www.kriminoloji.com
KRİMİNOLOJİNİN TARİHİ
Ord.Prof.Dr.
Sulhi DÖNMEZER[1]
© www.kriminoloji.com 2002
“Kriminoloji” sözcüğü
ilk olarak Topianard adındaki bir Fransız hekimi tarafından kullanılmış ve bu
ismi taşıyan ilk eser, 19. yüzyılın ikinci yarısında yaşamış olan, Garofalo
tarafından yayınlanmıştır. Görülüyor ki, kriminoloji yeni bir terimdir; bununla
beraber suç konusu ile uğraşılmasının eski bir tarihi vardır.
Eskiden beri belirli bazı etmenlerin suça
yöneltici etkileri dikkati çekmiş bulunuyordu. Meselâ Platon, Kanunlar adlı
eserinde suçu ruhun bir tür hastalığı olarak saymış ve bunun üç kaynağı
olduğunu belirtmiştir: İhtiraslar (istek, arzu, kıskançlık, hiddet ve başkaları
gibi), zevk aramak ve cahillik. Platon’a göre ceza suçluyu aydınlatarak ıslah
eder ve onun üzerinde, hiddet, zevk arzusu gibi etmenlerin kurduğu baskıları
ortadan kaldırır[2].
Hippocrate da Platon ile beraber adeta Suç
Antropolojisinin varlığını ilk defa hissetmiş bir yazar sayılabilir. Zira her
iki yazar da beden şekilleri ile karakter arasında bir ilişki gözleminin
yapıldığını görüyoruz.
Aristo ise, suçluları toplum düşmanı
saymış ve onların merhametsizce cezalandırılmaları gerektiğini savunmuştur.
Aristo sefaletin, ihtilâle ve suça sebep olduğunu iddia ediyor. Bazı yazarlar,
Aristo’yu biyolojik psikolojinin kurucusu olarak saymaktadırlar[3].
Eski Yunanda suçlu daha çok filozofik ve
teolojik yönden uğraşılmış, bu yönde izahlar verilmiştir. Sofokles’in ünlü
eserinde babasını öldüren ve annesi ile evlenen Oedip “Ben hareketlerime
katlandım, katlanmak mecburiyetinde kaldım; yoksa işlemedim” der.
Ortaçağlarda, Thomas d’Aquin, insan
ihtiraslarında suçların çoğunun kökenini
görmüş ve fakat sefaletin suça sebebiyet verici bir etmen olduğunu da
belirtmiştir.
Orta çağların önce Musevilik sonra
Hıristiyanlık öğretisinde yer alan suç konusundaki görüşü şöylece
özetlenebilir: İnsanın ahlâkî, manevî gelişmesi mümkündür. Kişinin manevî
gelişmesi onun suçluluğa karşı kendisini korumasına imkân verir[4].
Pozitivist yazarlara ulaşmadan çok daha
önce Thomas Moore, Montesquieu, Voltaire, Rousseau, Beccaria, Bentham gibi
yazarlar suçu sosyal bir olay sayan bazı görüşleri belirtmişlerdir. Nihayet
XIX. yüzyıl başlarında ilk pozitivistler
Lavater, Gall, Pinal, Esquirol gibi yazarlar suçlunun fizik ve
psikolojik kişiliği ile ilgilenmeye başlamışlardır.
1860 yılında Maudsley suç ile akıl
hastalığı arasındaki ilişkileri inceleyen eserini yayınlamış ve 1868 de Prosper
Despine (Psychologie Naturelle) adlı eserinde suçlu çocuklarda dejenereleşme
alâmetinin varlığını belirttikten sonra suçlunun folie morele’e tutuldukları
sonucuna varmıştır.
Alfonso de Candolle ve Villerme 1830 ve
1831 yıllarında suç istatistikleri üzerinde incelemeler yapmışlardır.
Parent-Duchaftelet, fuhuşu devri bakımından çok yeni bir metodu uygulayarak,
Antropolojik, Tıp ve Toplumbilim yönlerinden incelemiştir.
