GENÇLİK ÇAĞI RUH SAĞLIĞI VE RUHSAL
SORUNLAR
KİTAP ÖZETİ
Yazar: Prof. Dr. Atalay YÖRÜKOĞLU
Gençliğin Tanımı ve Toplumdaki Yeri
Gençlik,
çocuklukla erişkinlik arasında yer alan, gelişme, ruhsal olgunlaşma ve yaşama hazırlık
dönemidir. Ergenlikle başlayan hızlı büyüme, gençlik çağını sonunda bedensel,
cinsel ve ruhsal olgunlukla biter. BM Örgütünün tanımına göre genç, 15-25
yaşları arasında, öğrenim gören, hayatını kazanmak için çalışmayan ve ayrı bir
konutu bulunmayan kişidir. Gerçekten gençlik hem toplumsal, hem biyolojik, hem
de ruhsal bir kavramdır.
Türk
toplumu gerçek anlamda genç bir toplumdur. Nüfusumuzun % 60’ını 25 yaşın
altındaki çocuk ve gençler oluşturmaktadır. 50 milyonluk hiç bir Batı ülkesinde
nüfus içindeki gençlik kesimi bu kadar büyük değildir.
Ülkemiz
gençliği sorunsuz bir gençlik sayılabilir. Çünkü varlıklı toplumların
gençlerine özgü hastalıklarına daha tutulmadı. Ülkemizde gençler arasındaki uyuşturucu
kullanımı o kadar değildir. Gençlik suçluluğu da nüfusumuza ve genel suçluluk
oranına göre düşüktür.
Gençlik
yalnız olumsuzlukların toplandığı bir çağ değildir. Gençlik tatlı hayallerin,
tutkuların ve idealizmin filizlendiği, sıkı arkadaşlıkların, ilk sevgilerin
yaşandığı dönemdir. Yeniliğe ve ileriye doğru atılımların yapıldığı, kendini
kanıtlama ve kendi kimliğini ortaya koyma çabalarının yaşandığı dönemdir.
ARİSTO 2300yıl önce gençliğin özelliklerini çok çarpıcı anlatmıştır. Şöyle ki;
tutkuludurlar, huysuz ve öfkelidirler. Kendilerini içtepilerine kaptırırlar;
tutkularının kölesi olurlar. İsteklerinin önüne dikilen en küçük engele bile
katlanamazlar. Onura, başarıya, paradan çok değer verirler. Çünkü paraya
gereksinimleri olmamıştır. Eli açık ve iyilikseverdirler. Çünkü kötülükleri
tanımamışlardır. Çabuk güvenir, çabuk bağlanırlar. Çünkü aldatılmamışlardır.
Yüksek amaç ve hayalleri vardır; çünkü daha yaşamın sillesini yememişlerdir.
Koşulların sınırlayıcı etkisini öğrenmemişlerdir.
Gençler
yanılınca, çok yanılırlar. Sevgide de, nefrette de aşırıya kaçarlar. Her şeyi
bildiklerini sanır ve onun için yanlışlarında sonuna kadar direnirler.
Gençlikte Arkadaşlık
Gençlik
çağı evden kopma ve topluma açılma çağıdır. Ergenliğe giren bir gence evi dar
gelmeye başlar. Ana-babanın öğütlerinden ve karışmalarından usanan genç,
kendini dışarı atar. Çünkü soluk alabildiği, özgür davranabildiği yer, dışarı
ortamıdır. Evle bağları gevşeyen genç kendini dışarıda bulur. Kendi gibi
bağımsızlık arayan, aynı kaygıları yaşayan, benzer bocalamayı yaşayan
yaşıtlarına takılır. Evinde anlaşılmadığını, değer verilmediğini, çocuk gözüyle
bakıldığını sanan genç için arkadaş kümesi bir kurtuluş, bir sığınaktır.
