CEZA ADALETİ YÖNETİMİNDE KALİTE VE ETKİNLİK

 

 

 

 

 

 

Yrd. Doç. Dr. Vahit BIÇAK

(Kamu Yönetiminde Kalite, 1999, editör: Ö. Peker, s.209-219)

 

 

 

 

GİRİŞ

“Ülkemizde büyük bir adalet yetmezliği yaşanıyor. Kimse adliyenin adaletine inanmıyor. İnsanlarımız mahkemeye düşmekten korkuyor. Çünkü bizde yargı haklıya hakkını teslim edemiyor. Sağlam bir hukuk düzeninde, haklı haksıza dönüp “seni mahkemeye vereceğim” der. Bu cümle birçok uyuşmazlığı çözebilir. Ama bizde, genellikle haksız olan, ‘ne bağırıyorsun be!’ diye başlayıp “Mahkemeye ver” sözü ile bitirir. Gerçekten haklı için “mahkeme” cehennem azabı gibidir.” Sözleri ile ifade ediyor adalet sistemimizin içinde bulunduğu durumu, İstanbul Barosu Başkanı Turgut Kazan.

Ceza adaleti suç adı verilen ve toplumdaki düzeni bozduğu varsayılan bir eylemin gerçekleşip gerçekleşmediğinin araştırıldığı bir faaliyettir. İşlenmiş olan bir suç varsa, bunun en kısa sürede tespiti ve suçlunun cezalandırılması, toplumdaki düzenin sağlanması için gereklidir. Ancak unutulmamalıdır ki, ceza adaleti mekanizmaları suçlu olmayanlarında karışabileceği, masum kişilerin itibarlarının zarara uğrayabileceği bir süreçtir.

Ceza adaletinin işleyişini düzenleyen yürürlükteki kurallar, kuskusuz, çağdaş dünyanın paylaştığı değerlere uygun olmalıdır. Kalitenin ve verimliliğin günümüzde kazandığı önem, görmezlikten gelme boyutunu çoktan asmıştır. Ceza adaletinin kalitesinin ve verimliliğinin nasıl arttırılabileceği konusunda, diğer gelişmiş ülkelerin tecrübeleri ışığında, bazı somut önerilerin sunulması bu çalışmanın asıl konusunu oluşturmaktadır.

 

MALİYET - FAYDA

Ceza adaletinin amacı maddi hakikati bulmaktır. Hakikati bulmak gayreti içerisinde olanlar sadece ceza adaleti mekanizmalarını yürütenler değildir. Doktorlar, bilim adamları, gazeteciler, tarihçiler vs de kendi ilgi alanlarına giren konularda hakikati bulma çabası içerisinde olmalarına rağmen her biri bu amaca ulaşmak için farklı metotlar kullanmaktadırlar. Her bir meslek mensubunun benimsediği metot araştırmanın amaçları ve içinde yapıldığı şartlara göre değişim göstermektedir. Eğer amaç ertesi gün baskıya girecek olan gazeteye haber yetiştirmek ise gazetecinin hakikati araştırması, zaman durumu ve amacı tamamen farklı olan bir tarihçinin hakikati araştırmasına oranla doğal olarak sınırlı olacaktır. Hakikati bulma gayretinde olan her alan gibi ceza adaleti mekanizmalarının maddi hakikati bulma gayretine de onun amaçları, işlediği hukuki çevre ve maddi imkânlar etki edecektir.

Toplumlar için bazı suçların gerçekleşmesine izin vermek optimal olabilir. Bu suçun kendisinin iyi olması ve toplumsal bir işlev yerine getirmesinden dolayı olmayıp, belli bir noktadan sonra suçla mücadelenin birim başına maliyetinin bu mücadelenin topluma sağladığı yarardan daha fazla olmasından dolayıdır.

Posner’in öncülük ettiği “hukuka ekonomik yaklaşım akımı” Türk hukukçuları ve ekonomistleri tarafından yeterince irdelenmemiş; ceza adaletinde maliyet fayda analizi, kalite, verimlilik gibi konular büyük ölçüde ihmal edilmiştir. Oysa bu akım Batı hukuk sistemlerini büyük oranda etkilemiştir. Örneğin, İngiltere’nin Milton Keynes bölgesinde, Sheffield Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırma ile ceza adaletinin maliyeti ortaya konulmuştur. Elde edilen verilere göre, bu bölgede ceza adaleti 16 milyon Sterline mal olmaktadır. Çocuklara yönelik suçlarda dikkate alındığında bu miktar 19 milyon Sterline çıkmaktadır.