Quételet ve André Guerry’nin isimlerini bu
konuda önemle hatırlamak gerekir. Quételet 1835 yılında Hollanda suçluluk
istatistikleri üzerindeki araştırmalarını yayınlamıştır. Doğum ve ölüm
miktarları nasıl oluşlarından önce tahmin edilebilirse adam öldürme ve
sahtekarlık fiillerinin de böylece önceden tahmininin mümkün olduğunu
açıklamıştır. Guerry 1833 yılında yayınladığı (Essai sur la Statistique Morale
de la France) Adlı eserinde toplum olayları hakkında da sayısal analizler
uygulamanın mümkün olduğunu ve böylece bunların gelişme ve başka unsurlarla
olan bağlantılarının tespit edileceğini açıklamıştır. Ancak suçun sosyolojik
etmenleri üzerindeki çalışmalar 19. yüzyılda Tarde, Lacassagne ve Joly
tarafından yapılmıştır. Görülüyor ki, İtalya’da Lombroso ve Ferri tarafında
meydana getirilen büyük eserlerden önce, Suç Antropolojisi ve Suç
Sosyolojisi’nin temelleri atılmıştı.
19. yüzyılın ikinci yarısında Kriminoloji
tarihinde üç büyük isme rastlıyoruz. Bunlar Lombroso, Ferri ve Garofalo’dur. Bu
üç yazarın eserlerine biraz daha ayrıntılı olarak değinmek uygun olur[5].
Cesare Lombroso, Pesaro Üniversitesinde
Adli Tıp profesörlüğü yapmakta iken bu şehir ceza evinde suçlular üzerindeki
incelemeleri sonucunda 1876 yılında sonradan, büyük devrim yaratacak olan
(L’Uomo Delinquente-Suç İşleyen İnsan) adlı büyük eserini meydana getirmiştir.
Lombroso’ya göre suç, ölüm, doğum gibi
tabiî bir olaydır; hatta bitkiler ve hayvanlar aleminde bile vardır. Bir fiil
belirli bir memleketin ve zamanın âdet, gelenek ve düşünceleriyle çelişme
halinde bulunduğunda suç vasfını alır. Suç genel nedensellik kanunu içinde
tabii bir olaydır. Zira suç önemli bir kısmı itibarı ile organizma şartlarının
ürünüdür. Bazı insanlar, belirli hayvanların yırtıcı, bitkilerin parazit olması
gibi, suçlu olarak doğarlar. Suç işleyen insan sui generis antropolojik bir tip
teşkil eder ve bedeninde bulunan anatomik, biyolojik ve psikolojik olağan dışı
özellikleri dolayısıyla suç işler. Kişileri suç işlemeye zorlayan bu
stigmatlar’ın kökenini atavizm, dejenereleşme ve saradır.
Lombroso’ya göre ceza, suçu meydana
getirmek hususunda birleşen fiil ve tabiî kuvvetleri yok edemez. Bu nedenle
ceza yerine iyi bir sağlığı koruma, hijyen, suçları önlemekte daha etkili olur.
Devlet suçla, bir kefaret, manevi ödetme amacı ile değil ve fakat sosyal
savunmayı sağlamak için savaşmalıdır[6].
Raffaelo Garofalo fikirlerini
(Criminologia) adlı eserinde açıklamıştır[7]. Yazara göre ahlak
dışılık serbest iradenin ürünü değildir; failin biyolojik teşekkülünün
sonucudur. Öyleyse, cezalandırmada da ölçü tehlike hali olmalıdır; ceza
sorumluluğunun dayanağını bu teşkil etmelidir. Zira suç serbest iradenin ürünü
olmayınca manevî sorumluluk, suç ve ceza arasındaki oranı haklı gösteremez[8].
Enrico Feri, düşüncelerini (Sociologia
Criminale-Suç Sosyolojisi) adlı kitabında açıklamıştır. Kısaca fikirlerinin
özetini şöyle verebiliriz:
Suçluluk olayının incelenmesinde esas,
pozitif metod olmalıdır. Suçlu genellikle anormaldir; onu biyolojik, fizik ve
sosyal etmenler, kendisine rağmen, iradesi dışında suç işlemeğe zorlar. Suçluluk
istatistikleri cezanın suçları önlemek veya kişilerin suçlarının tekrar
etmelerine engel olmak bakımından etki yapmadığını ortaya koymuş bulunmaktadır.