Gencin
sıkı arkadaşlık kurmadan topluma açılması düşünülemez. Bu bakımdan arkadaşlık
ilişkileri toplumsal ilişkilere öncülük eder. Arkadaşlarca aranmak, beğenilmek
ve benimsenmek, benlik saygısının önemli bir koşuludur. Genç bu ilişkilere
girerek zekasıyla, spor ve sanat yetenekleriyle kendini kanıtlar.
Arkadaşlık
kurabilmek ve sürdürebilmek başlı başına bir başarı, ruh sağlığının bir
ölçüsüdür. Ailesine bağımlı, güvensiz ve sıkılgan bir çocuk okulda başarılı
olabilir ama, arkadaşlık kurmada çok yetersiz olabilir. Gençlik çağında,
gençlerin ruh hekimlerine başvurma nedenlerinin başında arkadaşsızlık yakınması
gelir.
Gençlikte Benlik
Ben,
benlik, kişilik çoğunlukla eş anlamlı olarak kullanılan kavramlardır. Kişiyi
kişi yapan, başkalarından ayıran duygu, tutum ve davranışların tümünün
örgütlenmiş bütünlüğünü anlatır. Her insanın ulaşmak istediği bir benlik
vardır. Kişi özlediği, kendine yakıştırdığı bu ideal benlik kavramını
geliştirmeye çabalar. İdeal bene yaklaştıkça mutlu olur. Kimi zaman ideal ben,
bir düş, bir özlem olarak kalır. İdeal benliğe ulaşamazsa, kişi mutsuz olur.
İdeal benliğin gerçek dışı olduğu durumlarda kişi bunalıma düşer, kavramını
geliştirmeye çabalar. İdeal bene yaklaştıkça mutlu olur. Kimi zaman ideal ben,
bir düş, bir özlem olarak kalır. İdeal benliğe ulaşamazsa kişi mutsuz olur.
İdeal benliğin gerçek dışı olduğu durumlarda kişi bunalıma düşer. Kendi
kendinden beklentisi çok yüksek olan kişi, genellikle bilinçdışı dürtülerin ve
tutkuların buyruğundan çıkmayan kişidir.
Gençlikte Kimlik Karmaşası
Kimlik
karmaşasına giren gençler, kendilerine belli bir yön veremeyen bir yerde kök
salamayan gençlerdir. ERİKSON (1968) kimlik karmaşasını yaşayan genci şöyle
tanımlar:
İnsanlara
yaklaşma ve sıkı ilişkiler kurmada başarısızlık gösterir ve bunun sonucu
yalnızlık çeker. Uygun olmayan rastgele kişilerle arkadaşlık eder. Çalışamama,
kendini bir işe verememe, dikkatini toplama güçlüğü belirgindir. Yarışmadan
kaçar ve yeteneklerine uymayan işlerde kendini tüketir. Ailenin ve toplumun
onaylamadığı rollere girer. Ters ya da olumsuz kimliğe bürünür.
Kimlik
karmaşasında kurtulmak için gençler değişik yollara başvururlar. Dış ülkelere
göçüp yerleşerek, uyruk değiştirerek, din değiştirerek kendilerine yeni bir
kimlik bulmaya çalışırlar.
Toplum
içinde bir yer edinemeyen, kök salamayan ve geleceğinden de umudu kesilen genç,
topluma sırt çevirebilir. Çocukluğundaki kötü örneklere dönüş yapar. ‘Madem ben
sizi istediğiniz gibi olamıyorum, öyleyse istemediğiniz gibi olacağım’ der.
Sınıfını, uyruğunu, dinini, ülkesini, yetiştiği ortamın tüm değer yargılarını
yadsıyabilir.
Kimi genç
de, topluma sırt çevirmek yerine topluma meydan okuyarak olumsuz kimliğini
kanıtlamaya çalışabilir. Şiddet eylemcileri, teröristler bunlara örnek
gösterilebilir. Bunlar içinde en çarpıcı örnek, hiç şüphesiz ki MEHMET ALİ AĞCA’dır. Zemzem kuyusuna işeyerek
üne kavuşan insan gibi, o da değer verilen insanları öldürerek ünlü kişiler
arasına girmiştir.
