kötü kullanıma dirençli bir konum yaratılması.
Kişilerin kendilerini korumak için “follow your fear” dictumu oldukça
önemlidir. “Korkanın anası ağlamaz”
özdeyişi bu bağlamda tam yerine oturmaktadır.
Bu nedenle, kişilerin dönüşü olmayan bir yola girmemeleri için
ihtilafları uygarca çözümleme stratejileri benimsemeleri rasyonel bir yaklaşım
olacaktır.
DİPNOTLAR:
[1] Bu yazı Sayın Dr. Mustafa T. Yücel’in “Kriminoloji”
kitabından tanıtım amacıyla alınmıştır. (Dr. Mustafa T. Yücel, Kriminoloji, 1.bası, Ankara, 2003, s.53 vd.)
Amacımız suç konusunda çıkan kitaplardan, dergilerden, yazılardan sizleri
haberdar etmek; bilgi evrenine ve Türk kriminolojisine (suç bilimine) katkıda
bulunmak ve topluma faydalı olmaktır. Daha detaylı bilgi için ilgili kitaba
başvurmanızı özellikle tavsiye ederiz.
[2] Hayvanlar alemine özgü saldırganlık sınıflandırması
şöyledir: (1) Avcı saldırganlığı:Hayvanın doğal avıyla ilişkisinde görülen
planlı ve öldürücü saldırıdır. (2) Yaşam alanını koruma saldırganlığı: Kendi
yaşam alanını korumaya yönelik bu saldırıda zarar az iken, istilaya yöenlik
saldırıda “fethedilen” yöredek yavru hayvanlar/erkekler öldürülmekte, dişiler
ise hareme alınmaktadır.(3) Anacan saldırganlığı: Yavrusunun riskte olduğunu
hisseden annenin güvenlği sağlamaya yönelik saldırısıdır. (4) Erkekler arası
saldırganlık: Kimin lider olacağını tayin amacıyla yapılan ve yenilenin
dışlandığı ve ender olarak öldürüldüğü saldırı türüdür. (5) Cinsel
saldırganlık: Çoğu memelilerde çiftleşme eylemine yönelik “kızışma” ve beden dokusuna zarar veren
uyaranların cinselliğe yansımasıdır. (6) Korkuyla oluşan saldırganlık:
Kendisini bir an önce güvenliğe almaya yönelik davranıştır. (7) Enstümental
saldırganlık: Ender görülen bir saldırı türüdür.
[3] O. James, Juvenile Violence in a Winner-Loser Culture: Socio-Economic and
Familial Origins of the Rise in Violence against the Person. London, 1995, p.101; R.
Merton. “Social Structure and Anomie” In
Social Theory and Social Structure (Ed. By R. Merton) New York, 1968 p.185.
Fakirle zengin arasındaki fark daha keskinleştikçe, anomik baskılarda
artmaktadır. Bu olguya son on yıldır Almanya’da tanık olunmaktadır:C. Pfeiffer.
“Juvenile Crime and Violence in Europe” Crime
and Justice (A Review of Research) Vol. 23, Chicago 1998, p. 302;
M.Ş.Alpaslan.”Çağdaş Toplumda Şiddetin Kriminolojik Yönü” İst. Üniv. Hukuk
Fakültesi Mec. Sayı 1-4, 1985, ss.457-472.
İstanbul’da
şehir eşkıyalığı şeklindeki bir kapkaççılık olayında bir ayağını kaybeden
mağdurun hastanede faille yüzleştirilmesinde failin “senin gözlerinde güzelmiş,
amma sen ne ilk ve ne de son olacaksın” demesi kapkaç faillerinin bir prototipi
olarak belirmekte ve suçun ne derece normal karşılandığını sergilemektedir.
[4] Bk. M.E.Artuk ve A.C.Yenidünya.” Suçun Önlenmesi ve Medya”
İst. Barosu Dergisi (Mart 2001) Sayı.1 ss.3-16.
[5] B. Çoşkun. Hürriyet (20/01/2000) s.3 : “Birinci
belaları yok etmek için oluşturulan ikinci belalar, birinci
belalar ortadan kalktıktan sonra tabii ki yine bela olarak kaldılar.”
[6] Basın mensupları, terör haberlerini yansıtırken, haberle
propagandanın birbirinden ayrılmasına özen göstermelidirler (K. Alemdar, 1999)
[7] Aile Araştırma Kurumu’nca yaptırılan bir araştırmaya göre,
gençliğinde babasından ve evlendiği zaman da kocasından dayak yiyen kadınların
% 67.2’si de çocuklarını döverek şiddet uyguluyor.