Bu çalışmaya göre, herhangi bir suçta,

suçu kayıt.................... … £ 20

mağdura yardım........... ….£ 5

suçları araştırmak...............£ 152

sanığı tutuklamak.............. £ 177

dosyanın hazırlanması……..£ 126

dosyayı savcının tetkiki……£ 51

duruşma safhası ............... £ 2094

Sabıka kaydı tutulması…... £ 21 masraf söz konusudur. Dikkat edilmelidir ki, bu çalışma suçluları takip maliyeti (soruşturma ve kovuşturma maliyeti) ve yargılama maliyetini ortaya koymaya yöneliktir. Ceza adaletinde bu iki maliyet kategorisi dışında suçu önleme maliyeti ve infaz maliyeti olmak üzere iki maliyet kategorisi daha mevcuttur.

Suç eyleminin suçun mağduruna verdiği zarar, suçu işleyenin elde ettiği kazançtan daha fazladır. Dolayısıyla potansiyel mağdurlar suç mağduru olma riskine karşı kendilerini kendi imkânları ile veya kamu imkânları ile koruma yoluna başvurmaktadırlar. Kişilerin kendi imkânları ile başvurabileceği yollar, kilit, koruma, bekçi köpeği, alarm sistemi, hırsızlık sigortası gibi yollar olabilir.

 

GEÇ İŞLEYEN ADALET

Yaşanan adalet yetmezliğinin sebeplerinden biriside ceza yargılamasının yavaş işlemesidir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine taraf olan devletler, ceza davalarını makul sürelerde bitirecek şekilde yargı mekanizmalarını geliştirmek, yargı teşkilatlarını örgütlemek ve düzenli olarak çalışmalarını sağlamak yükümlülüğü altında bulunmaktadırlar. Bu yükümlülük Türk hukuk sistemi tarafından ne oranda yerine getirilmektedir?

“Mansur v. Türkiye davasında yargının işleyişinin tuhaf kusurları gözler önüne serilmiştir. Sanık 6 yıl boyunca yargıç önüne çıkarılmadan tutuklu kalmış, hakkında aynı ildeki iki ceza mahkemesine aynı konuda iki dava açılmış, davaların farkına 2 yıl sonra varılabilmiştir. Dosyadaki Rumca belgeler İstanbul’da çevirmen bulunamadığı için Ankara’ya gönderilmiş ve sonuçta orada da bulunamayıp geri gönderilmiştir”. Mansur davası kuşkusuz uç bir örnek olmakla birlikte Türk ceza yargılamasının yavaş işlediği bir olgudur. 1992 yılı verilerine göre bir ceza davası ortalama olarak 339 günde tamamlanabilmektedir. Bunun 103 günü hazırlık soruşturmasında, 186 günü duruşma devresinde 40 günü ise Yargıtay da geçen süredir.

Ceza adaleti mekanizmasının geç işlemesi ceza adaleti yönetiminin kalitesi ve etkinliği açısından son derece olumsuzdur. Cezanın yararlı olabilmesi, suç eyleminin gerçekleşmesinden kısa bir süre sonra uygulanmasına bağlıdır. Zamanın delilleri yıpratmasına da geç işleyen ceza adaleti zemin hazırlar. Medeni yargılamanın aksine, ceza yargılamasında delillerin önceden hazırlanması mümkün değildir. Dolayısıyla, delillerin zamanla silinmesi, örneğin tanıkların zamanla olayı unutmaları gibi, nedenlerden dolayı ceza adaletinin gerçekleşmesi en kısa sürede bitirilmelidir. Ayrıca, ceza yargılaması suçlu olmayanlarında karışabileceği bir süreçtir. Hakikat bir an önce ortaya çıkarılmalıdır ki masum sanıkların sosyal itibarları daha fazla yıpranmasın. Masum sanıklar bir an önce temize çıkarılmalıdır. Kişinin uzun süre suç isnadı altında kalmayıp yargı halini alan bir kararla davasının sona ermesi demokratik toplumun gereklerindendir. Nitekim, Strasburg’daki İnsan Hakları mekanizması da içinde bulunduğumuz yıl içerisinde çabukluğu sağlamak için yenilenecektir.

İnsan hakları ihlalleri nedeniyle Strasburg’a yapılan başvurular ortalama 5-6 yıl sürmekte idi. Adaletin geç işlemesini önlemek amacıyla 11 nolu protokol hazırlanarak imzaya açıldı. 1 Kasım 1988 de bu protokol yürürlüğe girecektir.

Geç işleyen adalet yönetimini ortadan kaldırmak daha kaliteli ve verimli bir adalet mekanizması oluşturabilmek için birçok öneri geliştirilebilir. Tebliğin hacminin elverdiği ölçüde bu önerilerden bazıları sırası ile ele alınacaktır.

