www.kriminoloji.com

 

 

GENÇLİK SUÇLULUĞUNDA TOPLUMSAL ETKENLER

 

 

 

 

 

 

Prof. Dr. Atalay YÖRÜKOĞLU[1]

© www.kriminoloji.com 2002-2005

 

 

 

        Gençlik suçlarının büyük kentlerin belli yoksul kesimlerimde yoğunlaşması öteden beri gözlenen bir olgudur. Chicago’nun, New York’un belli mahalleleri sürekli suçlu genç ve erişkin üretirler. Genellikle işçi, işsiz ve göçmen ailelerin kümelendiği en yoksul “getto, slum areas” adı verilen sefalet yuvalarıdır bu yöreler. Yoksulluk çemberini bir türlü kıramayan bu yerlerde bir alt kültürden söz edilir. Suç işleme buralarda bir geçim kaynağı, bir yaşam biçimi, bir gelenektir ki kuşaktan kuşağa aktarılır (Shaw ve McKay, 1931). Bu yörelerde kargaşanın ve orman yasalarının egemen olduğu görüşü yanlıştır. Bu yörelerin kendine özgü yasaları, bir düzeni ve örgütlenişi vardır. Belli değer yargıları geçerlidir; üyeleri arasında belli bir dayanışma ve haklarını gözetme vardır. Buralardan türeyen suçlu gençler daha çok çevredeki varlıklı kesimlere yönelirler. Çalma ve yankesiciliğin geçim kaynağı, bir meslek olduğu İstanbul’un Sulukule gibi kesimlerinde gençlerin birbirini malına değil, başkalarının malına göz koymaları buna bir örnektir. Kuşaktan kuşağa aktarılan bir gelenek söz konusudur. En iyi yankesici olabilmek, bu çevrede bir saygınlık belirtisi, korkusuzluğun ve yiğitliğin bir simgesi sayılmaktadır. Dolayısıyla buradaki gençler kendi kültürleri ile uyum içinde olan, beğenilen, desteklenen gençlerdir; gerçek anlamda yoldan çıkmış gençler değillerdir. Yaptıkları işten ve eylemlerinden suçluluk duymazlar.

        Öte yandan bu yörelerin gençleri çevredeki varlıklı kesimlere imrenmenin ve özenmenin ötesinde kıskançlıkla, kinle bakarlar. Çalışarak didinerek yasal yollardan onların düzeyine hiçbir zaman çıkamayacaklarının bilincindedirler. Kendi olanaklarının azlığıyla dışarıdaki bolluğu karşılaştırır, önce umutsuzluğa, sonra öfkeye kapılırlar.Kendi kötü koşulları içinde sıkışıp kaldıklarını görür ve tepki gösterirler. Bu tepki ancak saldırganlık, çalma, yıkma, kırma, kuralları çiğneme biçiminde olabilir.

        Jenkins (1964) tek tek işlenene suçlar ile toplu işlenen gençlik suçları arasındaki ayırıma dikkat çekmiştir. Bir çeteye bağlı olarak topluca çalma, soygun, saldırganlık eylemlerine katılan gençlerin daha çok alt sosyo ekonomik sınıflardan, yoksul kesimlerden geldiğini belirterek bu gençlerin refah içinde olan varlıklı sınıflara besledikleri imrenme, öfke, öç alma duygularıyla davrandıkları vurgulamıştır. Bu gençlerin toplu suçlara katılması bir saygınlık sorunudur, katılmayan topluluğun dışına atılır. Burada ortak vicdan veya ortak süperego egemendir. Buna karşılık tek başına suç işleyen genç, kişisel patolojisinin etkisiyle davranan daha sağlıksız bir başkaldırma davranışı içindedir.

        Jenkins, ıslahevinde 300 suçlu genci incelemiş, bunların 70’inin çete kuran, topluca çalan, okuldan ve evden kaçan gençler olduğu gözlemiş. Bunlardan yüzde 52’sinin de tek başına suçlar işleyen, saldırgan, acımasız, kavgacı, otoriteye baş kaldıran ve suçluluk duygusu çekmeyen gençler (unsocialized delinquent) olduğunu saptamıştır. Bir üçüncü kümede ise çekingen, içine kapalı, duyarlı, kaygılı ve boyun eğen kişilik yapısında gençler vardır (overinhibited delinqents). Bireysel suç işleyenlerin geçmişleri ve aileleri incelendiğinde, bunların erken çocuklukta yoksunluk çekmiş, annelerince benimsenmemiş çocuklar olduğu görülmektedir. Sevgisiz büyümüş ve temel güven duygusu geliştirememiş gençlerdir. Oysa toplu suçlara yönelmiş olanlar, erken çocuklukta yoksunluk çekmemiş, daha sonraki yıllarda sevgi, bakım ve denetimleri yetersiz kalmış gençlerdir. Bunlar kentlerin yoksul kesimlerinde, kargaşanın, düzensizliğin ve suç işlemenin yoğun olduğu bir çevrede büyümüşlerdir. Çevrenin olumsuz, ayartıcı etkisi ağır basmaktadır. Buna karşılık bir çok araştırmacı bireysel suç işleyen gençlerin daha çok orta sınıflardan geldiğini, onlarda aile içi sorunların daha ağır bastığını vurgulamışlardır.

        Yoksul aile çocukları, varlıklı okul arkadaşlarından kendilerini çok farklı bulurlar; onların değer yargıları yabancı gelir, amaçları ise erişilmez görünür. Okul başarısızlığı onları orta sınıfın değer yargılarından büsbütün uzaklaştırır. Yaşıtları ile ancak spor alanında ve kavgada başa çıkabilirler. Kabadayılıkla, otoriteye karşı gelerek, üstünlüklerini kanıtlama çabasına girerler. Tepki gördükçe karşı tepkilerini artırarak sürdürürler. Öğretmenle çatışır, okuldan kaçar, kuralları çiğner, yasaklara aldırmazlar. Başka bir deyişle, varlıklı gençlere açılan kapıların kendisine kapalı olduğunu gördükçe genç, benimsediği ters ya da olumsuz kimliğe iyice sarılır. Aynı umutsuzluk içine düşen ve aynı öfkeyle dolu olan benzerleriyle kader ortaklığına girer. Bu dayanışma onu daha dayanıklı kıldığı gibi suçluluk duygusundan da kurtarır; benlik saygısını yükseltir. Birbirini destekleyerek, birbiriyle özdeşim yaparak orta sınıf değerlerine birlikte saldırırlar (Cohen, 1955).

        Emile Durkheim’in geliştirdiği “anomi” kavramı bir toplumda temel sayılan değerlerin ve kuralların geçerliliğini yitirmesi ve bireyler üstündeki etkinliğinin kalkması anlamına gelir. İnançla savunulan değer yargıları inandırıcılıklarını yitirince ortaya kargaşa çıkmaktadır. Kişiler davranışlarını yerleşmiş ilkelere göre değil, kendi çıkarlarına göre yönlendirirler. Örneğin, “Çalışkan kazanır, doğruluk en iyi politikadır” gibi ilkelerin her gün çiğnendiğini gören bir insanın inancı sarsılır, kendine tutunacak başka bir dal arar. Bütün gün çalışıp da ailesini geçindirmeyen bir baba ve böyle bir ailede yetişen genç, en azından öfkeli, umutsuz ve yerine göre başkaldıran bir birey olur.

        Her türlü suçlulukta aile içi sorunlar rol oynamakta, ancak toplu suç işleyenler ortak bir hınçla, kendilerini dışlayan toplumdan öç almaya yönelmektedirler. Kendilerini toplumun refahından pay alamayan, itilmiş, ezik üyeler olarak görmekte, toplumun değer yargılarına sırt çevirmekte, yabancılaşmaktadırlar. Bu nedenle olumsuz bir kimliği paylaşarak topluma baş kaldırmaktadırlar. Ancak yoksul mahallelerde davranış bozukluğu göstermeyen gençler de vardır. Bunları suça itilmekten koruyan etkenler ailede aranmalıdır. Aile yaşamı düzenli, aile bağları güçlü olan ve yeterli sevgi alan, denetim gören gençler suça yönelmemektedir. Aile sorunları varsa hiç kuşkusuz yoksul sınıflardan gelen gençlerin yoldan çıkması, çevrenin ayartıcı etkisi nedeniyle daha kolay olmaktadır. Böylece toplum ve aile etkenleri birbirini tamamlayıcı bir rol oynamaktadırlar.

        Kuşaklar çatışması bölümünde ayrıntılı olarak tartıştığım gibi, siyasal kargaşa döneminde suça eğilimli gençlerin pek çoğu öfkelerini, başkaldırma ve saldırganlık eğilimlerini siyasal akımların buyruğuna verirler. Teröre bulaşmadığı sürece bunun gençlerin kendini kanıtlama ve kimlik arayış çabalarına yararı da olabilir. Ne var ki coşku ve idealizm ile yola çıkan pek çok genç yollarını şaşırmış, gizli siyasal örgütlerin ağına düşmüş, çıkarlarına hizmet etmişlerdir.

 

 

 

 

 

 

 

DİPNOTLAR:

 

 



[1] Bu yazı Sayın Prof. Dr. Atalay YÖRÜKOĞLU’nun bu yazısı, Özgür Yayınları’ndan çıkan, Gençlik Çağı/Ruh Sağlığı ve Ruhsal Sorunlar kitabından tanıtım amacıyla alınmıştır. (Prof. Dr. Atalay YÖRÜKOĞLU, Gençlik Çağı/Ruh Sağlığı ve Ruhsal Sorunlar, Özgür Yayınları, İstanbul, 2000, 11. Baskı, s.328 vd.) Amacımız suç konusunda çıkan kitaplardan, dergilerden, yazılardan sizleri haberdar etmek; bilgi evrenine ve Türk kriminolojisine (suç bilimine) katkıda bulunmak ve topluma faydalı olmaktır. Daha detaylı bilgi için ilgili kitaba başvurmanızı özellikle tavsiye ederiz. www.ozguryayinlari.com 

 

 

 

 

 

© www.kriminoloji.com 2002

Sitemize www.kriminoloji.com, hukukcu.net, hukukcu.org veya turkhukuk.net, turkhukuk.org adreslerinden ulaşabilirsiniz.

 

 

Ana sayfa