Öyleyse toplum başka savunma araçları zorundadır. Bunlar sostitutivi penali adı
verilen cezanın yerini tutan tedbirler (ceza muadilleri) dir.
İstatistik incelemeleri bir memleketteki
suçluluk düzeyinin “suçta aşırı doymuş ereği kanunu”na göre belirdiğini ortaya
koymaktadır. Nasıl ki, belirli bir ısıdaki belirli bir hacim suda belirli
sayıda - ne bir atom fazla ve ne bir atom eksik - kimyevi cisim erirse aynı
surette belirli bir sosyal ortamda, bireysel ve fizik şartlar içinde belirli
sayıda suç işlenir, ne bir sayı eksik ne bir sayı fazla. O halde ceza da
kendisine tanınan etkinliğe sahip değildir.
Suçluları, suç işlemeğe götüren sebep ve
etmenler bunların karşılıklı etkileri arasındaki sabit ilişkiler evrensel
gerekirciliğin (determinizm) ispatıdır. Yaşayan varlık, protoplazma halinden,
en gelişmiş şekline kadar sırf kendi varlığı için savaşır. Ceza sorumluluğunun
esası sosyal sorunluluktur. Suçluların, toplum içinde yaşamaları ve eylemleri
ile ona zarar vermeleri veya tehlikeli bulunmaları dolayısıyla sosyal
sorunlulukları vardır ve ceza vermek hakkı toplumun savunma esasına dayanır.
Kriminolojinin tarihçesinde Tarde, Mezger
ve Exner’in de önemli yerleri bulunduğunu ifade edelim.
1920 ve 1930’larda yeni Çağdaş Kriminoloji
ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu dönemde suç teşkil edici davranışı izah
bakımından iki aslî görüş öne sürülmüştür. Bunlardan birincisi, Sigmund
Frued’un teorilerinin etkisi ile, suçu kişinin ruh yapısında mevcut olan
gerilim ve ihtilatların sembolik bir ifade tarzı telakki etmiştir. İkinci izah
tarzı ise, sosyologların etkisi ile suçu bireyin içinde yaşadığı ortamın bir
sonucu gibi ele almak olmuştur. Halen de bu iki esas görüş kriminoloji alanında
eğemendir.
Suçluluğun sosyolojik görünümünün
incelenmesi, 20. yüzyılda geniş ölçüde bir Amerikan yaklaşımı olmuştur[9]. Sutherland, Sellin,
Cohen gibi yazarlar suçun oluşmasında öğrenme, kültür çatışması, suçlu alt
kültürünün etkileri üzerinde durdular. 1960’lardan sonra suç sosyolojisi, geniş
ölçüde yerini “sapma sosyolojisine ve interaksiyonist okul”a bıraktı ve sonra
“radikal kriminoloji” akımı ortaya çıktı. 1960’lara doğru özellikle Amerika’da,
suç teşkil eden davranışların temellerine ilişkin genellikle kabul edilmiş
varsayımları değiştirmek amacını güden yeni bir takım gayretler ortaya çıktı.
Kriminolojik teori, metod ve uygulamalar yeni bir takım araştırmaların konusu
haline getirildi; bazı sosyologlar bu yeni yaklaşımı “Radikal Kriminoloji”
olarak adlandırdılar; bazıları ise “Eleştirisel Kriminoloji” dediler[10].
Bu yeni görüş sınıflı bir toplumda Ceza
Kanununu, iktidarda olanların diğer azınlık gruplarını kontrol etmek üzere
kullandıkları bir araç olarak görmektedir.
Kriminolojinin bir bilim dalı olarak
gelişmesinde 1885 yılından itibaren toplanmış olan Suç Antropolojisi
kongrelerinin de önemli yeri olmuştur.