 

ONARICI CEZA ADALETİ YAKLASIMININ BENİMSENMESİ

Onarıcı ceza adaleti kavramının ortaya çıkısı ve tarihsel gelişimi incelendiğinde; onarıcı, tazmin edici, uzlaştırıcı, tamir edici adalet gibi kavramların birbirleri yerlerine kullanıldığı görülmektedir. Belirtilen tüm kavramların “onarıcı adalet” kavramı altında toplanması mümkün.

Onarıcı adalet suça yönelik özgün bir tepki olmakla birlikte “ders verici” ve “ıslah edici” ceza adaleti anlayışlarından ayırt edilmelidir. “Ders verici” ve “ıslah edici” ceza adaleti yaklaşımları onarıcı ceza adaletinin bazı unsurlarına sahip olabilirler, ancak anılan yaklaşımların temel amaçları birbirlerinden oldukça farklıdır.

“Ders verici” ceza adaleti anlayışı, suç sayılan davranış üzerinde yoğunlaşır. Odak noktası suçun failine acı vermektir, mağdur ihmal edilmiştir. Demokratik toplumların bu anlayışı geride bıraktıkları varsayılmaktadır.

“Islah edici” ceza adaleti anlayışı ise suçlu üzerinde yoğunlaşmakta, suçluyu tedavi ederek toplumla uyumlu yasamasını sağlayacak davranış modelini kazanmasını amaçlar. Ancak, bu yaklaşımda da mağdur önemli ölçüde ihmal edilmiştir. Bu yaklaşım geçen yüzyılda “ders verici” ceza adaleti anlayışının etkisinin ortadan kalkmasına, ya da neredeyse ortadan kalkmasına yol açtı. Yirminci yüzyılın en geçerli yaklaşım idi. Ancak birçok araştırmacı ıslah fonksiyonunun ifa edildiği konusunda son yıllarda kuşkularını dile getirdi. 1974 yılında Martinson’un ıslah işlevinin gerçekleşmediğini ortaya koyması ile birçok ülkede ceza adaleti sisteminde ıslah edici yaklaşımın sonunun başlangıcı sayılabilecek gelişmeler oldu.

“Onarıcı” ceza adaleti yaklaşımı, suç fiilinin yol açtığı kayıplar üzerinde yoğunlaşmaktadır. Suç işlenmesi neticesi ortaya çıkan zararın giderilmesi, suç fiilinin taraflarının tatmin edilmesi amaçlanmaktadır. Ceza adalet mekanizması mağdur eksenli düşünülmektedir. Bu yaklaşımın temel amacı, mağdurun uğradığı zararın giderilmesi, toplumsal barışa ve güvenliğe katkı sağlanmasıdır. Bu amacı gerçekleştirmek için suç sayılan davranışın tüm taraflarının ceza yargılamasına katılımını öngören bir mekanizma önerilmektedir.

Günümüz dünyasında “onarıcı adalet” yaklaşımı momentum kazanmaktadır. 1990 yıllarda bu yüzyılın en güçlü onarıcı adalet akımı ile karsı karsıya bulunmaktayız. Dünyanın her tarafında adalet mekanizması içerisinde onarıcı adalete yönelik adımlar mantar gibi karsımıza çıkmaktadır. Bu gelişmenin muhtemel sebepleri nelerdir?

İlk neden, mevcut ceza adaleti sisteminin suçun mağdurunu önemli ölçüde dışlaması ve yalnız bırakmasıdır. İkincisi, onarıcı adalet anlayışının suçluya daha az ağır ve daha insancıl müeyyideler öngörmesidir. Sadece suçlu değil, suçlunun ailesi ve genel olarak toplum da bu yaklaşımdan fayda sağlayabilir. Üçüncü olarak, onarıcı adalet yaklaşımı, suçlunun ıslahı ve yeniden topluma kazandırılması sürecini hızlandırır. Bu yaklaşım diğer yaklaşımlardan daha ıslah edicidir; suçluyu kendi davranışının sorumluluğunu almaya ve verdiği zararı telafi etmeye zorlar. Bu yaklaşım suçlu tarafından da daha adil olarak algılanabilir. Dördüncü olarak, ceza adaleti sisteminin kolay yönetimine “onarıcı adalet” anlayışı katkıda bulunur. Onarıcı adalet mekanizmalarına duruşma öncesi aşamalarda da başvurulabilir. Besinci olarak, “intikam” ve “ders verme” ihtiyacını azaltacağı için daha insancıl bir yaklaşım olan onarıcı adaletten toplum bütün olarak faydalanacaktır. Suçlunun verdiği zararı gidermek için aktif bir adim attığı ve mağdurun da ceza adaleti mekanizmasında aktif rol aldığı toplum tarafından görülürse insanların suçluya yönelik tavırlarında farklılaşma olacaktır. Belirtilen bu beş durum elbette sınırlayıcı değildir.