[8] Kollektif bir olguyu ifade eden kan davası koruyucu bir
şemsiye altındaki bireylerin dayanışmasıdır. Üyelerden birisinin davranışından
tüm bir grubun ortaklaşa sorumlu hissetmesi ve olmasını; ve kayba uğrayan bir
grubun tüm üyelerinin bu kaybın öcünü karşı gruptan alma görevini ortaklaşa
üstlenmelerini ifade etmektedir. Kan
davasında genelde failin öldürülmesi yerine en az korunan üyenin öldürülmesi
yeğlenmektedir-kollektif sorumluluk.
Önemli olan öcün nasıl alınacağı değil; yalnızca alınması ve herkesin
katkısı ile alınmasıdır. Katkıda bulunmayanlar ise dışlanmaktadırlar. Öte
yandan hasımlı olacak kişilerin taraftarlarını tahrik edici şekilde sorumsuzca
davranışlara karşı uyarmaları gerekmektedir.
[9] Epidemiolojik metod: Sosyal sorunlara bu yaklaşım rölatif
risklerin incelenmesini içermektedir.
Epidemiolojist, bir nüfus grubundaki bir koşulun taşıdığı riski tahmin ederek
bunun diğer bir grupta görünme riskiyle karşılaştırmaktadır. Sosyal sorunlar epidemi olarak görülemezse
de, toplum nüfusunda aynı oranda görülmediğinden, bunun nasıl ve neden olduğunu
bilmek önemlidir. Bu yöntemler kolera
gibi epidemi olmayan ve fakat toplumun her kesitinde aynı oranda saptanmayan
çocuk suçluluğunun incelenmesine çok iyi adapte edilmiştir. Geçmişte belli
kişilerin koleraya yakalanma riski taşımaları gibi belli gruptaki kişilerin
yüksek suçluluk riski taşıdıkları görülmekte ise de, suçluluk nedenleri çok girifttir..
Çocuk suçluluğu nedenleri olarak işsizlik, fakirlik, suç veya gayri meşruluk
tek bir mikroba indirgenemez.
[10] Terör günümüzde 1970-
Teröristlerin
sergiledikleri eylemleri artık ahvali
adliyeden, banal görünümü ile (suç olgusu benzeri) kitle iletişim araçlarında
yer almaktadır. Terör eyleminin ilk sayfadan sekiz sütüne manşet olması için sonuç zayiatın çok fazla olması
gerekmektedir.
Terör eylemleri,
şimdilerde, oldukça akışkan bir görüntü sergilemekte; hiyerarşik yapıdan
yoksun, tanınabilir bir modus operandi’si de bulunmayan; öte yandan, terör
örgüt/grupları arasında sanki bir terör İnternet ağı kurulmuş gibi
kendiliğinden oluşan bir işbirliği (conspiracy) profili vermektedirler.
Terör girişimlerini
önceden tahmin etmek olası değilse de, eylemin niteliği itibariyle kimlerce
icra edildiğini tahmin edebilmek
mümkündür. Kendileri de, “teşhir” ve “kimlik vurgulamak” üzere ajanslara
haber vermektedirler.
Terörle mücadelede
gerçekçi bir yaklaşım için, sorunun tek yanlı/taraflı bir çözümü olmadığı
algılanarak diyalog tesisi ve pişmanlık
yasalarının önemli ve vaz geçilemeyecek parametreler olduğu bilinmelidir. Bu doğrultudaki
ikinci bir saptamada evrensel boyuttaki bu olguya evrensel boyutta çözümleme
getirilmesi bilincinin
yerleştirilmesidir. Teröristler
bakımından küresel boyutta mobiliteye tanık olunmaktadır. Afganistan milli mücadelesinde yer alan mücahitler dünyanın dört bir yanında
boy göstermeğe başlamış; yurtlarına dönen bu mücahitler arasında ilişkiler
devam etmiştir. İşte Afganistan
örneğinde artı ve eksileri olan bu katılımın belgelediği üzere, uluslar arası
bir iletişim platformuna tanık olunmaktadır.
Nitekim, New York borsasının bombalanması olayında yer alan failler
dışardan gelip, suçu işledikten sonra gitmişlerdir.
Tüm olumsuz
işaretlere karşın gelişen istihbarat toplama ve paylaşımındaki işbirliği
artışı; fiziksel güvenliği sağlamadaki gelişmeler, uçaklara silah ve patlayıcı
madde sokulmasının zorlaştırılması yanında teröristlerle görüşme (negotiation)
tekniklerinde kaydedilen gelişmeler olumlu göstergelerdir.