Aile Tiplerine Göre Çocuğa Verilen Önem
ÇOK SEVEN-KOLLAYAN, GEVŞEK DİSİPLİNLİ AİLE
Çocuğa
büyük sevgiyle bağlanmışlar, tam benimsemişler. Çok sıcak verici ancak çok
koruyucu ve kollayıcıdırlar. Tüm yaşamları çocuğa göre düzenlenmiştir. Yalnız
çocuk için yaşıyor gibidirler; bir dediğini iki etmezler.
SIKI DİSİPLİNLİ, SEVECEN AİLE
Bu aileler
de çocuklarına karşı sevecen, ilgili ve düşkündürler. Çocuğun tüm maddesel ve
ruhsal gereksinimlerini karşılarlar. Çocuğun sağlığı ve öğrenimi için hiçbir
özveriden kaçınmazlar.
BASKICI-İTİCİ SEVGİSİZ AİLE
Gence bu
ailelerde küçükten beri yeterli sevgi ve sevecenlik gösterilmemiştir. Aile
ortamı gergin, ilişkiler düşmancadır. Bol eleştiri, azar, aşağılama ve dayak
vardır.
SEVGİSİ YETERSİZ, DİSİPLİNLİ GEVŞEK AİLE
Bu aileler
çocuğa karşı ilgisiz, ruhsal gereksinimlerine karşı duyarsızdırlar. Çocuk ayak altında dolaşmadıkça, ağlamadıkça ya da bir muzırlık yapmadıkça
ilgilenmezler.
PARÇALANMIŞ AİLEDE GENÇ
Ölüm veya
ayrılık nedeniyle bölünmüş ailelerde büyüyen çocukların gençlik çağında çok
değişik uyum sorunları ortaya çıkabilir. Çocukluğu babasız geçmiş bir genç
erkek, genellikle bir genç kızdan daha çok sorunlarla karşılaşır.
SEVEN, BENİMSEYEN, DEMOKRATİK AİLE
Çağdaş bir
ailedir. Ana-baba arasında saygı vardır. Sorunlar buyruklarla değil, konuşarak
çözümlenir. Evde gerginlik yerine, ılımlı bir hava vardır.
GELENEKSEL, ATAERKİL AİLE
Geleneksel
Türk ailesinde babanın tartışılmaz, salt otoritesi vardır. Evde ilk ve son sözü
söyleyen babadır. Babayla çocuk arasında korkuyla karışık saygılı bir uzaklık
vardır.
Ruhsal Hastalık Kavramı
Ruhsal
hastalık, insanın duygu, düşünce ve davranışlarında olağan dışı sapmaların
aykırılıkların bulunmasıdır diye tanımlanabilir.
Ruhsa
hastalık belirtileri rahatsız edici, acı verici, kişiyi ve çevresini mutsuz
eden türden belirtilerdir. Kişinin uyumunu bozar, ilişkilerini sarsar,
çalışmasını etkiler.
Nevrozlar
BUNALTI NEVROZU
Bunaltı
sürekli olabildiği gibi, yoğun biçimde nöbet nöbet de
gelebilir. Bunaltı nöbeti geçiren bir kimse belirsiz bir korku içindedir. İçi
daralır, sık sık solur, soğuk soğuk
terler döker, göğüs sıkışır, boğazında lokma kalmış gibi bir tıkanma duyar, çarpıntısı
vardır.
Çocuklukta
yaşanan bunaltının en önemli nedenlerinden biri ana-babadan ayrılma, ana-babayı
yitirme durumlarıdır.
FOBİK NEVROZ
Saçma,
abartılmış ve gerçeğe uymayan korkulara fobi adı verilir. Korku, benliğin
sağlıklı bir tepkisidir. Kişiyi tehlikelere karşı uyarır ve önlem almasını,
korunma yolları aramasını sağlar. Fobik kişi, benliği
tehlikeye sokmayan durum ve nesneler karşısında korkuya ve paniğe kapılır.