Onarıcı adalet yaklaşımı, suça gösterilecek tepkinin ne olacağının tespiti mekanizmasına mağdur, suçlu ve toplumun aktif olarak katılımını öngörür. Temel beklenti, suçun müsebbibi olan suçlu davranışlarının sonucunu anlamalı, davranışlarının yanlış olduğunu kabul etmeli, yaptığı yanlısın olumsuz sonuçlarını ortadan kaldırmak için gerekenleri yapmaya hazır olmalıdır. Bu yaklaşımın Alman hukukunda “mağdur-suçlu uzlaştırma programı” seklinde yansımalarını görmek mümkündür. Bu programın uygulanma alanı her geçen gün artmaktadır. 1995 yılında 9.000 dava bu programa konu olmuştur. Araştırma verileri, bu programa katılma konusunda mağdur ve suçluların %50-70 oranında istekli olduklarını ortaya koymaktadır.

Yeni Zelanda da ise genç suçluları topluma kazandırmak için onarıcı ceza adaleti mekanizmaları etkin olarak kullanılmaktadır. Bu mekanizmaya göre, eğer genç suçlu suçu işlediğini mahkemede kabul ediyorsa hâkim “gençlere adalet koordinatörü” nün “aile grup konferansı” düzenlemesine karar verebilir. Konferansa polis, gençlere adalet koordinatörü, suçlu genç, suçlu gencin aile üyeleri, istenirse yasal temsilci, mağdur, mağdurun destekçileri ve ailesi katılabilmektedirler. Bu konferansta mağdura suç hakkındaki kanaatlerini dile getirme imkânı verilmektedir. Konferans, anlaşma planı, tepkiler ve sonucun formüle edilmesine doğru yönelmektedir. Eğer taraflar arasında herhangi bir anlaşma sağlanamazsa olay tekrar mahkemeye intikal etmektedir.

 

MECBURİ YARGILAMA İLKESİNİN YUMUSATILMASI

Mevcut ceza adalet sisteminde kamu davasına konu olan suçlar açısından, suçun işlendiğini öğrenen, kamu davası açmakla görevli makam olayı mahkemenin önüne getirmeye mecburdur. Dünyadaki gelişme mecburi yargılama ilkesinin yumuşatılması yönündedir.

Bir suç işlendiğini öğrenen polis, jandarma veya savcılık olayı mahkemeye götürmek gibi tek bir seçeneğe sahip olmak yerine çeşitli seçeneklere sahip olmalıdır. Ancak bu şekilde mahkemelerdeki yığılmadan kaynaklanan kalite ve etkinlik yetersizliğinin önüne geçilebilir. Bir suçla karşılasan soruşturma ve kovuşturma organlarının sahip olması gereken seçenekler birkaç baslık altında toplanabilir.

a) Hiçbir işlem yapmamak: bu seçeneğe özellikle suçlunun çok genç olduğu veya suçun ehemmiyetsiz olduğu durumlarda başvurulmamalıdır.

b) Gayri-resmi ikaz: genelde araç sürücülerine uygulanabilecek bir seçenektir.

c) Resmi ikaz: ikaz edilen kişinin resmen ikaz edildiğinin kayıt edilmesi ve ileride sanığı karsısına çıkabilmesi durumudur. Bu tür ikaz sanığın suçu işlediğine ilişkin yeterli delil olduğunda yapılmalıdır. Bu ikaz üst düzey kolluk görevlileri tarafından sanığa yapılmalıdır. Bu mekanizmayı ayrıntılı olarak düzenleyen normlar yürürlüğe konulmalıdır.

Resmi ikaz çok önemli fonksiyonlar ifa edebilecek bir mekanizmadır. Söyle ki, hafif suçlarla çabuk, ucuz ve basit bir şekilde uğraşılmasını sağlayacaktır. Ceza mahkemelerinin yükünü hafifletecektir. Sanığın tekrar suç işlemesini önemli ölçüde önleyecektir.

Resmi ikaz yoluna ancak sanığın suçu işlediğine dair yeterli delil bulunması durumunda başvurulmalıdır. Sanık suçu kabul etmiyorsa kesinlikle başvurulmamalıdır. Ayrıca, sanık resmen ikaz edilmesine rıza göstermiyorsa yine bu yola başvurulmamalıdır. Suçun tipi, mahkûm olma durumunda sanığa verilecek ceza, sanığın yaş, sağlık ve sabıka durumu, sanığın suç fiiline karsı tavrı, pişmanlık, mağdurdan özür dilemesi gibi faktörler dikkate alınmalıdır.

