www.kriminoloji.com
GENÇLİK SUÇLULUĞUNDA TOPLUMSAL ETKENLER
Prof. Dr. Atalay YÖRÜKOĞLU[1]
Gençlik suçlarının büyük
kentlerin belli yoksul kesimlerimde yoğunlaşması öteden beri gözlenen bir
olgudur. Chicago’nun, New York’un belli mahalleleri sürekli suçlu genç ve
erişkin üretirler. Genellikle işçi, işsiz ve göçmen ailelerin kümelendiği en
yoksul “getto, slum areas” adı verilen sefalet yuvalarıdır bu yöreler.
Yoksulluk çemberini bir türlü kıramayan bu yerlerde bir alt kültürden söz
edilir. Suç işleme buralarda bir geçim kaynağı, bir yaşam biçimi, bir
gelenektir ki kuşaktan kuşağa aktarılır (Shaw ve McKay, 1931). Bu yörelerde
kargaşanın ve orman yasalarının egemen olduğu görüşü yanlıştır. Bu yörelerin
kendine özgü yasaları, bir düzeni ve örgütlenişi vardır. Belli değer yargıları
geçerlidir; üyeleri arasında belli bir dayanışma ve haklarını gözetme vardır.
Buralardan türeyen suçlu gençler daha çok çevredeki varlıklı kesimlere
yönelirler. Çalma ve yankesiciliğin geçim kaynağı, bir meslek olduğu
İstanbul’un Sulukule gibi kesimlerinde gençlerin birbirini malına değil,
başkalarının malına göz koymaları buna bir örnektir. Kuşaktan kuşağa aktarılan
bir gelenek söz konusudur. En iyi yankesici olabilmek, bu çevrede bir saygınlık
belirtisi, korkusuzluğun ve yiğitliğin bir simgesi sayılmaktadır. Dolayısıyla
buradaki gençler kendi kültürleri ile uyum içinde olan, beğenilen, desteklenen
gençlerdir; gerçek anlamda yoldan çıkmış gençler değillerdir. Yaptıkları işten
ve eylemlerinden suçluluk duymazlar.
Öte yandan bu
yörelerin gençleri çevredeki varlıklı kesimlere imrenmenin ve özenmenin ötesinde
kıskançlıkla, kinle bakarlar. Çalışarak didinerek yasal yollardan onların
düzeyine hiçbir zaman çıkamayacaklarının bilincindedirler. Kendi olanaklarının
azlığıyla dışarıdaki bolluğu karşılaştırır, önce umutsuzluğa, sonra öfkeye
kapılırlar.Kendi kötü koşulları içinde sıkışıp kaldıklarını görür ve tepki
gösterirler. Bu tepki ancak saldırganlık, çalma, yıkma, kırma, kuralları
çiğneme biçiminde olabilir.
Jenkins (1964) tek
tek işlenene suçlar ile toplu işlenen gençlik suçları arasındaki ayırıma dikkat
çekmiştir. Bir çeteye bağlı olarak topluca çalma, soygun, saldırganlık
eylemlerine katılan gençlerin daha çok alt sosyo ekonomik sınıflardan, yoksul
kesimlerden geldiğini belirterek bu gençlerin refah içinde olan varlıklı
sınıflara besledikleri imrenme, öfke, öç alma duygularıyla davrandıkları
vurgulamıştır. Bu gençlerin toplu suçlara katılması bir saygınlık sorunudur,
katılmayan topluluğun dışına atılır. Burada ortak vicdan veya ortak süperego
egemendir. Buna karşılık tek başına suç işleyen genç, kişisel patolojisinin
etkisiyle davranan daha sağlıksız bir başkaldırma davranışı içindedir.
Jenkins, ıslahevinde
300 suçlu genci incelemiş, bunların 70’inin çete kuran, topluca çalan, okuldan
ve evden kaçan gençler olduğu gözlemiş. Bunlardan yüzde 52’sinin de tek başına
suçlar işleyen, saldırgan, acımasız, kavgacı, otoriteye baş kaldıran ve
suçluluk duygusu çekmeyen gençler (unsocialized delinquent) olduğunu
saptamıştır. Bir üçüncü kümede ise çekingen, içine kapalı, duyarlı, kaygılı ve
boyun eğen kişilik yapısında gençler vardır (overinhibited delinqents).
Bireysel suç işleyenlerin geçmişleri ve aileleri incelendiğinde, bunların erken
çocuklukta yoksunluk çekmiş, annelerince benimsenmemiş çocuklar olduğu
görülmektedir. Sevgisiz büyümüş ve temel güven duygusu geliştirememiş
gençlerdir. Oysa toplu suçlara yönelmiş olanlar, erken çocuklukta yoksunluk
çekmemiş, daha sonraki yıllarda sevgi, bakım ve denetimleri yetersiz kalmış
gençlerdir. Bunlar kentlerin yoksul kesimlerinde, kargaşanın, düzensizliğin ve
suç işlemenin yoğun olduğu bir çevrede büyümüşlerdir. Çevrenin olumsuz,
ayartıcı etkisi ağır basmaktadır. Buna karşılık bir çok araştırmacı bireysel
suç işleyen gençlerin daha çok orta sınıflardan geldiğini, onlarda aile içi
sorunların daha ağır bastığını vurgulamışlardır.
