www.kriminoloji.com

 

 

CEZA ADALET SİSTEMİNİN ETKİNLİĞİ

 (ARAŞTIRMA)

 

 

 

 

 

 

Ord.Prof.Dr. Sulhi DÖNMEZER

Prof.Dr. Feridun YENİSEY**

© www.kriminoloji.com 2002

 

 

 

 

ÜÇÜNCÜ KISIM

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

ARAŞTIRMA SONUÇLARI, YORUM VE DEĞERLENDİRMELERİ

 

Giriş

90. İstanbul’un Ceza Mahkemelerinde, “Ceza Adalet Sisteminin Etkinliği” konusunda yapmış bulunduğumuz araştırmanın ne suretle icra olunduğu hususunda önsözde bilgi verilmiş ve Kullandığımız anket formu (sh. 293) bu esere eklenmiştir.

Araştırmamızın temel amacı Ceza Adalet Sisteminin fiilen ne suretle işlemekte bulunduğunu belirlemek olmuştur.

Kanunlar, özellikle usul kanunları, sistemin ne suretle işleyeceğine dair hükümleri, ilkeleri, usulleri ve şekilleri içerirler. Ancak kanunların belirttikleri bu normlar uygulama ile şekil alır. Uygulamalar üzerinde ise ayrıca başta adli kültür olmak üzere çok çeşitli unsurlar ve elbette ki, maddi araçlar etkili olur. Bu hususta eserin birinci kısmında altı bölüm halinde bilgiler sunulmuştur. Araştırmamızın anlamını tam olarak algılayabilmek bakımından geniş ölçüde mukayese imkânını veren birinci kısmın dikkatle okunması ve karşılaştırmalar yapılması özellikle faydalı olacaktır.

Soru varakası incelendiğinde görüleceği üzere, anketin temel amacı sistemin işleyişinin ortaya çıkarılması ve geniş ölçüde olmak üzere bu bakımdan sistemdeki dar boğazların nelerden ibaret bulunduğunun tayini ve sonra bunlara göre önerilerin ortaya konulması olmakla beraber, okuyucu Türk CAS’ının niteliği yani tevzi olunan adaletin vasfını belirleme bakımından da soruların önemle ele alınmış bulunduğunu tesbit edecektir. Yine, kriminolojik bakımdan sorulmuş sorular ve elde edilmiş cevaplar vardır. Soruların cevapları CAS bakımından süratin olduğu kadar, muhakkaklığın, kesinliğin, dürüst yargılamanın da gözönünde bulundurulduğunu ve bu bakımdan da ortaya dikkati çekici sonuçların çıktığını göstermektedir.

Anket sonucu elde edilen neticeleri arz etmek bakımından araştırıcılar, iki metottan birisini seçmek durumunda idiler:

1.         Her sorunun cevabını rakamlar ve orantılar halinde açıkladıktan sonra, araştırıcıların yorumlarını ve sistem bakımından önemli olan sonuçları “değerlendirme” başlığı altında her soru ve cevap bakımından müstakilen yapmak.

2.         Cevapları sistemin unsurları itibariyle toparlamak, sentezleştirmek ve neticeleri de bir bütün halinde arz etmek.

Biz, esasta birinci metodu uygulamayı daha uygun saydık. Soruları ve cevaplarını, bunlara ait değerlendirmeleri ayrı ayrı arz etme yolu tutulduğunda bu eseri inceleyecek olan diğer uzmanların da farklı yorumlar yapabilmeleri  ve onlar bakımından da araştırma sonuçlarının değerli malzeme teşkil edebilmesi bu yolla mümkün olacaktır.

Bu metodun uygulanmasında genel sentez bulunmamasının ortaya çıkaracağı noksanı bertaraf etmek üzere de, ikinci kısmın dördüncü bölümünde araştırmalarımızdan kaynaklanan önerileri bir sentez halinde sunmayı uygun mütalaa ettik. Böylece her iki metoda da yer vermiş bulunuyoruz. Bir kısım tekrarlar varsa, sebebi her iki metoda yer verilmiş olmasıdır.

Önsözde açıklandığı üzere 1117 kesinleşmiş Ceza Mahkemesi, dosyası incelenmiştir.

Bunların 305 ‘i Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlara aittir.

Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlardan alınan dosya sayısı 300 (istatistik uygulama sonucu bu miktar 717 sayılmıştır.)

Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlardanden yine 300 dosya alınmış istatistik uygulama sonucu bu miktar 96 sayılmıştır.

Sözkonusu 1117 dosyanın İstanbul ilçeleri arasındaki dağılımı şöyledir: Bakırköy adliyesi 171 dosya, Beyoğlu adliyesi 169 dosya, Eyüp adliyesi 80 dosya, Fatih adliyesi 98 dosya, Kadıköy adliyesi 135 dosya, Kartal adliyesi 108 dosya, Üsküdar adliyesi 60 dosya, Sultanahmet adliyesi 298 dosya. (108)

I. ÖN SORUŞTURMADA KOLLUK TARAFINDAN

    YAPILAN ARAŞTIRMA VE SORUŞTURMALAR:

91. Suçun işlendiğini ilk defa öğrenen merciler (soru formu 2); tesbitler:

a)         Genel Değerlendirme: 1117 dosyadan 560’ında (%50,1) suçu ilk defa polis öğrenmiştir. (109)  398 olayda savcılık (%35,6), 37 olayda kambiyo müdürlüğü (%3,4), 18 olayda belediye başkanlığı (%1,6) ve 12 olayda jandarma (%1,1) suçun  işlendiğini ilk defa öğrenen merciler olmuşlardır.

Suçun işlendiğini ilk defa öğrenen merci olarak göze çarpan diğer makamlar şunlardır: Valilik, kaymakamlık (4 olay=%0,4), belediye sağlık işleri (3 olay=%0,3), belediye zabıtası (7 olay=%0,6), mahkeme hakimlik (3 olay=%0,3), milli piyango idaresi (1 olay=%0,1), orman muhafaza (4 olay=%0,3), sahil güvenlik (1 olay =%0,1), bankalar (6 olay=%0,5).

 

b)        Önödeme ve Ceza Kararnamesi dışındaki (gerçek davalarda) işlerde polisin öğrendiği suç sayısı 462’dir (%54,3).  

 

92. Kovuşturma makamının suçu nasıl öğrendiği (soru formu 3); tesbitler:

a)         Genel Olarak: 1117 dosyadan 437  si ihbar yolu ile (%39,1), 367 si (%32,8) re’sen, 274 ü (%24,5) şikayet ve 7 si de (%0,6) şahsi dava yolu ile öğrenilmiştir.

İncelenen dosyalardan polisin doğrudan doğruya kendi gayretiyle tesbit ve takip etmiş bulunduğu suç oranı %32,8 dir; Batı polisinin faaliyetleri ile mukayese olunduğunda yüksek bir orandır. Batıda, ortalama olarak, polis olayların %90 nını ihbar ve diğer yollarla öğrenebilmektedir; kendisinin doğrudan doğruya tesbit ettiği suçlar %10’u aşmıyor. CAS’inin önemli bir kısmını oluşturan polisin etkinliğinde ölçülerden birisi olabilecek bu orantıyı memnunlukla karşılamak uygun olur. Mahkemelerin nevine göre oranları aşağıda gösterilmiştir:

b)       Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: Re’sen 23 = %23,8; İhbar 45 = %46,3; Şikayet 24 = %24,7.

c)        Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda, Re’sen 267 = %37,3; İhbar 244 = %34; Şikayet 184 = %25,7; Şahsi Dava 1 = %0,02.

d)        Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda, Re’sen 77 = %25,1; İhbar 149 = %48,9; Şikayet 64 = %21,8; Şahsi Dava 5 = %1,7.

e)         Önödeme ve ceza kararnamesi dışındaki işlerde:  851 olayın 285’i re’sen (%33,5) 283’ü ihbarla (%33,3) 245’i şikayet (%28,9).

1.- ÖNERİ: Polis eğitimi veren çeşitli derecedeki okullarda Ceza Hukuku ve Usulünün geniş biçimde ve önem verilmek suretiyle okutulması uygun olacaktır. Bilgisizlik dolayısıyla delil toplanması bakımından noksanlıklar sözkonusu olabilir. Bu hal davaların uzamasının temel sebeplerinden biridir.

 

93. Suçun işlendiği tarih ile suçun öğrenilmesi arasında geçen süre (soru formu 4):

Ağır cezalı suçlarda suçun işlendiği tarih ile suçun öğrenildiği tarih arasında; 96 dosyadan 61’inde  (%63,1) bir günden az süre geçmiştir. Medyan süre sıfır gündür.

%36,9 oranına giren diğer olaylarda ise, suçun işlendiği tarih ile suçun öğrenildiği tarih arasındaki süre çok değişiktir: 2 günden başlamakta, 1987 güne kadar gitmektedir. Büyük bir dağılma söz konusu olduğundan, bu rakamların istatistik değeri yoktur. Önemli olan husus, suçun işlenmesi ile öğrenilmesi arasında geçen sürenin %60’ı geçen oranda bir günden az olmasıdır.

 

b)        Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: Toplam 717 dosyadan (ağırlıklı rakamlar) 417 sinde (% 58,1) suçun işlenmesi ile öğrenilmesi arasında 1 günden az süre geçmiştir. Medyan süre sıfır gündür. Asliyelik suçlarda, suçun işlenmesi ile öğrenilmesi arasında geçen süre bakımından çok büyük bir dağılma söz konusu olmaktadır. %58,1 oranı dışında kalan %47,9 olay, değişik süreleri içermektedir. Ancak, ağırcezalı suçlardan farklı olarak, asliyeye ilişkin olan suçlarda işlenen suçların öğrenilmesi çok daha fazla gecikebilmektedir. Bunun sebebi, asliyelik suçların, en azından bazılarının, gizli olarak işlenme ve gizli kalma şanslarının daha fazla olmasıdır. Ağırcezalı işlerin birçoğunda (mesela adam öldürmede olduğu gibi) suçun konusu ortadadır.

 

c)  Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: Toplam 305 dosya incelenmiştir. Medyan süre sıfır gündür. 183 dosyada bir günden az (%60), 14 dosyada bir gün (%4,5), 2 dosyada 37 gün (%0,7), 1 dosyada 303 (%0,3) gün süre içinde öğrenilen bir suç söz konusudur.

Değerlendirme: Sulh mahkemelerinin görevine giren suçların büyük çoğunluğunda, suçun işlenmesi ile öğrenilmesinin hemen bir gün içinde gerçekleşmesi olağan sayılmalıdır. Zira çoğu kabahat derecesinde  olan bu suçlarda fail ve fiil ortadadır. Bu suçlar geniş ölçüde birbirini tanıyan kimseler arasında işlendiğinden, süre çok azalmaktadır. Bir günü aşan süreler münferit olaylar halinde kalmaktadır.

Genel Değerlendirme: İstanbul gibi ileri derecede kozmopolit ve çeşitli kültürlerden gelen insanların toplandığı, ayrıca konut durumunun tesbitinin olağanüstü güç olduğu bir toplumda suçların işlenmesinden çok kısa bir süre içinde fiillerin öğrenilmesi, kolluğun etkinliği bakımından iyi bir ölçüt oluşturmaktadır.

94. Suçu öğrenen merciin, fiili hangi suç olarak kabul ettiği (tevsif) (soru formu 5); tesbitler: Suçu ilk defa öğrenen merci tarafından yapılan değerlendirmeye göre, 317 olayda çek kanununa aykırılık belirlenmiştir.

51 olayda (%4,6) 1567 sayılı Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunun 3 ncü maddesine aykırılık.

54 olayda (%4,8) 6136 sayılı Kanunun 13 ncü maddesi, 11 olayda (%1) 6136 sayılı Silahlar Hakkında Kanunun 15 nci maddesine aykırılık tespit edilmiştir.

TCK’da yer alan suçlar bakımından inceleme yapıldığında suçların dağınık bir şekilde serpiştirildiğini, ancak yoğunlaşmanın şu suçlarda meydana geldiği görülmektedir: 22 olayda (%2) TCK  274, 6 olayda (% 0,6) TCK 403, 21 olayda (%1,9) TCK 404, 21 olayda (%1,8) TCK 430, 5 olayda (%0,8) TCK 455, 63 olayda (%5,7) TCK 456, 57 olayda (%5,1) TCK 459, 45 olayda (%4,1) TCK 491, 16 olayda (%1,5) TCK 491/4, 34 olayda (%3) TCK 492, 31 olayda (%2,7) TCK 493, 41 olayda (%3,7) TCK 565 ve 12 olayda (%1,1) TCK 561 üzerinde yoğunlaşma olmuştur.

Aynı kişinin işlediği ikinci suç bakımından yoğunlaşmalar da şöyledir: 3167 sayılı kanunun 13 ncü maddesi dört defa (%0,3), 6136 sayılı Kanunun  13 ncü maddesi beş defa (%0,5), TCK 266 dört defa (%0,3), TCK 404 dört defa (%0,3), TCK 414 beş defa (%0,5), TCK 416 dört defa (%0,4), TCK 456 on altı defa (1,4).

Aynı kişinin üç ayrı fiil ile suçlandığı  dosya sayısı 8 dir. Üçüncü suç olarak TCK 193, 345, 403, 404, 416, 456, 480, 482, 491, 498, 503 ve 571 nci maddelerin ihlâl edildiği görülmektedir.

Bu sorunun cevabı, suçu öğrenen merciin yani kolluğun fiili ne suretle tesbit ettiğinin, başlı başına bir anlam taşımadığını göstermektedir. önemli olan, aynı fiili savcının ve sonra mahkemenin ne suretle nitelendirdikleridir. Eğer tavsifte büyük ölçüde farklılık varsa, o zaman ceza adaletinin etkinliği konusunda şüphe doğuran bir tesbit yapılmış olur.

Suçu öğrenen merciin varlığını kabul ettiği suç ile iddianamedeki suçun aynı olduğu dosya sayısı 930’dur (%83,5). Bu 930 dosyanın %25,9’unu çek suçları oluşturmaktadır. Buna karşılık 151 dosyada (%13,6) kolluğun suç konusundaki değerlendirmesi ile savcınınki farklılık arz etmektedir.

Yaklaşık yüzde oniki olayda suçu öğrenen merciin nitelendirmesi, tavsifi ile iddianamedeki tavsif arasından “farklılığın” mevcut olması dikkat  çekicidir. Bu tesbit iki bakımdan önem taşır; kolluğun Ceza Hukuku bilgisinin yeterli olmamasına ve aşağıda öneriler kısmında açıklanacağı üzere, Polis Okullarında “Ceza Hukukuna” yeteri kadar önem verilmemektedir.

 

95. Failin kim olduğunun suçun öğrenildiği sırada bilinmekte olup olmaması (soru formu 6); tesbitler:  a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 983 ünde (%88), suçun öğrenildiği sırada failin kim olduğu bilinmektedir. Faili meçhul olan yani suçun öğrenildiği sırada failin kim olduğunun bilinmediği dosya sayısı 124 dür (%11,1).

b)        Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda; Bilinmeyen  19 = %20.

c)        Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda, Bilinmeyen  71 = %9,9.

d)        Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda, Bilinmeyen 34 = %11.

e)         Gerçek suçlarda: 106 = %12,5.

 

Değerlendirme: Kimliğin bilinmemesi halinde  dava açılamaz, öğrenme için yapılan soruşturma süreç dışına çıkar. Öğrenme için zaman kaybı olur.

1117 dosyadan 124 olayda failin kim olduğu bilinmiyor. Bu önemli bir gecikme sebebi ve gereksiz bir bekleme zamanı oluşturmaktadır.

 

96. Suça ilişkin olarak yapılan “ilk araştırma işlemi” (soru formu  7.a); tesbitler:

a) Genel Olarak: Suça ilişkin olarak kolluk tarafından yapılan ilk araştırma işlemi, önce genel olarak bütün dosyalar bakımından ve sonra da mahkemelere göre ayrım yapılarak incelenmiştir.

Kolluk tarafından yapılan ilk araştırma işlemi, genel olarak bakıldığında şöyle bir dağılım sergilemektedir: 142 olayda (%12,7) ifade alınmış, 104 olayda (%9,3) üst araması yapılmış, 52 olayda şüpheli yakalanmış (%4,6), 25 olayda (%2,3) mağdur ifadesi alınmış, 54 olayda (%4,8) trafik kazası tespit tutanağı düzenlenmiş, 77 olayda (%6,9) olay mahallinde görgü tutanağı düzenlenmiş, 14 olayda (%1,2) fail aranmış, 48 olayda (%4,3) vücudu üzerinde muayene yapılmış, 14 olayda (%1,3) ekspertiz raporu alınmış, 25 olayda (%2,2) yakalama tutunağı düzenlenmiş, 27 olayda (%2,4) karşılıksız çek ihtarı yapılmış, 22 olayda (%1,9) savcılığa suç duyurusunda bulunulmuş, 13 olayda (%1,1) başvuru tutanağı düzenlenmiş ve 10 olayda (%0,9) tespit tutunağı düzenlenmiş, 4 olayda ise (%0,3) alaka incelemesi yapılmıştır.

b)        Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: İfade alma 13 = %13,7; Üst araması 13 = %14; Yakalama 11 = %11,5; Mağdur ifadesinin alınması 4 = %3,8; Olay mahallinde görgü tutanağı 8 = %8,4; failin aranması 4 = %4,5; Yakalama tutanağı 4 = %4,2.

c)        Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: İfade alma 85 = %11,9; Üst araması 65 = %9,1; Yakalama 33 = %4,6; Mağdur İfadesi19 = %2,6; Trafik kazası tespit tutanağı 36 = %5; Olay yeri görgü tutanağı 48 = %6,7; Elkoyma 38 = %5,3; Kimlik tespiti 14 = %2; Yakalama tutanağı13 = %1,8; Karşılıksız çek ihtarı 27 = %3,7; Eksik belgenin tamamlanması 18 = %2,5; Savcılığa suç duyurusu 22 = %3.

d)        Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: İfade alma 44 = %14,5; Arama 26 = %8,4; Olay mahalli görgü tutanağı 21 = %6,9; Trafik kazası tespit tutanağı 17 = %5,7; Yakalama tutanağı 8 = %2,6; Zabıt 7 = % 2,2.

e)         Gerçek suçlarda ifade alma: 125 = %14,7; olay yerinde inceleme: 64 =%7,5; zapt: 41=%4,8.

Değerlendirme: İncelenen dosyalar da göstermektedir ki, polis çok değişik işlemleri savcılık müdahalesi olmadan yapmaktadır. Bunlar arasında failin kimlik tespiti 18 olayda  (%1,6) yapılmıştır. Oysa 6 numaralı cetvele göre, 124 olayda (% 11,1), failin kimliği bilinmemekte idi. Bundan çıkarılabilen ilk netice kolluğun, şüphelinin kimliğinin araştırılması hususunda yeterli derecede aktif  olmadığıdır.

Alâka  incelemesi, (yani suçlunun evvelce, sabıkası dışında polisle bir ilişkisinin olup olmadığı hususundaki inceleme) 4 olayda rastlanmış olup, %0,3 oranındadır. Uygulamada şüphelinin polisin eli altında bulundurulmasından şikayetler  vardır.  Oysa incelememize göre, bu konudaki rakam çok düşük çıkmıştır.

Kolluğun ilk işlemine ilişkin bulunan listede, polis tarafından savcılığa keyfiyetin bildirilmesinden önce doğrudan doğruya yapılan çeşitli işlemler yer almakta, ancak bunlardan önce savcılığa duyuruda bulunulmasına 22 olayda  (%1,9) rastlanmaktadır. CMUK 154. maddedeki hükme göre her olayı derhal savcıya  bildirmek gereklidir.

Üst araması: Üst araması doğrudan doğruya polis tarafından yapılmaktadır. Bundan anlaşılan “gecikmesinde mazarrat bulunan  hal” şartının geniş tutulduğudur.

Bütün ilk işlemler incelendiğinde, polisin suç işlendiğinde ilk işlem olarak CMUK gereğince yapılması gerekli işlemlere ilişkin  tutarlı bir uygulamasının bulunmadığı anlaşılmaktadır. Bu keyfiyet hazırlık  soruşturmasının gerektiği gibi yapılmamasına ve dolayısı ile son soruşturmanın uzamasına neden olan temel etmenlerden birisi sayılabilir.

Polis araştırması sırasında, çok  küçük oranda CMUK 154. maddesine uygun  hareket edildiği anlaşılmaktadır. Bu durum savcının önüne getirilen dosyayı sadece şüphelileri dinleyerek, mahkemeye sevketme gibi bir uygulamaya da sebebiyet verebilir. Zira çok  halde savcı başından itibaren ilgilenmediği bir polis araştırmasının yeniden icrasına karar vermeyebilir.

Polisin ilk yaptığı işlemlerin listesi ve niteliği ağır ceza, asliye veya sulh ceza sözkonusu olmasına göre de, değişik bulunmaktadır. Oysa, ilk  işlem bakımından esasta bir fark olmaması gerekmektedir.

2.- ÖNERİ: Türkiye’de CAS’inin işlemesinde kolluk bakımından çok önemli unsurlardan birisi, sanığın kimliğinin tesbitidir. Araştırma şüphelinin kimliğinin bilinmemesine ilişkin durumun yaklaşık olarak %11 oranında olduğunu gösteriyor. Aktif polis faaliyeti, kimliğin tesbiti ile etkin olur. Ancak 1774 sayılı Kimlik Bildirme Kanununun, İstanbul gibi, çok kalabalık ve kozmopolit bölgelerde, adeta metrukiyete uğramışlıktan çıkarmak ve bu kanuna fiilî yürürlük sağlamak şarttır. Bunun temini geniş ölçüde kolluk güçlerine düşmektedir:

Kimliğin gerçek olarak tesbiti, kaliteli, adaletin olduğu kadar, davaların gecikmemesinin de şartıdır. Bu hususta ciddî gayret gösterilmesi zorunludur.

Ağırcezalı suçlarda: İncelenen 96 ağır cezalık suçtan 56 sında (%58,3) bu süre bir günden azdır. 8 olayda (%8) bir gün, 4 olayda %3,7 2 iki gün süre geçmiştir. İnceleme kapsamına giren dosyalardan bazılarında 200 ün üstüne çıkan günler vardır. Bir olayda 309 gün süre geçmiştir.

Ağırcezalı suçlarda medyan süre sıfır  gündür.  Ortalama süre de sıfır gündür. Çek suçlarında göze çarpan 2267 günlük bir süre ilginçtir.

3.- ÖNERİ: Suç işlendiğinde, kolluk düzeyinde  CMUK gereğince yapılması gerekli işlemlere ilişkin olarak tutarlı ve istikrarlı bir uygulamanın mevcut bulunmadığı anlaşılmıştır. Bu hâl davalardaki gecikmenin temel sebeplerinden birisidir. Polisin yetiştirilmesinde araştırma ve soruşturma usulleri esaslı surette öğretilmelidir.

Asıl yapılması gerekli olan şey ise, kolluğun, suça el koymasından, işin müzekkere ile savcılığa sevkine kadar  yapması gerekli bütün işlemleri kapsayan formüller içeren bir dosya şablonu meydana getirilmeli ve burada polisin yapacağı işler sırasıyle gösterilmelidir. Buna yabancı hukukta ‘check list” adı verilmektedir (sözgelimi Almanya’da).

Soruşturma, araştırma dosyasıda, bu listeye göre yapılmamış veya hiç yapılamamış işlem varsa nedeni fezlekede gösterilmelidir.

Bizdeki uygulamada üzerinde fazla durulmadan kolluktan gelen iş ve dosya iddianameye bağlanarak mahkemeye sevkedildiğinden bu hususun olağanüstü önem taşıdığına inanıyoruz.

 

98. Araştırma işlemleri (soru formu 8), Sanığın kimliğinin hangi usule göre tesbit edildiği (soru formu 8.1); tesbitler:

a) Genel Olarak: İncelediğimiz 1117 dosya içerisinden 801 inde (%71,7) kimlik tespiti evrak üzerinden yapılmıştır. 177 olayda (%15,8) kimlik tespiti sanığın doğru ifadesi ile, 40 olayda (%3,6) tanıklıkla, 16 olayda (%1,4) nüfus idaresinden sorularak ve 10 olayda (%0,9) ayrıca araştırma yapılarak sanığın kimliği tespit edilmiştir.

b)        Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: Tanıklıkla = %7,9; Sanığın  doğru ifadesi ile 115 = %16; Evrak üzerinde 68 = %70,2.

c)        Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: Tanıklıkla 20 = %2,9; Sanığın doğru ifadesi ile 104 = %14,5; Evrak üzerinden 523 = %73.

d)        Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: Tanıklıkla 12 = %3,9; Sanığın doğru ifadesi ile 57 = %18,8; Evrak üzerinden 211 = %69,2.

e)         Önödeme ve Ceza Kararnamesi dışındaki 851 dosyada: Tanıklıkla 38 = %4,5; Sanığın doğru ifadesi ile 157 = %18,4; evrak üzerinden 590 = %69,4.