İngiliz ceza adaleti mekanizmasında resmi ikaza oldukça sık başvurulmaktadır. 1994 ve 1991 yıllarında resmi ikaza başvurulma oranları şöyledir:

1984 1991

17 yasından küçük erkekler %55 %76

17 yasından küçük bayanlar %79 %90

Yetişkin erkekler % 5 %18

Yetişkin bayanlar %14 %40

d) Uzlaşma: Mağdura verilen zararın sanık tarafından tazmin edilmesi sağlanarak uzlaşmaya gidilebilir. Kolluk veya Savcılık uzlaşma mekanizmasında yer almalı, taraflar anlaşırsa uyuşmazlığa nokta koymalıdırlar. Mahkemeye gitmeden uyuşmazlık çözümü daha ekonomik olduğundan dolayı, mahkeme dişi uzlaşma hukuki uyuşmazlıkların çözüm maliyetini önemli ölçüde düşürmektedir.

e) Kovuşturma: İlk 4 seçenek olayı ceza muhakemesini mekanizmasının dışına çıkaracaktır. Sadece son olarak belirtilen seçenek ceza muhakemesinin işleme sürecini başlatacaktır. İlk dört seçeneğin kullanması teşvik edilmelidir. Özellikle 18 yasının altındakiler için ceza mahkemesi süreci kullanılmamaya gayret gösterilmelidir.

Yeterli delil olması durumunda ancak ceza davası açılarak olay mahkemenin önüne götürülmelidir. Ceza davalarının gelişigüzel ve yeterli delil gösterilmeden açılması, mahkemelerin zaten aşırı olan is yükünü daha da attırdığı gibi, davalarda çoğunlukla beraat ile sonuçlanmaktadır. Öyle ki, idam cezası tehdidi altında yargılanan kişilerin, uzun süre bos yere tutuklu kaldıktan sonra beraat ederek salıverildikleri, hiç de ender görülen olaylar değildir. Ağır ceza mahkemelerinde görülen davaların % 37 si beraat ile sonuçlanmaktadır. Bu oran düşündürücüdür.

Kovuşturma başlamış olsa bile ceza muhakemesinin ikinci aşaması olan duruşma safhasından sanığın feragat edebilmesine olanak sağlanmalıdır. İngiltere ve ABD de sanıkların % 90 dan fazlası “pleading guilty” mekanizması ile duruşma haklarından feragat ederek mahkemelerin is yükünü önemli ölçüde azaltmaktadırlar. Ülkemizde de ceza muhakemesinde duruşma sadece uyuşmazlık olan olaylarda yapılmalıdır. Herhangi bir uyuşmazlık içermeyen olaylarda duruşma hakkından feragate olanak sağlanmalı, feragati özendirici düzenlemeler yapılmalıdır.

Duruşma yapılma ihtiyacını ortadan kaldıran bir mekanizma esasen sınırlı da olsa Türk mevzuatında mevcuttur: Sulh hâkiminin, idare, savcı ve kolluk tarafından verilebilen ceza kararnameleri. Bu mekanizma ile sanığa ceza verilebilmesi sanığın kabulüne bağlıdır. Ceza kararnamesi sanık tarafından kabul edilmezse kim tarafından verilmiş olursa olsun, ortadan kalkar. Ceza kararnamesine karsı gelinmemekle, yani kabul edilmekle mahkûmiyet yargısına dönüşür. Ceza kararnamesi sulh hâkimi tarafından verilir. Ceza kararnamesinin savcı veya kolluk memuru tarafından verilmesi durumunda ceza kararnamesine ön ödeme denilir. Ön ödeme için belli bir süre verilir. Bu süre içinde ödeme yapılmazsa kamu davası açılır. Hâkim dışında kalanların ceza kararnamesi ile verdiği ceza ancak para cezası ve müsadere ceza gibi hürriyeti kısıtlamayan bir ceza olabilir. (AY. 14) Ceza kararnamesi kabul etmeyen sanık hakkında hiçbir hüküm doğurmamaktadır.

Mahkemelerin çok artmış olan is yükünü önemli ölçüde azaltabilecek olan ceza kararnameleri mekanizması yeniden düzenlenerek “pleading guily” mekanizması gibi sade, çabuk ve ekonomik hale getirilmelidir. Etkin ve verimli hale getirilen böyle bir mekanizma sanığa da faydalar sağlayacaktır. Sanık, duruşmaya gelip gitme zahmetinden, masrafından ve zaman kaybından kurtulacaktır.

 

İFADENIN TUTANAKLA TESBİTİNDEN VAZGEÇİLMELİ

Sanıkların ifade alma ve sorgulama sürecinde iki türlü riskle karsılaşabileceği genel olarak ifade edilebilir. Bunlardan ilki kötü muameledir. Kötü muamele sanığın vücut bütünlüğüne karsı olabileceği gibi şeref ve haysiyetine yönelikte olabilir. İkinci olarak, sanığın ifadesinin soruşturma konusu suçla sanığı irtibatlı yapacak şekilde tahrif edilmesi riski söz konusu olabilir.