Yoksul aile
çocukları, varlıklı okul arkadaşlarından kendilerini çok farklı bulurlar;
onların değer yargıları yabancı gelir, amaçları ise erişilmez görünür. Okul
başarısızlığı onları orta sınıfın değer yargılarından büsbütün uzaklaştırır.
Yaşıtları ile ancak spor alanında ve kavgada başa çıkabilirler. Kabadayılıkla,
otoriteye karşı gelerek, üstünlüklerini kanıtlama çabasına girerler. Tepki
gördükçe karşı tepkilerini artırarak sürdürürler. Öğretmenle çatışır, okuldan
kaçar, kuralları çiğner, yasaklara aldırmazlar. Başka bir deyişle, varlıklı
gençlere açılan kapıların kendisine kapalı olduğunu gördükçe genç, benimsediği
ters ya da olumsuz kimliğe iyice sarılır. Aynı umutsuzluk içine düşen ve aynı
öfkeyle dolu olan benzerleriyle kader ortaklığına girer. Bu dayanışma onu daha
dayanıklı kıldığı gibi suçluluk duygusundan da kurtarır; benlik saygısını
yükseltir. Birbirini destekleyerek, birbiriyle özdeşim yaparak orta sınıf
değerlerine birlikte saldırırlar (Cohen, 1955).
Emile Durkheim’in
geliştirdiği “anomi” kavramı bir toplumda temel sayılan değerlerin ve
kuralların geçerliliğini yitirmesi ve bireyler üstündeki etkinliğinin kalkması
anlamına gelir. İnançla savunulan değer yargıları inandırıcılıklarını yitirince
ortaya kargaşa çıkmaktadır. Kişiler davranışlarını yerleşmiş ilkelere göre
değil, kendi çıkarlarına göre yönlendirirler. Örneğin, “Çalışkan kazanır,
doğruluk en iyi politikadır” gibi ilkelerin her gün çiğnendiğini gören bir
insanın inancı sarsılır, kendine tutunacak başka bir dal arar. Bütün gün çalışıp
da ailesini geçindirmeyen bir baba ve böyle bir ailede yetişen genç, en azından
öfkeli, umutsuz ve yerine göre başkaldıran bir birey olur.
Her türlü suçlulukta
aile içi sorunlar rol oynamakta, ancak toplu suç işleyenler ortak bir hınçla,
kendilerini dışlayan toplumdan öç almaya yönelmektedirler. Kendilerini toplumun
refahından pay alamayan, itilmiş, ezik üyeler olarak görmekte, toplumun değer
yargılarına sırt çevirmekte, yabancılaşmaktadırlar. Bu nedenle olumsuz bir
kimliği paylaşarak topluma baş kaldırmaktadırlar. Ancak yoksul mahallelerde
davranış bozukluğu göstermeyen gençler de vardır. Bunları suça itilmekten
koruyan etkenler ailede aranmalıdır. Aile yaşamı düzenli, aile bağları güçlü
olan ve yeterli sevgi alan, denetim gören gençler suça yönelmemektedir. Aile
sorunları varsa hiç kuşkusuz yoksul sınıflardan gelen gençlerin yoldan çıkması,
çevrenin ayartıcı etkisi nedeniyle daha kolay olmaktadır. Böylece toplum ve
aile etkenleri birbirini tamamlayıcı bir rol oynamaktadırlar.
Kuşaklar çatışması
bölümünde ayrıntılı olarak tartıştığım gibi, siyasal kargaşa döneminde suça
eğilimli gençlerin pek çoğu öfkelerini, başkaldırma ve saldırganlık
eğilimlerini siyasal akımların buyruğuna verirler. Teröre bulaşmadığı sürece
bunun gençlerin kendini kanıtlama ve kimlik arayış çabalarına yararı da
olabilir. Ne var ki coşku ve idealizm ile yola çıkan pek çok genç yollarını
şaşırmış, gizli siyasal örgütlerin ağına düşmüş, çıkarlarına hizmet
etmişlerdir.
DİPNOTLAR:
[1] Bu yazı Sayın Prof. Dr. Atalay YÖRÜKOĞLU’nun bu yazısı,
Özgür Yayınları’ndan çıkan, Gençlik Çağı/Ruh Sağlığı ve Ruhsal
Sorunlar kitabından tanıtım amacıyla alınmıştır. (Prof. Dr. Atalay
YÖRÜKOĞLU, Gençlik Çağı/Ruh Sağlığı ve Ruhsal Sorunlar, Özgür Yayınları,
İstanbul, 2000, 11. Baskı, s.328 vd.) Amacımız suç konusunda çıkan kitaplardan,
dergilerden, yazılardan sizleri haberdar etmek; bilgi evrenine ve Türk
kriminolojisine (suç bilimine) katkıda bulunmak ve topluma faydalı olmaktır.
Daha detaylı bilgi için ilgili kitaba başvurmanızı özellikle tavsiye ederiz. www.ozguryayinlari.com
© www.kriminoloji.com 2002