I. Dünya Savaşının sonucu yaşanan
duraklamadan sonra 1934 yılında Benigno di Tullio tarafından “Milletlerarası
Kriminoloji Derneği” kuruldu ve ilk Milletlerarası Kriminoloji Kongresi 1938
yılında Roma’da toplandı. 1949 yılında Paris’te Milletlerarası Kriminoloji
Derneği kurulmuş ve ilk olarak 1950 yılında Paris’te II. Milletlerarası Kriminoloji
Kongresi toplanmıştır. 1955 Londra ve 1960 La Haye Kongrelerinde Milletlerarası
Kriminoloji Komisyonunun kurulması mümkün olabilmiştir. Bundan sonra her beş
yılda bir bu kongreler toplanmaya devam etmiştir. Avrupa Konseyi de 1960’dan bu
yana her yıl Kriminolojik araştırma konferansları ve kollokyumları
tertiplemekte bunlara sunulan raporlarla birlikte, tartışma tutanakları
yayınlamaktadır.
Not: Sayın Hocamız Sulhi Dönmezer’in bu
yazısına şu bilgileri ilâve etmek istiyorum: Ülkemizde ilk olarak, 1943
yılında, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Kriminoloji Enstitüsü
kurulmuş ve 1953 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi bünyesinde
Kriminoloji eğitimine başlanılmıştır. Ord.Prof.Dr. Sulhi Dönmezer
Kriminoloji’nin Türkiye’deki ilk kurucusu ve eğitimcisidir.
DİPNOTLAR:
[1] Bu yazı Sayın Ord.Prof.Dr. Sulhi Dönmezer’in Beta
Basım Yayım’dan çıkan “Kriminoloji” kitabından tanıtım amacıyla
alınmıştır. (Ord.Prof.Dr. Sulhi Dönmezer, Kriminoloji, Beta, İstanbul, 1994, 8.Baskı,
s.2 vd.) Amacımız suç konusunda çıkan kitaplardan, dergilerden, yazılardan
sizleri haberdar etmek; bilgi evrenine ve Türk kriminolojisine (suç bilimine)
katkıda bulunmak ve topluma faydalı olmaktır. Daha detaylı bilgi için ilgili
kitaba başvurmanızı tavsiye ederiz.
NOT: Sayın Ord.Prof.Dr. Sulhi Dönmezer kriminolojinin
Türkiye’de ki ilk kurucusu ve eğitimcisidir. Hocamızın bu çok değerli
kriminoloji kitabı bu alandaki değerini hâlâ sürdürmektedir. Bu nedenle
özellikle bu kitabı tavsiye ederiz: www.betayayincilik.com
[2] Bu hususlarda bk. Judelet,
la Conception de la Peine chez Platon, Thése, Paris, 1926; Szabo, Criminologie, Montreal, 1965, s.IX; Özellikle bk. Lygia Nêgrier-Dormunt, Criminologie, Paris,1982,
s.16 ve son.
[3] V.V.
Stanciu, Qu’est-ce que la Criminologie? s.52
[4] Stefani-Levasseur-Jambu-Merlin,
Criminologie et Science Péntientiaire 3 édit, 1972, s.24
[5] Geniş ve ayrıntılı bilgi için bk. Dönmezer-Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza
Hukuku, C I, s.24, s.70
[6] Lomroso’nun hayatı ve eserleri için bk. Pinatel, La Vie et L’Oeuvre de César
Lombroso (1936-1909)
[7] Le Baron R. Garofalo, La Criminologie, Paris, 1905 (Eseri Türkçe’ye çeviren Muhittin Göklü, İstanbul, 1957)
[8] Grafalo’nun sistemi hakkında ayrıntılı
bilgi için bk. Sulhi Dönmezer, Cezai
Mesuliyetin Esası, 1949, s.37
[9] Bunun en önemli sebebi, Amerika’da ki
Kriminolojik araştırmaları büyük oranda sosyologların yürütmüş olmasından
kaynaklanmıştır. Bundan dolayıdır ki, suçun sebepleri, bireyin içinde
sosyalleştiği veya fiilen faaliyette bulunduğu sosyal ortama bağlanmış, böylece
aile yapısı, suçlu grupların etkisi, suç teşkil edici davranışlara sevkedici
kültür değerinin rolü, profesyonel suç organizasyonları ve benzeri konular esas
araştırma konusu teşkil etmiştir.