Sanığın vücut bütünlüğüne, şeref ve haysiyetine yönelik muhtemel kötü muameleye veya ifadesinin sanığı suçla irtibatlı yapacak şekilde tahrif edilmesi risklerine karsı hukuk sistemlerinin sağlayabileceği güvencelerden biriside ifade alma işleminin teybe kaydedilmesidir.

Halen Türkiye de sanığın ifadesi görevli memurlarca tutanağa yazılmaktadır. Tutanağa sanığın ağzından çıkan her şeyin aynen yazılabilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla, tutanağa geçirilirken bazı hususlar tutarsız, ilgisiz görüldüğü için atlanabilir, tutanağı tutan memur sanığın söylediklerine kendi yorumunu katabilir veya sanığın kullandığı kelimeler yerine başka anlamlara da gelebilecek benzer kelimeler yazılabilir. Bu tür risklerin sanığın ifade tutanağını okuyup, düzeltmesi ve imza etmesi uygulaması ile ortadan kalkacağı ileri sürülebilir. Ancak, sanıklar çoğu zaman tutanağı imzalamak dışında bir seçeneklerinin olduğu bilincinde değildirler. Ayrıca, sanığın ifade tutanağını dikkatlice okuyacağını varsaymakta doğru bir beklenti olmayabilir. Nitekim, Batıda yapılan alan çalışmaları göstermiştir ki, sanık içinde bulunduğu psikolojik yapı itibariyle atlanılan hususları, kelime değişikliklerini fark edebilecek durumda değildir; dolayısıyla bu uygulama bir güvence teşkil etmemektedir.

İfade tutanaklarının sanıkların beyanlarını yansıtıp yansıtmadığı tartışmaları, ancak ifade alma işleminin teyp veya video kaydının yapılmasıyla ortadan kaldırılabilir. İfade alma işleminin teyp veya video kaydının düzenli olarak yapılması durumunda, ifade alma işleminin nasıl bir atmosferde cereyan ettiği, sanığın ve kolluğun tam olarak neler söylediğinin sonradan incelenmesine imkân sağlanacaktır.

Türkiye’deki klasik tutanak sisteminin de terk edilerek bir an önce ifade alma işleminin teybe kaydı sistemine geçilmelidir. İfade alma işleminin teybe kaydı tarafların bilgisi dâhilinde yapılmalıdır. Bu süreçte iki kasetli kayıt cihazları kullanılmalı; ifade alma işlemi sonunda kasetlerden biri sanık ve müdafiin huzurunda özel bir bandrolle, açılamayacak şekilde yapıştırılmalıdır. Bandrolün üzeri hazır bulunanlarca imzalanmalıdır. İleride ifade alma işleminin içeriği konusunda bir uyuşmazlık çıkarsa bu orijinal kasede hâkim başvurabilmelidir. Bandrol ancak hâkim kararıyla açılabilmeli, kolluğun bandrolü açmaya yetkisi olmamalıdır. Diğer kaset ise kolluk ve savunma tarafından ifade alma işleminin tekrar incelenmesi, dinlenmesi amacıyla kullanılabilmelidir.

Teyp kaydı uygulamasına geçilmesi, suçluların cezalandırılmasını sağlamaya yönelik olarak kolluğun sahip olduğu yetkileri kötüye kullanabilmesi riskine karsı önemli bir güvence oluşturacaktır. Sanığın ifade süresince baskıya maruz kalması engellenebileceği gibi, sanığın ifadesinin eksik veya yanlış olarak kaydedilmesini de önleyecektir. Dolayısıyla, mahkemelerin gündemi hazırlıktaki ifadelerin nasıl elde edildiği tartışmaları ile meşgul edilmekten kurtulacaktır. Ayrıca, kolluğun ifade alma sırasında sanığa baskı uyguladığı yerinde yerli-yersiz ortaya atılan iddiaların önüne geçilecektir.

 

İNFAZ KURUMLARI ÖZELLESTİRİLMELİ

Yargılama faaliyeti sonunda bir hükme ulaşılır. Hüküm, sanığın beraat etmesi kararı olabileceği gibi sanığın mahkûmiyeti kararı da olabilir. Mahkûmiyet hükmünde sanığa verilen cezanın niteliği ve miktarı yer alır. Ölüm, hürriyeti bağlayıcı ceza ve para cezası olmak üzere mahkûmiyet hükmünde üç farklı ceza söz konusu olabilir (İnfaz K. md. 1). Yargılama faaliyeti mahkûmiyet hükmü ile son bulur. Ancak, Devlet ile mahkûm arasındaki ilişki mahkûmiyet hükmü ile son bulmaz; "infaz ilişkisi" seklinde devam eder. "Bir mahkûmiyet hükmünün içerdiği emirlerin yerine getirilmesi yöntemi" (Kunter, 1989. s.944) olarak tanımlanan infaz hükmün kesinleşmesinden sonra hayata geçirilir (CMUK md.395).

Hürriyeti bağlayıcı cezaların cezaevlerinde infaz edilir. Ayrıca, tutuklularda cezaevlerinde tutulmaktadır. Cezaevi, hükümlüde kanunu ihlal etmeden yasama arzusu doğurmak ve onun normal hayata dönüsünde ihtiyaçlarını kolaylıkla karşılayabilecek duruma gelmesini sağlamak için bazı rejim, tedbir ve teknik usullerin kullanıldığı yerlerdir. Cezaevlerinin amacı hükümlüde ailesine, diğer fertlere ve cemiyete karsı sorumluluk hissinin dogmasını sağlamaktır (Ceza İnfaz Kurumları ile Tevkif Evlerinin Yönetimine Dair Tüzük, md. 110).

Cezaevleri gerek mahkûm ayaklanmaları gerekse standartlarının yerinde olup olmadığı tartışmaları ile son yıllarda ülkemizin gündeminden düşmemektedir. Bu kurumların ıslah edilmesi, kalite ve verimliliğinin arttırılması gereği ortadadır.

Kamu tarafından işletilen birçok kurumun özelleştirilmesi son yıllarda sürekli tartışıldığı ve bu kurumların özelleştirilmesi yönünde önemli adımlar atıldığı halde, cezaevlerinin özelleştirilmesi fikri ülkemizde gündeme gelmemektedir. Cezaevlerinin işletmesinin kamu tarafından yapılacağı düşüncesi tartışmasız bir olgu olarak kabul ediliyor görünmektedir.

Türkiye şartlarını göz önüne alındığında cezaevlerinin özelleştirilmesi engelleyen özel bir durum söz konusu değildir. Mevcut cezaevlerinden dördü çocuk ıslahevi, yedisi açık, otuz biri yarı açık ve beş yüz seksen dördü kapalı cezaevidir. Hükümlü ve tutuklu şayisi 50 bin civarındadır. Bu cezaevlerinde çalışan toplam kadrolu personel şayisi 23639 dur. Bu rakama cezaevlerinin dış korumasını sağlamakla görevli olan Jandarma dâhil değildir. Jandarma hesaba katılmaksızın iki mahkûm için bir personel istihdam edilmektedir. Bu durumda etkin ve verimli bir personel rejiminden bahsedilemez. Bunun yanında, cezaevlerinde ciddi bir kalite ve verimlilik sorunu söz konusudur.

Geleneksel olarak, sağlık, eğitim, ulaşım, haberleşme sektörlerinde hizmet sunan ve sunabilecek yegâne organın Devlet olduğu varsayıldı. Anılan sektörlerin özelleştirilmesi fikirleri ve girişimleri tepki ile karşılandı. Bu açıdan bakıldığında cezaevlerinin özelleştirilmesi fikrinin de tepki ile karşılanması olağandır. "Bize uymaz" yaklaşımı en yaygın olarak karşılaşılabilecek, her yenilik hareketine karsı yaygın olarak görülebilen bir reflekstir. Ancak mevcut sistem etkin olmadığı gibi, aşırı merkeziyetçi, ayırımcı ve kayırımcı, üstelik verimli de değil. Su an işlemekte olan sistem o denli kötü işlemektedir ki, özelleştirmeye karsı olanlar bile "özelleştirme" ile işlerin daha kötü olacağına inanmamaktadırlar. Özelleştirme ile toplumsal hayatin diğer alanlarında gerçekleştirilen iyileştirmelerin cezaevlerinin özelleştirilmesi ile ceza adaleti sisteminde de gerçekleşmemesi için herhangi bir sebep görünmemektedir.

Cezaevlerinin özelleştirilmesi politikası benimsenmesi durumunda, öncelikle, ortaya çıkan yeni yatak talebinin hızlı bir şekilde karşılanmasına olanak sağlanacaktır. İkinci olarak, cezaevlerini işletmek için devletin yaptığı kamu harcamaları azalacaktır. Cezaevi işletmeciliğini özel sektöre bırakmanın maliyeti düşürdüğünü ABD deki uygulama açıkça ortaya koymuştur. Özelleştirme yoluna giden diğer ülkelerde bu yola gidilmesinin temel sebebi düşük maliyet beklentisidir.