Değerlendirme: Nüfus kayıtlarının muntazam olduğu bir ülkede kimliğin tanıkla, araştırmayla ve sanığın ifadesine dayanarak tespiti oranının bu derecede yüksek olması düşündürücüdür. Bunda, araştırmanın İstanbul gibi kozmopolit ve yerleşmiş değil  ve fakat seyyar  ve anonim bir yaşam biçiminin egemen olduğu bir bölgede yapılmış bulunmasının etkisi büyüktür. Anadolunun küçük şehirleri bakımından durumun  çok daha iyi olabileceği tahmin olunabilir. Sanığın  kimliğinin derhal tespit edilememiş olması ile tutuklama kararı verilmesi arasında da bir ilişki tespit olunabilir.

Yukarda 6 no’lu soru dolayısı ile de belirtildiği üzere, kimliğin tesbiti konusu CAS’inin işlemesinde temel darboğazlardan birisini oluşturmaktadır.

4. - ÖNERİ:  Devlet idaresi, vatandaşların kimlik belgesi sahibi olmalarını ve bir konutlarını mutlaka kayda bağlamalıdır.

Sürekli konutsuzluk, batı ülkelerinde olduğu gibi “serserilik” sayılmalı ve herkesin mutlaka sürekli oturduğu bir yer açıklayacak durumda olması sağlanmalıdır. 21. yüzyıla geçtiğimiz bir dönemde Türkiye gibi medeni bir ülkede bazı insanların sahipsiz yaratıklar gibi yaşamakta bulundukları kabul olunamaz.

 

99. Kimlik tesbiti işlemlerinin kaç gün sürdüğü (soru formu 8.2);  tesbitler:

a) Genel Olarak: Kimlik tespitinin kaç gün sürdüğü konusunda yapılan incelemede, 1117 dosyadan 609 unda (%54,5) sürenin bir gün olduğu, 11 olayda (%1) iki gün, 8 olayda (%0,7) üç gün, 3 olayda (%0,3) altı gün, 4 olayda yirmi dört gün (%0,3), 2 olayda ise yediyüz elli gün (%0,2) sürdüğü tespit edilmiştir.

b)        Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 61 olayda bir gün gerçekleşmiştir %63,4.

c)        Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 371 olayda bir gün sürmüştür %51,8.

d)        Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 176 olayda bir gün sürmüştür %57,9.

 

100. Kolluğun, şüphelinin ifadesini alıp almadığı (soru formu 8.3.a); tespitler:

a) Genel Olarak: İncelediğimiz 1117 dosyanın  677 adedinde (% 60,5) şüphelinin polis tarafından ifadesi alınmıştır. Diğer hallerde  alınmamış bulunması TCK 119’un uygulanmasına dayanabilir. Nitekim Tesbit 17.4’de belirtildiği üzere, 233 (%20,9) adet önödeme uygulaması yapılmıştır.

b)        Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 77 % 80,2;

c)        Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 440 = %61,4;

d) Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 159 = %52,3.. e) Önödeme ve Ceza Kararnamesi dışındaki suçlarda 851 olayda 581’inde (= %68,3).

Değerlendirme: Böylece sanık ifadesinin alınması bakımından şu tesbit yapılabilir: Polis her suçta sanığın ifadesini almamaktadır. Savcı da ifade almazsa, sanık hakkındaki dava ifadesi alınmadan açılmaktadır. Bu durum müdafaa açısından sakıncalıdır.

4.a.- ÖNERİ: Alman Kanununda olduğu gibi, ifade alınmadan dava açılmıyacağı hükmü getirilmelidir.

 

101. İfade alma süresi (soru formu 8.3.b);  tespitler:

a) Genel Olarak: İfade almanın kaç saat sürdüğü, 143 tutanağa kaydedilmiştir. Dosyaların tümü dikkate alınarak yapılan değerlendirmede  36 olayda (%3,2) ifade almanın 15 dakika sürdüğü  belirlenmiştir.  7 saat süren bir ifadeye de rastlanmıştır.

974 olayda ifade alma süresi dosyaya kaydedilmemiştir.

 

b) Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 72 dosyada süre belirlenmiştir.

Değerlendirme: 1991 yılı öncesi dosyalarda süre tutanağa hiç kaydedilmiyordu. 143 olayda kayıt yapılmış olması CMUK 135a maddesi açısından önem kazanmaktadır. Uzun süren ifade almalarda sanığın yorulması gündeme gelir.

Kanuna (CMUK 161) göre, her tutanağa zaman yazılması gerekirken, ifade alma süresinin az sayıda tutanağa (143 olayda)  yazılması, kanunun tam olarak uygulanmadığını göstermektedir.

5.- ÖNERİ: Her türlü ifade almada, saat ve dakika olarak sürenin tutanağa geçirilmesi, CMUK 135a maddesinin yasakladığı hususların tesbiti bakımından olağanüstü önem taşır. Oysa uygulamada CMUK 161. maddenin açık hükmüne rağmen, süre tutanağa tesadüfen geçirilmektedir. Saatin tutanağa geçirilmemiş, olması elbetteki, bir bozma sebebi teşkil etmez; ancak Yargıtay kararlarında bu usulsüzlüğe dikkati çeken tesbitlerin yer alması, uygulamanın kanuna uygun hale getirilmesi bakımından fayda sağlayacaktır.

Poliste ikrar, mahkemede bundan cayma ve polisi işkence ve baskı ile itham, Türkiye’de sanıkların başvurduğu mutad uygulama halini almıştır. Aslında poliste ikrar, en samimi beyandır. Bu keyfiyeti sakatlamak üzere, sanıklar ve vekilleri sistematik olarak baskı ve işkenceden söz etmektedirler. CMUK 135 ve 135a maddelerin de ve 136. maddede yapılan çok önemli değişikliğe rağmen, durum değişmemektedir.

Bu itibarla sanığın, poliste ifadesinin alınmasından önce, Fransa’da olduğu gibi doktor muayenesine tabi tutulması ve belirli aralıklarla muayenin tekrar edilmesi çok yerinde olacaktır.

 

102. Kesintilerin süresi(soru formu 8.3.c); tesbitler: İncelenen olaylardan ancak 9 adedinde, “ara verdikten sonra”, yeniden sorguya devam edildiği anlaşılmıştır. Rakam küçüktür ve netice çıkarmaya elverişli değildir.

 

103. Poliste ifadesi alınırken sanığın suçu ikrar etmesi (soru formu 8.4.a); tesbitler:

a) Genel Olarak: 488  olayda (% 43.7) sanık poliste suçunu  ikrar etmiştir.

b) Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda oran 51 = %52,9 dır.

c) Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda oran 335 = %46,7 dir.

d) Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda oran 103 = %33,6 dır.

e) Önödeme ve Ceza Kararnamesi dışındaki 851 dosyadadır: 422 = %49,6.

Değerlendirme: Gerçek şudur ki, sanık poliste genel olarak suçunu ikrar ediyor. Bu ikrarda baskının, işkencenin usulsüz ifade almanın hangi oranda etkisi bulunduğunu tayni etmek mümkün değildir. Zira Türkiye’de yargılamada son soruşturmada ikrar daima inkar ediliyor ve polisteki ikrar baskıya bağlanıyor.

6.- ÖNERİ: Adalet Bakanlığı tarafından 3 Ocak 1996 tarihinde DGM Başsavcılıklarına gönderilen genelge ile, sanıkların her 48 saatte bir, hiç olmazsa 96 saatte bir doktor muayenesinden geçirilmesi istenmiştir.  (110)

 

104. Sanığın suçu ikrar ediş biçimi (soru formu 8.4); tespitler:

a) Genel Olarak: 320 olayda (%28,6) sanık suçunu tamamen, 46 olayda (%4,1) kısmen ve 127 olayda (%11,4) te’vil suretiyle ikrar etmiştir.

b)        Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: Tamamen 27 = %24,6; Kısmen 25 = %3,4; Te’vil Suretiyle 84 = %11,7 dir.

c)        Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: Tamamen 230 = %32,1; Kısmen14 = %4,7; Teğvil Suretiyle 26 = %8,5 dir.

d)        Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: Tamamen  63 = %20,7; Kısmen 14 =%4,7; Te’vil Suretiyle  26 = %8,5 dir.

 

105. Polis tarafından tanık ifadesi alınması (soru formu 8.5);  tespitler:

a) Genel Olarak: 1117 olayın 303’ ünde (%27,1) polis tanık dinlemiştir; oran:

b) Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 46 = %48;

c)        Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 181 = %25,2;

d)        Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 76 = %25;

e)         Önödeme ve ceza kanunu dışı: 287 = %31,4 dür.

Değerlendirme: Olayların 2/3 ünde tanık dinlenmemiştir. Bu rakamlarda TCK 119 m. sözkonusu olabilir.

Tanık dinleme oranı çok düşüktür. Bu sebeple yargılama aşamasında tanıkları bulmak, tespit etmek ve davetiye ile çağırmak veya ihzar etmek büyük zaman kaybına sebep olmaktadır.

Rakamlar hazırlık soruşturmasının özenle yapılmadığını göstermektedir ve ortaya davaların gecikmesi bakımından önemli bir neden çıkmaktadır.

7.- ÖNERİ: Hazırlık soruşturmasının özenle yapılmamış olması, bu araştırmanın ortaya çıkardığı temel bulgulardan birisidir. Özensizlik değerlendirmesine, elbetteki, belirli bir takım tesbitlere dayanılarak varılmaktadır. Bu tesbitlerden birisi de hazırlık soruşturmasında tanıkların tesbit ve ifadelerinin alınmasının çok küçük oranda olmasıdır. Yukarıda belirttiğimiz “check list” Önerisi yerine getirildiğinde bu özensizlik geniş ölçüde giderilmiş olabilecektir.

 

106. Dinlenen tanık sayısı (soru formu 8.6.a); tesbitler:

a) Genel Olarak: 1117 dosyadan  154 ünde (%13,8) bir tanığın ifadesi alınmıştır. 72 olayda (%6,5) iki tanık, 31 olayda (%2,7) üç tanık, 21 olayda (%1,9) dört tanık, 9 olayda (%0,8) beş tanık dinlenmiştir. 2 olayda (%0,2) on tanık dinlendiği gözlenmiştir.

b)        Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: Bir kişi 16 olayda (%16,7), iki kişi 13 oayda;

c)        Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: (% 13,8) 99 .

d)        Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 39 olayda 1 kişi %12,7; 18 olayda 2 kişi % 6 dinlenmiştir.

 

107. Tanık ifadesi almanın süresi (soru formu 8.6.b); tesbitler:

a) Genel Olarak: Tanık dinlemenin kaç saat sürdüğü konusunda 56 dosyada kayıt vardır.

Değerlendirme: Elde edilen veriler bir değerlendirme yapmaya elverişli değildir.

 

108. Olay yerinde polis tarafından araştırma ve inceleme (soru formu 8.7.a); tespitler:

a) Genel Olarak: Mahkemeye ve suça göre irdelemek gerekir. Genel olarak 330 olayda olay yeri incelemesi yapılmıştır.

b)        Ağır Cezalı: Evet 34 = 35,7.

c)        Asliye Cezalık işlerde: 209 = %29,2.

d)        Sulh Ceza: 86 = %28,3.

e)         Önödeme ve Ceza Kararnamesi dışındaki 851 dosyadaki 276’sında (%32,5) araştırma yapılmıştır.    

Değerlendirme: Polis tarafından olay yeri incelemesi yapıldığı haller düşük orandadır. Bunun nitelikli adaletin gerçekleştirilmesi ve işin sonucuna  çabuk ulaştırılması bakımından büyük mahzur doğurduğu söylenebilir.

8.- ÖNERİ: Polis tarafından olay yeri incelemesinin yapılması, ağır cezalı işlerde mutad hale getirildiği halde, asliyelik suçlarda düşük orandadır.

Olay yeri incelemesinin hemen yapılmaması suçlara ait önemli delillerin kaybolmasına neden olur. Bu itibarla usul kanununa hazırlık soruşturmasında olay yeri incelemesi yapılmasını mecburî kılan bir hüküm eklenmeli ve bundan, olayın çok açık ve delillerinin ortada bulunduğu hallerde, gerekçesini göstermek suretiyle sarfınazar edilmesi mümkün olmalıdır.

 

109. Olay yerinde kaç kere araştırma ve inceleme yapıldığı (soru formu 8.7.b); tespitler:

a) Genel Olarak: Olay yeri incelemesi 286 olayda (%25,6) bir defa, 30 olayda 2 defa (%2,7).

b)        Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda 1 kere 28 olayda %29,31, iki kere 4 olayda (%4,4).

c)        Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 183 olayda 1 defa %25,6, 20 olayda 2 defa %2,8.

d)        Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 75 olayda 1 defa %24,6; 5 olayda 2 defa % 1,7.

e)         Önödeme ve Ceza Kararnamesi dışındaki suçlarda: 235 olayda 1 defa (%27,6), 30 Olayda 2 defa (%3,5).

 

110. Bütün araştırma ve incelemelerin toplam olarak kaç saat sürdüğü (soru formu 8.7.c); tespitler: Bu süreler belli olmadığı için, araştırmaların gecikmeye ne ölçüde neden olduğu tespit olunamıyor.

Değerlendirme: Görülüyor ki, araştırma ve incelemelere başlayış ve sona eriş sürelerinin tesbit edilmemiş olması hazırlık soruşturmasında bekleme süresinin tam olarak tesbitine imkan vermemektedir.

 

111. Araştırma işlemi yapılırken şüpheli hazır mıdır? (soru formu 8.7.d); tespitler:

a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 205 olayda (%18,3)  sanık olay yerine götürülmüştür.

b)        Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 19 =%19,6.

c)        Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 134 = %18,7.

d)        Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 52 =%17,1.

Değerlendirme: CMUK’a göre tutuklu olmayan şüpheli, usul işlemlerinde hazır bulunmak imkanına sahiptir. Oran, %18,3 tür. Usule ve esasa uygunluk bakımından ve savunma yönünden sağlıklı bir rakam olduğu söylenebilir.

 

112. Vücudun muayenesi, alkol veya muayeneye dayanan uyuşturucu testi, kızlık muayenesi ve benzeri işlemler yapılmış mıdır? (soru formu 8.8); tesbitler:

a) Genel Olarak: İncelediğimiz 1117 dosyadan 232 sinde (%20,8) muayene işlemi yapılmıştır. Kızlık muayenesi  9 = %9; Alkol muayenesi  4 = %4; Vücut muayenesi 19 = %19,3.

b)        Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 34 = %35; Kızlık muayenesi 24 = %3,3; Alkol muayenesi 77 = %10,8; Vücut muayenesi 26 = %3,6; yuşturucu madde muayenesi 3 = %0,04.

c)        Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda:131 = %18,3; Kızlık muayenesi  3 = %1; Alkol muayenesi 43 = %14; Vücut muayenesi 19 = %6,2; Akli muayenesi 1 = %0,03.

d)        Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 67 = %22.

Genel adab aleyhine işlenen suçlarda (cinsel suçlarda ve edeb törelerine karşı suçlarda) %87,2 oranında kızlık muayenesi yapılmıştır.

Değerlendirme: Ülkemizde kızlık muayenesi yaptırılması, basında eleştiri, hatta alay konusu yapılmaktadır. Oysa kanunlarımızın uygulaması bakımından bazı hallerde kızlık muayenesi, sorumluluğun, suçluluğun (ırza geçme, alacağım diye kandırıp kızlık bozma, ırza geçmede mayubiyet) ve delil tesbiti bakımından zorunludur. Mahkemelerin bu yola yoğunlukla başvurdukları anlaşılıyor. Bunda ise anormal nitelik yoktur.

9.- ÖNERİ:  CMUK 74. madde sanığın aklî haletinin tesbiti için gözlem altına alınmasına imkân veriyor. Bunun dışında sanığın veya mağdurun bedensel muayenelerinin ne surette yapılacağı, meselâ şüpheli veya sanıktan veya mağdurdan zorla kan alınıp alınamayacağı, delil tesbiti amacıyla şüpheli sanık veya mağdurdan saç, kıl, deri, tırnak gibi örneklerin zorla alınabileceğine dair hüküm yoktur. Sadece 66. maddede savcının gerekli gördüğünü muayene ettireceğine dair hüküm varsa da bunun kapsamı belirlenmiş değildir. Kaldı ki, mahkeme bakımından hiç bir hüküm yoktur.

Bu itibarla söz konusu muayenelere ve parça almalara, kapsamını da belirtmek suretiyle, nasıl başvurulacağına, kişilerin bu muayenelere  katlanmaya  mecbur  olup  olmadıklarına  ilişkin  hükümlerin CMUK’a  eklenmesi  biran  önce  gerçekleştirilmelidir.  (Yeni  2000 CMUK tasarısında, bu husus ayrıntıları ile düzenlenmiştir).

 

113. Yapılan muayene türleri ve sayısı (soru formu 8.8.a); tespitler:

a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 127 sinde (%11,1) alkol muayenesi, 64 ünde (%5,7) vücudun herhangibir bakımdan muayenesi ve 31 inde de (%3,2) kızlık muayenesi yapılmıştır. 1 olayda livata fiili muayenesi, 1 olayda akli denge muayenesi, 3 olayda uyuşturucu madde muayenesi ve 3 olayda da otopsi yapılmıştır.

 

114. Muayene için rıza alınmış mıdır? (soru formu 8.8.b); tesbitler:

a) Genel Olarak: İncelediğimiz 1117 dosyanın 8 inde (%0,7) muayene için rıza alınmıştır.

b)        Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 3 = %3,1; Fizik inceleme 22 = %22,5; Gerçekliğin incelenmesi 3 = %2,9; Kimyasal analiz 1 = %1; Uyuşturucu madde analizi 7 = %7; Tıbbi inceleme 2 = %1,6. 

c)        Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 2 =%0,02.

d)        Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 4 = %1,2.

Değerlendirme: Belirli hallerde sonuca varabilmek için sanığın veya mağdurun muayenesi zorunludur. Rıza halinde mesele yoktur. Ancak rıza bulunmadığında bu muayenenin nasıl yapılacağını, sözgelimi Alman Kanunundan farklı olarak, Türk hukuku tespit etmemiştir.

Bu rakamlar bakımından dikkati çeken husus ancak 8 olayda  vücut muayenesi bakımından kişiden izin alınmış olmasıdır. Öyle anlaşılmaktadır ki, kanuna göre imkân veren hüküm mevcut bulunmadığı halde, sanki bu hükümler varmış gibi işlem yapıldığı görülmektedir.

Özellikle kızlık muayenenin konusu ve bu bakımdan yapılan muayeneler medya tarafından çarpıtılmakta ve savcılık hakkında kötü bir imajın tessüsüne imkan verecek biçimde yayınlar yapılmaktadır.

Oysa, bazı suçlardan dolayı delil tesbiti bakımından ve müdafaa hakkı yönünden kızlık muayenesi yapılması zorunludur. Sözgelimi, ırza tecavüz suçunda mayubiyet cezanın ağırlaştırılması sebebidir. Mayubiyet ise, kızlığın bozulması demektir. Yine, alacağım diye kandırıp kızlık bozma suçunda, suçun maddî unsuru, kızlığın bozulmasıdır. Bunlar usulünce tesbit edilmeden mahkemenin kararı vermesi mümkün değildir.

 

115. Laboratuarda inceleme yapılmış mıdır? (soru formu 8.9); tesbitler:

a) Genel Olarak: İncelediğimiz 1117 dosyanın 179 adedinde (%16,1) laboratuar incelemesi yapılmıştır.

b)        Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 36 = %37,6.

c)        Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 117 = %16,4.

d)        Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 26 = %8,5.

 

116. Cevap evet ise, hangi konuda laboratuvar incelemesi yapıldığını  yazınız. (soru formu 8.9.a); tespitler:

a) Genel Olarak: Laboratuarda yapılan incelemenin konusu bakımından dosyalardan alınan bilgiler şöyledir: 112 olayda (%10) fizik inceleme, 30 olayda (%2,7) uyuşturucu madde analizi, 10 olayda (%0,9) kimyasal analizler, 16 olayda (%1,4) gerçekliğin incelenmesi yapılmıştır. Ayrıca 2 olayda tıbbi inceleme,  1 olayda yazı karşılaştırılması, 2 olayda parmak izi incelemesi ve 1 olayda grafolojik inceleme yapılmıştır.

Değerlendirme: Fizik inceleme ve uyuşturucu madde incelemesi sayısı çok olduğu halde, diğerleri azdır. Parmak izi incelemesi çok düşük orandadır; ancak işlemlerin süreleri hakkında bilgi elde edilememiştir.

 

117. İncelemeler hangi laboratuvarda yapılmıştır? (soru formu 8.9.b); tespitler:

a) Genel Olarak: İncelenen 1117 dosyanın 149 unda (%13,3) İstanbul Kriminal  Polis Laboratuvarında inceleme yapılmıştır. (İst Krim Lab. 31 = %31,7) 6 olayda (%0,5) hastane, 2 olayda (%0,2) adli tıp, 9 olayda (%0,8) hıfzısıhhada, 3 olayda (%0,3) İstanbul dışı kriminal laboratuvarlardan birinde inceleme yapılmıştır.

10.- ÖNERİ:  Kriminal Laboratuvarlar, suçun iz ve delillerini ortaya çıkarmak bakımından olağanüstü önem taşır. Ancak buralarda incelemelerin çok ciddîyetle ve dürüstlük içinde yapılması gereklidir. Uyuşturucu maddeler gibi, değeri çok yüksek maddelerin incelenmesinde görevliler tahammülü güç baskılar altında kalabilirler. Bu itibarla kriminal laboratuvarların sayısı artırılmalı ve tetkikler değişik laboratuvarlara, aynı zamanda gönderilebilmelidir.

 

118. Delil elde etmek için araştırma yapılması gerekmiş midir? (soru formu 8.10); tespitler:

a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 232 sinde (%20,7) delil elde etmek için araştırma yapılmıştır. 

Araştırma süresi bakımından yapılan incelemede 78 olayda (%7) 1 gün, 19 olayda (%1,7) iki gün, 8 olayda (%0,7) 4 gün, 3 olayda (%0,3) 15 gün, 4 olayda (%0,4) 61 gün, 1 olayda (%0,1) 112 gün süre geçmiştir.

b)        Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 40 = %41,8.

c)        Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda.

d)        Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 35 = %11,6

Değerlendirme: Yargılama süresinin uzamasının temel sebeplerinden birisi, delil araştırmasının mahkemece yapılmasıdır. Polisin, savcının bu hususta gerekli gayreti göstermedikleri anlaşılmaktadır.

Uzun süre devam eden araştırmalar enderdir. Olayların büyük çoğunluğuna ait araştırmalar bir veya iki gün sürmektedir. Uzun süren araştırmalarda ise failin ele geçirilemediği anlaşılmaktadır.

11.- ÖNERİ:  Adlî işleri yöneten Polis kısmı, işler hale getirilmelidir. Adlî Polis ile ilgili önerilere bakınız.

 

119. Olayın tanığının ele geçirilmesi için araştırma yapılmış mıdır? (soru formu 8.11); tespitler:

a) Genel Olarak: 1117 olaydan 35 inde araştırma vardır (%3,2). Araştırma süresi 18 olayda (%1,6) 1 gün, 4 olayda (%0,3) 2 gün, 1 olayda (%0,1) 16 gün olarak tespit edilmiştir.

b)        Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 8 = %7,9.

c)        Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 23 = %3,2.

d)        Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 5 = %1,7.

Değerlendirme: Sistematik olgu bu konuda da kolluk tarafından araştırmaların iyi yapılmamasıdır.

Sebep: Yetişkinlik, göreve karşı motivasyon, özel uzmanlık bilgisi noksanı, medyanın haklı, haksız, görev yapan polisi hedef alan yayınlarının neden olduğu ürkmedir.

Adli hizmet görecek olan polisi ayrıca yetiştirmek gereklidir. Özellikle ceza usulü bilgisini iyi bir şekilde nakletmelidir. Genç polislerin belirli bir staj döneminden geçirilerek eğitilmesi zorunludur.

Model, olaya el konduğu gün mümkün olanın yapılması, sonradan işin takip edilmemesidir.

Tesbit olunan husus şudur: olayın intikali üzerine, hemen, bir iki gün içinde ne yapılırsa yapılıyor; sonra dosya uykuya yatıyor. Dosyanın yeniden aktive edilmesi tesadüfen bir delil bulunmasına bağlı olarak gözüküyor. Bunun temel nedeni, İlgili polis elemanlarının meşgul olacağı olayların üst üste yığılması, Polis ekibine bir işi bitirdikten sonra yeni bir işin verilmemiş olmasıdır.

12.- ÖNERİ:  8.11 sayılı soru dolayısı ile elde edilen bilgiler polis tarafından araştırma noksanının ne gibi sebeplere dayalı olduğunu göstermektedir. Bu sebepler poliste yetişkinlik sağlanması, noksan uzmanlık bilgisinin ikmal edilmesi suretleriyle de bütünile ortadan kaldırılamaz.

Türkiye’de marksist basın öteden beri polisi pasifize etmek amacı ile yayın yapmış, halkta polis imajını kötülemek bakımından ileri derecede faaliyette bulunmuştur. Halen marksist olmayan liberal basın ve medya da aynı akıma kendisini kaptırmış gibidir. Bu tutum polisin motivasyonunu sakatlamak bakımından çok kötü etkiler yapabilir.

TCK 159. madde emniyet ve muhafaza kuvvetlerinin manevi şahsiyetini tahkir fiilini cezalandırıyor ve fakat bu güce dahil olan daha küçük grupların tahkiri, Yargıtay İçtihatları çerçevesinde, suç teşkil etmemektedir. Oysa Anglo-Amerikan hukukunda (Group libel) denilen ayrı bir suç türü bu nevi zarar verici isnatların önlenmesini mümkün kılmaktadır. Bu bakımdan, Ceza Kanunumuza gerekli hükmün eklenmesi tavsiye olunur.

 

120. Şüphelinin veya Sanığın ele geçirilmesi için araştırma yapılmış mıdır? (soru formu 8.12.a); tespitler:

a) Genel Olarak: 1117 dosyanın 179’unda (%16) sanığın araştırılması için polis tarafından çalışma yapılmıştır.

b)        Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 46 = %47,7.

c)        Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 102 = %14,2.

d)        Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 31 =%10,2.

Değerlendirme: Dava açılmış olduğuna göre, şüpheli veya  sanığın elinde bulunduğu yahut hemen yakalandığı anlaşılıyor.

Rakamlar, şüphelinin veya sanıkların yakalanması bakımından polisin etkili olduğunu gösteriyor. Failin  ele geçirilmesi bakımından, gecikme itibariyle bir problemin olmadığı anlaşılıyor.

Türkiye’de faili meçhul cinayetler konusu basın ve TV’ler tarafından ileri derecede abartılıp istismar edilmektedir. Terörün geniş ölçüde yaygın olduğu bir ülkede faili meçhul suçların çok sayıda olması doğaldır. Suçlara ait aydınlatma oranının yüksek olduğu yukarıda açıklanmıştır. Terör suçları ayrı bir inceleme konusudur.

 

121. Cevap evet ise, araştırma kaç gün sürmüştür (soru formu 8.12.b); tespitler:

a) Genel Olarak: Sanığın yakalanması için 63 olayda 1 gün, 12 olayda (%1,1) 2 gün, 3 olayda 3 gün (%0,3), 4 olayda (%0,4) 30 gün, 4 olayda (%0,3) 141 gün, 1 olayda (%0,1) 228 gün  uğraşılmıştır.

b)        Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 15 olayda 1 gün (%15,9).

c)        Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 40 olayda 1 gün (%5,5).

d)        Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda.

Değerlendirme: Polisin şüpheli veya sanığı yakalama bakımından başarılı olduğu anlaşılmaktadır; genel olarak polis, gerçekten istediğinde, suç faillerini yakalayabilmektedir.

 

122. Polis soruşturmasında ancak hakim tarafından yapılabilen soruşturma işlemleri fiilen hakim tarafından yapılmış mıdır? (soru formu 8.13.a); tespitler:

a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 157’sinde (% 14) hakim tarafından işlem yapılmıştır.

b)        Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 39  (%40,4).

c)        Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 108 = %15,1.

d)        Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 10 = %3,1.

Değerlendirme: Bu tesbitler, “gecikmesinde mazarrat bulunan haller” istisnasının kural haline getirildiğini göstermektedir.  Bu ise, adaletin vasfı (kalitesi) bakımından dikkati çekici bir tesbittir. Temel sebep örgütlenme kusurudur. Polis ihtiyaç hasıl olduğu hallerde hemen, vakit kaybetmeksizin hakime başvrup karar almak imkanına sahip olsa, elbetteki, ceza, usulünün vermiş bulunduğu bu imkânı fazla kullanmaz. Amerika’da bazen hakim kararı telefonla alınabilmektedir. Örgütlenme kusuru olduğu aşikârdır.

13.- ÖNERİ:  Kanunun belirli işlemlerin ancak istisnai hallerde polis tarafından yapılabileceğine dair olan hükümleri, hemen daima, kural halini alır. Yabancı ülkelerde de durum genellikle bu tesbite uygundur. Polis genel olarak hâkimden karar almanın uzun ve zahmetli gecikmelere neden olacak nitelikte bulunduğu hallerde istisna teşkil eden bu nevi hükümleri kullanır. Bunun içindir ki, bazı ülkelerde hâkime başvurma kolaylaştırılmıştır. Bizde de, özellikle büyük şehirlerde bu hususta görevli hâkimlerin polise ait kuruluşlarda nöbetle görev yapması sağlanabilir. Zorunlu hallerde bu hâkime, sonradan yazı ile teyid edilmesi suretiyle, telefonla başvurulması da kanun hükmüne bağlanabilir. Usul Kanununa bu bakımdan hüküm eklenmesi çok yerinde olacaktır.

Bu hususta savcıların gerekli ilgiyi göstermedikleri, bunun da motivasyon noksanından ileri geldiği  ayrıca  eklenmelidir.

 

123. Cevap evet ise, hangi işlem yapılmıştır?  (soru formu 8.13.b); tespitler:

a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 168 olayda çeşitli hakim işlemleri yapılmıştır. Dağılım şöyledir:

67 olayda (%6) sorgu, 40 olayda (%3,6) tutuklama kararı, 32 olayda (%2,9) arama kararı, 15 olayda (%1,3) sorgu ve tutuklama kararı, 8 olayda (%0,7) toplatma kararı verilmiştir.

b)        Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: Sorgu 17 (17,2); Arama kararı 4 = %4,6; Tutuklama kararı 10 = %10,3.

c)        Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: Sorgu 5 = %2,5; Arama Kararı  4 = %1,5; Tutuklama Kararı 2 = %0,05; Toplatma Kararı 5 = %0,03.

d)        Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda.

Değerlendirme: 1117 olayın 168 ‘inde hakimin işlem yaptığı görülmüştür. 1117 dosyada hakimin müdahale ederek yaptıracağı işlemlerin çok daha fazla olması gerekirdi.

124. Sanık hakları ile ilgili sorular: Arama, el koyma (Rızaya dayanan aramalarda) Sanığa rıza gösterme hakkı olduğu söylenmiş midir? (soru formu 9.1.a); tesbitler:

a) Genel Olarak: İncelenen 1117 dosyadan 16 sında (%1,4) sanıktan rıza talep edilmiştir.

b)        Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 3 = %2,7.

c)        Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 6 = %0,08.

d)        Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 8 = %2,5.

Değerlendirme: Öyle anlaşılmaktadır ki, mesken veya iş yerinin aranması hususunda sanığın rızası olup olmadığı sorulduğunda, ilgililer çok yüksek oranda olarak rıza beyan etmektedirler. Asıl önemli olan, bu gibi hallerde suça ait eser veya delillerin hangi oranda ele geçirilebildiğidir.  Araştırma bu hususta bilgi sağlamaya imkân vermemiştir.

 

125. Elkoymada, tanıklıktan çekinme hakkı olduğu hallerde eşyayı teslim etmeme hakkı olduğu önceden kişiye bildirilmiş midir? (soru formu 9.1.b); tesbitler:

a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 2 sinde (%0,2) eşyayı teslim etmeme hakkı söylenmiştir.

b)        Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda:  0.

c)        Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 0.

d)        Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 2 = %0,06.

 

126. Tutuklama ile ilgili sorular: Tutuklamada altı aya kadar hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektiren suçlarda tutuklama kararı verilmiş midir? (Tutuklama kararında suçun toplumda infial uyandırması veya ikametgâh bulunmaması gibi nedenler dile getirilmiş midir?) (soru formu 9.2.a); tespitler:

a) Genel Olarak: İncelenen 1114 dosya içerisinde, 6 aya kadar hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektiren suçlardan tutuklama kararı, 53 olayda (%4,8) verilmiştir.

b) Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 9 = %9,2.

c) Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 39 = %5,5.

d) Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 5 = %1,6.

Değerlendirme: altı aydan az hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektiren hallerde kanun ancak suçun toplumda infial uyandırması gibi nedenlerle tutuklamaya imkan vermektedir. Suçun umumî infial uyandırması çok istisnai hallerde söz konusu edilebileceğine göre, %4,8 sayısı, suçun İstanbul da işlenmiş bulunduğuna yani kozmopolit bir çevrede işlendiğine göre, konut veya ikametgâh bulunmamasına dayandırılmış olmak gerekir. Bu rakam çok önemli bir sosyal probleme delalet etmektedir. Şehirde sabit bir yeri olmayan yüz binlerce kişinin yaşamakta olduğu anlaşılıyor.

Bu hal, İstanbul suçluluğu bakımından en başta gelen darboğazlardan birisidir. Gerçek şudur ki, belirli bir oranda tutuklanmamış olan sanığın bir daha ele geçirilmesi olağanüstü zor olmaktadır.

14.- ÖNERİ: CMUK’un 114. maddesinde yer alan ve altı aydan az cezayı gerektiren hallerde suç, toplumda ihfial uyandırdığında sanığın tutuklanmasına ilişkin hüküm doktrinde çok eleştirilmektedir. Bu gibi hallerde tutuklama bir koruma tedbiri (delili koruma) olmaktan çıkmakta ve toplumu teskine yönelik bir tedbir niteliğini almaktadır. Bu gibi tutuklamalar, şüpheli veya sanığı toplumun fiili hareketlerine karşı korumak için yapılabilir.

Bu nedenle, hafif suç işleyen kişiyi toplumun fiilî tepkilerinden korumaya imkân verebilecek veya failin yarıda kalmış suçlarını tamamlamasına neden olacak bir takım tedbirleri almak yetkisini veren usul hükümlerinin kanuna eklenmesinde yarar olabilecektir.

 

127. Tutuklamada CMUK 104/4 uygulanmış mıdır? Yani soruşturma konusu fiilin önemi dikkate alındığında tutuklamanın haksızlığa sebep olabileceği düşünülerek bir başka yargılama önlemine başvurulmuş mudur? (soru formu 9.2.b); tespitler:

a) Genel Olarak: 1117 dosyadan sadece 5 inde (%0,5) Kanunun öngördüğü (m.104/4) orantılılık ilkesi uygulanmıştır.

b)        Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda:  2 = %2,3.

c)        Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda:  2 = %0,02.

d)        Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 1 = %0,04.

e) Gerçek davalar: 5 = 0,08.

Değerlendirme: Kanuna yeni giren bu hükmün yerleşmiş adli kültürün etkisinde henüz fiilen uygulamaya intikal etmediği anlaşılıyor.

 

128. Gıyabî Tutuklama kararı verilirken (CMUK 106) müdafi hazır bulundurulmuş mudur? Şüpheli veya sanığa tutuklama müzekkeresinin tebliğinde tutuklama kararına itiraz hakkı olduğu bildirilmiş midir? (CMUK 106/4) (soru formu 9.2.c); tespitler:

a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 13 ünde (%1,2) sanık hazır olmadan tutuklama kararı verilirken müdafi hazır bulundurulmuştur.

b)        Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 3 = %3.

c)        Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 11 = %1,5.

d)        Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: yok.

e) Gerçek davalar: 13 = %1,6.

Değerlendirme: Almanya’da gıyabi tutuklama kararı gizli alınır. Bizde 1992 değişikliği ile giren bu hüküm, sanığın kaçması ihtimalini kuvvetlendireceği için esasta sakıncalıdır.

16.- ÖNERİ: 1992 değişikliği gıyabî tutuklama kararının gizli olarak alınması usulünü Alman hukukundan farklı olarak getirmiştir. Ancak karar alınırken müdafiin bulunabilmesi de kabul edilmiştir. Sanığın kaçması ihtimalini kuvvetli hale getiren bu hüküm değişikliği yerinde olmamıştır. Değiştirilmesi uygun olur.

 

129. Yakalama ile ilgili sorular: Üç veya fazla kişinin iştiraki ile işlenen bir suç ise C. Savcısı dört günlük süre uzatma emri vermiş midir? (soru formu 9.3.a); tesbitler:

a) Genel Olarak: 1117 dosyanın 42 sinde (%3,7) savcı  günlük uzatma emri vermiştir.

b) Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 9 = % 9,1.

c)        Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 31 = %4,3.

d)        Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda:  0

e)         Gerçek davalar: 41 = %4,9.

Değerlendirme: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince tespit edilen esaslara uygundur. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Türk iç hukukunun temel kaynaklarından birisidir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu E.1996/6-2, K. 1996/33 sayılı ve 12.4.1996 tarihli kararında (YKD Nisan 1996, Sayı 4, S. 621) bu hususu açık seçik belirtmiştir. Bu itibarla, adli bir merci olan savcının dört güne kadar uzatması, delillerin toplanmasını kolaylaştırması bakımından davayı uzatıcı bir etki sayılmaz. Kaldı ki, savcıların bu kararları otomatik olarak vermedikleri anlaşılıyor.

17.- ÖNERİ: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin hükümleri ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince verilen kararlar, yargılamada mutlaka gözönünde bulundurulmalıdır. Hukuk Fakültelerinde de ceza muhakemesi hukuku derslerinde söz konusu içtihatlar konusunda bilgi verilmesi hususunda özen gösterilmelidir.

 

130. Savcının ilk dört günlük süre uzatmasından sonra Sulh Hakimi süreyi sekiz güne kadar uzatmış mıdır? (soru formu 9.3.b); tesbitler:

a) Genel Olarak: 1117 dosyanın 12 sinde (%1,1) sulh hakiminin gözaltı süresini sekiz güne kadar uzattığı belirlenmiştir.

b)        Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 1 = %1,5.

c)        Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 9 = %1,3.

d)        Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda:  0

e)         Genel davalar: 12 = %1,4.

 

131. Yakalamaya karşı Sulh Hakimine başvurulmuş mudur? (soru formu 9.3.c); tesbitler:

a) Genel Olarak: 1117 dosyadan sadece 5 inde yakalama işlemine karşı sulh hakimine başvurulmuştur.

b)        Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 1 = % 1,5.

c)        Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda:  2= %0,03.

d)        Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda:  1 = % 0,04.

e)         Gerçek davalar: 5 = %0,06.

Değerlendirme: Beş kişi başvurmuştur. Başvuru oranı çok düşüktür. Burada temel bir anayasal hak söz konusu olduğuna göre, daha geniş ölçüde itirazın yapılması gerekirdi. Yasal olanağa karşın şüphelilerin veya yakınlarının müdafi yardımından yararlanmamaları bu hususta temel nedendir.

15.- ÖNERİ: Adalet sisteminde gerçekleştirilen reformların hayata geçirilmesi bakımından Adli Kültür’ün etkisi aşikârdır (Bu hususta Birinci Kısıma bakınız). Bu keyfiyet, yazılı kurallara ve Yargıtay içtihatlarına diğer ülkelerden çok daha fazla değer veren adlî personelimiz bakımında da geçerlidir. Bu itibarla reformla beraber, adlî kültür değerlerinin değiştirilmesi hususunda uygulanacak stratejiler bakımından Birinci Kısıma bakılmalıdır.

 

132. Yakalama süresinin uzatılmasına karşı, C. Savcısının yazılı emrine veya yakalama işlemine karşı  Sulh Hakimine başvurulmuş mudur? (soru formu 9.3.d);

tesbitler: Hiç başvuru yoktur.

Sebep ve Çare : Aynıdır (15. ÖNERİ’ye bakınız).

 

133. Yakalama süresinin dolması veya hakimin serbest  bırakma kararı üzerine serbest bırakılan kişi tekrar yakalanmış mıdır? (soru formu 9.3.e); tesbitler:

a) Genel Olarak: 1117 dosya içerisinde, serbest bırakılan kişinin tekrar yakalandığına dair bir veri mevcut bulunmamaktadır.

Değerlendirme: Elimizdeki dosyaların verilerine göre, bu konuda ileri sürülmüş bazı iddialara rağmen, yeniden yakalanma olaylarına hemen hemen hiç rastlanmamıştır; kanunun hükümlerine uyulduğu anlaşılmaktadır.

 

134. İfade Alma: İfade almak için çağırılan kişiye isnad edilen suç zorla getirme sebepleri davetiyede yazılı olarak bildirilmiş midir? (CMUK 133) (soru formu 9.4.a); tesbitler:

a) Genel Olarak: 1117 dosya içerisinden 71 olayda çağırılan kişiye davetiyede isnat bildirilmiştir.

b)        Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda:  7 = %6,9.

c)        Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda:  50 = %7.

d)        Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 14 = %4,7.

e)         Gerçek davalar: 67 =%7,9.

Kanunun açık hükmüne karşın, yasal gereklerin yerine getirilmemesi ilgisizlik, motivasyonsuzluk, adli kültür ve personel eksikliği, savcıların pesoneli denetimdeki ihmaline dayanmaktadır.

15. ÖNERİ: Yukarıda 15. nolu öneriye bakınız.

18.- ÖNERİ: CAS’inin iyi işlememesinin temel sebeplerinden birisini oluşturan adlî kültüre 15 No’lu öneride değinilmiştir. Bunun yanında iki husus ayrıca vurgulanmalı ve gerekli çareler bulunmalıdır.

a)        Savcıların görevlerini çok daha dikkatli yapmalarını sağlayacak bir denetim mekanizması tesis edilmeli ve ciddîyetle yürütülmelidir; herşeyden önce, bütün Türkiye’deki savcıları kapsayan bir Başsavcılık makamın ihdası düşünülmelidir. Bu makamın yetkileri, atanması usulü, teşkilâtı ayrı bir kanunla belirtilmelidir. Savcıların etki altında kalmaksızın, tam tarafsız biçimde görev yapabilmeleri bakımında, böyle bir teşkilât esaslı bir güvence teşkil edeceği gibi, ayrıca göreve karşı daha özenli bulunulmasının bir unsurunu da oluşturacaktır.

b)        CAS’inin işlemesi bakımından temel insan unsurlarının başında, savcılıklara ve mahkemelere bağlı idare mekanizmasının elemanları gelir. Bunların mutlaka belirli bir öğretim ve staj dönemine tâbi tutulmaları zorunludur. Yabancı ülkelerde bu personel, esasta hukuk mezunları arasından seçilmektedir. 

 

135. Yakalanan veya tutuklu bulunan kişi ifadesi alınmadan önce müdafi ile başkalarının duyamayacağı bir ortamda görüşme fırsatı bulabilmiş midir? (CMUK 144) (soru formu 9.4.b); tesbitler:

a) Genel Olarak: 1117 dosyadan sadece  34’ünde (%3)    görüşme sağlanmıştır.

b)        Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 1 = %1,5.

c)        Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda:  31 = %4,3.

d)        Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 2 = % 0,05.

e)         Gerçek davalar: 33 = %3,9.

Değerlendirme: Bulgu, Avrupa standartlarına aykırı bir tutumu ortaya koymaktadır. bu hal, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince Türkiye’nin tazminata mahkûmiyetine neden olabilir. Gerçekten dosyalarda, m. 144 gereğince müdafi ile görüşme yapıldığına veya bu hususun talep edilmediğine dair zabıt bulunmazsa, dava halinde ülkemiz mahkûm edilebilir.

Bu durum ülkemizde CAS’inin işleyişinde, temel müdafaa haklarından birisini oluşturan, müdafi ile temas imkânının yeterli derecede ve özenle tesis edilmediği izlenimini husule getireceğinden, Ceza Adaletinin niteliği bakımından şüpheli bir durumu ortaya çıkaracaktır.

19.- ÖNERİ: Yakalanan veya tutuklu bulunan kişinin ifadesi alınırken müdafii ile temasının sağlanmış olması, nitelikli adaletin zorunlu bir şartını oluşturduğundan, bu hususu gerçekleştirecek uygulamaların yerleştirilmesi zorunludur. Ancak tabiî olarak terör suçlarında, çıkar amaçlı örgüt suçlarında ve uyuşturucu madde suçlarında böyle bir mecburiyet sözkonusu edilemez. Bu hususun kanunlarda belirtilmesi uygun olur.

 

136. Kimlik tespiti yapılmış mıdır?  (soru formu 9.4.aa); tesbitler:

a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 702 sinde (%62,8) kimlik tespiti yapılmış, 13 olayda (%1,2) kimlik tespit edilmemiştir.

b)        Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda:  86 = %89,4.

c)        Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 453 = %63,2.

d)        Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 163 = %53,6.

e)         Gerçek davalar: 610 = %71,7.

Değerlendirme: 13 olayda kimliğin tespit edilmemesi, bu hususta polisin gerektiği kadar özenli çalışmadığını  göstermektedir.

20.- ÖNERİ: Kolluğun kimlik tesbitinde çok daha çevik olmasını sağlayacak idari tedbirler alınmalıdır.

 

137. Kişiye, kendisine isnad edilen suç anlatılmış mıdır? (soru formu 9.4.c. bb); tesbitler:

a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 621 adedinde (%55,5) isnad edilen suç anlatılmış, 63 olayda (%5,6) anlatılmamıştır. Tesbitte 621+63 olay dışında kalanlarda önödeme veya ceza kararnamesi tatbikatı yapılmış olabilir. Gerçek durumun dosya içeriğine göre tesbit olunamamış bulunması da mümkündür.

Müdafaa bakımından üzerine suç atılan kimseye, hakkındaki suçun anlatılmamış olması, savunma hakkını ihlal eder.

b)        Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 73 = %75,9.

c)        Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda:  412 = % 57,5.

d)        Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 136 = %44,5.

e)         Gerçek davalar:  546 =%64,1.

21.- ÖNERİ: Takibâta uğrayan kişi, hangi suçtan dolayı töhmet altında bulunduğunu bilmezse, kendisini yeterince savunamaz. Yerleşmiş adlî kültürden kaynaklanan bu sakıncanın mutlaka ortadan kaldırılması zorunludur. Alt kültürlerin (111) değiştirilmesinin kolaylıkla gerçekleşmediğini biliyoruz. Bununla beraber, sosyal psikoloji bakımından gerekli olan yapılmalıdır.

 

138. Müdafi tayin edilebileceği söylenmiş midir? (soru formu 9.4.c.cc); tesbitler:

a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 555 olayda (%49,6)  müdafi tayin edebileceği sanığa söylenmiştir. 120 olayda ise söylenmemiştir (%10,7).

b)        Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 60 = % 62,1.

c) Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 381 = %53,2. d) Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 144 = %37,3. e) Gerçek davalar: 496 = %58,3

Değerlendirme: Genel olarak 120 olayda bu hususun söylenmemiş olması bir noksan sayılmalıdır. Yukarıdaki sorunun değerlendirilmesi hususundaki mülâhazalar burada da geçerlidir.

 

139. Susma hakkı söylenmiş midir? (soru formu  9.4.c.dd); tesbitler:

a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 520 sinde (%46,5) sanığa susma hakkı söylenmiş, 137 olayda (%12,3) söylenmemiştir.

b)        Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda:  55 = %57,1.

c)        Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 354 = % 49,5.     

d)        Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 110 = %36,1.

e)         Gerçek davalar: 491 =%54,2.

Değerlendirme:   Bu rakam yerleşmiş adli kültürün yeni değerlerin gelişip yerleşmesine engel olduğunu gösteriyor; Ancak, bu durumun devamına müsamaha olunamaz.

Susma hakkı, suçsuzluk karinesini ikmal eden temel normlardan birisinin sonucudur. Susma hakkı fiilen mevcut olmadığı hallerde suçsuzluk karinesi sakatlanmış olur. Ancak, suçsuzluk karinesinin ve susma hakkının içeriği, şartları, varsa istisnaları kanunla düzenlenmelidir. Sözgelimi Alman uygulamasında sorulardan bir kısmına cevap verip, diğer bir kısmına cevap vermeyen fail bakımından, şüpheden sanığın fayladalanacağı kuralı uygulanmamaktadır. Bizim mevzuatımızda da bu bakımdan gerekli değişiklik ve ilaveler yapılabilir.

 

140. Delil toplanmasını isteyebileceği kişiye söylenmiş midir? (soru formu 9.4.c.ee); tesbitler:

a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 502 sinde (%44,9) şüpheli veya sanığa delil toplanmasını isteyebileceği söylenmiş, 146 adedinde (%13,1) söylenmemiştir.

Önödeme ve ceza kararnamesine ilişkin rakamlar düşüldüğünde, yine de 146 dosya içeriğine göre, sanığa delil toplanmasını isteyebileceği söylenmemiştir. Yukarıdaki sorular dolayısıyla ifade edilen değerlendirmeler, burada da geçerlidir.

b)        Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 53 = %55,2.

c)        Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 342 = %47,8.

d)        Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda:  107 = % 35,1.

e)         Gerçek  davalar: 443 = %52,1.

 

141. Kişinin şahsi halleri hakkında bilgi alınmış mıdır? (soru formu 9.4.c.ff); tesbitler:

a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 597 sinde (%53,4) sanığın şahsi halleri hakkında bilgi alınmış, 96 sında (%8,6) alınmamıştır. 

Çağdaş müeyyide uygulamasında, cezanın yargısal bireyselleştirilmesi bakımından sanığın şahsi hallerinin gözönüne alınması zorunludur. Müeyyidede bireyselleştirme temel teşkil ettiğine göre, %20 oranında şahsi hallerin tesbitinin ihmal edilmiş olması, yargılamanın niteliği bakımından noksana delalet eder.

b)        Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda:  70 = %72,9.

c)        Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda:  395 = % 55,2.

d) Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 132 = %43,2.

e)         Gerçek davalar: 524 = %61,6.

22.- ÖNERİ:  Yargısal bireyselleştirme, nitelikli bir ceza adaletinin temel özelliklerinden birisini oluşturur. Bu maksatla bazı ülkelerde hukukî malzemeyi içeren dosya yanında, sanığa ilişkin ayrı bir kişilik dosyası tutulmaktadır. Bugün için Türk CAS’i böyle bir dosya meydana getirebilmek imkânından yoksundur. Ancak, bu yoksunluk, kısmen de olsa, kolluğun sanığın kişiliği hakkında bilgi almasıyla telafi edilebilir. Yukarıda 3 sayılı öneride belirtilen şablonda bu hususa özellikle yer verilmelidir.

 

142. İfade veren imzadan imtina etmiş midir? (soru formu 9.4.c.gg); tesbitler:

a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 28 adedinde (%2,5) ifade veren ifadesini imza etmekten çekinmiştir.

b)        Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda:  1= %1,5.

c)        Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 18 = %2,5.

d)        Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 9 = %2,8.

e)         Gerçek davalar: 23 = %2,7.

Değerlendirme: Sanığın imzadan imtina oranı düşüktür. Bu hal polisin etki altında, bıraktığı baskıyla çalıştığı iddialarını çürütücü niteliktedir.

Türkiye’de belirli odaklar ve medyanın bir  kısmı polisin kanuna aykırı baskı kullandığı imajını yaymak hususunda âdeta çaba göstermektedirler. Bu gayretlerin ne derecede sakıncalı olduğu meydandadır. Münferit olayların genelleştirilmesi suretiyle bu yola gidilmektedir. Oysa, araştırma söz konusu iddiaların gerçek olmadığını böylece açığa çıkarmaktadır.

 

143. Müdafi imzadan imtina etmiş midir? (soru formu 9.4.c.hh); tesbitler:

a) Genel Olarak: 1117 dosyadan ikisinde (%0,2) müdafi tutanağı imza etmekten imtina etmiştir. 

b)        Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 0.

c)        Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 1=%0,02.

d)        Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 1 = %0,03.

e)         Gerçek davalar: 2 = %0,03.

Polisin ifade almada bugün de baskı yapmakta olduğu hakkındaki iddiaları bu soruya verilen cevap, açık seçik nakzetmektedir. 1000 küsur olayda, sadece ikisinin hazır bulunan müdafi tarafından imza edilmemiş bulunması, polisin baskı  yaptığı hususundaki iddiaların temelsizliğini göstermektedir.

 

144. İfade verenin özgür iradesini etkileyecek kötü davranmaya başvurulmuş mudur? (soru formu 9.4.da); tesbitler:

a) Genel Olarak: Sanık beyanına göre 1117 dosyadan 10 olayda (%0,9) kötü davranma olmuştur.

b)        Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 5 = % 4,7.

c)        Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda:  4 = %0,05.

d)        Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 2 = % 0,07.

e)         Gerçek davalar:  10 = % 1,2.

Değerlendirme: Bu rakamlar Türkiye’de polisin kötü davrandığı yolundaki iddiaları doğrulamamaktadır.

145. İşkence (soru formu 9.4.db); tesbitler:

a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 3 adedinde (0,3) sanık işkence gördüğünü iddia etmiştir.

b)        Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda:  3 = %3,6.

c)        Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda:  Yok.

d)        Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda:  Yok.

e)         Gerçek davalar: 3 = %0,4.

Değerlendirme: 3 olayda işkence iddiasının öne sürülmüş bulunması yani sadece bin de 3 olması; sistematik işkence yapıldığı konusundaki iddiaların gerçekliği hakkında şüphe doğurmaya yatkındır. İşkence bir suçtur ve TCK 243. maddeyi ihlal etmektedir. 1993 senesi Adalet istatistiğine göre ceza Kanununun 241 - 251. maddelerini ihlal suretiyle işlenen fiiller iddiası sebebiyle açılan dava sayısı 258’dir. O yıl içinde açılmış dava sayısı ise 742.435 dir. İstatistikte 8 maddenin tümünden açılan davalara ilişkin rakam  verildiğinden, işkenceden açılmış dava sayısı belirlenemiyor. 258 rakamını 8’e bölersek tahmini olarak 32 rakam çıkar. (binde 43) (0,0043).

23.- ÖNERİ: 6 Numaralı öneride, yakalanan kişinin hemen doktor muayenesine tabi tutulmasını ve gözaltının sona erdirilmesi halinde yeniden doktor muayenesine sevkinin usul haline getirilmesini önermiştik. İncelememiz çerçevesinde işkence veya kötü muamele iddialarının çok düşük olduğu açığa çıkmıştır. Bununla beraber doktor muayenesinin yasallaştırılmasını uygun mütalaa ediyoruz. 

 

146. Zorla ilaç verme  (soru formu 9.4.dc); tesbitler:

a) Genel Olarak: 1117 dosyadan sanığa zorla ilaç verildiğine dair  bilgi mevcut değildir.

 

147. Yorma (soru formu 9.4.dd); tesbitler:

a) Genel Olarak: 1117 dosyadan sanığın ifade alma ve sorgu sırasında bitap düşürülecek kadar yorulduğuna dair bilgi yoktur.

 

148. Aldatma (soru formu 9.4.de); tesbitler:

a) Genel Olarak:  1117 dosyadan 2 olayda (%0,2) sanığın ifade alma sırasında aldatıldığı ileri sürülmüştür.

 

149. Bedensel cebir ve şiddette bulunma (soru formu 9.4.df); tesbitler:

a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 5 inde sanığa bedensel cebir ve şiddet uygulandığı yolunda iddialar vardır.

b)        Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 1 = %1,5.

c)        Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 4 = %0,005.

d)        Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda:  0

e)         Gerçek Davalar: 5 = %0,06.

 

150. Bazı araçlar uygulama (soru formu 9.4.dg); tesbitler:

Genel Olarak: 1117 dosyadan herhangibirinde  sanığa yasa dışı bazı araçlar uygulandığına dair iddia ileri sürülmüş değildir.

 

151. Kanuna aykırı menfaat vaat etme  (soru formu 9.4.dh); tesbitler:

Genel Olarak: 1117 dosyadan hiçbirinde sanığa kanuna aykırı menfaat vadedildiğine dair bir iddia yer almamaktadır.

Yukarıda (9.4 - 9.4.dh) sorularına ilişkin tesbitlerde, sanıklara zorla ilaç verme, sorguda yorma, aldatma, bedensel cebir ve şiddette bulunma hususlarında herhangi bir iddiada bulunulmadığı tesbit edilmiştir. Bu keyfiyet CAS’inin birinci basamağını oluşturan kolluğun çalışmalarında kanuna uygun hareket edildiğini ortaya koymaktadır. Ancak, incelemelerin, İstanbul gibi Türkiye medyasının en yoğun bulunduğu ve kamu oyunun söz konusu olaylarda çok hassas bulduğu bir bölgede cereyan ettiğini gözden uzak tutmamak gerekir.

 

152. Müdafi yakalanan kişiye, ifade alma öncesinde hukukî yardım yapmış mıdır? (soru formu 9.5.a); tesbitler:

a) Genel Olarak: 1117 dosyalardan 24 ünde (%2,2) yakalanan kişiye müdafi, ifade alma öncesinde, hukuki yardım yapmıştır.

b)        Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 7 = %6,8.

c)        Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 16 = %2,2.

d)        Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 2 =% 0,07.

e)         Gerçek davalar: 24 = %2,9.

Değerlendirme: CMUK 144. madde, müdafiin hukuki yardım görevinin kapsamını belirtmektedir. Madde, gözaltına alınan kimsenin ifadesi tesbit edilmeden önce müdafi ile yanlız olarak konuşabilmesine imkan vermektedir. Mehaz Alman Kanunu müdafie bu imkânı vermemiştir. Fransız Usul Kanununa göre müdafi kişi ile gözaltına alınmasından 20 saat sonra temas edebilir. Ayrıca Avrupa Sözleşmesi de ifade vermeden önce sanığın müdafii ile görüşmemesini bir insan hakkı ihlali saymamaktadır. Bizdeki uygulamada, takip makamları bu hükümden çok şikâyet etmekte ve söz konusu hükmün maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasını engellediğini ifade etmektedirler. Uygulamada şüpheli ile yanlız olarak görüşen müdafiin bazan onu gerçeği yansıtmamaya sevkettiği ifade edilmektedir. Sözgelimi, yakalanan sanığın yolda gerçeği söylediği halde, avukatla yanlız konuştuktan sonra, konuşmasında beyan ettiği hususlardan rücu ettiği ve ifadesini bu şekilde verdiği görülmektedir.

144. madde maksadı aşan nitelikte bir yetki vermiştir. Sanığın ifadesi alınırken avukatın hazır bulunması ve ifade almanın kanun ve usullere uygun bir şekilde alındığını tesbit etmesi yeterlidir. İfade alındıktan sonra, elbetteki sanık ve müdafii, yanlız olarak temasa geçebilir.

Bu söylediklerimiz sadece gözaltındaki sanık için geçerlidir; davetle gelen kişi için değildir.

24.- ÖNERİ: Kanaatımızca, CMUK 144. madde maksadı aşar niteliktedir. İfadesi alınırken avukatın hazır bulunması ve bu yolla ifade almanın kanun ve usullere uygun tarzda cereyan ettiğinin sabit olunması yeterlidir. Esasen, Alman Kanunu ve Avrupa Sözleşmesi, sanığın ifadesi tesbit edilmeden önce müdafi ile yakın olarak konuşabilmesine imkân vermiş değildir. Bizdeki uygulama yakalandıktan sonra şifahen poliste ikrarda bulunan kişinin avukatı ile temastan sonra bundan rücu ettiğini göstermektedir.

Hüküm değiştirilmeli ve “sadece ifade alındığı sırada müdafiin hazır bulunması”, şekline dönüştürülmelidir. Ayrıca şu hususu da ekliyelim ki, yaptığımız inceleme, yakalama sonrası bütün aşamalarda müdafiilerin sanıklara savunmaları bakımından makul ölçüde yardım edebildiklerini göstermiştir.

Önerimiz, müdafaa hakkı ile, nitelikli bir adaletin dengeleştirilmesi bakımından da yardım sağlayacak ve CAS’inin işlemesinde etkinliği artıracaktır.

 

153. Soruşturmanın yakalama sonrası ve diğer aşamalarında müdafi şüpheliye hukuki yardımda bulunabilmiş midir? ( soru formu 9.5.b); tesbitler:

a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 134 ünde (%12) yakalama sonrasında ve diğer aşamalarda müdafi sanığa hukuki yardımda bulunmuştur.

b)        Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda:  27 = %28,4.

c)        Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 90 = %12,5.

d)        Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda:  17 = %5,5.

e)         Gerçek Davalar: 128 = %15.

Değerlendirme:  Yakalama sonrası makul düzeyde yardım  vardır.

 

154. Baro tarafından müdafi tayin edilmiş midir? (CMUK 138) (soru formu 9.5.c); tesbitler:

a) Genel Olarak: Baronun tayin ettiği müdafi sayısı 48 dir (%4.3).

b)        Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 7 = %7,1.

c)        Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 32 = %4,4.

d)        Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda:  9 = %0,3.

e)         Gerçek davalar: 46 = 5,4.

Değerlendirme: Sanıkların geniş ölçüde kendi avukatlarını davet ettikleri anlaşılıyor. Oran’ın bu şekli arzetmesinde, araştırmamızın büyükşehirde cereyan etmesinin ve çok büyük sayıda karşılıksız çek davasının mevcut bulunmasının etkisi aşikârdır. Gerçekten çek kullanabilen kişilerin kendi imkânları ile avukat temin edebilecekleri düşünülmektedir. Bu hususta genel durumu tesbit bakımından, araştırmamızın çok daha geniş sayıda dosya üzerinden yapılması gerekecektir.

25.- ÖNERİ:  CMUK gereğince Barolar tarafından müdafi tayini uygulamasının yeterli derecede ve sayıda olmadığı anlaşılmaktadır. CMUK’da yapılan reformun en hassas noktalarından birisi, getirdiği imkândır. Bu olanağın tam olarak kullanılabilmesi için, Bakanlık ve Barolar tarafından gerekli olan herşey yapılmalıdır.

 

155. Yakalanan kişi 18 yaşını bitirmemiş, sağır dilsiz veya malûl ise talebi aranmaksızın  müdafi tayin edilmiş midir? ( soru formu 9.5.d); tesbitler:

a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 46 sında (%4,1) sanığın 18 yaşından küçük olması nedeniyle müdafi tayin edilmiştir. Buna karşılık 90 olayda (%8) 18 yaşından küçük, sağır dilsiz veya malûl olan sanığa müdafi tayin edilmemiştir.

b)        Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 5 (%5,3).

c)        Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 35 = %4,9.

d)        Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 6 = %1,9.

e)         Gerçek davalar: 46 = %5,4.

Değerlendirme: Bu husus hem çok önemli  bir gecikme sebebidir ve hem de Adaletin tesisini engelleyebilecek önemli bir sakıncadır. Yargıtay, bu noksanı bozma sebebi yapmaktadır. 90 olayda müdafi tayin edilmemesi önemli bir eksikliktir.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, 6. maddesinde dil bilmeyen sanığa ücretsiz olarak tercüman atanması mecburiyetini getirmiştir. Bu mecburiyet tabii olarak sağır, dilsize de tercüman tayini mecburiyetini içeririr.

26.- ÖNERİ: CMUK’da kendisini müdafaa edemeyecek derecede malûl olanlara avukat tayini mecburiyeti getirilmiştir (m. 138). Ancak, sağır - dilsizler hakkında ayrıca hüküm yoktur. Sağır - dilsizleri de bu hükmün kapsadığı düşünülebilir. Ancak, ücretsiz tercüman tayinine ilişkin bir hükmün metne ilavesi uygun olacaktır. Yaptığımız araştırma, bu ihtiyacı açık seçik ortaya koymaktadır.

 

156. Müdafi hazırlık evrak ve dosyasının tamamını inceleme imkânını bulmuş mudur? (CMUK 143)  ( soru formu 9.5.a); tesbitler:

a) Genel Olarak: 1117 dosyadan sadece 48 inde (%4,3) dosya müdafi tarafından incelenmiştir.

b)        Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 12 (%12,7).

c)        Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 27 = %3,7.

d)        Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda:  9 = %2,9.

e)         Gerçek davalar: 44 = %5,2.

 

157. Müdafiin hazırlık evrakını incelemesi sulh hakiminin kararı ile kısıtlanmış mıdır? (soru formu 9.5.f); tesbitler:

a) Genel Olarak: 1117 dosyadan hiçbirinde müdafiin hazırlık evrakını incelemesi hakkına sulh hakiminin kararı ile kısıtlama getirilmemiştir.

Değerlendirme: Avukatların görevlerinin yeterince yerine getirmeleri bakımından hukuki ve fiili bir engelin mevcut bulunmadığı anlaşılıyor. Ancak avukatların görevlerini ifada ihmalleri vardır.

27. ÖNERİ: Araştırmamız avukatların görevlerini yeterince yerine getirdiklerini belirten sonuçlar vermemiştir. Avukatın davaya müdahalesi Türkiye’de çok esaslı bir gecikme nedeni oluşturmaktadır. Söz konusu gecikme, bazan avukatın takdirine göre, sanığın menfaatlerini korumak için başvurulan stratejilerden kaynaklanmaktadır. Ancak, dosyaya karşı ihmal ve savsaklama tutumundan kaynaklanan gecikmeler çok sayıdadır. Bu araştırmamızın birinci kısmında bazı ülkelerde, Devletçe tayin olunan avukatın ihmaliyle gecikmeye neden olması halinde, ücretinden kesinti yapılması gerektiğini belirtmiştik.

Ülkemiz bakımından avukatın ihmalini engelleyecek denetim tedbirlerine ihtiyaç vardır. Barolar bu hususta yetkilendirilmelidir.  

 

158. Müdafie Baro tarafından avukatlık ücreti ödenmiş midir? (CMUK 146) (soru formu 9.5.g); tesbitler:

a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 72 sinde %6,5, müdafie avukatlık ücretinin ödendiği konusunda bilgi vardır.

Değerlendirme: Avukatlara ödemenin geç yapıldığı anlaşılıyor ve bir gecikme sebebi oluşturuyor; zira motivasyonu katlıyor.

28. ÖNERİ: CMUK’da yapılan reform niteliğindeki değişikliklerin amaçlarına ulaşabilmesi için, avukatlara ücretlerinin derhal ödenmesini sağlayacak bir sistem, yürürlüğe konulmalıdır.

 

159. Soruşturma ve koğuşturma organlarının hukuka aykırı şekilde delil elde ettikleri konusunda bir iddia var mıdır? (soru formu 9.5.h); tesbitler:

a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 12 olayda (%1,1) soruşturma ve koğuşturma organlarının hukuka aykırı şekilde delil elde etme konusunda bir  iddia ileri sürülmüştür.

b)        Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: (4 olay: %3,9).

c)        Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 3 olay %0,04.

d)        Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 6 olay %1,9.

e)         Gerçek davalar: 11 = %1,3.

 

160. Yargıtay, soruşturma ve koğuşturma organlarının yasak yöntemlerle (135a) elde ettikleri ifadeleri gözönünde tutarak bozma kararı vermiş midir? (soru formu 9.5.i); tesbitler:

Genel Olarak: 1117 dosyadan hiçbirinde Yargıtayın yasak yöntemlerle delil elde edilmesi nedeni ile bozma kararı verdiğine rastlanmamıştır.

 

161. Yargıtay soruşturma ve koğuşturma organlarının hukuka aykırı şekilde elde ettikleri delilleri gözönünde tutarak bozma kararı vermiş midir? (soru formu 9.5.j); tesbitler:

Genel Olarak: 1117 dosyadan sadece birinde (Asliyelik bir suçta %0,02) Yargıtayın hukuka aykırı bir şekilde elde edilen delil nedeniyle bozma kararı verildiği görülmüştür.

Değerlendirme: (9.5.h - 9.5.j): Yukarıda işaret olunan sorulara cevap teşkil eden tesbitler, esas itibariyle, hukuka aykırı şekilde delil elde edildiğine veya bu deliller marifetile verilen kararların Yargıtayca ne ölçüde bozulduğuna ilişkin bilgi içermemektedir. Ancak yeni Yargıtay kararları bu hususa ilişkin bilgilerin elde edilmesini sağlayabilecek unsurlar getirmektedir. Demek isteriz ki, sistemin işleyişinde hukuka aykırı delillere ne ölçüde başvurulduğunu belirlemek bakımından zamana ihtiyaç vardır.

 

162. Mağdurun doğum tarihi (soru formu 10.1.a): İncelediğimiz 1117 dosyadan 438’inde mağdurun yaşı belirlenmiştir. Buna göre en fazla mağdur olma riski 30 - 39 yaş grubu içerisindedir (122 kişi = %10,9). Bunu 20 - 29 yaş grubu izlemektedir (106 kişi = %9,5).

 

163. Mağdurun tabiiyeti (soru formu 10.1.b); tespitler:

a) Genel Olarak: Mağduru tespit edilen 568 olaydan 561 inde (% 50,2) mağdur Türk vatandaşıdır; 7 olayda ise (% 0,6)  yabancıdır. 550 olayda mağdurun tabiyeti belli değildir.

b)        Ağır Ceza Mahkemeleri: 3 yabancı  %2,8.

c)        Asliye Ceza Mahkemeleri:  1 yabancı = %0,02.

d)        Sulh Ceza Mahkemeleri:  3 yabancı = %1,1.

e)         Gerçek davalar: 7 yabancı = %0,08.

Değerlendirme: Mağdura ilişkin tesbit her şeyden önce, kriminolojik bakımdan dikkati çekici nitelikte görülmüştür. Şekil 2’de belirtildiği üzere, suç mağdurları 20 - 39 yaşları arasında yoğunlaşmakta, yaş ilerledikçe mağdur olma ihtimali azalmaktadır. Ayrıca 1 - 19 yaşları arasında olanların mağdur olma oranları da çok küçüktür. Batı ülkelernide genellikle bu oranların tersi söz konusudur ve bu sebeple adam öldürme gibi suçlarda mağdurun yaşının küçüklüğü ayrıca ağırlatıcı sebep teşkil etmektedir.

Adalet Bakanlığınca teşkil edilen istatistiklerde mağdura yer verilmediğinden bu konuda tam bir analiz yapmak mümkün olmayacaktır.

Mağdur bakımından ikinci tesbit, mağdursuz suçların çok sayıda işlenmekte olmasıdır. Ayrıca bu suçların genellikle cezaları da hafiftir. Mahkemelerin yüklerini azaltmak bakımından bu tesbit önemlidir.

Mağdur bakımından önemli diğer bir tesbit de, İstanbul gibi kozmopolit ve turistik bir bölgede, Türk vatandaşı olmayan mağdur sayısının ancak binde altı oranında bulunmasıdır. Bu sonuca Türk halkının geleneksel kültür değerlerinden birisini oluşturan konukseverliğin değerini muhafaza etmekte bulunduğuna bağlayabiliriz.

29.- ÖNERİ: Ceza mevzuatımızı bütünü ile elden geçirmek ve hafif suçları, Garofalo’nun deyimi ile, “sunî” suçları, idarî ceza hukukuna yöneltmek zorunludur. Şimdiye kadar bu hususta bazı uygulamalar yapılmıştır. Ancak bunların kapsayıcı nitelikte olmadığı bilinmektedir. Bu hususta sistematik bir çalışma ihtiyacı ortadadır ve bu yol tutulduğunda hem adaletin kalitesi yükselecek ve hem de çabuk adalet bakımından hedeflere ulaşılması kolaylaşacaktır.

 

164. Mağdurun Mesleği; (soru formu 10.1.c); tespitler:

a) Genel Olarak: 287 dosyada mağdurun mesleği hakkında veri mevcuttur. 831 olayda mağdurun mesleği tespit edilmemiştir. Serbest meslek mensubu olan mağdurların 88 olduğu (% 7,9) belirlenmiştir. İkinci sırada 31 ile (% 2,8) mağdur olarak ev kadınları gelmektedir.

b)        Ağır Ceza Mahkemeleri: Serbest meslek 10 olay: % 10,5; Ev kadını 6 olay: % 6,1.

c)        Asliye Ceza Mahkemeleri: Serbest meslek 56 = % 7,9; Öğrenci 14 = %1,9; Memur 21 = %3; Ev kadını 12 = %1,7.

d)        Sulh Ceza Mahkemeleri: Serbest meslek 22 = %7,2; Ev kadını 13 = %4,1;

Şoför  9 = %2,9; Tamirci 6 = 1,9.

Değerlendirme: Bu tespitin kriminolojik açıdan önemi vardır. Genellikle hangi meslek gruplarının suça hedef olduklarının tesbiti önemlidir; serbest meslek mensuplarının büyük ölçüde suça hedef oldukları görülmektedir. Esasta bu rakkamların işsiz olan kişilere ilişkin bulunduğu söylenebilir. Zira Türkiye’de genellikle boşta gezenler kendilerini serbest meslek mensubu olarak gösterirler. Listede ise başı boş olarak gösterilen sadece 6 kişi vardır. Bunun çok daha fazla olması gerekirdi. Ayrıca listede işçi ve şöförlerin de yüksek oranda suç mağduru oldukları (24 işçi % 2,2; 20 şöför % 1,8), işçilerin iş kazalarında mağdur oldukları söylenebilir.

 

165. Mağdurun cinsiyeti  (soru formu 10.1.d); tespitler:

a) Genel Olarak: Bu konuda 480 dosyada veri mevcuttur.

Mağdurların 362 si (% 32,4) erkek, 108 adedi (% 9,7) kadındır. Cinsiyeti belli olmayan travestilerin sayısı 10 (% 0,9) olduğu belirlenmiştir.

b)        Ağır Ceza Mahkemeleri: 28 Olayda cinsiyet yok (% 28,8); 48 Erkek (% 49,5), 21 kadın (%21,4).

c)        Asliye Ceza Mahkemeleri: 230 Erkek = % 32,1; 56 Kadın = % 7,8; 5 Transvesti = % 0,06.

d)        Sulh Ceza Mahkemeleri: Erkek 84 (%27,6); Karışık 5 (%1,6); Kadın 32 (%10,5).

e)         Gerçek davalar: Erkek 317 = %37,3; Kadın 110 = %12,9; Travesti 5 = %0,06.     

Değerlendirme:  Araştırma, kadınların mağdur oldukları suçlarla erkeklerin mağdur oldukları suçların nevi bakımından şu hususun tesbitine imkân vermiştir:

Erkekler geniş ölçüde olmak üzere kişi ve mal aleyhine cürümlerin mağduru oldukları halde kadınlar genel adab aleyhine ve şahıs aleyhine işlenen suçların mağduru olmaktadırlar. Bu trend batı ülkeleri suçluluğuna uygun niteliktedir.

İkinci önemli bir tesbit de, kadınların erkeklerin 1/3’ü kadar suçta mağdur olmalarıdır. Bu rakam Türk toplumunun kültür ve gelenekleri ile orantılıdır. Toplumsal hayata erkekler kadar girmemiş bulunan kadınların, daha az suç mağduru olmaları tabii sayılmalıdır.

Kadınların mağdur oldukları suçlar %34,1 oranı ile birinci sırada genel adap aleyhine cürümlerdir. Erkekler ise, en çok mal aleyhine (%31,1) ve şahıs aleyhine (%29,2) suçlarda mağdur olmuşlardır. 

 

166. Mağdur ile Faili Arasındaki İlişki (soru formu 10.1.e); tespitler:

a)         Genel Olarak: Bu konuda 488 dosyada bilgi vardır. 629 olayda bilgi mevcut değildir.

277 olayda (% 24,8) fail ile mağdurun ilişkisi yoktur. Buna karşılık 80 olayda (% 7,2) kısa süre önce tanışmışlar; 96 olayda (% 8,6) uzun süreden beri tanışmaktadırlar. 23 olayda (% 2,1) akrabalık ilişkisi, 11 olayda ise (% 1) usul füru ilişkisi olduğu belirlenmiştir.

b)        Ağır Ceza Mahkemeleri: İlişki yok 25 olay % 26.1.

c)        Asliye Ceza Mahkemeleri:  İlişkisi yok 172 olay % 24.

d)        Sulh Ceza Mahkemeleri:  İlişkisi yok 80 olay %26,4.

Değerlendirme: Tespit edildiği üzere, işlenen suçların yarısında mağdurla fail arasında bir ilişki bulunmaktadır. Bu durum toplumsal hayat bakımından ilgi çekicidir: fail ile mağdur arasındaki ilişki ile suç arasında müsbet bir korelasyon mevcut bulunmaktadır.

Bu bakımdan önemli diğer bir tesbit de, mağdurla fail arasında ilişki bulunup bulunmamasına göre, işlenen suçların nevilerinin değişmesidir. İlişki bulunmayan hallerde mal aleyhine suçlar yoğunlaşmaktadır. Buna karşılık, ilişki bulunan hallerde işlenen  suçlar  geniş ölçüde olmak üzere, kişilere karşı işlenenlerdir. Batı ülkelerinde cinsel suçlarda bu oran yoğunlaşmaktadır. Bu tesbit de Türk toplumunda geçerli kültüre bağlanabilir. Gerçekten, toplum değerlerimize göre mala karşı işlenen suç aşağılık ve yüz kızartıcı niteliktedir. Oysa şahsa karşı işlenen suçlar kültürdeki bazı değerlerin etkisi altında işlenebilmektedir.

Fail ile mağdur arasında hiç ilişki olmadığı hallerde en çok işlenen suç mal aleyhine suçlardır (109 =%39,3). Fail ile mağdur tanışıyorsa, en çok işlenen suç şahıslar aleyhinedir (65 = %30,3).

 

167. Mağdurun gerçek kişi mi? Yoksa tüzel kişi mi olduğu? (soru formu 10.1.f); tespitler:

a) Genel Olarak: Bu konuda 711 dosyada bilgi vardır. 407 dosyada ise bilgi yoktur.

Gerçek kişilerin sayısı 437 dir. (% 39,1) Suç mağduru olan tüzel kişiler ise 273 tür (% 24,4).

b)        Ağır Ceza Mahkemeleri: Gerek kişi: 63 (%65,7) Tüzel kişi 10 (% 10).

c)        Asliye Ceza Mahkemeleri: Gerçek kişi 262 (%36,6) Tüzel kişi 164 (% 22).

d)        Sulh Ceza Mahkemeleri: Gerçek kişi 112 (% 36,7); Tüzel kişi 101 (% 33).

e)         Gerçek davalar: Gerçek kişi 396 = %46,6; Tüzel kişi 163 = %19,1.

168. İkinci mağdur (soru formu 10.2); tespitler:

Genel Olarak: 48 dosyada suç mağduru birden fazladır. 1070 dosyada ise suçun tek mağdura karşı işlenmiş olduğu anlaşılmaktadır. 48 sayıdaki ikinci mağdurun tamamı Türk vatandaşıdır. İkinci mağdurda 7  serbest meslek mensubu (%0,6), 7  memur (%0,7) 5  işçi (%0,4) görülmektedir. 

İkinci mağdurlarda cinsiyet dağılımı şöyledir: 36  erkek, (%3,2)  10  kadın (%0,9).

İkinci mağdurlarda fail-mağdur ilişkisi konusundaki veriler, faille mağdurun yakın ilişkisinin olmadığı hallerin 32  olduğunu (%2,8) göstermektedir.

 

169. Failin Yaşı (soru formu 11.1); 117 dosyadaki faillerin 355’i 30 - 39 yaş grubundadır (%31,8).

 

170. Failin tabiyeti ile ilgili tespitler (soru formu 11.1.a): Bu konuda 1056 dosyada bilgi vardır. 62 dosyada ise bilgi mevcut değildir.

1039 dosyada (%92,9) fail Türk vatandaşıdır. 17 yabancı sanık tespit edilmiştir. (%1,6).

b)        Ağır Ceza Mahkemeleri: Türk: 92 (% 95,3), yabancı 2 (%2).

c)        Asliye Ceza Mahkemeleri: 655 Türk (%91,4); 10 yabancı (%1,4).

d)        Sulh Ceza Mahkemeleri: 5 yabancı (%1,6); 292 Türk (%95,8). Yabancıların işledikleri suçlar mal aleyhindeki suçlarda yoğunlaşmıştır (%24,2).

İstanbul gibi kozmopoliten bir şehirde yabancıların bu derecede az suç işlemeleri dikkat çekicidir. Aslında suç oranının çok daha fazla olacağı tahmin olunurdu. Bunu yabancıların ancak belirli bölgelerde kalmalarına ve yerli halka karışmamalarına bağlamak mümkün olabilir.

 

171. Failin Cinsiyeti (soru formu 11.2); tespitler:

a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 1073’ünde bu konuda bilgi vardır.

Bunların 1021’inde (%91,4) fail erkektir. Kadınlar tarafından işlenen suç sayısı 52 dir. (%4,7).

b)        Ağır Ceza Mahkemeleri: Erkek 91 (%94,8); Kadın 4 (%4,6).

c)        Asliye Ceza Mahkemeleri: 647 Erkek (%90,2); 31 Kadın (%4,3).

d)        Sulh Ceza Mahkemeleri: 283 Erkek (%92,9); 17 Kadın (%5,5).

Değerlendirme: Bu tespit, Türkiye’deki suçluluğun hala bir “erkek suçluluğu” olduğunu göstermektedir. Tetkik ettiğimiz olayların. İstanbul gibi büyük şehirde işlenmesine rağmen bu oran dikkat çekicidir. Zira büyük şehirlerde kadın suçluluğu artar. Ayrıca bu oran genel orantıya nazaran da düşüktür ve yaklaşık yirmi de birdir (çek suçları %22,3; kabahatler %14,7).

Travesti fail tespit edilmemiştir. Bu zümreye girenlerin daha ziyade suç mağduru oldukları anlaşılmaktadır.

Kadınların yüksek oranda olmak üzere çek suçlarını ve kabahat derecesindeki fiilleri işledikleri görülmektedir. Kabahatlerin çok sayıda olması kadın suçluluğunun temel özelliklerindendir. Ancak çek suçlarının yüksek oranda işlenmiş olması kadın suçluluğu yönünden genel trende aykırıdır. Bu itibarla, araştırmamızın verdiği bu sonucu temsil edici nitelikte telakki etmiyoruz.

 

172. Failin mesleği (soru formu 11.3); tespitler:

a) Genel Olarak: Failin mesleği ile ilgili olarak 1117 dosyadan 869’unda bilgi mevcuttur; 249 dosyada yoktur.

Serbest meslek sahiplerine 369 sayısı ile (%33.0) birinci sırada suç faili oldukları belirlenmiştir.

b)        Ağır Ceza Mahkemeleri: Serbest meslek 29 (% 30.1).

c)        Asliye Ceza Mahkemeleri: Serbest meslek 246 (%34,3); Mobilyacı 28 (%3,9); Şoför 43 = (%6); Öğrenci 18 = %2,5.

d) Sulh Ceza Mahkemeleri: Serbest meslek 94 (%30,9); Şoför 25 (%8,3); İşçi 18 (%5,9); Ev kadını 12 (%4,1); Başıboş 10 (%3,2).

e)         Gerçek davalar:  Serbest meslek 296 = %34,8; Başıboş 36 = %4,2; Özel işyerinde çalışan 36 = %4,3; Mobilyacı, Konfeksiyoncu 34 = % 4.

Değerlendirme: Serbest meslek kavramı altında uygulamada boşta gezenler anlaşıldığından, İstanbul’daki suçlulukta başıboş gezenlerin, yeri yurdu belirsiz marjinallerin büyük bir oran işgal ettiği görülmektedir.

18 ev kadınının suç faili olarak belirlendiği görülmüştür. Ev kadınının suç faili olarak görülmesi ilginçtir.

Öğrencilerin %27,1 oranında mal aleyhine suç ve %21,4 çek suçu işledikleri belirlemiştir. Üçüncü sırada Ateşli Silahlar Kanununa aykırılık vardır (%14,2).

 

173. Fail işsiz ise, ne zamandan beri işsiz olduğu (soru formu 11.5); tespitler:

a) Genel Olarak: 1117 dosyadan sadece beşinde failin işsizlik süresi tespit edilmiştir.

b)        Ağır Ceza Mahkemeleri: 2 olayda tesbit edilmiş: 1 yıl.

Değerlendirme: Bu veriden anlaşılacağı üzere, savcılıkta suç failinin iş veya işsizlik durumu hakkında yeterli araştırma yapılmamaktadır.

22. ÖNERİ’ye bakınız.

 

174. Failin aile durumu (soru formu 11.6); tespitler:

a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 953 ünde failin aile durumuna ilişkin bilgi vardır. Buna göre 581 fail evlidir (%52,0). Faillerin 23 ü boşanmış (%2,1), 14 ü dul (%1,2) ve 334 ü bekardır (%29,9).

b)        Ağır Ceza Mahkemeleri: Evli 47 (%48,6); Bekar 40 (% 41,7).

c)        Asliye Ceza Mahkemeleri: evli 385 (%53,8); bekar 221 (%30,8).

d)        Sulh Ceza Mahkemeleri: evli 150 (%49); Bekar 73 (%23,9).

Değerlendirme: Suçların evliler tarafından yüksek oranda işlenmesi dikkati çekicidir.

Suçların yüksek oranda evliler tarafından işlenmesi batı ülkelerindeki trendin tersini göstermektedir. Türkiye bakımından bu özelliğin sebebi insanların genç yaşta evlenmeleri olsa gerektir.

Evli olanların en ziyade işledikleri suçların, büyük sayıda çek suçları olduğu görülmektedir (177 adet = %30,5). Bu tesbitin de temsil edici olduğu görüşünde değiliz. Buna karşılık bekârların mala karşı işlenen suçları çok sayıda işlemeleri genel trende uygundur.

 

175. Failin suçtan önce uyuşturucu madde veya alkol kullanıp kullanmadığı (soru formu 11.7); tespitler:

Genel Olarak: 82 olayda (%7,3) failin suçtan önce uyuşturucu madde veya alkol kullanmış bulunduğu belirlenmiştir.

Hüküm verildiği sırada 54 failin uyuşturucu madde kullandığı tesbit edilmiştir. (%4,8).

 

176. Failin suçu işlerken alkol veya uyuşturucu madde tesiri altında bulunup bulunmadığı (soru formu 11.8); tespitler:

a) Genel Olarak: 66 olayda (%5,9) failin suçu işlediği sırada alkol veya uyuşturucu madde tesiri altında olduğu belirlenmiştir.

b)        Ağır Ceza Mahkemeleri: 9 (%9,8).

c)        Asliye Ceza Mahkemeleri: 35 (%4,9).

d)        Sulh Ceza Mahkemeleri: 20 (%6,4).

Değerlendirme: Bu üç tesbit itibariyle, toplumsal bakımdan çok dikkati çekici bir durumun güncel olduğu anlaşılmaktadır. Alkol ve uyuşturucu madde kullanmanın özellikle İstanbul’da  önemli bir düzeye geldiği artık söylenebilir. Yaklaşık %8’ler oranında suçlunun alkol veya uyuşturucu madde kullanması ve hele bunların etkisi altında suç işlemesi ciddi tedbirlerin alınması gerektiğini gösteriyor.

31.- ÖNERİ:  Yapılan tesbit, ülkemizde uyuşturucu madde bağımlılığının tesbiti hususunda ciddî viktimizasyon araştırmaları yapılması ihtiyacını vurgulamaktadır. Polise veya adliyeye intikal eden olaylara bakmak suretiyle, Türkiye’de uyuşturucu madde sorunu hakkında bir fikir sahibi olmak mümkün değildir.

 

177. Failin fiili işlediği sıradaki aylık geliri (soru formu 11.9); tespitler:

a) Genel Olarak: 1117 dosyadan sadece 98’inde (%8,8) failin aylık geliri tespit edilmiştir.

b)        Ağır Ceza Mahkemeleri: 5 (%5,5).

c)        Asliye Ceza Mahkemeleri:  67 (%9,4).

d)        Sulh Ceza Mahkemeleri:  25 (%8,3).

Değerlendirme: Failin aylık gelirinin ancak olayların yaklaşık %10’unda tespit edilmiş olması yargılamanın kalitesini olumsuz yönde etkilemektedir. Gerçekten TCK 29 uncu maddesine göre, failin aylık gelirinin bilinmesi cezanın tayini açısından önem kazanmaktadır.

22. ÖNERİ’ye bakınız.

 

178. Sabıka Konusu: Failin sabıkası var mıdır? (soru formu 11.10); tespitler:

a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 203 olayda failin sabıkalı olduğu belirlenmiştir (%18,2).

aa)       Müessir fiil suçundan sabıkalı fail sayısı 44’dür (%3,9).

Değerlendirme: Müessir fiilde tekerrür oranının yüksek olması doğaldır. Tekerrürü sonuçlayan mal aleyhindeki suçlarla çek suçlarının büyük bir oranı  kapsadığı görülmektedir.       

32.- ÖNERİ: Mahkemelerin büyük ve önemli zamanını çek ile ilgili suçların aldığı görülmektedir. Oysa bu suçların takibi şikâyete bağlı olduğu için ya failin ödeme yapması veya şikâyetin geri alınması suretiyle dava ortadan kalkmaktadır.

Böylece takibi şikâyete bağlı bu suçlarda çok kere mahkemeler gereksiz bir yük altına sokulmuş bulunmaktadırlar. Amaç ceza tehdidi marifetiyle borcun tahsili olamaz. Borç için hapis çoktan ortadan kalkmıştır. Amaç kamu kredi kurumlarına olan itimadı pekiştirmek ve çekin itimad olunur bir ödeme aracı olarak tedavülde bulunmasını sağlamak ise, o zaman yapılacak şey, suçu elbetteki, takibi şikâyete bağlı olmaktan çıkartmaktır. Fakat her halde, bu suçların takibi hususunda özel bir yargılama usulü tesbit edilmeli, bu hususta gerekli araştırmalar yapılmalıdır.

ab)       Trafik Suçları: Trafik suçundan sabıkalı fail sayısı 6’dır (%0,5).

ac)       Uyuşturucu Madde Suçları: Uyuşturucu madde suçundan sabıkalı fail sayısı 7 dir (%0,6).

ad)       Siyasî Suçlar: Siyasî nitelikli suçlardan sabıkalı fail adedi 1’di (%0,1). Diğer suçlardan sabıkalı fail ise 143’dür (% 12,8). (Bu oranlar mevcut verilere göre yapılmıştır. Olayların bütünü bakımından ele alındığında oran doğal olarak düşmektedir.)

Değerlendirme: 203 olayda failin sabıkalı olduğunun belirlenmiş olması yüksek bir orandır. Tekerrür oranının olağanüstü bir şekilde yüksek olduğu görülmektedir.

Bundan çıkarılacak sonuç, infaz edilen Hürriyeti bağlayıcı cezaların bugünkü durumda iyileştirici etkilerinin aşağı düzeyde bulunduğudur.

Tekerrür bakımından tesbit edilen ikinci dikkati çekici husus, sabıkalıların geniş oranda olmak üzere farklı suçları işlemeleridir. Failin iddianamedeki suçu ile sabıkasının aynı olduğu olay sayısı 74’tür (%6,6). Bu keyfiyet mesleki suçlu oranının çok düşük olduğunu göstermektedir.

 

179. Failin cezası ertelenmiş hürriyeti bağlayıcı cezası var mıdır? (soru formu 11.10.b); tesbitler:

a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 19 olayda failin daha evvel cezası ertelenmiş bir hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkûm olduğu belirlenmiştir.

b)        Ağır Ceza Mahkemeleri: 4 = % 4,4.

c)        Asliye Ceza Mahkemeleri:  12 = % 1,7.

d)                Sulh Ceza Mahkemeleri:  3 = %0,08.

180. Failin cezası ertelenmemiş hürriyeti bağlayıcı cezası var mıdır? (soru formu 11.10.c); tesbitler:

a) Genel Olarak: Bu konuda 1117 dosyadan 57 olayda (%5,1) failin hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkum edilmiş ve bu cezasını çekmiş olduğu anlaşılmıştır.

b)        Ağır Ceza Mahkemeleri: 7 = % 7,6.

c)        Asliye Ceza Mahkemeleri:  41 = %5,7.

d)        Sulh Ceza Mahkemeleri: 9 = 2,9.

 

181. Fail daha önce para cezasına mahkum edilmiş midir?  (soru formu 11.10.d); tesbitler:

a) Genel Olarak: Bu konuda 1117 dosyadan 104 olayda (%9,3) failin daha önce para cezasına mahkum edildiği anlaşılmıştır.

b)        Ağır Ceza Mahkemeleri:  14 = %14,3.

c)        Asliye Ceza Mahkemeleri:  68 = %9,5.

d)        Sulh Ceza Mahkemeleri:  22 = %7,1.

Değerlendirme: Bu rakamlardan anlaşıldığına göre, mahkemeler para cezasına bol miktarda hükmetmektedir.

 

182. Suçun iştirak halinde işlenip işlenmediği (soru formu 11.11.a); tespitler:

a) Genel Olarak: 1117 dosyadan149 adedi (%13,4) iştirak halinde işlenmiştir.

b)        Ağır Ceza Mahkemeleri: 28 = %29,2.

c)        Asliye Ceza Mahkemeleri:  90 = % 12,6.

d)        Sulh Ceza Mahkemeleri:  31 = %10,3.

 

183. İştirakteki rol (soru formu 11.11.b); tespitler:

a) Genel Olarak: Bu konuda 1117 dosyadan 124 ünde (%11,1) asli maddi iştirak görülmüştür.

b)        Ağır Ceza Mahkemeleri:  27 = %27,6.

c)        Asliye Ceza Mahkemeleri:  72 = %10,1.

d)        Sulh Ceza Mahkemeleri:  25 = %8,3.

Değerlendirme: Sabıkaya esas teşkil eden iştirak şekillerinin bu derecede yüksek olması çok dikkat çekicidir. Zira iştirak halinde işlenen suçun yargılanması, olayı karmaşık hale sokar (complexity of the case) ve süreyi uzatır. Dolayısıyle Türkiye’de ceza davalarının uzamasında temel sebeplerden birisi suçun iştirak halinde işlenmesidir.

Rakamlar suçların oldukça önemli bir kısmının iştirak halinde işlendiğini göstermektedir. Türk Ceza Kanununda ancak ayrıca tasrih edilmiş bulunan suçlarda iştirak ayrıca bir ağırlatıcı sebep olmaktadır. Ancak, bazı ülkelerde olduğu gibi, genel bir ağırlatıcı sebep değildir.

33.- ÖNERİ: Araştırma, iştirak halinde işlenen suçlar oranının yüksek miktarda olduğunu göstermektedir. Suçun iştirak halinde işlenmesi, faillerdeki ahlâkî kötülüğü (redaeti) ifade ettiği kadar; suçun işlenmesinde sağlanan kolaylık sebebile cürmün daha vahim sayılmasını da gerektirir. Ayrıca iştirak halinde işlenen suçlarda yargılama ve takibat güçlükleri vardır. Bu itibarla iştirakin, bazı batı kanunlarında olduğu gibi, genel bir ağırlatıcı sebep olarak tesbiti caydırıcı etki yapabileceğinden, faydalı olacaktır.

 

184. Yargılanan suçun şikâyete bağlı olup olmadığı (soru formu 12.1); tesbitler:

a) Genel Olarak: İncelenen 1117 dosyaya göre yargılanan suçların 232’si şikâyete bağlı suçtur (%20,7). 855 dosyada ise, suç re’sen koğuşturulan bir suç tipidir (%78,7).

b)        Ağır Ceza Mahkemeleri:  5= %5,3.

c)        Asliye Ceza Mahkemeleri:  157 = %21,9.

d)        Sulh Ceza Mahkemeleri: 70 = %22,9.

Değerlendirme: İncelenen dosyalardaki şikâyete bağlı suç oranının çok yüksek olduğu görülmektedir. Kanunumuz koğuturulması şikâyete bağlı suçtan dolayı şikâyet süresini altı ay olarak tespit etmiştir. Bu altı aylık süre kanundan doğan bir gecikme sebebidir (procedural waiting time).

Koğuşturulması şikâyete bağlı olan suç nedeniyle 105 olayda (%9,4)  savcılığa şikâyet edilmiştir. İkinci sırayı polise yapılan şikâyet işgal etmektedir (47 olay= %4,2). Bu arada iki olayın Milli Eğitim Müdürlüğüne şikâyet edildiği anlaşılmıştır.

Millî Eğitim Müdürüne yanlış olarak yapılan şikâyette olduğu gibi, yanlış mercie şikâyet dosyanın bir makamdan diğerine nakledilmesi için zaman kaybına neden olur (transportation time). Ancak, bu nevi olaylar sayısının az olması nedeniyle genel uzatıcı bir etki doğurmadığı, bizatihi şikâyetin usulüne uygun olarak genellikle savcıya yapılmakta bulunduğu tespit edilmiştir.

34.- ÖNERİ:  Suçun şikâyete tabi olması birinci kısımda izah olunduğu gibi, CAS’inin boşaltılması bakımından faydalı etki yapmaktadır. Bu itibarla özellikle özel kanunlarda tarama yapılması suretile takibi şikâyete bağlı olan suçlar sayısını arttırmak hem kaliteli adalet ve hem de sürat bakımından yararlı olacaktır. Ancak, şikâyetten vazgeçmenin belirli şartlara tabî tutulması lâzımdır. Aksi halde, çek suçlarında görüldüğü gibi, mahkemelerin boşuna yorgunluğa sevkedilmesine sebebiyet verilecektir.

 

185. Tarafları barıştırmak için girişim yapılıp yapılmadığı (soru formu 12.2); tespitler:

a) Genel Olarak: Bu konuda 118 dosyadan sadece 8 inde  uzlaştırma veya barıştırma girişiminin yapıldığı (%0,7) belirlenmiştir.

b)        Ağır Ceza Mahkemeleri: 0 olay.

c)        Asliye Ceza Mahkemeleri:  6 = (%0,08).

d)        Sulh Ceza Mahkemeleri:  2 = %0,05.

Değerlendirme:  Bu araştırmanın 1. kısmında ihtilafları çözmek bakımından bazı ülkelerde uzlaştırıcı kurumların mevcut bulunduğu ve bunların CAS’inin belirli bir ölçüde boşaltılmasına olanak verdiği açıklanmıştı.

Takibi şikâyete bağlı suçlarda gerçekleştirilecek uzlaştırma girişimlerinin bu hususta görevli merciler tarafından yapılması Anayasanın, davaların hâkimler tarafından çözülmesine ilişkin hükümlerini ihlâl etmez.   

 

186. Mağdurun zararının giderilmesi konusu (soru formu 12.3); tespitler:

a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 38’inde (%3,4) mağdurun zararı tamamen, 142’sinde (%12,7) kısmen giderilmiştir.

b)        Ağır Ceza Mahkemeleri: 2 tamamen (%2,1); Kısmen 7 (% 7,4).

c)        Asliye Ceza Mahkemeleri: 19 tamamen (%2,7); Kısmen 107 (%15).

d)        Sulh Ceza Mahkemeleri: 17 tamamen (%5,4); Kısmen 27 (%9).

e)         Gerçek davalar: 124 Kısmen = %14,6; 32 Tamamen = %3,7.

Değerlendirme: Bu rakamlar zarar giderici, onarıcı (Restaurative) Adalet bakımından çok iyi bir gösterge sayılabilir. Bilindiği üzere, çağdaş hukuk sistemlerinde üzerinde önemle durulan kavramlardan birisi de mağdurun tatminidir. Avrupa Konseyinin bu hususta çok sayıda çalışmaları vardır. Aşağıda Avrupa Konseyinin çalışmaları kısaca özetlenmiştir.

Mağdurun tatmininin bizim hukukumuzda kendiliğinden gerçekleştirilmiş olması ilginçtir. Ayrıca yeni kurumlar getirilmeden, mevcut sistem içerisinde mağdurun zararının tatmin ediliyor olması, bizim de önceden tahmin edemediğimiz bir gelişme olmuştur.

36.- ÖNERİ:  En azından belirli suçlardan dolayı mağdurun himaye edilmesi çağdaş ceza hukukunun temel ilkelerindendir. Avrupa Konseyinin bu hususta çalışmaları bilinmektedir. Ülkemizde terör olayları veya sokak hareketleri sebebile Danıştay Devleti tazminata mahkûm ediyor. Ancak ferden işlenen saldırılar yönünden, Ceza Kanunumuzdaki bazı özel hükümler müstesna, genel hüküm yoktur.

Bu noksanın bir an önce giderilmesi çok yerinde olacaktır.

 

187. Şikâyetten vazgeçme (soru formu 12.4); tespitler:

a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 87 olayda mağdur şikâyetten vazgeçmiştir.

b)        Ağır Ceza Mahkemeleri: 3 = %3,5.

c)        Asliye Ceza Mahkemeleri:  31 = %4,4.

d)        Sulh Ceza Mahkemeleri:  15 = %4,8.

Değerlendirme: 87 adet şikâyetten vazgeçme vardır; yüksek bir orandır. Adliyeyi gereksiz yere yoran bir uygulama olduğu anlaşılmaktadır. Gerçekten, şikâyetten vazgeçildiği vakit yapılmış olan işlemlerin değeri kalmamaktadır.

Adli mercilerin gereksiz yere işgal edilmesine, dolayısıyla zaman kaybına ve sonuçta önemli diğer davaların uzamasına neden olan bu uygulama üzerinde hassasiyetle durulmalıdır.

Bunların büyük çoğunluğunun çek suçlarından kaynaklandığı tahmin edilebilir.

34. ÖNERİ’ye bakınız.

37.- ÖNERİ: Davaların çabuklaştırılması ve müeyyidelerin etkili caydırıcılığını sağlamak bakımından Amerika ve Almanya’da olduğu gibi ve aynı usullere göre çalışan Polis Mahkemelerine olan ihtiyaç aşikârdır. 24 saat görev başında kalacak olan bu mahkemelerin sözgelimi 6 ayı aşmayan hürriyeti bağlayıcı cezaları gerektiren suçlarda ve özellikle (sokak suçlarında) yetkilerinin kabul edilmesi halinde CAS’i büyük bir yükten kurtulmuş olacaktır. Tabii olarak, bu teklifle ilgili biçimde ceza mevzuatında da değişiklikler yapmak gerekecektir.

Hazırlık soruşturmasında polis araştırması yeniden düzenlenmelidir. Savcının yanı sıra polisin de hafif suçlarda dava açma yetkisi kabul edilmelidir. Özellikle polisin sanık tutuklandıktan sonra da tutukluluk sırasında  ifade alma ve diğer soruşturma işlemlerini yapma yetkisi kabul edilmelidir. Burada ana hedef, hazırlık soruşturmasının mümkün olduğu kadar noksansız ve sağlıklı yapılmasını sağlayacak düzenlemelerin icrasıdır.

38. ÖNERİ: Batı ülkelerindeki mahkemelerde dosyaların sırada, kuyrukta bekleme süreleri vardır (Waiting Line). İş aylarca duruşma sırası beklemekte, ancak sırası geldiğinde kısa bir zaman içerisinde dava sona ermektedir. Bizde ise, sırada bekleme yoktur. Bütün davalar bir anda birlikte açılmakta ve bu nedenle trafik düzenlemesi olmayan bir kavşaktaki tıkanma gibi davalar kilitlenmektedir. Sistem kavşaktaki trafik sıkışıklığını yaşamaktadır: hızla cereyan eden trafik, dar bir kısıma örneğin bir köprüye ulaştığında geri kalan kısım bir süre hızla akmakta devam eder; sonra hız azalır ve köprüye belirli bir mesafe kaldığında bütünü ile durur. Davaların hepsinin birden açıldığı sistemlerde de, CAS nin işlemesi hemen aynen böyle olmaktadır.

Belirli bir ağır ceza mahkemesini, teklif ettiğimiz sistem içerisinde çalıştırarak belli bir süre sonra davaların daha makul bir sürede bitip bitmeyeceği incelenmelidir. Bu mahkeme tipik iş yükü bulunan mahkemeler arasından seçilmelidir.

Tutuklamanın kanunların gösterdiği şartlara tam uyularak gerçekleştirilmesi, gerek insan hakları ve gerekse adaletin kalitesi nedeni ile, çok önemli bir konudur. Yabancı memleketler uygulamalarında son soruşturmadan önce tutuklanmış bulunan kişilere ait davalar, diğerlerine göre daha çabuk bitirilmektedir. Araştırmamız bizde de durumun böyle olduğunu göstermiştir.

 

188. Fezleke: İlk İşlem ile Fezlekenin düzenlendiği tarih arasındaki süre (soru formu 13.1):

a) Ağır cezalı işte

mean         : 11,3 gün

median      :     2 gün

mode        :     1 gün

range         : 378 gün

minimum   :     0 gün

maximum  : 378 gün

Dağılım şöyledir. 28 olayda 1 gün (%29,3), 12 olayda 2 gün (%12,4), 7 olayda (%7,0) 3 gün, diğer gün dağılımları orantı itibariyle düşüktür.

b) Asliye ceza mahkemelerinde ilk işlem ile fezleke düzenleme tarihi arasındaki dağılım şöyledir. 

mean         : 12,3 gün

median      :     1 gün

mode        :     1 gün

range         : 851 gün

minimum   :     0 gün

maximum       :    851 gün

Sürelerin dağılımı şöyledir, 135 olayda (%18,8) 1 gün, 91 olayda (%12,7) 0 gün, 55 olayda (%7,7) 2 gün, 17 olayda (%2,4) 3 gün ve 15 olayda (%2,1) 4 gün. Diğer gün dağılımlarının oranı düşüktür.

c) Sulh ceza mahkemelerinde ilk işlem ile fezleke düzenleme tarihi arasında gün dağılımı şöyledir.

mean         : 21,2 gün

median      :     2 gün

mode        :     1 gün

range         : 376 gün

minimum   :     0 gün

maximum  :       376

Dağılım şöyledir. 43 olayda (%14,1) 1 gün, 27 olayda (%8,9) 0 gün, 18 olayda (%6,0) 2 gün.

 

189. Koruma Tedbirleri: Tutuklama (soru formu 14.1): 1117 dosyadan 178’inde (%15,9) tutklama kararı verilmiştir.

Tespitler: a) Ağır Ceza Mahkemeleri: 53 = %54,9.

b)        Asliye Ceza Mahkemeleri:  109 = %15,2.

c)        Sulh Ceza Mahkemeleri: 16 = %5,3. Tutuklama açısından yabancı ülkelerdeki durum için birinci kısıma bakınız.

d)        Gerçek davalar: 177 = %20.

 

190. Tutuklama nedeni (soru formu 14.1.b); tespitler:

a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 168’inde bilgi vardır. Suçun niteliği, 91 olayda (%8,2) tutuklama sebebini oluşturmuştur. Kaçma şüphesinden dolayı verilen tutuklama sayısı 36’dır. (%3,2). Delilleri karartma şüphesi ile 7  tutuklama kararı verilmiştir (%0,7).

b)        Ağır Ceza Mahkemeleri: Suçun niteliği 38 = % 39,4.

c)        Asliye Ceza Mahkemeleri:  Suçun niteliği 48 = %6,6.

d)        Sulh Ceza Mahkemeleri: Suçun niteliği 5 = %1,8.

e)         Gerçek davalar: Suçun niteliği 91 =%10,7.

Değerlendirme: Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununa 1992 yılında girmiş bulunan orantılılık ilkesi (CMUK 104/4) çok az halde uygulanmıştır.

10 olayda sebep gösterilmediği tespit edilmiştir. Diğer kararlarda sebep beyan edilmekte fakat doyurucu gerekçe gösterilmemektedir. Yağcı ve sargın davasında Türkiye’nin mahkum edilmesinin sebebi gerekçe gösterilmemesidir.

38. ÖNERİ’ye bakınız.

191. İlk işlem tarihi ile tutuklama kararının verildiği tarih arasında geçen süre: (F3 Tablosuna Bakınız) (soru formu 14.1.c):

Ağır Ceza Mahkemelerinde 96 dosyadan 2 sinde (% 2,3) 0 gün, 19 unda (% 2,3) 1 gün, 11 inde (% 10,9) 2 gün süre geçmiştir. b) Asliye ceza mahkemelerinden incelenen 717 dosyadan 11 inde (% 1,5) 0 gün, 42 sinde (% 5,8) 1 gün, 20 sinde (% 2,8) 2 gün, 10 unda (% 1,4) 4 gün, 7 sinde (% 1) 5 gün süre geçmiştir. c) Sulh Ceza Mahkemelerinde; inceleme kapsamına giren 305 dosya vardır. Bunların 298 inde (%94,7) tutuklamaya ilişkin işlem yoktur. Geri kalan dosyalardan 1 inde (%0,4) süre 0 gündür; 10 unda (%3,3) 1 gün; 3 ünde (%1) 2 gün süre geçmiştir.

192. Teminatla salıverme kararı (soru formu 14.1.d); tespitler:

a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 7 sinde (%0,6) teminatla salıverilme kararı verilmiştir.

Değerlendirme: Teminatla salıverme oranı çok azdır. Amerikan Anayasası, sanığın teminat yatırmak suretiyle tahliye edilmesini, ilke itibarıyla Anayasal bir hak saymıştır (bail). İstisnai hallerde bail kabul edilmemekte veya hâkim sanığın yatıramayacağı kadar yüksek bir teminat tayin etmektedir.  Bizde ise bu kurumun çok küçük oranda uygulandığı görülmektedir.

39. ÖNERİ: Uygun miktarda kefaletle salıverilmeye imkân verilmesi hem sanığın özgürlüğünü gereksiz yere kısıtlanmasını önleyecek ve hem de tutuklamanın getirdiği faydaları sağlayacaktır. Bu kurum, mümkün olduğu hallerde, tutuklamaya  tercih edilmelidir. Asıl önemli olanı, İtalyan, Alman ve özellikle Fransız hukukunda olduğu gibi (adli kontrol) sistemine biran önce yer verilmesidir.

 

193. Yakalama tarihi ile hâkim önüne çıkarma tarihi arasında geçen süre: (F4 Tablosuna Bakınız) (soru formu 14.2.ab:

 

Ağır ceza mahkemelerinde görülen 44 olayda (%45,5) yakalama veya tutuklama olayı gerçekleşmemiştir. Geri kalan 8 olayda (%8,6) süre 1 günden azdır; 24 olayda (%24,7) 1 gün; 11 olayda (%11,1) 2 gün; 4 olayda (%4,7) 3 gün; 2 olayda (%2,5) 4 gün ve 1 olayda (%1) 10 gün süre geçmiştir.

Asliye ceza mahkemelerinde inceleme kapsamına giren 717 dosya vardır. Bunların 574 ünde (%80,1) yakalama ve hâkim önüne çıkarılma gerçekleşmemiştir. Geri kalan 20 dosyada (%2,7) 0 gün, 70 olayda (%9,7) 1 gün, 25 olayda (%3,4) 2 günde, 13 olayda  (%1,8) 4 gün, 11 olayda (%1,5) 5 gün ve bir olayda (%0,2) 14 gün süre geçmiştir.

Sulh ceza mahkemelerinde inceleme kapsamımıza giren 305 adet dosya vardır. Bunların 287 sinde (%94,2) yakalama ve hâkim önüne çıkarma olayına rastlanmamıştır. Geri kalan 2 olayda (%0,6) 0 gün; 9 olayda (%2,8) 1 gün; 3 olayda (%1)2 gün ve 1 olayda (%0,3) 14 gün süre geçmiştir.

 

194. Doktor muayenesi (soru formu 14.2.c); tespitler:

a) Genel Olarak:  Bu konuda 1117 dosyadan 25 inde (%2,3) doktor muayenesi yapılmıştır. 331 olayda (%29,6) gözaltına alınan kişi doktor muayenesinden geçirilmemiştir.

b)        Ağır Ceza Mahkemeleri: 7 = %7,7.

c)        Asliye Ceza Mahkemeleri: 14 = %2.

d)        Sulh Ceza Mahkemeleri: 4 = %1,2.

Değerlendirme: Türkiye’de yasal herhangi bir mecburiyet bulunmadığı halde 25 olayda doktor muayenesi yapılmış olduğu tespit edilmiştir. Doktor muayenesini kurumlaştırmak, işkence ve baskı olaylarını önlemek ve bu husustaki mesnetsiz iddialar bakımından çok önemli bir çare olabilir. Adalet Bakanlığı Ocak 1996 Genelgesi DGM için açıklık getirmiştir.

Bu konunun ceza adaletinin kalitesi bakımından olduğu kadar, Türk Adaleti ve CAS’ın yabancı ülkelerde değerlendirilmesi bakımından da büyük önemi vardır. Türkiye’de bir kısım medya işkence ve baskı konusunu duyguları tahrik edecek surette ele alıp kamuya yansıtmakta ve toplumda çok kötü bir polis imajının teessüsüne adeta katkıda bulunmaktadır. Yabancı ülkelerdeki Türkiye muhalifleri de basında yer alan iddialara dayanarak ülkemizi sürekli karalamaya çalışmaktadırlar.

Fransız Ceza Usul Kanunu 64. maddesine göre, 24 saatlik sürenin sona ermesinden sonra doktor muayenesi mecburidir. Daha önce savcı gerek görürse veya sanık veya bir yakını talep ederse, doktor muayenesi yapılır. Bizde de benzeri usuller yasallaştırılmalıdır.

 

195. Gözaltına alınan şüphelinin poliste kötü muamele gördüğü yolundaki şikâyeti (soru formu 14.2.d); tespitler:

Genel Olarak: 1117 dosyadan 16 sında (%1,4) şüpheli, poliste kötü muamele gördüğü konusunda şikâyette bulunmuştur.

Değerlendirme: Türkiye’de bir kısım basın ve televizyon suçtan şüpheli olanlara poliste kötü muamele yapıldığı hususunda toplumda bir imaj yaratmayı sonuçlayabilecek yayınlarını sürdürmektedir. Bu tip basının amacı, halktaki polis imajını bozmak ve böylece bir güvensizlik duygusunu yaygınlaştırmaktır. Diğer bir kısım basın ise sansasyon yaratmak amacıyla, bu hususta bilmeden ve istemeden de olsa, katkıda bulunmaktadır. Yabancı ülkelerde Türkiye’de insan haklarına saygılı olunmadığı hususunda Türkiye’yi aşağılayıcı propaganda yapan organların kaynağı da bu tür yayınlardır. Yabancı mahkemeler de Türkiye aleyhinde bu tür yayınları delil olarak kullanmaktadırlar.

Oysa anketimizin bu konudaki sonuçları, bu iddiaları doğrulamıyor. Olayların büyük çoğunluğunda kötü muameleye ilişkin bir şikâyet mevcut değildir. Kötü muameleden şikâyet oranı % 1,4 dır. Bunların da geniş ölçüde aleyhteki delilleri karartmak amacıyla uydurulmuş iddialar olduğunu söylemekte hata olmasa gerektir.

196. Hâkim tarafından verilen zapt kararı (soru formu 14.3.a); tespitler:

Genel Olarak: 1117 dosyadan 23 ünde (%2,1) hâkim zapta karar vermiştir.

40.- ÖNERİ: Polisin doğrudan doğruya zabıt yapabilmesi gecikmeyi önlemek bakımından yerinde olabilir. Kaldı ki, bugün tehirinde zarar bulunan hal teriminin çok geniş uygulanması suretiyle zaten fiilen yapılıyor. Bu itibarla CMUK metninin buna göre değiştirilmesi uygun olacaktır. 

 

197. Hâkimin zapta karar vermediği hallerde savcı emri ile zapt yapılıp yapılmadığı (soru formu 14.3.b); tespitler:

Genel Olarak: 1117 dosyadan 14 ünde (%1,2) savcı zapt emri vermiştir.

Değerlendirme: Savcının emir verdiği haller çok azdır. Bu da yukarıdaki mülahazıyı doğrulamaktadır.

 

198. Kolluğun kendiliğinden zapt işlemi uyguladığı haller (soru formu 14.3.c); tespitler:

a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 277 sinde (%24,8) zabıta kendiliğinden zapt uygulaması yapmıştır.

b)        Ağır Ceza Mahkemeleri:  45 = 46,6.

c)        Asliye Ceza Mahkemeleri: 185 = 25,8.

d)        Sulh Ceza Mahkemeleri:  47 = 15,5.

Değerlendirme: Kolluğun büyük bir çoğunlukla, zaptı bizzat kendisinin yaptığı görülüyor.

 

199. Hâkimden gayrısının yaptığı zapta karşı itiraz (soru formu 14.3.d); tesbitler:

Genel Olarak: 1117 dosya içerisinden 2 sinde (%0,2) zapta itiraz edilmiştir.

Değerlendirme: Yukarıdaki oranların gösterdiği üzere, zapt konusundaki esas kural istisna haline gelmiş bulunmaktadır;  hâkim dışındakilerin yaptığı zabıtlara itiraz çok düşüktür. Bunun başlıca sebebi hakların kullanılmaması olabilir. Diğer bir sebep olarak denilebilir ki, zabıtanın yaptığı zabıt o kadar doğru ve yerindedir ki,  buna itiraz edilmemektedir.

 

200. Hâkim Tarafından Arama Kararı Verilmiş Olan Olaylar (soru formu 14.4.a); tesbitler:

Genel Olarak: 1117 dosya içerisinden 7 sinde (%0,6) hâkimin arama kararı verdiği görülmüştür.

Değerlendirme: Yukarıdaki mülahazalar burada da geçerlidir. Hâkim kararı yok gibidir.     

 

201. Hâkimin arama kararı vermediği hallerde savcı emri ile arama yapılmış olup olmadığı (soru formu 14.4.b); tesbitler:

Genel Olarak: 1117 dosyanın 4 ünde (%0,3) savcının arama emri verdiği görülmüştür.     

Değerlendirme: Savcı emri çok azdır.

 

202. Kolluğun kendiliğinden arama yaptığı haller; (soru formu 14.4.c); tesbitler:

Genel Olarak: Bu olaylara ilişkin olarak 1117 dosya içinden 232 sinde (%20,8) polis, hâkim kararı veya savcı emri olmaksızın kendiliğinden arama yapmıştır.

Değerlendirme: Aramayı polisin doğrudan doğruya yaptığı tespit edilmiştir.

Öteden beri, dünyanın her yerinde olduğu gibi, Türkiye’de de polise istisnai bir yetki verildiğinde, bu yetkinin kullanılması kural halini almaktadır. Aynı durumu bu araştırma da ortaya koymuş bulunuyor.

 

203. Postada zabıt kararı verilmesi  (soru formu 14.5); tespitler:

a) Genel Olarak: 1117 dosya içerisinden postada zabıt kararı bir olayda (%0,1) görülmüştür.

b)        Ağır Ceza Mahkemeleri: 1 = %0,8.

Değerlendirme: Hazırlık soruşturmasının çok kere yüzeysel olduğunu açıklamıştık. Bu sorunun sonuçları da bu hususu tespit etmekte ve postada delil araştırması yapılmasına gerek görümemektedir. Oysa özellikle mafya suçlarında delil elde etmek bakımından bu husus son derece önemli sayılmalıdır.

 

204. Telefon dinleme (soru formu 14.6); tesbitler:

Genel Olarak: Telefon dinlemesi yapılıp yapılmadığı konusunda sadece üç dosyada bilgi vardır. (%0,3) Bunların 2 si asliyelikdir.

Telefon dinlemenin hâkim kararı ile yapılıp yapılmadığı hâkimden telefon dinleme kararının alınıp alınmadığı anlaşılamamıştır. Bu nedenle, hâkim kararının tarihi ile ilgili tespit de yapılamamıştır. Telefon dinleme kararının dinleme işleminden önce mi yoksa sonra mı alındığı konusunda yapılan araştırma da, yukarıdaki nedenle başarısız kalmıştır.

Değerlendirme: Türkiye’de öne sürülen iddialar hilafına, yukarıdaki tespitler polisin sistematik olarak telefon dinlemediğini ortaya koymaktadır. Diğer bir ihtimal ise, polisin telefonları dinlemekle beraber, elde ettiği bilgileri delil olarak kullanamamasıdır. Ayrıca telefon dinlemesi yapıldığı halde bundan etkin bir sonuç alınamaması da muhtemeldir. Bu tespitten şu sonuçlar çıkmaktadır:

1.         Telefon dinlemesi yoluna gidilmemektedir. Bunun sebebi teşkilatsızlık, teknik bilgiye sahip elemanın bulunmaması ve yasal düzenlemenin yapılmamış bulunması olabilir.

2.         Mevzuatın telefon dinleme hususunu düzenlememiş bulunması, soruşturmada bu usule başvurulması bakımından çekinmeyi sonuçlamış da olabilir.

3.         Oysa, özellikle mafya suçlarında ve diğer bir kısım suçlarda telefon dinlenmesi delil elde edilmesini veya önemli delillere gidilmesini sağlayabilir. Bu noksan bir an önce giderilmelidir. (Nitekim bu eserin yayınından önce noksan 4422 sayılı kanun ile giderilmiştir).

41.- ÖNERİ: Mevzuatımızda suç soruşturması sebebile telefon dinleme konusunun mutlaka yasal bir düzene bağlanması zorunludur. Bu düzenleme yapılırken Avrupa İnsan Hakları Divanının konuyla ilgili olarak verdiği kararlar ve uyguladığı esaslar gözönünde tutulmalıdır.

Fransa’da geleneksel içtihat telefon muhaverelerinin tesbitine imkân vermekte idi. Fakat bu konuşmalar “itiraf” olarak değil, sadece hâkimin kanaatini tesis edebilecek emareler olarak kabul edilmekte idi. Böylece savunma hakkı ihlâl edilmiş olmuyordu. Aynı ilke mikrofonlar ve ses tesbitleri bakımından da geçerli idi. Ancak, kişi ile müdafii arasındaki konuşmanın tesbitinin hiçbir delil değeri taşımadığı kabul ediliyordu.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 8. maddesinin özel hayatın gizliliğine ilişkin hükmü sebebile, konu 1970’lerde ciddîyetle ele alınmıştır. Uygulamada hazırlık soruşturmasında, ilk soruşturmada telefon dinlenmesi kabul ediliyordu. 1989 yılında AİHS  m. 8 ve Ceza Usul Kanunu 81. maddelerine dayanmak suretile mesele çözüldü ve özel kanun olmadığı takdirde, özel hayata müdahale edilemiyeceği esası belirtildi.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kamu menfaati yönünden öngörüldüğü hallerde özel hayata girilmesinin sözleşmeye aykırı olmadığını kabul ediyordu; ancak bu müdahale genel güvenlik bakımından zorunlu olmalıdır.

Avukatlarla yapılan konuşmaya hiç bir surette müdahale edilmemelidir. Mercilerin bu husustaki takdir yetkilerinin kullanılmasındaki ayrıntıların kapsamı açık bir surette kanunda yer almalı ve suistimale imkân vermemelidir.

Ayrıca, telefonları dinlenebilecek olan suçlu kategorileri, suçların nitelikleri, dinlemenin süresi bu husustaki tutanakların teşkili şartları ve konuşmaların ne suretle sentezleştirileceği ve bantların nasıl silineceği ve imha edileceği kanunda yer almalıdır. 8 Şubat 1995 tarihinden itibaren Senato veya Meclis Başkanlarına haber verilmeden milletvekillerinin veya senatörlerin konuşmalarının tesbit edilemiyeceği de, hüküm altına alınmıştır.

Özetlemek gerekirse, bu hususta özel bir kanun belirli nitelik ve şartları taşımak suretiyle biran önce meydana getirilmelidir.

 

205. Koruma tedbirlerine itiraz edilip edilmediği (soru formu 14.7.a); tesbitler:

a) Genel Olarak: Bu inceleme, 1117 dosyadan 33 ünde (%2,9) koruma tedbirine itiraz edildiğini göstermektedir.

b)        Ağır Ceza Mahkemeleri:  11 = % 11,1.

c)        Asliye Ceza Mahkemeleri:  18 = %2,5.

d)        Sulh Ceza Mahkemeleri:  4 = %1,2.

 

206. Koruma tedbirine itiraz edildiği hallerde, bu itirazın hangi tedbire karşı yöneltilmiş olduğu (soru formu 14.7.b); tesbitler:

a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 32 sinde itiraz yoluna gidilmişti. 32 olayın 30 unda itiraz tutuklamaya karşıdır (%92,8). Yakalanma ve gözaltına alma tedbirine karşı iki halde (%7,2) itiraz edildiği (CMUK 128/4) tespit edilmiştir.

b)        Ağır Ceza Mahkemeleri:  Tutuklama 10 adet (10,2); Gözaltı 0 = 0,003.

c)        Asliye Ceza Mahkemeleri: 17 adet tutuklama kararına itiraz (%2,3); 4 adet tutuklama kararına itiraz (% 1,2).

d)        Sulh Ceza Mahkemeleri: 4 adet tutuklama kararına itiraz (%1,2); 2 adet yakalama kararına itiraz (%0,07).

33 olayda itiraz da bulunulmuş olması ilginçtir. Bunlardan hemen hemen %99’u tutuklamaya karşı itirazdır. Yakalama ve gözaltına alınma tedbirlerine itiraz oranları ise sadece iki olayda gerçekleşmiş olup, çok düşüktür.

Tutuklamanın Türkiye’de çok geniş ölçüde yaygın bulunduğu ve ciddi, doyurucu gerekçe gösterilmeden tutuklamaya karar verildiği ve tutukluluk durumunun sürdürüldüğü  bilinmektedir. Bu uygulama hem Türk hukukuna hem de Avrupa İnsan  Hakları Mahkemesinin kararına aykırıdır. Nitekim Yağcı, Sargın ve Mansur davalarında Türkiye bu sebeple mahkum edilmiştir. Böyle olduğu halde kararlara itiraz oranlarının çok düşük olması dikkati çekicidir. Ekonomik durumları bozuk olan sanıkların itiraz yoluna başvurmadıkları tahmin edilebilir. Vatandaşın sahip olduğu temel haklar konusunda eğitilmesi şarttır.

 

207. İtirazın Sonucu (soru formu 14.7.d); tesbitler:

a) Genel Olarak: sonuçlar şöyledir: İtiraz yapılan 29 olayın, 20 sinde (%68,5) merciin uyguladığı tedbir itiraz makamınca uygun görülmüş ve onaylanmıştır. Uygulanan tedbirin onaylanmadığı 9 olay (%31,5) tespit edilmiştir.

b)        Ağır Ceza Mahkemeleri: onaylanan 10 adet (%10).

c)        Asliye Ceza Mahkemeleri: 8 tedbir onaylanmış (%1,1); 6 tedbir onaylanmış (%0,00).

d)        Sulh Ceza Mahkemeleri: 3 tedbir onaylanmış (%0,08);  tedbir onaylanmamış (% 0,04).

Değerlendirme: Oranlar genel olarak itirazdan bir sonuç alınamadığını göstermektedir. Bu sonuç yerleşmiş adlî kültüre bağlı olabilir.

 

208. Yazılı Emir (soru formu 14.7.e); tesbitler:

a) Genel Olarak: İtiraz merciinin verdiği karara karşı yazılı emir yoluna (CMUK 343) başvurulup vurulmadığı konusunda 35 dosyada veri vardır. Bunlardan ikisinde (%4,5) itiraz merciinin kararına karşı yazılı emir yoluna baş vurulmuştur.

b)        Ağır Ceza Mahkemeleri: 0.

c)        Asliye Ceza Mahkemeleri: 2 = (% 0,02).

Değerlendirme: Yazılı emir isteminin tarihi ile Yargıtayın verdiği kararın tarihi ve yazılı emir sonunda yargıtayın verdiği kararın niteliği dosyalardan tespit edilememiştir. Ancak yukarıda III. bölümünde bu hususta kesin rakamlar verilmiştir.

Gecikme bakımından önemli olan husus yazılı emre gidilen hallerde Yargıtay incelemesinin ne kadar sürdüğüdür. Ancak bu durum dosyalardan tespit edilememekle beraber, III. bölümde gerekli bilgiler sunulmuştur.

 

I. Soruşturmada (Hazırlık soruşturmasında)

savcı tarafından yapılan işlemler

 

209. Fezlekenin hazırlandığı tarih ile, fezlekenin savcılık kalemine kaydedildiği tarih arasında geçen süre (soru formu 15):

Yakalama Tarihi ile, fezlekenin savcılık kalemine (registration) kaydedildiği tarih arasında geçen süre: (F5 Tablosuna Bakınız)

Ağır Ceza mahkemelerine  ait 96 dosyadan 45 inde (%46,6) yakalamaya rastlanmamıştır. Geri kalan 6 olayda (%6,0) 0 gün; 25 olayda (25,7) 1 gün; 9 olayda (%9,7) 2 gün süre geçmiştir.

Asliye Ceza Mahkemelerinde inceleme kapsamına giren 717 dosyadan 528 inde (% 73,6) yakalama  ile iligili işlem yoktur. Geri kalan dosyalarda sürelerdeki yoğunlaşma şöyledir: 26 olayda (%3,6) 0 gün; 96 olayda (%13,4) 1 gün; 29 olayda (%4) 2 gün; 11 olayda (%1,5) 5 gün süre geçmiştir.

Sulh Ceza Mahkemelerinde inceleme kapsamına giren 305 dosyadan 262 sinde (% 86) yakalama  ile iligili işlem yapılmamıştır. Geri kalan dosyalar arasından sürelerdeki yoğunlaşma şöyledir: 7 olayda (%2,2) 0 gün; 20 olayda (% 6,5) 1 gün; 6 olayda (%1,9) 2 gün süre geçmiştir.

 

210. Savcılık tarafından yapılan araştırmalar: Savcılık tarafından ek araştırma yapılıp yapılmadığı (soru formu 16.1); tesbitler:

a) Genel Olarak: Ek araştırma konusunda; 1117 dosyadan 143 ünde (%12,8) savcılık tarafından ek araştırma yapılmış, 906 sında (%81,1) yapılmamıştır.

b)        Ağır Ceza Mahkemeleri:  30 = %31,2.

c)        Asliye Ceza Mahkemeleri:  96 = %13,3.

d)        Sulh Ceza Mahkemeleri:  17 = %5,6.

 

211. Savcının Ek Araştırma Yapması için Polise Emir Verdiği Haller (soru formu 16.1.a); tesbitler:

Genel Olarak: Savcının ek araştırma yapması için polise emir verip vermediğini tespit etmek üzere yapılan araştırmada, 1117 dosyadan  90 ında (%8,0) savcının polise ek araştırma yapması için emir verdiği belirlenmiştir. 476 olayda ise (%42,6) polise emir verilmemiştir.

Savcının polise ek araştırma yapması için emir verdiği hallerde polis, şu işlemleri yapmıştır. 33 olayda (%3) şüphelinin ifadesini almış 6 olayda (%0,5) adı geçeni celp etmiş, 4 olayda (%0,3) yakalamış, 4 olayda (%0,3) olay yerinde inceleme yapmış, 4 olayda (%0,3) adres ve nüfus kaydını belirlemiştir.

Polis tarafından yapılan ek araştırmanın kaç gün sürdüğü konusunda 54 dosyada veri vardır. Bu 54 dosyanın 11 inde araştırma bir gün sürmüştür (%19,8). 5 olayda 10 gün (%9,1), 3 olayda 14 gün (%5,9), 2 olayda 60 gün (%2,9) gibi süreler belirlenmiştir.

b)        Asliye Ceza Mahkemeleri: 57 = %8.

c)        Sulh Ceza Mahkemeleri: 16 = %5,1.

Değerlendirme: Savcının polise emir verdiği hallerde, sadece eksik evrakın tamamlatıldığı görülmektedir. Maddi suç delillerinin araştırılması yapılmamaktadır. Bu durum aslında ciddi sayılabilecek bir gecikme sebebidir. Evrak doğru dürüst tertip edilse ve noksanların ikmali için ayrıca vakit geçirilmeseydi, dosya daha çabuk tamamlanacaktı. Bekleme süresi (Waiting time) uzamaktadır.

 

212. Savcının Bizzat Ek Araştırma Yaptığı Haller (soru formu 16.1.a); tesbitler:

a) Genel Olarak: 1117 Dosyadan 118 inde (%10,5) savcı bizzat ek araştırma yapmıştır.

Savcı tarafından bizzat araştırma yapılan hallerde, savcının hangi araştırma işlemini yaptığı konusunda 109 veri vardır.

Savcı tarafından yapılan araştırmaların dağılımı şöyledir: 26 olayda sanık ifadesi alınmıştır (%23,9), 22 olayda bir başka kurumdan belge istenmiştir (%20,2), 10 olayda mağdurun ifadesi alınmıştır (%8,2), 9 olayda adli tıbba sevk yapılmıştır (%8,3). Olay yerinde savcı tarafından inceleme bir halde tespit edilmiştir (%0,9). Telefon dinleme talimatı verilmesine de yine bir olayda rastlanılmıştır (%1,0).

b)        Ağır Ceza Mahkemeleri:  23 = %24,3.

c)        Asliye Ceza Mahkemeleri: 83 = %11,6.

d)        Sulh Ceza Mahkemeleri:  11 = % 3,7.

Değerlendirme: Oranlar iki suretle yorum yapılmasına yatkındır:

1)        Kolluk tarafından araştırma, soruşturma çok iyi yapıldığından savcı ancak 143 olayda, %12,8 oranında ek araştırma yapmak ihtiyacını hissetmiştir.

2)        İkinci yorum ise savcıların altında kaldıkları büyük işyükü dolayısıyla, polisten gelen evraka müsteniden davayı açtıklarıdır.

Bu iki olasılıktan hangisinin daha ziyade geçerli olduğunu tespit edebilmek için, savcının ek araştırma yapmadığı hallerde, mahkemenin son soruşturma evresinde ne gibi tahkik muamelelerini yapmış olduğunu ve bunların yoğunluğunu tespit etmek gerekir. Eğer mahkemece yapılan tahkik muameleleri çok sayıda ise, savcının üstünkörü dava açtığı sonucuna varmak gerekecektir. Böyle değilse, polisin işini çok iyi yaptığı sonucuna varılacaktır. Bir ikinci ihtimali daha ziyade gerçekçi bulmaktayız.

Telefon dinlemenin bir olayda savcı emri ile yapılmış olduğu belirlenmiştir. Oysa yukarıda belirtildiği üzere bu hususta genel bir kanun  olmalı ve buna dayanılarak hâkim tarafından karar verilmelidir.

Başka bir mercide halli gereken işlerin veya merciden bilgi istenmesini gerektiren hallerin oranı çok yüksektir. Bunların polis soruşturması sırasında yapılması, zamandan tasarruf sağlayacaktır.

Başka kurumlardan bilgi isteme dosyanın başka bir mercie gönderilmesi dolayısiyle geçen zaman (transportation time) % 20 olarak tespit edilmiştir oran büyük bir gecikme sebebi olarak gözükmektedir.

41. Öneri’ye bakınız.

 

213. Savcının Bilirkişi Görevlendirdiği Haller (soru formu 16.2.a); tesbitler:

a) Genel Olarak: Savcılıkta bilirkişi incelemesi yaptırıldığına ilişkin 39 dosyada bilgi vardır (%3,5).

b)        Ağır Ceza Mahkemeleri:  9 = %9.

c)        Asliye Ceza Mahkemeleri:  24 = %3,3.

d)        Sulh Ceza Mahkemeleri: 7 = %2,2.

Değerlendirme: İncelenen dosyalar içinde bilirkişiye başvurma oranının az olduğu görülmektedir. Bunun sebebi basın işlerine bakan 2 no lu mahkemeden alınan dosyalar sayısının az olmasıdır. Zira, basın davalarında savcılar sistematik olarak bilirkişiye başvurmaktadırlar. Aslında çok kısa sürede bitirilmesi gereken basın davalarının bu derecede uzamasının nedeni, bilirkişiye başvurmanın adlî kültür çerçevesinde hemen hemen kural halini almış bulunmasıdır.

Tesbitler: Genel Olarak: Savcının, görevlendirdiği hallerde, bilirkişiye hangi hususları sorduğu ayrıca araştırılmıştır. Bu konuda 42 dosyada bilgi mevcuttur.: 10 olayda yaralanmanın neticeleri sorulmuş (%24,2), 9 olayda yazı karşılaştırılması istenilmiş (%21,2), 6 olayda müstehcenlik incelemesi istenmiş (%15,3) 5 olayda da kıymet takdiri yaptırılmıştır (%12,7). Eylemin suç teşkil edip etmediği şeklinde bir soru sorulmasının %0,6 ihtimali ile gerçekleştiği görülmüştür.

Değerlendirme: Bilirkişiden istenen mütalaa, polis tarafından da tespiti mümkün bir husus niteliğinde idi, davanın uzaması önlenebilirdi; ancak hukukumuzda polisin tayin etme yetkisi olmadığından, bilirkişi bilgisini gerektiren hususta kendi şahsi bilgisi ile bir sonuca varmak mecburiyetindedir. Bu işlemler zorunlu olarak daha sonra savcı tarafından yapılmaktadır.

42.- ÖNERİ: Bilirkişi incelemesini gerektiren işlemleri soruşturmayı yapan polisin icra edebilmesi çabukluk sağlayabilir. Örgütlenmenin sonuçladığı bekleme süresi (Organizational waiting time) bu yolla tümüyle ortadan kalkabilir.

 

214. Bilirkişi raporunun sonuç kısmındaki mütalaa  (soru formu 16.2.d); tesbitler:

a) Genel Olarak: 21 olayda (%55,3) bilirkişi, eylemin suç teşkil ettiği yolunda olumlu görüş açıklamıştır. Suç teşkil etmediğini açıklayan görüş 7’dir. (%18,5). Bilirkişinin kendisini yetkili görmeyerek dosyanın ilgili yere sevk edilmesi yolunda görüş bildirmesi ihtimali %1,1’dir.

b)        Ağır Ceza Mahkemeleri: Olumlu 4 = % 4; Olumsuz 2 = %2,6.

c)        Asliye Ceza Mahkemeleri: Olumlu 12 = %1,6; Olumsuz 4 = %0,05.

d)        Sulh Ceza Mahkemeleri: Olumlu 5 = % 1,7; Olumsuz 1 = % 0,02.

Değerlendirme: Bilirkişinin olumsuz görüş vermesine rağmen kamu davası açılmış ve neticede mahkeme beraat kararı vermiş ise, mahkeme boşuna yorulmuş olacaktır.

43.- ÖNERİ: Bilirkişiliğe ehil, uzmanlık taşıyan kimseler tâyin edilmeli ve bilirkişinin konuyu ciddî şekilde incelemesi sağlanmalıdır. Bu neticeyi elde etmenin temel araçlarından birisi, bilirkişiye çalışmaları karşılığı uygun ücret vermek ve bunu da hizmetin karşılığı olarak derhal ödemektir. Bugünkü uygulamada arz olunan hususların hiç birisine uyulmadığı için, ehliyetli bilirkişiler görevden kaçmaktadırlar.

 

215. Savcılıkta kimlik tespiti ve benzeri işlemlerin yapılıp, yapılmadığı (soru formu 16.3); tesbitler:

a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 151 inde (%13,5) savcılık, kimlik tespiti, medeni halin araştırılması, nüfus kaydı getirilmesi gibi işlemleri yapmıştır.

Savcılıkça yapılan bu tür kimlikle ilgili işlemlerin türü konusunda 131 dosyada bilgi vardır. 46 olayda (%35) nüfus cüzdanı sureti istenilmiş, 67 olayda (%50,6) nüfus kaydı getirtilmiş, 3 olayda ise sabıka kaydı araştırılmıştır. (%2,2).

b)        Ağır Ceza Mahkemeleri: 11 = %11,9.

c)        Asliye Ceza Mahkemeleri: 112 = %15,6.

d)        Sulh Ceza Mahkemeleri: 28 = %9,2.

Değerlendirme: Olayların % 13,5’inde polisten gelen evrakın kimliğe ilişkin bilgilerin noksan olması olay çözme zamanının (Case pocessing time) uzamasını sonuçlayan bir sebep telakki olunmalıdır.

Polis merkezlerinde veya emniyet müdürlüğünde adli sicil bilgisayarına girmek imkanının mevcut olmaması ve adli sicil kanununun adli sicil bilgisayarına doğrudan doğruya girilmesine imkan vermemesi (waiting time) uzatan bir sebeptir.

44.- ÖNERİ: Bilgisayar ağının polisi de kapsayacak şekilde genişletilmesi ve bu hususta yasal gereklerin tesisi davaların çabuk karara bağlanmasını sağlayan etkin bir araç teşkil edecektir.

 

216. Savcılığın kendisini yer bakımından yetkisiz veya madde bakımından görevsiz sayarak bir işlem yapıp yapmadığı (soru formu 16.4); tesbitler:

a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 103 olayda (%9,2) anılan işlemlerden birini yapmıştır.

Bu verilen kararın türü açısından yapılan incelemede 97 dosyada veri tespit edilmiştir. 79 olayda (%81,0) yer yönünden yetkisizlik ve 17 olayda ise görevsizlik (%17,5) görüşü açıklanmıştır.

b)        Ağır Ceza Mahkemeleri: 20 %20,6.

c)        Asliye Ceza Mahkemeleri:  79 = % 11.

d)        Sulh Ceza Mahkemeleri:  4 = % 1,3.

Değerlendirme: Yukarıdaki tespitler önemli bir gecikme sebebidir. Özellikle aynı bir şehir içindeki savcılıkların yer yönünden yetkisizlik kararı vermeleri ve işin Şişli’den Beyoğlu’na postalarla gitmesi anlaşılmaz bir şeydir.

45.- ÖNERİ:  Aynı Büyükşehir Belediyesi içinde istinabe olmaz kuralı savcılıkları da kapsamalıdır.

Görev yönünden yetkisizlik kararlarına ilişkin olarak şu söylenebilir: Mülga Memurin Muhakemat Kanununun uygulanması, davaların görülmesi bakımından özellikle memur suçlarında büyük bir gecikme sebebi olmuştur. Esas itibariyle bu kanun bazı ihtiyaçlardan doğmuştu. Fakat itiraz mekanizmasını anlamak mümkün değildi: Savcının iddianamesine nasıl itiraz olunamıyorsa lüzumu muhakeme kararına da itiraz edilememeli idi. Men’i muhakeme kararları da savcıya gitmeli ve savcı kararı yerinde bulmadığı takdirde, davayı açabilmeliidi. Lüzumu muhakeme kararı verildiği hallerde de davayı açmayabilmeli veya tavsif tarzını değiştirebilmeli idi. Bu şekilde idare mahkemelerine ve Danıştaya itirazın neden olduğu gecikme ortadan kalkabilecekti: yeniden yürürlüğe giren kanunun ne gibi sonuçlar vereceği görülecektir.

 

217. Takipsizlik kararının maddi mesele bakımından (olayın yeterince aydınlatılmamış olması) verilip verilmediği (soru formu 17.1); tesbitler:

Genel Olarak: 1117 dosyadan 14 ünde (%1,2) takipsizlik kararı olayın yeterince aydınlatılmamış olması sebebine dayandırılmıştır.

 

218. Takipsizlik kararının hukuki mesele bakımından (fiilin suç teşkil etmemesi gibi) verilip verilmediği (soru formu 17.2); tesbitler:

Genel Olarak: 1117 dosyanın 5 inde (%0,5) takipsizlik kararının hukuki mesele açısından verildiği belirlenmiştir.

Takipsizlik kararı verilen hallerde bunun hangi nedene dayandığı tekrar araştırılmış ve bu konuda 3 dosyada bilgiye rastlanmıştır: 2 olayda ön ödeme sebebiyle ve 1 olayda da şahsi dava yolunun açık olması nedeniyle takipsizlik kararı verildiği saptanmıştır.

İncelememiz kesinleşmiş dosyaların tetkikine dayanmıştır. Bu itibarla savcılıkça verilen takipsizlik kararları incelenememiştir. Yerinde ve doğru olarak verilmiş takipsizlik kararları işlevseldir. Zira bir filtrasyon aracı olarak gereksiz ve ilerde hükme bağlanamıyacak olan iddiaların hemen sistem dışına atılmasını, çıkarılmasını sağlamaktadır. Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 164. maddesine göre, kolluk böyle bir filtrasyon yapamaz, takipsizlik kararını savcının vermesi gerekir. Polisin de, denetimli olarak benzeri bir filtrasyon yapması, savcılık yükünün azalmasında faydalı olabilir.

 

219. Suçun kovuşturulması şikâyete bağlı olduğu hallerde şikâyetin mevcut olmaması nedeni ile takipsizlik kararı verilip verilmediği (soru formu 17.3); tesbitler:

Genel Olarak: 1117 dosyadan 6 olayda şikâyetin gerçekleşmemesi nedeni ile (%0,5) takipsizlik kararı verildiği tespit edilmiştir.

 

220. Ön ödeme uygulanıp uygulanmadığı (soru formu 17.4); tesbitler:

Genel Olarak: 1117 dosyanın 233 ünde (%20,9) ön ödeme uygulanmıştır.

Önödemenin ve Ceza kararnamesinin çok geniş alanda olmak üzere uygulandığı görülmektedir. Teorik bakımdan önödemeye yöneltilen itirazlar bilinmektedir (Dönmezer/Erman, c.III, 12. Bası, 1997).  Aslında önödeme, sistemin gereğinden fazla yüklenmesini engelleyici ve belirli olayları sistem dışına çıkaran ve böylece mahkemeleri büyük bir iş yükünden kurtaran faydalı bir kurumdur. Önödemeyi kabul edip etmemek kişinin ihtiyarında olduğundan, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine de aykırı değildir.

Önödemenin kriminolojik bakımdan çok önemli bir yararı da, kişiyi damgalama süreci dışına çıkarmış olmasıdır. Bu bakımdan, savcılığın önödeme yaptığı hallerde, takipsizlik kararı vermesi çok yerindedir.

46.- ÖNERİ: Önödeme yetkisi savcılıkça özen ile kullanılmalı ve uygulama mahkemeye bırakılmamalıdır. İşlerin iddianamesiz olarak, doğrudan doğruya mahkemeye sevkolunduğu hallerde de, dosya hemen mahkemece savcılığa gönderilebilir. Bizdeki uygulamasında önödeme otomatiktir. Sanık önödemeyi gerektiren ne kadar suç işlemiş olursa olsun, ödemeden yararlanma hakkına sahiptir; belirli bir sınır getirilmesi yerinde olabilir. İkinci olarak önödeme, duruma, failin, kişiliğine göre ek bir kısım şartların yerine getirilmesine tâbi kılınabilir. Bu şartlar yerine getirildiği ve böylece savcının yetkisi genişletildiği takdirde, önödeme yapılacak cezaların genişletilmesi mümkün ve yerinde de olabilir. Aslında asıl getirilmesi gerekli kurum uzlaşma (médiation) dur. Bu kurum önödeme ile birlikte uygulanabilir.

 

221. Ceza kararnamesi uygulanıp uygulanmadığı (soru formu 17.5); tesbitler:

Genel Olarak: 1117 dosyanın 187 sinde ceza kararnamesi uygulanmıştır. (%16,8).

Değerlendirme: 187 olay ceza kararnamesi, 233 olay ise, önödemeyle halledilmiş bulunmaktadır İncelediğimiz dosyaların yaklaşık 1/3 ünün bu şekilde sonuçlandırıldığı tespit edilmiştir.

 

222. Takipsizlik kararına itiraz (soru formu 17.6): Takipsizlik kararına itiraz edilip edilmediği; tesbitler:

Genel Olarak: 1117 dosyadan sadece 1 tanesinde itiraz edilmiştir.

 

223. İddianame (soru formu 18): Kamu davasının iddianame ile mi, yoksa iddianame yerine geçen başka bir belge ile mi açıldığı sorulmuştur İddianame ile açılan dava sayısı 1071’dir (%95,8).

Lüzumu muhakeme kararı ile açılan dava sayısı 4’tür (%0,3).

İddianame yerine geçen diğer bir belge ile 11 olayda (%0,9) dava açıldığı tespit edilmiştir.

Şahsi dava dilekçesi ile açılan ceza davası sayısının 7 olduğu (%0,6) belirlenmiştir.

Değerlendirme: Mülga Memurin Muhakematı Kanunu ve şahsi dava uygulandığı haller çok azdır.

Bu orantılar ve rakamlar dahi Memurin Muhakemat Kanunun tatbik dolayısı ile 16.4’de arz ettiğimiz mutalaaların ne kadar yerinde olduğunu göstermektedir. Türkiye’de Memurin Muhakemat Kanunu çerçevesine giren memur suçları cüz’i miktarda idi. Memurin Muhakemat Kanununa tabi bazı olaylar dolayısı ile basının yaptığı yayınlar yanlış bir imajın meydana gelmesine sebebiyet vermişti. Memurin Muhakemat Kanununa veya özel Kanundaki hükümlerine göre, Memurin Muhakemat Kanunu benzer usullerin uygulanmasını gerektiren suçlarda tüm olarak olayın sonuca bağlanmasına ilişkin sürenin uzadığı muhakkak idi. Hatta bu suçlardan bir kısmının zaman aşımı ile de ortadan kalktığı bilinmektedir. Buna karşılık idare ve adliye ayrımının mahfuz kalması sağlanacak ve ayrıca bu usul, bir filtrasyon teşkil etmesi dolayısı ile, CAS’ini boşaltan bir araç rolünü de oynayabilecekti.

 

224. İddianameye İlişkin Diğer Bilgiler (soru formu 18.2); 

İddianamede sanığa isnad edilen suçlardan, 315 dava, 3167 sayılı kanuna muhalefet nedeniyle açılmıştır (%28,6).

Türk Ceza Kanununda yer alan suçlar, belli konularda gruplaşmış değildir. Ancak adet olarak bakıldığında 54 adet 456. madde (%4,8), 48 adet 493. madde (%4,3), 47 adet 565. madde (%4,2) ve 24 adet 404. madde (%2,2) isnadı ile, Savcılık tarafından dava açıldığı görülmektedir.

Değerlendirme: Ceza Kanunu dışındaki özel kanunlarda yer alan suçların, önemli bir yer işgal ettiği görülmektedir. İstanbul’da ve belki de diğer büyük merkezlerde Asliye Ceza Mahkemelerinin çok geniş ölçüde zamanını alan suç 3167 sayılı Çek Kanunudur. Adliyeyi olağanüstü işgal eden bu davalar genellikle ortalama bir yıl  devam eden çalışmalardan sonra, şikâyetin geri alınması sebebiyle ortadan kalkmaktadır. Demek oluyor ki, bu suçlar hakkında basitleştirilmiş, özel bir usul ihdas olunmalı, mesela  cezası para cezasına çevrilerek, önödeme imkanı sağlanmalı ve her halde takibat şikâyete bağlanmamalıdır.

47.- ÖNERİ: CAS’miz ağır suçlarla basit suçları aynı usule tabi kılıyor. Hafif suçların yargılanmasında mutlaka basitleştirilmiş muhakeme usulüne gidilmelidir. Mesela bir kısım basit suçlar savcının müdahalesi olmadan doğrudan doğruya kolluğun fezlekesi ile mahkemeye intikal edebilmeli; polisin takipsizlik işlemi yaptığı hallerde, suçtan zarar görenin savcıya başvurma hakkı kabul edilmelidir.

 

Gerçekten, savcılık nitelendirilmesi ile, mahkemenin hükmü arasında suç farkı bulunması iki sebepten kaynaklanır: 1) Sadece savcılıkta tavsif hatası vardır. 2) Gerekli araştırmalar polis veya savcılık tarafından yapılmadığından tavsifte hata edilmiştir. Her iki ihtimal de CAS’ın işlemesi bakımındn esaslı bir sakıncayı ortaya koyar, gecikmenin de temel sebeplerinden biri olabilir.

Tesbitler: İki suçtan birden tek iddianame ile dava açılan olay sayısı 139’dur.

Üç suçtan tek iddianame ile dava açılan olay sayısı 19’dur. Dört suçtan tek iddianame ile dava açılan olay sayısı 2’dir.  

Bizim yaptığımız çalışmanın asıl amacı işletme kusurlarını ortaya çıkarmaktır.

Genel Adalet istatistikleri tetkik edildiği vakit, özel ceza kanunlarındaki suçların önem kazandığı görülür. Bu bizim yaptığımız tesbit ile çakışmaktadır.

 

225. Suçtan Doğan Maddî Zarar; tespitler: İncelenen 1100 dosyaya konu olan suçların 472 sinde (%42,2) fiilden maddî zarar meydana gelmiştir.

Zarar miktarına bakıldığında, incelenen 1117 dosya arasından sadece 295 inde suçtan doğan zararın miktarı ile ilgili olarak dosyada bir bilgiye rastlanabilmiştir. Doğan zarar miktarları şöyledir: iki olayda 26.000 (%0,1), dört olayda 500.000 (%0,4), beş olayda 800.000 (%0,4), beş olayda 1.000.000 (%0,4), sekiz olayda 2.000.000 (%0,7), on olayda 5.000.000 (%0,9), onbir olayda 10.000.0000 (%1), onüç olayda 20.000.000 (%1,2), on olayda 40.000.000 (%0,9), yedi olayda 50.000.000 (%0,7), dört olayda 110.000.000 (%0,4), beş olayda 150.000.000 (%0,4), iki olayda, 1.000.000.000 (%0,1) ve bir olayda 1.210.000.000 (%0,1).

Değerlendirme: Suçtan doğan zararın miktarı, toplumsal yönden suçun sebebiyet verdiği zararlar yani suçun topluma maliyetini (Cost of Crime) tayin bakımından çok önemlidir. Şimdiye kadar ülkemizde suçun topluma zararı konusunda kriminolojik araştırma yapılmamıştır. Suçun topluma olan zararı bakımından sadece genel bütçede suçla meşgul olan kuruluşların ödenekleri dışında bir eleman elimizde mevcut değildir. Bu bakımdan, bu soruya verilen cevapları dikkati çekici buluyoruz.

Söz konusu rakamlar değerlendirilip yorumlanırken, ülkemizde enflasyonun hızı özellikleri gözönünde bulundurulmalıdır. Sözgelimi 1991 yılında suç dolayısı ile sebebiyet verilmiş 1.000.000 TL. lık zararın anlamı ile, 1995 yılındaki anlamı başka başkadır.

Ülkemizde, suçun topluma verdiği zararı tesbite yönelik araştırmalara girişilmemiş olması büyük bir noksanlığı ortaya koymaktadır.

48.- ÖNERİ: Yabancı ülkelerde olduğu gibi, ülkemizde de suçun toplumsal bakımdan meydana getirdiği zararların, bilimsel usullere göre tesbitine imkân veren metodolojilerin uygulanması suretile belirlenmesi, en azından adlî hizmetler bakımından, bütçeden daha fazla tahsisat verilmesini sağlar. Zira bu suretle suçla mücadalenin doğrudan doğruya millî gelirle olan irtibatı gözler önüne serilmiş olur.

 

226. Suçun işlenmesi sırasında kullanılan araçlar belli midir?  (soru formu 18.2 cc); tespitler:

İncelenen 1117 dosyadan 240 ında suçun işlenmesinde kullanılan araçlar tespit edilebilmiştir.

Araç türlerinin dağılımı şöyledir: 61 olayda (%5,4) ateşli silah; 13 olayda (%1,2) taklit silah; 26 olayda (%2,3) başka bir silah ve 146 olayda (%13,1) herhangi bir alet kullanılmamıştır.

Bu olaylarda 13  (%1,2) taklit silah kullanıldığı anlaşılmıştır. 

 

227. Uyuşturucu Madde Suçları (soru formu 18.2.c); tesbitler:

İncelenen 1117 dosyadan 33 ü (%2,9)  uyuşturucu madde suçu içermektedir. 

Uyuşturucu maddenin türü açısından yapılan incelemede 1117 dosya içerisinden onunda (%0,9) eroin, beşinde (0,5) kokain, yirmisinde (%1,8) esrar, birinde (%0,1) afyon, morfin tespit edilmiştir. İncelediğimiz dosyalar içerisinde sentetik maddelerin kullanıldığına hiç rastlanılmamıştır.

Sanığın uyuşturcu madde bağımlısı olup olmadığı açısından yapılan incelemede, yirmi olayda (%1,8) sanığın uyuşturucu maddeye bağımlı olduğu tespit edilmiştir.

12  olayda (%1,1) şüpheli, bir psikiyatri hastanesinde gözlem altına alınmıştır.

Değerlendirme: Anket, uyuşturucu maddeye ilişkin davaların yüksek sayıda olduğunu gösteriyor. Bu küçük istatistik eroinin, hemen hemen esrarın yarısı oranında bir miktara ulaştığını göstermekte ve ciddi  bir durum ortaya koymaktadır.

Bu rakamlar, genellikle bağımlıların yakalandığını gösteriyor yani aysbergin su üstünda kalan ucu ile meşgulüz.

50.- ÖNERİ: Uyuşturucu madde suçlarının takibinde, bu maddelerin üretilmesi, nakli, ithal ve ihracı suçları bakımından özel tedbirleri içeren ayrı hükümlerin getirilmesi zorunludur. Bu suçların faillerinin tesbitinde Almanya, İtalya ve Amerika’da olduğu gibi, kolluğa çok daha geniş yetkilerin verilmesi şarttır. Buna karşılık uyuşturucu maddenin kullanılması suçlarında hâkim ve savcıların doktorlarla, sosyal çalışıcılarla işbirliği yapabilmelerini sağlayacak nitelikte basitleştirilmiş bir usulün uygulanması, büyük merkezlerde bu suçların yargılanmasını yapacak olan mahkemelerin belirlenerek konuya nispetle uzmanlaştırılmaları aynı tutumun savcılar bakımından da öngörülmesi adaletin etkinliği ve insancıllığı bakımından çok yerinde olacaktır.

 

228. Kolluk tarafından hazırlanan fezlekenin savcılık kalemine kaydedildiği tarih ile iddianamenin düzenlendiği tarih arasında geçen süre (F6 Tablosuna Bakınız) (soru formu 18.3):

a) Ağır Ceza Mahkemeleri: Ağır ceza mahkemelerinde inceleme kapsamına giren 96 adet dosya vardır. Bunların 6 adedinde (% 6,4) süre 0 gündür; 10 adedinde (%9,9) bir gün, üç adedinde (%3,5) iki gün, 6 adedinde (%6,1) 3 gün; 3 adedinde (%2,9) 4 gün, 3 adedinde (%3,3) 5 gün, 2 adedinde (%1,7) 6 gün, 7 adedinde (%2,0) 7 gün, 8 adedinde (%2,5) 8 gün, 2 adedinde (%2,3) 10 gün süre geçtiği tespit edilmiştir. %0,3 oranında gerçekleştiği anlaşılan bir halde süre 824 gündür.

b) Asliye Ceza Mahkemeleri:  Asliye ceza mahkemelerinde inceleme kapsamına giren 717 dosyadan 346 sında bu süre hakkında kayıt vardır. 717 dosyanın 54 ünde (%7,6) süre 0 gündür. 58 olayda (%8,1) 1 gün, 38 olayda (%5,4) 2 gün; 36 olayda (%5,1) 3 gün, 22 olayda (%3) 4 gün, 10 olayda (%1,4) 5 gün, 11 olayda (%1,6) 6 gün, 17 olayda (%2,4) 7 gün, 12 olayda (%1,7) 11 gün süre geçmiştir. Uzun süreler şöyledir. 2 olayda (%0,2) 106 gün, 4 olayda (%0,5) 188 gün ve 4 olayda (%05) 207 gün süre geçmiştir.

c) Sulh Ceza Hahkemeleri: Sulh Ceza Mahkemelerinde inceleme kapsamına giren 305 dosya vardır. Bunların 188 inde yukarıdaki sürelerle ilgili bir kayıt mevcut bulunmamaktadır. Kayıt içeren 117 dosya vardır.

Sulh cezalık 305 dosyadan 15 inde (%5) süre 0 gündür. 14 olayda (%4,6) 1 gün, 16 olayda (%5,1) 2 gün, 10 olayda (%3,3) 3 gün, 5 olayda (%1,5) 4 gün, 3 olayda (%1,1) 10 gün, 4 olayda (%1,4) 55 gün, 2 olayda (%0,5) 79 gün ve 1 olayda (%0,3) 187 gün süre geçmiştir.

Asliye ceza ve ağırceza mahkemelerinin yetkisine giren işlerde kolluk fezlekesinin savcılık kalemine kaydedildiği tarih ile iddianame düzenlendiği tarih arasında geçen süre bir gündür. Ancak ortalama süre 27 gündür. Bu rakamlar kolluk tarafından yapılan tahkikata ait dosyanın çok geniş olayda olmak üzere iddianameye esas teşkil ettiğini göstermektedir. Bu tesbit çok dikkati çekicidir. Aslında, batı ülkelerinin ceza sisteminde araştırma polis tarafından yapılır, deliller de onun tarafından toplanır. Bunlara ve tetkik sonucu yaptırılacak yeni tahkik muamelelerine nazaran teessüs eden dosyanın ciddi bir tetkikten geçirilerek karara bağlanması savcının görevidir. Savcı bu asli ödevinin icrasında denetim ve gözetim görevini yerine getirmiş olacaktır.  Bizdeki uygulamada geniş ölçüde olarak savcıların bir nevi geçit gibi fonksiyonlarını yerine getirdikleri ve bu sebeple duruşmaların uzadıkça uzadığı anlaşılmaktadır.

Böylece ifade ettiğimiz uzun sürenin temel sebebi, savcıların büyük iş yüküdür. Kollukta filtrasyon imkanları ihdas edilirse savcılık, nisbi de olsa, bu iş yükünün bir kısmından kurtarılabilir.

Dikkat edilmesi gerekli olan husus şudur: iş çok kısa bir sürede mahkemeye sevk olunduğu için, savcılık aşamasında gecikme söz konusu olmamakta, işlem hızlı olarak yürütülmektedir. Ancak bu eserin giriş kısımlarında da belirttiğimiz gibi, sürat bir amaç haline gelirse, bundan  adaletin niteliği zarar görür.

Yaptığımız tesbitlerden önemli birisi de sulh ceza mahkemelerinde bu sürenin asliye ve ağırcezaya göre daha fazla olmasıdır. Öyle anlaşılıyor ki, savcılıkta ağır cezalı ve asliye işleri önemlerine binaen öne geçmektedir. Evvelce de açıkladığımız üzere, sulh ceza mahkemelerine işlerin doğrudan doğruya polis tarafından sevkedilmesi, işleri hem hızlandıracak ve hem de savclığın iş yükünü azaltacaktır.

51.- ÖNERİ: Araştırmamız, Türkiye’deki uygulamada kolluk araştırmasının çok geniş ölçüde olmak üzere iddianamenin esasını teşkil ettğini ortaya koymuştur. Hiç değilse büyük merkezlerde durum böyledir. Bu keyfiyet kolluk - savcı ilişkisinin bizde de batı ülkelerindeki gibi olduğunu düşündürtebilir. Oysa gerçek böyle değildir. Batı ülkelerinde adlî işlerle uğraşan polis, kanunların doğrudan doğruya verdiği yetkileri kullanmak suretile kapsayıcı bir tahkikat yapmaktadır.

Bizde ise, savcıların altında bulundukları büyük iş yükü dolayısı ile polisten gelen dosya yüzeysel bir incelemeden sonra iddianameye bağlanarak mahkemeye sevkedilebilmektedir. Ondan sonra mahkeme adeta hazırlık soruşturmasını yapar gibi yeniden tahkikat yapmak mecburiyetinde kalmakta ve bunun sonucu olarak davalar uzamaktadır.

O halde yerine getirilmesi gerekli iki husus vardır: Önce polisin adlî işlerle uğraşacak bölümünü gerçek anlamda uzmanlaştırmalı ve belirli yetkilerle donatmalıdır. Savcıların bu dönemde denetimi ve gözetim fonksiyonunu yerine getirmeleri sağlanmalıdır.

İkinci olarak savcıların iş yükü azaltılmalıdır. Hafif suçlarda kolluğun davayı doğrudan doğruya mahkemeye getirme yetkisi kabul edilecek olursa savcının iş yükü azaltılmış olur.

Bu konuda hâkimler, iddianamelerin gerekli tahkikat yapılmadan ve deliller toplanmadan tanzim edilip mahkemeye sevkedilmesinden dolayı işlerin uzadığını belirtmekte ve mahkemeye iddianameyi red yetkisinin verilmesinin çok etkili olacağı, işleri çabuklaştıracağı ve savcıların daha özenle iddianame tanzim edeceği görüşündedirler. Bu görüşlere biz de tamamile katılıyoruz.

Ayrıca davaların çabuk sonuçlandırılması bakımından önemli saydığımız bir husus da, hazırlık soruşturmasını yapan savcının o işi sonuna kadar takip etmesi ve kovuşturma evresinde de iddia makamını işgal etmesidir. Batı hukukunda buna “yatay sistem” denilmektedir. Hâkimlerle yaptığımız toplantıda bu sistemin fiilen uygulanamıyacağı ifade edilmiştir. Oysa, Anadoluda ilçe düzeyinde uygulama böyledir. Gerekli tedbirler alınır ve örgütlenilirse bu hususun büyük merkezler bakımından da işlememesi için sebep yoktur.

Bu sistem uygulandığında savcı tahkikatı çok ciddî yapmak ve davayı da ona göre açmak baskısı altında bulunacağından, ciddî şekilde delilleri toplamadan davayı açmayacaktır.

Savcılıkta teşkil edilen dosya önceden tesbit edilmiş bir şablona göre (kompüterize) edilmelidir. Standartlaşma için, bu önemlidir. Teftiş bakımından büyük kolaylık sağlar.

 

229. Savcı iddianamede hangi delillere dayanmıştır(soru formu 18.4.a):   

1. Tanık beyanı; tespitler: İncelenen 1117 dosyadan 248 inde (%22,2) savcı iddianameyi düzenlerken tanık beyanlarına dayanmıştır.

Değerlendirme: Adaletin niteliğini tesis hususunda, kat’ilik ve muhakkaklık bakımından tanık ve sanık ifadeleri ile hüküm verilmektedir. Oysa gerçek delillere ender olarak başvurulmaktadır.

2. Sanık Beyanı; tespitler: İncelenen 1117 dosyadan 422 sinde (%37,7) iddianamede sanık beyanına dayanılmıştır.

Değerlendirme: 18.40 da öne sürülen mülahazalar

3. Sanıktan gayrı taraf beyanı; tespitler: İncelenen 1117 dosyadan 185 inde (%16,6) iddianamede delil olarak sanıktan gayrı tarafların beyanı gösterilmiştir.

4. Yazılı Belge; tespitler:  İncelenen 1117 dosyadan 808  inde (%72,3) yazılı belgeye dayanılmıştır.

5. Şekil tespit eden Belge; tespitler: İncelenen 1117 dosyadan 101 inde (%9,1) iddianamede şekil tespit eden belgeye dayanılmıştır.

6. Ses Tespit Eden Belge; tespitler: İncelediğimiz 1117 dosyadan 5 inde (%0,4) teyp gibi bir ses tespit eden belgeye dayanılmıştır.

Ses bandının kullanıldığı suçlara ait liste aşağıda gösterilmiştir.

7. Tabii Belirti; tespitler: İncelediğimiz 1117 dosyadan 68 inde (%6,1) fren izi ve benzeri gibi bir tabii belirtiye dayanılmıştır.

8. Suni belirti; İncelediğimiz 1117 dosyadan 88 inde (%7,9) suni belirtiye rastlanmıştır.

52.- ÖNERİ: Davada özellikle kolluk ve savcılık basamaklarında delillerin tesbitinde çağdaş kriminalistiğin verilerine ve usullerine başvurmak, özellikle İstanbul gibi metropoliten mega şehir suçluluğu bakımından artık vazgeçilemez bir nitelik almıştır. İddia olunan baskı ve işkence uygulamalarını berteraf edecek temel önlemlerden birisi budur. Oysa bu konuda  kat’edilen bazı aşamalara karşın, durum hala tatminkâr değildir.

 

230. İddianamede deliller tek tek açıklamalı olarak gösterilmiş midir? (soru formu 18.4.b); tespitler:

1117 dosyadan 206 sında (%18,4) savcı iddianamesini düzenlerken delilleri tek tek açıklamış ve analiz etmiştir. Buna karşılık 850 iddianamede (%76) deliller isim olarak sayılmış fakat açıklanmamıştır.

Değerlendirme: Bu olağanüstü önem taşıyan bir tesbittir. %76 olayda iddianamede delillerin ayrıntılı olarak açıklanmadığı veya tartışılmadığı görülüyor. Bu hal sonsoruşturmanın gecikmesinde temel sebeplerden birisini oluşturmakta bulunduğu gibi adaletin niteliği bakımından da çok önemlidir.

Ayrıca bir önceki aşamalardaki usulsüzlük ondan sonra gelen aşamada gecikmeyi sonuçlayabilmektedir.

 

231. İddianamenin düzenlendiği tarih ile iddianamenin mahkeme kalemine kaydedildiği tarih arasında geçen süre için aşağıdaki F7 tablosuna bakınız. (soru formu 18.5):

 

a) Ağır Ceza Mahkemeleri: Ağır ceza mahkemelerinde incelediğimiz 96 adet dosyanın 6 sında (%6,2) süre sıfır gündür. 10 unda (%10,9) bir gün; 8 inde (%8,5) iki gün, 6 sında (96,7) üç gün, 10 unda (%10,6) dört gün, 9 unda (%9,8) 7 gün, 2 sinde (%1,8) 13 gün süre geçmiştir. İncelenen dosyalardan ortaya çıktığına göre %0,03 ihtimal ile 377 gün süre olabilmektedir.

b) Asliye Ceza Mahkemeleri: Asliye ceza mahkemelerinde incelenen 717 dosya vardır. Bunların 63 ünde (%8,8) bu süreye ilişkin kayıt yoktur. 54 olayda (%7,6) sıfır gün, 24 olayda (%3,4) 1 gün; 55 olayda (%7,7) 2 gün, 73 olayda (%10,2) 6 gün, 71 olayda (%9,9) 7 gün, 36 olayda (%5,1) 11 gün; 15 olayda (%2) 15 gün, 5 olayda (%0,6) 35 gün, 2 olayda (%0,2) 121 gün süre geçmiştir.

c) Sulh Ceza Mahkemeleri: Sulh Ceza Mahkemelerine ait olup, inceleme kapsamımıza giren 305 dosyadan 66 sında (%21,6) bu süreye ilişkin kayıt yoktur. 14 dosyada (%4,5) süre sıfır gündür. 19 dosyada (%6,1) 1 gün, 17 dosyada (%5,6) 2 gün, 26 dosyada (%8,4) 4 gün, 22 dosyada (%7,1) 7 gün, 12 dosyada (%3,8) 11 gün, 2 dosyada (%0,7) 30 gün ve 1 dosyada (%0,2) 83 gün tespit edilmiştir. Ortalama rakamlar bunlardan ibaret olmakla beraber, istisnada olsa çok yüksek rakama ulaşan bekleme süreleri de vardır.

54.- ÖNERİ:  İddianame meydana getirildikten sonra, mahkemeye sevk için savcılıkta veya kalemlerde beklemesi tam bir anlamsız, fuzulî zaman geçişini ifade eder. Bunun düzeltilmesi için,  kanun değişikliğine ihtiyaç yoktur. İşletmecilik bakımından dikkat gösterilmesi ve örgütlenme yeterlidir. Bu itibarla kurulmasını önerdiğimiz  Komisyona bu konunun da intikal ettirilmesi uygun olacaktır.

 

232. Şahsi Dava (soru formu 19); tespitler: 1117 dosyadan 18 inin (%1,6) şahsi dava yolu ile açıldığı belirlenmiştir.

 

II. Sonsoruşturma (Kovuşturma evresi)

 

233. İddianamenin mahkeme kalemine kaydedildiği tarihten duruşmanın ilk celsesine kadar geçen süre (soru formu 20.1):

a)         Ağır Ceza Mahkemeleri:  İnceleme kapsamına giren 96 dosyadan 4 ünde bu konuda bir kayıt yoktur.

b)        Sulh Ceza Mahkemeleri: Sulh ceza mahkemelerinde: İnceleme kapsamımıza giren 305 dosya vardır. Bunlardan 125 inde (%41,1), bu konuda kayıt yoktur.

Dosyaların 40 ında (%13) süre sıfır gündür. 16 olayda (%5,1) 3 gün, 5 olayda (%1,7) 29 gün, 6 olayda (%2,1) 45 gün, 4 olayda (%1,2) 82 gün, bir olayda  (%0,4) 154 gün süre geçmiştir.

Suçüstülere ilişkin haller müstesna, süreler yukarıda işaret edildiği gibidir. Bu rakamlara göre, mahkemelerin iş yükü de gözönüne alındığında; ağırceza mahkemeleri müstesna, bekleme süresinin fazla olmadığı görülmektedir.

Mahkeme bu süre içinde gerekli bir takım işlemler yaparak, dosyadaki noksanları tamamlamış ise, süreler istisnalar hariç, makuldur. Eğer hiçbirşey yapılmamışsa, dosya bakımından fuzuli bir uyuma (yani gecikme) sözkonusu olmaktadır.

Değerlendirme:  Yukarıdaki orantılar gözönüne alındığında, ağırceza ve sulh mahkemelerinin, asliye ceza mahkemelerinden daha etkin, hızlı çalıştıkları görülüyor. Bu tesbiti ağırceza mahkemelerinin asliyelere göre maddi akımdan daha teçhizatlı bulunduklarına ve bu mahkemelerde hakim sayısının daha fazla olmasına ve iş yükünün ağır cezalarda daha az olmasına bağlayabilmek mümkündür. Sulh ceza mahkemelerinde ise, savcının bulunmaması  işlerin daha süratle yürütülmesinde etmen olabilir.

Duruşma hazırlığı “çalışma zamanı” kapsamındandır. Bu süre tüm olayı çözüme ulaştırma süresi içinde, batı ölçülerine göre, %5 - 10 oranında zaman alması gerekir.  Bizim uygulamamızda geçen süre yukarıda F8 no.lu tabloda gösterilmiştir.

Duruşma hazırlığı aşamasını gün olarak tayin etmek, araştırmamızda mümkün olmamıştır. Bilindiği üzere, duruşma evresi iddianame ve dosyanın hakim tarafından ele alınması ve CMUK 220. maddesinde gösterilen işlemlerin gerçekleştirilmesidir. Bu aşamada hakim dosya içeriğine vakıf olacağından, duruşmaların bilgi ile ve işin esasına değinecek surette yürütülmesi mümkün olur. Bu sebeple, duruşma hazırlığında  belirli bir zamanın sarf edilmesi zorunludur.

Araştırmamızda bu husustaki çalışma süresinin tesbiti mümkün olmadığından, hakimlerle yapılan mülakatta bu hususta bilgi elde edilmesine çalışılmıştır. İntibaımız bu aşamada dosyanın ciddi bir incelemeye tabi tutulmadığıdır. Çoğu hallerde tensipleri kalemdeki kâtipler yapmaktadır.      

55.- ÖNERİ:  Duruşma hazırlığı aşamasının incelenmesinde jürili sistem ile jürisiz sistemi, icaplar yönünden birbirine karıştırmamalıdır. Jürisiz sistemde hâkim yanlızca duruşmayı idare ile değil ve fakat aynı zamanda tahkikat yapmakla da yükümlüdür. Böyle olunca, duruşma hazırlığı aşamasının çok ciddî şekilde yapılması ve önerilerimiz arasında açıkladığımız şablona uyulup uyulmadığının araştırılması zorunludur.

Ayrıca  iddianamenin reddi kurumunu da önermiş bulunuyoruz. