www.kriminoloji.com

 

 

 

 

 

ŞİDDET VE SALDIRGANLIK

(VİOLENCE and AGGRESSİON)

 

 

 

Dr. Mustafa Tören YÜCEL[1]

© www.kriminoloji.com 2002

 

 

 

Suç eylemi birisinin şahsına veya malına zarar vermektedir.  Bu bir saldırı eylemidir. Suçlu başkasının parasını veya canını alması, zarar vermek arzusunu veya kendi gücünü vurgulamasına imkan vermektedir. Bu arzu, bu ihtiyaç bir düşmanlık ifadesi olup, saldırı ile ifade edilmektedir. İnsandaki saldırganlık üniversaldır.  Bu bizde doğumla başlayıp ölünceye kadar bizle kalmaktadır.  Gerçekte yaşamında belirli bir miktar saldırı ifade etmeyen kişinin yaşadığından söz edilemez.  Doğum sonrası ilk ağlamakla başlayan bu süreçte insan saldırganca dürtüleri biriktirmeye başlamaktadır.  Sosyalleşme sürecinde bu saldırganlıkla nasıl baş edileceği görevi ile karşılaşmaktayız.

 

Şimdi ortaya konulacak soru bizlerin tabiatımız icabı mı yoksa sosyal koşullar gereği mi  şiddet eğilimliyiz? XVII. Asır filozofu olan Hobbes, insan insanın kurdudur- “homo homini lupus”-diyerek bir insanın diğer bir insanla ilişkisinde bir kurt olduğu söyleminde bulundu. Eteloglar hayvanların doğal ortamlardaki davranışı üzerine yaptığı çalışmalarla bu kötümser görüşe destek oldular. Onlar’a göre (Lorenz 1966, Ardrey 1966, Storr 1968) saldırganlık açlık, seks ve korkuyla birlikte içgüdüsel bir dürtüdür[2].  Yalnız, çoğu sosyal bilimciler, saldırganlığın esas itibariyle spontane veya içgüdüsel olduğu görüşüne katılmazlar; öte yandan bu görüşe destek olacak yeterli ölçüde kanıt da elde mevcut değildir. Saldırı daha ziyade sosyal ortamda oluşan hayal kırıklıklarına karşı duygusal bir yanıt veya özel bir duruma karşı beliren öğrenilmiş bir tepki ifadesi olarak görülmektedir.  Tabiat yalnızca şiddet için kapasite sağlarken, sosyal koşullar bu kapasitenin nasıl veya kullanılıp kullanılmamasını belirler.

 

Şiddet olgusunun en aza indirilmesi ortamını sağlayacak kültürel gelenekleri ve kurumları bünyesinde bulunduran bir toplum inşasını tasarlamak düşüncesi gerçekçilik ifadesi olacaktır. Yeni Gine’nin Arapesh ve Sikkim’in Lepchas kültürlerinde yemek, içmek, seks ve gülme gibi somut fiziki hazlara olan arzu saldırganlık arzusunun yerine geçmektedir.  Sosyal bilimcilerden bazıları, belli bir toplumdaki fiziki şiddet miktarının günlük yaşamda zevkin baskılanması ile doğrudan orantılı olduğunu ileri sürmektedirler.  Gülümseme hoşlanma sinyali verir ve genellikle diğerlerinin katılımını sağlarken; öfke, hoşlanılmayan bir durumla karşılaşıldığı ve bu durum devam ederse saldırganlığın ortaya çıkacağı sinyalini vermektedir.

 

Nitekim, İnsanın şiddete eğiliminde kültürün ne derece güçlü bir belirleyici olduğu ülkemizin çeşitli yörelerindeki adam öldürme oranlarının mukayesesin- de açıkça görülmektedir.  Bu farklılıkta göstermektedir ki, insanlık şiddete başvuruyu azaltma veya çoğaltma kültürel kapasitesine sahip bulunmaktadır.

 

Şiddetin nedenleri konusunda genel bir yaklaşım, yaşamın bazı maddi ve sosyal koşullarından kaynaklanan hayal kırıklıklarının grup protestosu ve kolektif şiddet için gerekli bir ön koşul olduğu varsayımı ile başlamaktadır. Popüler düşünceler ve kültürel değerler, gerçek şiddetin olup olmayacağını ve nasıl olacağını belirleyecektir.  Yalnız, ekstrem hayal kırıklığı olmasına karşın insanın üst-benindeki kısıtlayıcılar zayıf olmadıkça şiddet ortaya çıkmayacaktır. İlaveten, aşağıda yer alan belli grup dinamikleri ve diğer koşullar da gerekli görülmektedir:

 

1.     Kişinin içinde bulunduğu arkadaş ortamının söz konusu amaçlar için şiddete başvuruyu yerinde ve haklı görmesi;

2.     Şiddete başvuru ile kazanç veya avantaj elde etmeyi beklemesi;

3.     Şiddete başvurmaksızın elde edilme olasılığının düşünülmemesi;

4.     Yakalanma ve karşı şiddet riskinin çok az olması.

 

Bir ekolojik faktörün, aşırı kalabalık nüfusun, insanları saldırganlığa ittiği de görülmektedir.  Bunun en somut görüntüsüne de aşırı nüfus barındıran cezaevi ortamında tanık olunmaktadır.

 

Sosyal sorunların çözümünde ekseriya zayıflık belirtisi olarak değerlendirilen uzlaşmanın uzun süreli meyveleri göz önüne alındığında şiddet doğuran ihtilafları artıran değil azaltan bir yöntem olduğu belirlenmiştir. Öte yandan, uzun sureli sivil barış ve huzur tesisi bakımından geçici veya acil durumlar gereği başvuru legal şiddete başvuru en aza indirgenmelidir.

 

Hayal kırıklığı-saldırı ikilisine dayalı hipoteze göre, tüm saldırgan davranışların altında bir hayal kırıklığı doğuran bir durum yatmakta ve. kriminojenik bir faktör olması içinde abnormal reaktif bir insan olması gerekmektedir.  Öte yandan, araştırma (Wolfgang ve Ferracuti) bir şiddet alt-kültürü ve suçlu çocuklar arasında çeşitli alt kültürler belirlemeye olanak sağladı.

 

Öte yandan, bireylerin kişiliğini kanıtlama açlığı genelde sorunların kökeninde yatmaktadır. Bir de önce anneden, sonra babadan, öğretmenden, sonra askerde başçavuşundan, yahut kocandan bol dayak yemişsen, “ben de varım” diyebilmek için, ya sen de birilerini dövüp öldürmeye koşullanacaksın; ya arabayı herkesten hızlı sürmeye kalkacaksın. Ünlü çağdaş filozof Karl Popper’in şu uyarısı oldukça düşündürücüdür:

 

 Düzenli bir şekilde aşırılıklarla karşı karşıya kalan çocuklar buna kolayca uyum sağlarlar.  Bu uyumun sonucu ise, onların da birer tabanca alacakları bir gelecektir.”

 

 

Şiddet Olgusunun İstatistik Profili

 

Bugün için Türkiye’de, dengenin şiddet doğrultusunda ağır bastığına; düzensizlik ve nizam ile hiddet ve mantık ikilemlerinde birincilerin yoğunlaşma eğilimi gösterdiğine tanık olunmaktadır. Bu eğilimi sergilemek üzere Adalet İstatistiklerinden derlenen şiddet ağırlıklı suçlarla/şiddete yönelten suçlara ait verilere tabloda yer verilmiştir.