Üçüncü olarak, etkin bir kamu denetimine olanak sağlanacaktır. Cezaevi yönetimi ile denetiminin ayrılması, denetimin daha etkin şekilde gerçekleşmesine katkı sağlayacaktır. Özelleştirmenin kamuya daha fazla denetim imkânı vereceği beklentisi sözleşmenin bazı dinamiklerine dayanır. Öyle ki, ilk önce, rekabet başkişi kamu sektörünce geliştirilen çalışma kurallarının yeniden gözden geçirilmesine, değiştirilmesine zemin hazırlar. Etkin olmayan, verimsiz uygulamaları zaman içinde ortadan kaldırır. İkinci olarak, sözleşme (özelleştirme) yazılı olarak önceden belirlenmiş performans standartları ve amaçları ortaya koymaya kamu makamlarını iter. Üçüncü olarak, kamu tarafından belirlenen standartlara uyulmadığını özel firma tarafından işletilen cezaevinde ortaya çıkarmak daha kolaydır. Dördüncü olarak, özelleştirme yöneticileri sonuç kalitesi üzerinde daha fazla yoğunlaştırır. Son olarak, siyasi iradenin ve yüksek kademe idarecilerin alt seviyede görev yapanları kontrol etmede güçlük çektiği durumlar olabilir. Özelleştirme ile performansla ilgili amaçlara ve genel politikalara daha büyük oranda uyum söz konusu olacaktır. Kamu yönetiminde personelin mevcut kültürünü değiştirmek güçlük arz etmektedir. Özel sektör yenilikleri ve çağın felsefesini yakalamaya daha yatkındır.

Dördüncü olarak, Devletin yıpratılmasını önleyecektir. Cezaevlerindeki uygulamalar, standartların yerinde olup olmadığı tartışmalarında hizmetin sunulmasındaki bazı kusurlar personelin kusuru olarak kabul edilmek yerine devleti yıpratmaya yönelik olarak kullanılabilmektedir. Özelleştirme devlete bu şekilde yöneltilecek saldırıları ortadan kaldırabilecektir. Hizmetin sunulmasında kusuru görülen şirkete ihlalin ağırlığına göre para cezası veya sözleşmesinin feshi gibi birtakım müeyyideler uygulama imkânı olacaktır.

 

SONUÇ

Eski yaklaşımlar artik günümüz sorunlarını çözmüyor. Ceza adaleti yönetimi kalite ve verimlilik açısından maalesef arzu edilen noktada değil. Mevcut ceza adaleti yönetiminden toplumun her katmanından şikâyetler çok yaygın. “Ders verici” ve “ıslah edici” yaklaşımlar artan suç sorununu çözmeye, toplumsal huzuru sağlamada yeterli değil. Ceza adaleti yönetiminde kalite ve etkinliğin arttırılması için esaslı reformlara ihtiyaç duyulmakta. Reformlar en genel baslıklar olarak; yerelleşme, formalitelerden kurtulma, yeniden yapılanma, uzmanlaşma ve suç olmaktan çıkarma olarak ifade edilebilir.

Ceza adaletinde kalite ve verimliliği arttırmaya yönelik reform veya iyileştirme önerileri geliştirilmesi ve uygulanmasında Posner’in ortaya koyduğu “hukuka ekonomik yaklaşım modeli”nden mutlaka yararlanılmalıdır.

Ceza adaleti mekanizması suç eyleminin mağdurunu ikinci kez mağdur edecek şekilde işlememelidir. Saygılı ve sempatik muamele görme, suç sonrası destek ve yardım alma, kovuşturma hakkında bilgi sahibi olma, mahkeme salonlarında uygun yer tahsisi gibi uygulamalar mağdurlar için hak olarak değerlendirilmelidir. Sanığın kefaletle serbest bırakılıp bırakılmaması, gözaltına alınıp alınmaması, verilecek cezanın miktarı hususlarında mağdura söz hakki tanınmalıdır.

Ceza adaleti mekanizmasının geç işlemesi ceza adaleti yönetiminin kalitesi ve etkinliği açısından son derece olumsuzdur. Bu alanda iyileştirmeler yapılırken savunma için yeterli zaman ve kolaylıklara sahip olma hakkına zarar vermemeye özen gösterilmelidir.

Onarıcı ceza adaleti yaklaşımının benimsenmesi, mecburi yargılama ilkesinin yumuşatılması ifadenin tutanakla tespitinden vazgeçilmesi ve infaz kurumlarının özelleştirilmesi ceza adaleti yönetiminin daha etkin ve kaliteli olması için yapılabilecek önerilerden sadece birkaçıdır.

 

 

Yrd. Doç. Dr. Vahit BIÇAK

(Kamu Yönetiminde Kalite, 1999, editör: Ö. Peker, s.209-219)

 

 

 

 

Ana sayfa