70-80 yıllarındakinin aksine ahlaki duygular ve kamu oyunun
tepkisini göz ardı eden bugünün teröristlerinin amacı fazla zayiat vermek
suretiyle gündemde kalmaktır. Zayiatın boyutlarını tasarlamak bile
imkansızlaşmaktadır- Hizbullah/Hizbulvahşet bu olgunun en tipik örneğidir. “Bu
tür alt kültürde şiddet, yasaklanmış bir davranış olarak görülmediğinden,
şiddete başvuran şahıs suçluluk duygusuna sahip olmaz. Ona göre şiddet, sorunların çözümü için gerekli olan, yaşam tarzının doğal bir
parçasıdır.” İ.Tufan. “Türk Toplumunda
Silah ve Şiddet” Bizim Gazete (29/03/2000) s.6.
[11] Dünya Sağlık Teşkilatı 1992 yılı Adam Öldürme oranları (100.000
nüfus)
Kuzey İrlanda 9.7
Finlandiya 6.9
Türkiye 11.0 (*)
1992 World Health Statistics Annual, 1993
(*) Taksirle ölüme sebebiyet suçlarında
bu oran 29’a yükselmektedir. Bk. Adalet
İstatistikleri, 1996
[12] “Vatandaş yılda 11 trilyona silahlandı” Hürriyet (19/5/1998) s.9
[13] İçişleri Bakanlığı. Asayiş
Olayları Değerlendirmesi, Ank., 1997 s.66;suçun işlenmesinde (örneğin adam
öldürme veya gasp suçlarında) ateşli silah kullanılmış ise, istatistikler,
silahın ateşlenmesi ile yalnızca tehdit amacıyla kullanılması ve yine ateşli
silahın ruhsatlı veya ruhsatsız olmasının belirlenmesini sağlamalıdır.
1985-1986 yıllarında Ankara yarı açık cezaevinde 234 adam öldürme hükümlüsüne
uygulanan anket sonucuna göre ateşli silah kullanım oranı % 59’dur: T.
İçli.”Adam Öldürme Olayında Sosyo-Ekonomik ve Kültürel Faktörlerin Önemi” H.Ü. Edebiyat Fak.Dergisi Cilt 4 Sayı 2
(Ekim 1987) s.40; Bk. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin R(84) 23 sayılı Ateşli Silahlara İlişkin Ulusal Yasaların
Uyumlaştırılması hakkındaki Tavsiye Kararı (Madde 1).
[14] Killias’a göre, silahın fazlaca varlığı genelde fazlaca
insanın intihar ve adam öldürme mağduru olması anlamına gelmektedir. M.Killias.
“Gun Ownerships, Suicide and Homicide:An International Perspective” Understanding Crime: Experiences of Crime
and Crime Control. UNICRI Publication no.49, Rome 1993, p.301
[15] “Ateşli silah sağlanabilirliği”ne ilişkin araştırmalarda
şu dört tür veriden biri kullanılarak ölçümleme yapılmıştır:
· Özel mülkiyetteki
(tahmini) sayısı
· Silaha sahip
olanların (tahmini) sayısı
· Bulundurma/ taşıma
ruhsatlı sayısı
· En azından bir
silahın bulunduğu konut sayısı
[16] Ateşli Silahlar ve Bıçaklar…Değişiklik Yapılmasına İlişkin
4534 Sayılı Kanun (Kabul T.23/27/2000) 7. maddenin son fıkrası şu şekilde
değiştirilmiştir: “Ateşli silahla işlenen cürümlerden hükümlü bulunanlar ile
taksirli suçlar hariç olmak üzere bir yıldan fazla hürriyeti bağlayıcı cezaya
mahkum olanlara (bu maddenin 1 numaralı bendinde sayılanlar hariç); affa
uğramış olsalar bile hiçbir suretle ateşli silah taşıma ve bulundurma izni
verilemez.”
[17] Ateşli silahlar hakkındaki verilerin yorumlanmasında,
Killias, silaha sahip olmakla silahla işlenen adam öldürme ve intihar olayları
arasındaki bağıntıyı zayıflatacak derecede ara değişkenler olabileceğine
dikkatleri çekmekte;bazı ülkelerde ihtilafların çözümlenmesi için şiddete
başvurulmasının fazlaca kabul görmesini bir olasılık olarak belirtmektedir
(Killias. Ibid 4, p.300). Nitekim, ABD’de Ulusal Adalet Enstitüsünce,
tutuklularla yapılan bire bir görüşmelerde, ihtilafları çözümlemek için ateşli
silah kullanımı kabul gören ve hatta revaçta olan bir davranış biçimi olarak
ortaya çıkmıştır.
[18] Kitabi hukukun eylemsel hukuka dönüştürülmesi diğer bir
anlatımla de jure hukuk ile de facto hukuk arasındaki boşluğun
azaltılması; ülke genelinde hukukun etkinliği üzerinde ciddiyetle durulması
kamu düzeni açısından çok önemlidir. Hukuk sosyolojisinin bir verisi olarak,
etkili bir uygulamaya kavuşturulmayan hukukun
hiçbir anlamı olmayacağı artık bilinmelidir..
© www.kriminoloji.com 2002