Köpekten korkan bir kimse bir yavru köpek yanından geçse bile, dizinin bağı
çözülebilir. dokunmak ya da kucağına almak ise paniğe
kapılabilir.
HİSTERİK NEVROZ
Hasta,
hiçbir organik bozukluğu olmadığı halde birden bacaklarının tutmadığından,
ellerini kollarını oynatamadığından yakınır. Sanki birden felç olmuş gibidir.
Ancak sinirlerde ve kaslarda bir bozukluk yoktur. Gündüz kolunu-bacağını
oynatamayan hasta, uykudayken serbestçe oynatır.
OBSESİF-KOMPULSİF NEVROZ
Kişi,
düşüncesinin saçma olduğunu bilir. Ama bunaltı çekmekten kendini alıkoyamaz.
Aklından kovmaya çalışır ama başaramaz. Örneğin, bir anne yeni doğan çocuğu ile
ilgili olarak aklından geçen ‘Ya çocuğumu boğarsam. Ya elimdeki bıçağı çocuğuma
saplarsam’ gibi düşünceden çok büyük sıkıntı duyar.
DEPRESİF
NEVROZ
Depresyon genel
bir çöküntü durumudur. Depresyona giren bir kişi yaşama sevincini yitirir.
Sürekli üzgün. kederli, isteksiz ve yorgundur. Günlük işler ona büyük bir yük
gibi gelir. Yaptığı işten tat almaz. Gülmeyi unutmuş gibidir. Canı konuşmak
istemez.
Psikozlar
ŞİZOFRENİ
Şizofreni,
genç yaşlarda başlayan düşünce, duygu ve davranışlardaki ağır bozukluklarla
birlikte giden, kişinin ruhsal dengesini ve uyumunu bozan bir psikozdur.
Genellikle ergenlik çağı ile 45 yaş arasında ortaya çıkar. En yaygın psikoz
türüdür. Hastaneye başvuranların % 20’sini oluşturur.
MANİK-DEPRESİF PSİKOZ
Hasta,
depresyona girdiği zaman, tam bir çöküntü içinde görünür. Yemez-içmez, uyumaz;
insanlardan kaçar. Bezgin, üzgün ve elemlidir. Çalışma gücünü yitirmiştir.
Hasta, suçluluk duygusu çeker. Öyle ki hasta ikinci Dünya Savaşı’nın kendi
yüzünden çıktığını söyleyecek kadar gerçekten kopabilir.
Ruhsal Tedavi
Ruhsal
tedavi (Psikoterapi) ruhsal bozuklukları konuşma yoluyla düzeltmeyi ve
iyileştirmeyi amaçlayan tedavi biçimidir. En yoğun tedavi biçimi
Psikanaliz’dir. Bu tedavide hasta divana uzanarak değil, hekimle yüzyüze konuşarak tedavi edilir.
Hastanın
beklentileriyle hekimin amaçları çelişiyor, tedavi süreci verimli olmaz. İyi
bir arkadaşla dertleşme, sorunlarını paylaşma ve dayanışma bir ölçüde ruhsal
tedavidir. Hekimin hastasını tanımasından daha önemlisi hastanın kendi kendini
tanımasıdır. Hastanın yardım almaya istekli ve işbirliğine yatkın olması,
ruhsal tedavide ön koşuldur. Hekimlikte hastanın isteğine karşın tedavi
uygulanamaz.
Gençlerle ruhsal tedavi sürdürülürken,
ana-babalarla düzenli ya da belli aralıklarla görüşmeler yapmak gerekir. Genç,
ana-babası arasında kalırsa, tedavinin etkisi olmaz. Örneğin tutucu bir aileden
gelen bir genci, daha bağımsız davranmaya yöneltmek, gençle ana-babanın daha
çok çatışmasına yol açar. Böyle bir durumda tedavi son bulur.
© www.kriminoloji.com 2002
Sitemize www.kriminoloji.com, hukukcu.net,
hukukcu.org veya turkhukuk.net,
turkhukuk.org adreslerinden ulaşabilirsiniz.