 

Ceza mahkemelerine açılan kamu davalarında

cebir/şiddet suçlarından yoğunluk gösterenler

(1987/1997/2000)

 

 

TCK Madde Grupları

1987

D

1997

D

2000

D

193-194

Konut dokunulmazlığı

  8474

100

  5886

  69

6103

72

254-265

Hükümete karşı şiddet

  3623

100

  3836

106

5019

139

266-273

Resmi sıfatlı kişilere

  6067

100

  4640

  76

4943

81

369-383

Yangın/su baskını…

  5217

100

  5113

  98

7406

142

403-409

Uyuşturucu suçları

  1782

100

  5555

312

5741

322

414-428

Cinsel suçlar

14758

100

15250

103

17074

116

429-434

Kız/kadın/erkek kaçır.

  8415

100

  9051

108

7776

92

448-452

Adam öldürme

  4810

100

  6980

145

6802

141

453-455

Taksirli  adam öldürme

13843

100

19942

144

19601

142

456-460

Müessir fiil

73839

100

97370

132

111666

151

491-494

Hırsızlık                       

47660

100

90292

189

91795

193

495-502

Gasp

  2443

100

  3594

147

4412

181

513-515

Hakkı olmayan yere tecavüz

11121

100

  7606

  68

7132

64

516-521

Nası ızrar

  7601

100

  7455

  98

8260

109

Toplam

209.653

100

282.570

135

303230

145

 

 

Yukarıdaki tabloda şiddet suçları (% 41-81) ile şiddet doğuran uyuşturucu madde suçlarında (% 222) belirgin bir artışa tanık olunmaktadır.  Öte yandan, evrensel bir olgu olarak şiddet suçlarında gençliğin artan payı ülkemiz için de geçerliliğini korumakta; metropol kentlerde şiddet içerikli “kapkaççılık” olağanlaşmaktadır. Fakir çocuklar ile suçlu çocuklar arasındaki ilişki ötesinde toplumda “kazananlar-kaybedenler” kültürü geliştikçe, gençlerin şiddet eylemlerinde artış olacağı ileri sürülmektedir[3].  Nitekim, Farrington (1989), 411 İngiliz çocuğunu kapsayan kohort  araştırmasında, sekiz ve otuz iki yaşları arasında, bu kişilerden çok fakir ailelerden gelenlerin, iyi aile çocuklarına göre oldukça fazla sıklıkta şiddet suçları işlediklerini ortaya koymuştur.

 

 

Akıl Hastalıkları ve Şiddet

 

Şiddet eylemleri, yukarda değinildiği üzere, şiddetin egemen olduğu bir ortamda fışkırmakta; şiddet şiddeti davet ederken; silahlı saldırı, bombalama ve yangın çıkartma ile sokak gösterileri olağanlaşmakta; ve bunlar cezaevlerinde ayaklanma/isyan biçiminde yankılanarak; cezaevleri tahrip edilmektedir.  İşte bu oluşuma akıl hastalıklarının katkısının ne ölçüde olduğu irdelenmeye değer görülmüştür.

 

Hırsızlık, gasp ve adam öldürme gibi her suçun sebebi normal olabileceği gibi anormal/akıl dışı da olabilir. Kuşkusuz, normal veya anormal oluşu belirleyen suç değil, suçlunun kendisidir. Suç epidemisini anlamak için bu türden suç işleyen kişilerin psikolojisindeki anormalliklere değinmek gereklidir. Akıl almaz türde şiddet eylemlerinin ne derecede ciddi bir akıl hastalığı ürünü olduğu; ve bu konuda daha temele giderek nedensellik varsayımının ne derece geçerli olduğu sorusu gündeme gelmektedir. Araştırmaların ortaya koyduğu bulgu, ikisi arasında olabilecek ilişkinin düşünüldüğü kadar kuvvetli olmadığı merkezindedir. Nitekim, ciddi bir akıl hastalığı bulunan kişilerden yaklaşık % 90’ı şiddet eğilimi göstermeyebilmektedir. Ayrıca, endişe, aşağılık duygusu, depresyon ve akıl rahatsızlığı gibi kişisel sıkıntı değişkenleri suçlu davranış için zayıf göstergelerdir. Bu değişkenlerin klinik tretmanı da mükerrirliği azaltmamaktadır.

 

Bazı araştırmacılara göre ise; şizofreni tanısı ile şiddeti içeren mükerrirlik olgusu arasında ufak olmakla beraber önemli derece bir negatif korelasyon saptanmıştır. Bu nedenle, akıl rahatsızlığı olan suçlulardan çok azı şiddet eğilimlidir. Gerçekte, akıl hastalığı ile şiddet eylemleri arasındaki bağda oldukça girifttir.

 

                                                                                                          Şizofreni örneğindeki pozitif semptomlar (halüsinasyon, hezeyan) şiddet veya suçlu eylemlerde bulunma eğilimini artırma ile ilişkilendirilebilirse de, negatif semptomlar (sosyal çekilme veya kişisel enerji/girişim eksikliği) bu eğilimlerin azalması ile ilişkilendirilebilir. Yalnız, bu doğrultudaki netlik, hezeyanlı (pozitif semptom) paranoyak hastanın, başkalarının kendisi hakkında konuştuklarını düşünmesi nedeniyle çevreden çekilmesi vakasında geçerliliğini yitirmektedir.  Ayrıca, akıl hastalıkları için yapılan sınıflandırma, suçlu/şiddet eylemlerini değerlendirme/tahmin etmek içinde tasarlanmış değildir.

 

Özetle, akıl hastalıkları ile şiddet/suçluluk arasındaki ilişki ekseri kişilerin düşündüğü kadar kuvvetli değildir.  Tipik bir akıl hastasının da yalnızca akıl hastalığı sonucu tehlikeli olacağı düşünülmemelidir. Hiç kuşkusuz, antisosyal düşünceler, davranış ve kişilik gibi kriminojenik değişkenler, akıl hastası suçlular içinde risk belirleyecek en iyi göstergedir.  Yalnız, akıl hastalıkları bakımından isterik kişilerin özel bir konumu olduğu göz ardı edilmemelidir. Freud ve Jozef Breuer, isterya’da bilinç dışı, bütünlüğünü kaybeden aklın, telkinin etkisinde kalması ve buna elverişli olmasına değinmişlerdir. İsterik kişi usta bir taklitçidir. İşte, etkilenmek suç epidemisinin temel öğesi olduğundan, isteri konusundaki bulgular suç epidemisi için önemli olmaktadır. Bu nedenle, çıkartılan yangınlar/patlayan bombalar, kopyacı suçlular için kötü örnek oluşturmakta; bu tür eylemlerdeki patlama ile isterik epidemiye tanık olunmaktadır. Çevrenin fazlaca nevrotik olması halinde beliren kolektif nevroz ve fanatizm de suç dalgasını kısmen açıklayabilmekte; sosyokültürel nedenlerle oluşan kural çiğneme isterisi de bu konuda etkili olabilmektedir.

 

Görsel medya, sanal gerçeklik teknolojisi ile yaratılan multi-medyatik ortamlar, roman ve hikayelerdeki şiddet gösterisi ile bireylerin etkilenme ve eyleme yönelmeleri arasındaki nedensellik ilişkinin kesinlikten yoksun olmasına karşın, fantezi âlemi oldukça yüklü, şiddet ve saldırgan eğilimli olanların kopyacı suçlular örneğinde olduğu gibi tahrik edilmesi olasılığının da oldukça yüksek olduğu unutulmamalıdır[4].

Bu doğrultuda Güney Afrika ve Türkiye’den verilen şu örneklerin hiçte uç olgular olmadığı bilinmelidir.

 

“En sevdiği karakterlerden Batman, Süperman ve Robocop’u taklit etmeğe çalışan dört yaşındaki S. Gawryjoiek, kendisine alınan Süperman kıyafetini giydikten sonra, babasına ‘tutuklandın’ diye Bağırdı ve onu öldürdü (1992). ”

 

“Rambo filmlerinin meraklısı olan orta son sınıf öğrencisi M.Y dolabın üzerine duran silahı alarak ‘Hey işte Rambo geldi’ diyerek annesine doğrulttu ve onu vurdu (1995).”

 

Bu cinayetler, öte yandan, silahlarda kilit sistemini gündeme getirmektedir. Eğer bu silahlarda yalnızca sahibi tarafından açılabilen bir emniyet sistemi (kilitleme sistemi) olsaydı, çocuklar bu silahları buldukları zaman ateşleyemezlerdi.  Nitekim, ABD’ de  kilit sistemi ile ilgili yasayı kabul eden eyaletlerde çocukların karıştığı silahlı kaza olaylarının oranı % 26’ ya inmiştir.

 

 

Şiddetin Bireysel/Toplumsal Boyutu

 

Bireysel ve toplumsal boyuttaki şiddet eylemlerine aşağıda şemada yer verilmiştir.

 

 

 

           Kendisine               Bireysel                    Diğerlerine

 


           İntihar                                                      Müessir fiil, adam öldürme,

                                                                           rehin alma, uçak kaçırma,

                                                                           silahlı soygun, nası ızrar

                                                                           ve yangın çıkartma

 

              Çekilme                Toplumsal                            İsyan

 

          Alkol, uyuşturucu                                               Açlık grevi, ihtilalci girişimler,

           madde kullanımı                                                 cebir ve şiddeti içeren

                                                                                    protesto ve yağmalama

                                                                                   

 

 

 

 

Yukarıdaki açıklamalar doğrultusunda; kişilerin ve grubun saldırgan eylemlere yönelişinin aşamaları şu şekilde sıralanabilir

 

·                 Çözümlenmemiş ve uzun süre devem eden çatışma durumu;

·                 Farklı iki grubun belirmesi[5];

·                 Kutuplaşma-cepheleşme;

·                 İnsanlık dışı tutum ve davranışlar;

·                 Kriz yaratan bir olgu;

·                 Saldırgan ve yıkıcı eylemlerin belirmesi[6].

 

Etiolojisi

 

       Bu konumda, şiddete yönelten etmenler; namusu/şerefi koruma, ateşli silah taşıyanlardaki artış, para harcama hastalığına tutulan kişilerdeki doyumsuz kalan istekler; televizyonda şiddet gösterileri (şiddet kanalları), şiddete yönelenlerin karşı bir şiddetle karşılaşma korkusu taşımamaları; futbol fanatizmi, çeteler/organize suçluluk, uyuşturucu madde tutkunluğu ile haksızlıklara/eşitsizliklere karşı toleransın azalması olarak görülmektedir. Aynı paralelde şiddetle eşitsizlik arasındaki ilişki de yavaş yavaş gün ışığına çıkmağa başlamakta ve bu ilişki bireysel boyutta olabileceği gibi yaygın bir nitelikte gösterebilmektedir. Bu bağlamda, şiddet belli bir aşamadan sonra aşağılanmayı yenecek/nötrleştirecek bir duygu olarak kendisini gösterebil-mekte; haklı veya haksız nitelikteki şiddet eylemleri eşitsizliği giderici bir olgu olarak algılanmaktadır. Bu oluşumların altında yatan temel etmen, kötü bir kentleşme olgusudur. Bu kentlerdeki belirgin özellikler ise (en son Mart 2002 tarihinde Esenler olgusunda görüldüğü üzere) sırasıyla şunlardır:

 

·              Üst üste yığılmış gecekonduların egemen olduğu kalabalık bir topluluk,

·              Ailede şiddet uygulaması[7],

·              Toplum dışı bırakılmışlık,

·              Birbirine yabancılaşan topluluklar.

 

       Bu bağlamda aşırı kalabalık nüfus ve şiddet arasındaki ilişki de göz ardı edilmemelidir. Barınma yoğunluğunun belirli bir düzeyi aştığı durumlarda saldırgan davranışların ve suç işleme eğilimlerinin arttığı görülmektedir.  Aynı bulgu, “adam öldürme sanatını teşvik etmek istiyorsanız, iki kişiyi bir ay süreyle dar bir odada kapalı bırakmak yeterde artar bile” (O’Henry) görüşünün mal edildiği cezaevi ortamı için de geçerliliğini korumaktadır.

 

       Araştırmalar, saldırgan davranışın kökeninde yatar gözüken bir şiddet alt–kültürü ile suçlu çocuklara özgü çeşitli alt kültürlerin belirlenmesi (Wolfgang, Ferracuti) imkânını verdi.  Ülkemizin çeşitli yörelerinde bu alt kültürü belirleyen şu tümceler şiddetin ne derece normatif bir davranış olduğunu vurgulamaktadır:

 

-Kan davası[8];

-Kanı yerde kalmaz;

-Bunu kan temizler;

-Kaleminden kan damlıyor;

-Kanının son damlasına kadar.

 

 

Şiddet Eylemlerinin Sonuçları

 

Şiddet eylemleri şiddetin yoğun olarak yaşanıldığı ortamlarda fışkırmakta; alkolizm, uyuşturucu madde alışkanlığı, mala karşı suçlarda yaygınlık(epidemiolojisi) [9],  akıl hastalıkları, silah taşıyanlar sayısındaki kabarıklık, kolluktaki işkence ve suç örgütlerinin varlığı gibi parametreler şiddet boyutuna katkıda bulunmaktadır. Öte yandan, toplumdaki silahlı saldırılar, bombalamalar, yangın çıkartma eylemleri ve sokak gösterileri cezaevlerinde yankılanmakta; ayaklanma/isyan epidemisi ile cezaevleri tahrip edilmekte; üniversite kampüslerindeki taşkınlıklar ise hem genel huzursuzluğu yansıtmakta ve hem de ona katkıda bulunmaktadır.  Bu gibi durumlarda sorunların kolaylıkla politize edilmesine tanık olunmaktadır.

 

İşte yoğunlaşma eğilimi gösteren şiddet-terör olgusu ile suçluluk Dünyada yeni bir görünüm kazanmaktadır[10]. Şiddet eylemlerinin sonuçlarını şu üç grupta toplamak mümkündür:

 

·              Eylemin kimden kaynaklanacağı belli olmadığı için anonim bir görünüm aldığı ve bu tür eylemlerin hemen herkesi tehdit ettiği;

·              Faillerin çok tehlikeli bir kişilik tablosu sergiledikleri;

·              Eylemlerin hayret verici bir biçimde yenilendiği.

 

       Şiddet eylemlerine özellikle nüfus yoğunluklu metropol kentlerde tanık olunmakta;  kentin büyüklüğü oranında bu eylemlerde artış görülmekte; ve şiddet içeren suçlara, normal yaşamdaki şiddetin, banal şiddetin eklenmesi sonucu toplumsal dayanışma zayıflamaktadır.

 

       Şiddet olgusu çeşitli olduğu kadar değişken ve göreceli bir nitelik de göstermektedir. Bireysel şiddet, failin başka bir kişinin fiziki veya moral bütünlüğüne zarar verme amacına yönelik duygusal dışa vurma eylemidir. Bu eylem bazen gruplardan da kaynaklanmaktadır. Bu bağlamda, organize suç örgütleri/teröristlerin ekonomik suçlar yanında yıldırma amacıyla müessir fiil ve adam öldürme suçlarını işledikleri görülmektedir. İşte, şiddet bazen belirli bir amaca yönelik bir vasıta iken bazen de rasgele oluşan ve faillerine bireysel doyum sağlama ötesinde bir özellik taşımayan eylem veya eylemler serisi olmaktadır.  Şiddet her zaman kendisini belirli bir eylem olarak ta göstermez; şiddeti içeren durum ve anlar da vardır. Şiddet eylemleri aniden oluştuğu gibi uzunca bir hazırlık ve planlama sonucu da ortaya çıkabilmektedir.

 

       Bir diğer açıdan, şiddet gösterisi genelde kınanmakta ise de, göz yumulan/kabul gören şiddet eylemlerine de tanık olunmaktadır. Bu doğrultudaki başlıca örnekler, aile bireylerine fena muamele ve şiddet, sportif faaliyetler (boks, futbol, güreş) ile haklı savunudur. İşte şiddet bu görünümü ile, karmaşık bir olguyu ifade etmektedir. Bu deyim zaman zaman güç ve saldırganlıkla karıştırılmakta ise de, şiddet yalnızca ne güç ve ne de saldırganlığın dışa vuruluşudur. Aslında, kişiyi topluma ve kişileri birbirilerine bağlayan veya zıtlaştıran ilişkilerin özüne yerleşik, bir antitez ve zıtlık olarak algılanmalıdır. Kuşkusuz, toplumda süregelen şiddet eylemleri genel güvensizlik duygusunu da etkilemektedir. Toplumda güvensizlik duygusunu oluşturan başlıca öğeler; korku, endişe, hayal kırıklığı ve kolektif korku/endişe olup, bu duygu toplumda periyodik olarak belirdiği gibi yeniden de ortaya çıkabilmektedir.

 

 

Şiddet ve Ateşli Silah

 

       Şiddet, yukarda değinildiği üzere yaşamın doğal bir öğesi olma eğilimi gösterirken; karşılıklı konuşma ve diyalogun yerini alma yolunda; kendisini “bağırma” biçiminde de (yönetim ile diyalog kuramayan/toplu işten çıkarılan/ hak kaybına uğrayan ve suskunların bağırması olarak) göstermektedir. Bu süreçte kişilerin ateşli silah ve bıçağa artan ölçüde sarıldığına da tanık olunmaktadır: 1996 yılı Adalet İstatistiklerine göre, 100.000 nüfustaki adam öldürme ve müessir fiil oranı sırasıyla 11 ve 88 gibi yüksek bir seviyede bulunmakta ve intiharların % 21’inde ateşli silah kullanıldığı görülmektedir. 1992-1996 yıllarını kapsayan 5 yıllık sürede 6136 sayılı Ateşli Silahlar Kanununa aykırılıktan açılan kamu davasında % 83’lük bir artış görülürken;  yüz bin nüfusa oranla bu artış ikiye katlanmış; sanık sayısındaki artış ise % 74 olmuştur. Suçların işlenmesinde ateşli silah kullanım oranı da yükselmektedir. Nitekim,1992 yılında ABD’deki müessir fiil, gasp ve adam öldürme suçlarında silah kullanım oranını sergileyen aşağıdaki tablo ilginçtir:

 

 

Mevsuf  Müessir Fiil

%

Gasp

%

Adam Öldürme

%

Silahla

25

40

68

Silahsız

75

60

32

Toplam

100

100

100

(1.126.974)

(672.478)

(23.760)

 

 

Kaynak: FBI Uniform Crime Reports,1992

 

       Bu tablo, polise rapor edilen tüm ciddi müessir fiillerin dörtte biri, gaspların %40’ı ve tüm adam öldürme suçlarının üçte ikisinden fazlasında silah kullanıldığını göstermektedir. Şiddeti içeren suçlar örneğin müessir fiil ve gasp suçlarında silah kullanılması mağdurun öldürülmesi riskini artırmaktadır. Diğer suçlar açısından benzer oranlara sahip ABD, adam öldürme suçlarında Avustralya, Hollanda ve İngiltere gibi batılı ülkelerden yüksek bir oran sergilemektedir. Kesici aletten beş katı ölüme sebebiyet veren silah, ABD’deki adam öldürme suçlarında önemli bir yer tutmaktadır. Dünya Sağlık Teşkilatı verilerine göre, adam öldürme suçlarında, ABD, Kuzey İrlanda’nın iki katı; öteki batılı ülkelerdekinden de en azından üç katı bir orana sahip bulunmaktadır[11].  Bu profili etkileyen önemli parametre, 150-200 milyon tahmin edilen ateşli silahların varlığıdır. Nüfusa oranla ülkemizdeki görüntü de iç açıcı değildir: Satılan silah ve tüfek sayısı, son sekiz yılda (1990-1997) % 358 oranında bir artış göstererek, bu süredeki toplam silah satış miktarı 260.770 olurken[12];  son on yıl (1987-1996) içerisinde Polis Bölgesinde ele geçirilen tabanca sayısı 95.114; 1987 yılına göre ele geçirilen tabanca sayısındaki artış oranı ise 1996 yılında % 612’dir[13]. 

 

Silah suiistimali ile yasal düzenlemeler arasındaki ilişkiyi saptamak üzere iki metoda başvurulduğu görülmektedir:

 

·                  Bir ülkede saptanan silah suiistimali oranlarındaki dalgalanmaların gittikçe sınırlayıcı nitelik kazanan ateşli silah kontrol hukukuna bağlanması; veya

·                  Farklı silah kontrol rejimine sahip iki veya daha fazla ülkedeki silah
 suiistimal oranlarının karşılaştırılmasıdır.

 

Genelde silah suiistimal oranları ile fazlaca sınırlayıcı silah rejiminin uygulanması arasında korelasyon saptandığında, bu durum ekseriya, silah hukukunun etkili oluşunun ispatı (veya en azından güçlü bir kanıtı); bu korelasyon saptanmadığında ise, bu hukukun işlev görmediği veya daha kötüsü, silah kontrol rejiminin genelde etkili olmadığının ispatı olarak görülmektedir. Kuşkusuz, bu sonuçlar beraberinde şu soruyu davet etmektedir: Korelasyonlar otomatik olarak nedenselliğe ilişkin bir sonuç çıkarmamıza izin vermekte midir? Örneğin, 1977 yılında Kanada’da yürürlüğe giren rijit nitelikteki silah kontrol yasası sonrası adam öldürme suçlarında silah kullanım oranının düşmesiyle neden-sonuç ilişkisi çıkarılabilir mi? Böyle bir saptama, kontrol rejimine ilişkisi olmayan ve fakat böyle bir değişime katkı olasılığı olan diğer etmenlere de bakılması gerekmektedir. Bunu yapabilmek için silah suiistimal oranları ve kontrolüne ilişkin diğer etmenler hakkında da ayrıntılı bilgi sahibi olunmalı; ve bu süreçte, mevcut yasal düzenleme ile silah suiistimal oranları arasında bir ilişki olup olmadığına bakılmalıdır.  Ne var ki, silah kontrol rejimlerinin etkinliği üzerine yapılan araştırmaların ekserisi geçerlik standartlarını karşılamaktan uzak bulunmaktadırlar. Bunun nedeni ise, araştırmaların ekserisinde, silah kontrol yasalarının istenilen sonucu nasıl sağlayabileceği konusunda açık veya belirgin bir teorik referansın olmamasıdır. Kuşkusuz, istenilen etkinin nasıl oluştuğuna ilişkin bir teori olmadığında, halkı (silah kontrolüne karşı olanlar ile kuşku duyanları da) bu sonucun varlığına inandırmak oldukça zor olacaktır. Bu bağlamda silah kontrol rejimlerinin silah suiistimal oranlarını nasıl etkilediğine  ilişkin teorik yaklaşımlara aşağıda yer verilmiştir.

 

Birincisi, “sağlanabilirlik” (veya fırsat) teorisi olup, bunun iki görünümü vardır:

 

1)              Genel sağlanabilirlik teorisi: Bu teoriye göre, silah suiistimal oranları silahların genel olarak varlığına ilişkilendirilmiş; suiistimal için fazla silah olduğunda, suiistimal oranının yüksek olacağı; varlığı az olduğunda ise, suiistimal oranlarının düşük olacağı öngörülmüştür[14].  Bu teorinin işlev görmesi, “silahın sağlanabilirliğinin” ne olduğu ve nasıl ölçülmesi gerektiği konusunda bir anlaşma olmasına dayalı bulunmaktadır[15]. Bu teori, sıkı kontrol rejimi ile silah suiistimal oranları arasında hemen hemen doğrudan bir ilişki varlığına değinmektedir.

 

2)              Özel sağlanabilirlik teorisi: Buna göre, silah suiistimal oranları, silahların genel sağlanabilirliğine (halkın silahları genelde elde edebilirliğine) bağlı olmayıp, yüksek risk grubundakilere, suiistimale meyilli olanlara sağlanabilmesine bağlı bulunmaktadır. Bu görünümü ile silah kontrol rejimleri ancak suiistimale müsait gruptaki kişileri başarılı bir şekilde belirleyerek onların silah sahibi olmaları azaltıldığında etkisini gösterebilecektir.  Bu teoriyi yansıtacak düzenlemeye, şiddet suçlarından sabıkalı /akıl hastası kişilere silah taşıma/bulundurma izni verilmeyeceğini öngören yasa örnek olabileceği gibi Ateşler Silahlar Yönetmeliği 16. maddesinde yapılan son değişiklik ile getirilen düzenlemede bu türün en ekstrem örneğidir (T.C. Resmi Gazete Yargı Bülteni 8/7/1997 sayı 23) [16].  Bu düzenleme sonucu 1997 yılında verilen ruhsat sayısı 47102 iken 1998 yılında 7668’e inmiştir.  Ne var ki, bu teorilerin dayanağı olan varsayımları teste elveren araştırmalar yeterlik düzeyine ulaşamamıştır.

 

İkinci teori, önleme teorisidir. Bu teoriye göre, silahların kontrol altına alınması, silahın toplumda ne derece sağlanabilirliğinden ziyade ateşli silah suçunun işlenmesi halinde faillerin yakalanması ve cezalandırılması olasılığının ne derece yüksek olduğuna dayalı bulunmaktadır: Potansiyel failler yakalanmaktan/ceza görmekten kurtulabilecekleri düşüncesinde iseler, ateşli silah suçları oranı yüksek olacak; yok eğer, yakalanıp ağır şekilde ceza göreceklerini algıladıklarında ise bu oran az olacaktır.  Ateşli silah lobicilerinin sahiplendiği bu teorik yaklaşımla “sorumlu şekilde silah bulunduranları” hedeflemek yerine ateşli silah suçlularını ağır cezalara çarptırmakla yasaların etkinli olabileceği; ve sağlanabilirlik teorisine tercih edilmesi nedeni olarak ta “silahlar öldürmez, insanlar öldürür” sloganı dile getirilmektedir.

 

Üçüncü teori, (Sutherland’ın “ayrıcı birleşim teorisi” ile de ilişkilendirilen) sosyal öğrenim teorisidir. Bu teoriye göre, silahın uygun ve uygun olmayan kullanımları hakkında etkili sosyal öğrenim olmaksızın silah sahibi olanların suiistimal edebilme olasılıkları fazla olacaktır. Bu durumda, köyde avlanmak veya hasta/yaralı bir hayvanın acısına son vermek üzere silahın diğer tarım aletleri gibi uygun kullanımına tanık olarak yetişen bir gencin silahı suiistimal etme olasılığı, uygun olmayan kullanımlara tanık olan (şehirde yaşayan çete üyesi) bir gence göre az olacaktır. Bu yaklaşıma göre, ateşli silah sahibi olacaklara uygun şekilde sosyalleşmeyi teşvik eden veya zorunlu yapan ateşli silah kontrol yasaları, yalnızca “sağlanabilirliği kontrole” veya ateşli silah suçlarını “önlemeye” odaklanmış yasalardan daha fazla etkili olacaktır.  Bu teoride, ateşli silahlar için güvenlik eğitimi, sorumlu silah sahipliği eğitimi ile silah bulunduran gençlerin yetişkinlerce zorunlu gözetimi gibi ateşli silah stratejileri önem kazanmaktadırlar. Yalnız, bu teoriyi test için yapılan araştırma sayısı çok azdır.

 

       Dördüncü teori, Sosyal öğrenim teorisi ile önleme teorisini ilişkilendiren diğer teorik yaklaşım ise rasyonel seçim teorisidir(Cornish ve Clarke, 1986). Bu teoriye göre, kişiler kendi rasyonellik sınırları içinde amaçlarını elde etmek için silah suiistimalini (en azından kendilerine göre) en etkili ve tasvip edilir gördüklerinde bu suçu işleyeceklerdir. Silahı elde edebilirliğine karşın çok az kadının silahla intiharı seçmesi bu teoriye belirli ölçüde kanıt sağlar niteliktedir.  İşte bu teoriye göre, silah kontrol hukukunun amacı “rasyonel hesaplama”ya giren unsurların değerlerini değiştirmeye odaklanmalıdır. Bu durumda, ateşli silahı seçmek konumundaki kişiler, silahı artık rasyonel bir seçenek olarak görmeyeceklerdir.  Ne var ki, diğerlerinde olduğu gibi bu teoriyi test için çok az araştırma yapılmıştır.

 

       Bu bağlamda teorik yaklaşımlardaki tanımsal sorunlara da değinmekte yarar vardır. Her şeyden öce, “ateşli silah suiistimali” (suçları) ile onun doğal içeriği olan “ateşli silaha sahip olma sorumluluğu” ve “ateşli silahın sağlanabilirliği” kavramlarına açıklık getirilmesi; ateşli silah yasalarının etkinliği açısından ilk önce, ne türden suiistimalleri kontrol için niyetlenildiğinin saptanması önem arz etmektedir.  Yasada amaçlanan özel amaç belirgin olmadığında da, ‘karanlıkta ateş etmek’ gibi araştırıcı farz edilen amacı oluşturmaya çalışacaktır.  Bu amaçlar arasında da intiharı azaltmak amaçlı kontrol yasalarında ender olarak yer verilmesi de yasa koyucuların bu konuda tutarlı amaç/amaçlar fikrine ne kadar uzak olduğunu göstermektedir.

 

       Öte yandan, ateşli silah stratejilerindeki etkilerin farklılığı da göz önüne alınmalıdır.  Stratejilerden bazıları ateşli silahla işlenen suçlardan bazılarına örneğin adam öldürmeye etkili olabilirken silahlı soygun veya silahla intihar olaylarında pek etkili olmayabilir. Bu açıdan ateşli silah suiistimalinin özel biçimlerine özgü nitelikleri hakkında fazlaca bilgi edinilmeli; ve özel stratejilerin amaçlarına nasıl erişilebileceği konusunda da daha etraflıca düşünmeye ihtiyacımız olduğu  bilinmelidir. Şimdi bu açıklamayı bazı ülkelerde silah satın alınmak için ön görülen bekleme süresi stratejisi bağlamında irdeleyelim.  Bu stratejinin etkisi konusunda iki teorik yaklaşıma tanık olunmaktadır: Birincisi, bu bekleme süresinin kişinin ateşli silah suiistimalini işlemek fikrinden vazgeçmesi için  bir fırsat sağlamasıdır. İkincisi, başvuru sahibinin öz geçmişi hakkında yapılan inceleme sonucu suiistimale yatkınlığının belirmesi sonucu istemin reddine karar verilmesiyle suçun işlenmesi olasılığının azaltılmasıdır.  Ne var ki, her iki teoride, potansiyel ateşli silah suçlularının legal yoldan silah sağlayacakları varsayımına dayalı bulunmakta; ve ruhsatsız silah bulunduranlar açısından hiçbir etkisi söz konusu olmamaktadır.  Öte yandan, ruhsatlı ateşli silah sahipleri bakımından birinci teori, çoğu suçların önceden planlı olmak yerine tehevvürle (impulse) işlendiği varsayımını ön görmektedir. Yalnız, bu yaklaşımın gerçeklik payının, çocuk intiharları ve aile içinde işlenen adam öldürmelerde soygun ve suikast olaylarındakinden daha fazla olabileceği göz ardı edilmemelidir.  İkinci teorik yaklaşımda ise, öz geçmişleri hakkında yapılacak psiko-biyolojik-sosyal incelemenin potansiyel ateşli silah suçlularının saptanmasına elverişleri profilleri olduğu varsayımına dayalı olmasıdır. Bu yaklaşımın kesin tahminlere elverişli olmadığı ve fakat bazı kişiler için diğerlerinden daha doğru olması olasılığı içerdiği bilinmelidir.

 

Özetle, farklı ateşli silah suçları ile failleri hakkında profil belirlemeleri için saptanan ateşli silah kontrol stratejilerinin olası etkileri nicelik ve nitelik olarak ayrıntılı bir şekilde araştırılmalı; İç İşleri Bakanlığında, Enterpol'e sunulan bilgilerden (Interpol Weapons Incident Form) daha fazla ayrıntıyı içeren bilgi bankası kolluk ve jandarmayı kapsar şekilde oluşturulmalıdır.  Bu konuda bilgi ayrıntısına değinmek üzere  silahla işlenen intihar olaylarında yanıt bekleyen sorulara aşağıda yer verilmiştir:

 

·              Silahla işlenen intiharlarda ne kadarı planlı, ne kadarı dürtüyle işlenmiştir?

·              Dürtüyle intihar edenler planlı olanlara göre daha mı gençtirler?

·              İntihar edenler, kullandıkları silahı ne zaman ve ne nereden sağlamıştır? İntihardan az önce sağlayanların oranı nedir?

·              İntihar edenlerden potansiyel suiistimale elverişli olduğuna işaret edici nitelikleri sergileyenlerin oranı nedir?

 

Şiddet ve Önleme

 

Şiddete dayalı suçlar eskiden kınama duygusu yaratan istisnalar iken günümüzde olağan hale gelmiştir.  Şiddet gibi önemli ve çaplı bir sorun, ne kadar karmaşık ve altından kalkılamaz görünürse görünsün, aslında çözülebilir ve çok düşük seviyelere indirgenebilir.  Yapılacak şey var olan durumu kabul ederek en etkili mücadele yollarını bulmak ve uygulamaktır.  Genelde yer alabilecek tedbirler arasında yalanla savaş ön planda yer almalı; kişiler arası ve kişilerle yöneticiler arasında diyalog kurulması/ güçlendirilmesi üzerinde durulmalı; tüm kurumlar, aile, okul, iş hayatı, kamu hizmetleri ile hukuk kurallarında var olan “önleyicilik” niteliği göz önünde bulundurulmalı; özetle, toplum düzeninin şiddet karşısındaki tutumu şiddeti gereksiz kılmak ve onu ödülsüz bırakmak olmalıdır.

 

Silahın şiddet kültüründeki rol ve işlevi karşısında önleme açısından dikkatler şu beş temel ilkeye odaklanmalıdır:

 

1.     Bir ülke veya topluluktaki silahlı şiddetin, ruhsatlı ve/ya ruhsatsız silahların varlığı ile doğrudan ilişkili olduğu[17];

2.     Silaha sahip olmanın bir “imtiyaz”lık ötesinde “hak” olarak ele alınamayacağı;

3.     Silahı sınırlandırmak üzere hükümetlerce gerekli tedbirler alınmadığı sürece, silah kültürünün yaygınlaşarak kamu güvenliğinin tehdit altında kalacağı;

4.     Normatif düzenlemeler[18]   kadar geliştirilmiş eğitim ve ihtilafları çözümleyici stratejilere ihtiyaç olduğu;

5.     Ülkelerin birlikte çalıştığı ortamda silah kontrolünün daha etkili olacağı.

 

Bu son ilke doğrultusunda ülke içinde önleyici nitelikteki kurumlar / önlemler arasında eşgüdüm sağlanması, ceza yaptırımlarının suçluluğun yeni görüntülerine oranlı olması, cezalarda kesinlik ve ceza adaleti sisteminin etkinliği önemli kriminolojik parametreler arasında görülmelidir.

 

Öte yandan, canlıların temel davranış biçimlerinden biri olarak soyun devam ettirilmesi için gerekli olan korkunun insanların şiddet mağduru olmasını önlemedeki işlevi de küçümsenemez. İnsanların kendilerini korumak için “follow your fear” dictumu oldukça önemlidir.  İşte “korkanın anası ağlamaz” özdeyişi bu bağlamda  tam yerine oturmaktadır.  Bu bağlamda korkunun suç kompleksindeki konumuna aşağıdaki diyagramda yer verilmiştir.

 

 

 

               SUÇ                                                                      KORKU

 

 

 


      SOSYAL DAYANIŞMANIN                                      SOYUTLANMA

                 ZAYIFLAMASI

 

 


                                                         GÜVENSİZLİK

 

 

                                                                                 

 

 
Kollektif Şiddet (Collective Violence)

 

 

Bu ülkede toplum mühendislerince sahnelenen 70’li yıllarda “iti ite kırdırma” oyun sonucu beş bin genç öldürüldü.  Toplum kendi bağrından beş bin genç katil çıkarıverdi.  Bu total bugün içinde (adam öldürme ve ölümlü trafik kazaları) varlığını fazlasıyla korumaktadır. Japonya gibi ülkede tenis oynayan/piyano çalan beş bin genç bulabilirsiniz ama bu kadar potansiyel katil genç toplayamazsınız.

 

 

Korku Vergisi  (Gift of fear)

 

Korkmak canlıların temel davranış biçimlerinden biridir ve soyun devam ettirilmesi için gereklidir.  Bunun yanı sıra biz insanlar zaman zaman kendimizi korkutmaktan da hoşlanıyoruz. Eğer öyle olmasa korku filmleri ve romanları en çok ilgiyi çeken sanatsal türler arasında yer alır mıydı?

 

Çevreden gelen korku sinyalleri

¨              Warranted (yerli)

¨              Unwarranted (yersiz ) Paranoia

 

Korku insanları endişelenmeye;acı da ızdirap çekmeye yöneltir.  Ne var ki, merak ve endişe insanları tedbir almaya sevk etmekte; öte yandan heder olan, işlev görmeyen korkulara da tanık olunmaktadır. Gerçekte, mevcut tehlikeden daha fazla korku tanık olunmaktadır.  Hiç kuşkusuz, korkunun bizatihi kendisi (içsel gerilim, tansiyon v.s. nedenlerle) tehlikenin sebep olabileceğinden daha fazla kişilerin ölümüne sebep olmaktadır.

 

Türkiye’de yıllarca biriken ruhsatlı/ruhsatsız silah göz önüne alındığında yetişkin insan sayısından fazla silah varlığı göze çarpacaktır. Bu olguya şiddeti önlemek açısından bakıldığında, en rasyonel yaklaşımın silah kontrol yerine mermi kontrolünün hedeflenmesi olmalıdır.  Mermilerin, otomobilde olduğu gibi ehliyetsiz, ruhsatsız kişilerce kullanımına karşı alının tedbirler (alarm, baston kilit v.s.) örneklerinde olduğu gibi güvenlik altında bulundurulması için gerekli tedbirler alınmalıdır- kötü kullanıma dirençli bir konum yaratılması.

 

Kişilerin kendilerini korumak için “follow your fear” dictumu oldukça önemlidir.  “Korkanın anası ağlamaz” özdeyişi bu bağlamda tam yerine oturmaktadır.  Bu nedenle, kişilerin dönüşü olmayan bir yola girmemeleri için ihtilafları uygarca çözümleme stratejileri benimsemeleri rasyonel bir yaklaşım olacaktır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

DİPNOTLAR:

 

 



[1] Bu yazı Sayın Dr. Mustafa T. Yücel’in “Kriminoloji” kitabından tanıtım amacıyla alınmıştır. (Dr. Mustafa T. Yücel, Kriminoloji, 1.bası, Ankara, 2003, s.53 vd.) Amacımız suç konusunda çıkan kitaplardan, dergilerden, yazılardan sizleri haberdar etmek; bilgi evrenine ve Türk kriminolojisine (suç bilimine) katkıda bulunmak ve topluma faydalı olmaktır. Daha detaylı bilgi için ilgili kitaba başvurmanızı özellikle tavsiye ederiz.

[2] Hayvanlar alemine özgü saldırganlık sınıflandırması şöyledir: (1) Avcı saldırganlığı:Hayvanın doğal avıyla ilişkisinde görülen planlı ve öldürücü saldırıdır. (2) Yaşam alanını koruma saldırganlığı: Kendi yaşam alanını korumaya yönelik bu saldırıda zarar az iken, istilaya yöenlik saldırıda “fethedilen” yöredek yavru hayvanlar/erkekler öldürülmekte, dişiler ise hareme alınmaktadır.(3) Anacan saldırganlığı: Yavrusunun riskte olduğunu hisseden annenin güvenlği sağlamaya yönelik saldırısıdır. (4) Erkekler arası saldırganlık: Kimin lider olacağını tayin amacıyla yapılan ve yenilenin dışlandığı ve ender olarak öldürüldüğü saldırı türüdür. (5) Cinsel saldırganlık: Çoğu memelilerde çiftleşme eylemine yönelik  “kızışma” ve beden dokusuna zarar veren uyaranların cinselliğe yansımasıdır. (6) Korkuyla oluşan saldırganlık: Kendisini bir an önce güvenliğe almaya yönelik davranıştır. (7) Enstümental saldırganlık: Ender görülen bir saldırı türüdür.

[3] O. James, Juvenile Violence in a Winner-Loser Culture: Socio-Economic and Familial Origins of the Rise in Violence against  the Person. London, 1995, p.101; R. Merton. “Social Structure and Anomie” In Social Theory and Social Structure (Ed. By R. Merton) New York, 1968 p.185. Fakirle zengin arasındaki fark daha keskinleştikçe, anomik baskılarda artmaktadır. Bu olguya son on yıldır Almanya’da tanık olunmaktadır:C. Pfeiffer. “Juvenile Crime and Violence in Europe” Crime and Justice (A Review of Research) Vol. 23, Chicago 1998, p. 302; M.Ş.Alpaslan.”Çağdaş Toplumda Şiddetin Kriminolojik Yönü” İst. Üniv. Hukuk Fakültesi Mec. Sayı 1-4, 1985, ss.457-472.

İstanbul’da şehir eşkıyalığı şeklindeki bir kapkaççılık olayında bir ayağını kaybeden mağdurun hastanede faille yüzleştirilmesinde failin “senin gözlerinde güzelmiş, amma sen ne ilk ve ne de son olacaksın” demesi kapkaç faillerinin bir prototipi olarak belirmekte ve suçun ne derece normal karşılandığını sergilemektedir.

[4] Bk. M.E.Artuk ve A.C.Yenidünya.” Suçun Önlenmesi ve Medya” İst. Barosu Dergisi (Mart 2001) Sayı.1 ss.3-16.

[5] B. Çoşkun. Hürriyet (20/01/2000) s.3 : “Birinci belaları yok etmek için oluşturulan ikinci belalar, birinci belalar ortadan kalktıktan sonra tabii ki yine bela olarak kaldılar.”

[6] Basın mensupları, terör haberlerini yansıtırken, haberle propagandanın birbirinden ayrılmasına özen göstermelidirler (K. Alemdar, 1999)

[7] Aile Araştırma Kurumu’nca yaptırılan bir araştırmaya göre, gençliğinde babasından ve evlendiği zaman da kocasından dayak yiyen kadınların % 67.2’si de çocuklarını döverek şiddet uyguluyor.

[8] Kollektif bir olguyu ifade eden kan davası koruyucu bir şemsiye altındaki bireylerin dayanışmasıdır. Üyelerden birisinin davranışından tüm bir grubun ortaklaşa sorumlu hissetmesi ve olmasını; ve kayba uğrayan bir grubun tüm üyelerinin bu kaybın öcünü karşı gruptan alma görevini ortaklaşa üstlenmelerini ifade etmektedir.  Kan davasında genelde failin öldürülmesi yerine en az korunan üyenin öldürülmesi yeğlenmektedir-kollektif sorumluluk.  Önemli olan öcün nasıl alınacağı değil; yalnızca alınması ve herkesin katkısı ile alınmasıdır. Katkıda bulunmayanlar ise dışlanmaktadırlar. Öte yandan hasımlı olacak kişilerin taraftarlarını tahrik edici şekilde sorumsuzca davranışlara karşı uyarmaları gerekmektedir.

[9] Epidemiolojik metod: Sosyal sorunlara bu yaklaşım rölatif risklerin  incelenmesini içermektedir. Epidemiolojist, bir nüfus grubundaki bir koşulun taşıdığı riski tahmin ederek bunun diğer bir grupta görünme riskiyle karşılaştırmaktadır.  Sosyal sorunlar epidemi olarak görülemezse de, toplum nüfusunda aynı oranda görülmediğinden, bunun nasıl ve neden olduğunu bilmek önemlidir. Bu yöntemler  kolera gibi epidemi olmayan ve fakat toplumun her kesitinde aynı oranda saptanmayan çocuk suçluluğunun incelenmesine çok iyi adapte edilmiştir. Geçmişte belli kişilerin koleraya yakalanma riski taşımaları gibi belli gruptaki kişilerin yüksek suçluluk riski taşıdıkları görülmekte ise de, suçluluk nedenleri çok girifttir.. Çocuk suçluluğu nedenleri olarak işsizlik, fakirlik, suç veya gayri meşruluk tek bir mikroba indirgenemez.

 

[10] Terör günümüzde 1970-80' li yıllara göre değişik bir tablo sergilemektedir. O tarihlerde ideolojik ve siyasal nitelikli olan sağ (neo faşizm) ve sol (marksizmin türevleri) yerine şimdilerde etnik ve dinsel fanatizm  almıştır. Yine o tarihlerde  daha fazla “rehin alma” ile  simgeleşen terör eylemleri şimdilerde  bombalama, gazlı saldırı ve benzeri imha yöntemleri ile fazlaca insanın ölümüne sebebiyet verebilmektedir.

Teröristlerin sergiledikleri eylemleri artık  ahvali adliyeden, banal görünümü ile (suç olgusu benzeri) kitle iletişim araçlarında yer almaktadır. Terör eyleminin ilk sayfadan sekiz sütüne manşet olması  için sonuç zayiatın çok fazla olması gerekmektedir.

Terör eylemleri, şimdilerde, oldukça akışkan bir görüntü sergilemekte; hiyerarşik yapıdan yoksun, tanınabilir bir modus operandi’si de bulunmayan; öte yandan, terör örgüt/grupları arasında sanki bir terör İnternet ağı kurulmuş gibi kendiliğinden oluşan bir işbirliği (conspiracy) profili vermektedirler.

Terör girişimlerini önceden tahmin etmek olası değilse de, eylemin niteliği itibariyle kimlerce icra edildiğini tahmin edebilmek  mümkündür. Kendileri de, “teşhir” ve “kimlik vurgulamak” üzere ajanslara haber vermektedirler.

Terörle mücadelede gerçekçi bir yaklaşım için, sorunun tek yanlı/taraflı bir çözümü olmadığı algılanarak  diyalog tesisi ve pişmanlık yasalarının önemli ve vaz geçilemeyecek parametreler olduğu bilinmelidir. Bu doğrultudaki ikinci bir saptamada evrensel boyuttaki bu olguya evrensel boyutta çözümleme getirilmesi  bilincinin yerleştirilmesidir.  Teröristler bakımından küresel boyutta mobiliteye tanık olunmaktadır.  Afganistan milli mücadelesinde  yer alan mücahitler dünyanın dört bir yanında boy göstermeğe başlamış; yurtlarına dönen bu mücahitler arasında ilişkiler devam etmiştir.  İşte Afganistan örneğinde artı ve eksileri olan bu katılımın belgelediği üzere, uluslar arası bir iletişim platformuna tanık olunmaktadır.  Nitekim, New York borsasının bombalanması olayında yer alan failler dışardan gelip, suçu işledikten sonra gitmişlerdir.

Tüm olumsuz işaretlere karşın gelişen istihbarat toplama ve paylaşımındaki işbirliği artışı; fiziksel güvenliği sağlamadaki gelişmeler, uçaklara silah ve patlayıcı madde sokulmasının zorlaştırılması yanında teröristlerle görüşme (negotiation) tekniklerinde kaydedilen gelişmeler olumlu göstergelerdir.

70-80 yıllarındakinin aksine ahlaki duygular ve kamu oyunun tepkisini göz ardı eden bugünün teröristlerinin amacı fazla zayiat vermek suretiyle gündemde kalmaktır. Zayiatın boyutlarını tasarlamak bile imkansızlaşmaktadır- Hizbullah/Hizbulvahşet bu olgunun en tipik örneğidir. “Bu tür alt kültürde şiddet, yasaklanmış bir davranış olarak görülmediğinden, şiddete başvuran şahıs suçluluk duygusuna sahip olmaz.  Ona göre şiddet, sorunların çözümü  için gerekli olan, yaşam tarzının doğal bir parçasıdır.”  İ.Tufan. “Türk Toplumunda Silah ve Şiddet” Bizim Gazete (29/03/2000) s.6.

[11] Dünya Sağlık Teşkilatı 1992 yılı Adam Öldürme oranları (100.000 nüfus)

Ülke                            Oran
ABD                           18.5

Kuzey İrlanda                9.7

Finlandiya             6.9

Türkiye                 11.0  (*)

    1992 World Health Statistics Annual, 1993

      (*) Taksirle ölüme sebebiyet suçlarında bu oran 29’a yükselmektedir.  Bk. Adalet  İstatistikleri, 1996

[12] “Vatandaş yılda 11 trilyona silahlandı” Hürriyet (19/5/1998) s.9

[13] İçişleri Bakanlığı. Asayiş Olayları Değerlendirmesi, Ank., 1997 s.66;suçun işlenmesinde (örneğin adam öldürme veya gasp suçlarında) ateşli silah kullanılmış ise, istatistikler, silahın ateşlenmesi ile yalnızca tehdit amacıyla kullanılması ve yine ateşli silahın ruhsatlı veya ruhsatsız olmasının belirlenmesini sağlamalıdır. 1985-1986 yıllarında Ankara yarı açık cezaevinde 234 adam öldürme hükümlüsüne uygulanan anket sonucuna göre ateşli silah kullanım oranı % 59’dur: T. İçli.”Adam Öldürme Olayında Sosyo-Ekonomik ve Kültürel Faktörlerin Önemi” H.Ü. Edebiyat Fak.Dergisi Cilt 4 Sayı 2 (Ekim 1987) s.40; Bk. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin R(84) 23 sayılı Ateşli Silahlara İlişkin Ulusal Yasaların Uyumlaştırılması hakkındaki Tavsiye Kararı (Madde 1).

[14] Killias’a göre, silahın fazlaca varlığı genelde fazlaca insanın intihar ve adam öldürme mağduru olması anlamına gelmektedir. M.Killias. “Gun Ownerships, Suicide and Homicide:An International Perspective” Understanding Crime: Experiences of Crime and Crime  Control. UNICRI  Publication no.49, Rome 1993, p.301

[15] “Ateşli silah sağlanabilirliği”ne ilişkin araştırmalarda şu dört tür veriden biri kullanılarak ölçümleme yapılmıştır:

·        Özel mülkiyetteki (tahmini) sayısı

·        Silaha sahip olanların (tahmini) sayısı

·        Bulundurma/ taşıma ruhsatlı sayısı

·        En azından bir silahın bulunduğu konut sayısı

 

[16] Ateşli Silahlar ve Bıçaklar…Değişiklik Yapılmasına İlişkin 4534 Sayılı Kanun (Kabul T.23/27/2000) 7. maddenin son fıkrası şu şekilde değiştirilmiştir: “Ateşli silahla işlenen cürümlerden hükümlü bulunanlar ile taksirli suçlar hariç olmak üzere bir yıldan fazla hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkum olanlara (bu maddenin 1 numaralı bendinde sayılanlar hariç); affa uğramış olsalar bile hiçbir suretle ateşli silah taşıma ve bulundurma izni verilemez.”

[17] Ateşli silahlar hakkındaki verilerin yorumlanmasında, Killias, silaha sahip olmakla silahla işlenen adam öldürme ve intihar olayları arasındaki bağıntıyı zayıflatacak derecede ara değişkenler olabileceğine dikkatleri çekmekte;bazı ülkelerde ihtilafların çözümlenmesi için şiddete başvurulmasının fazlaca kabul görmesini bir olasılık olarak belirtmektedir (Killias. Ibid 4, p.300). Nitekim, ABD’de Ulusal Adalet Enstitüsünce, tutuklularla yapılan bire bir görüşmelerde, ihtilafları çözümlemek için ateşli silah kullanımı kabul gören ve hatta revaçta olan bir davranış biçimi olarak ortaya çıkmıştır.

[18] Kitabi hukukun eylemsel hukuka dönüştürülmesi diğer bir anlatımla de jure hukuk ile de facto hukuk arasındaki boşluğun azaltılması; ülke genelinde hukukun etkinliği üzerinde ciddiyetle durulması kamu düzeni açısından çok önemlidir. Hukuk sosyolojisinin bir verisi olarak, etkili bir uygulamaya kavuşturulmayan hukukun  hiçbir anlamı olmayacağı artık bilinmelidir..

 

 

 

 

© www.kriminoloji.com 2002

Sitemize www.kriminoloji.com, hukukcu.net, hukukcu.org veya turkhukuk.net, turkhukuk.org adreslerinden ulaşabilirsiniz.

 

 

Ana sayfa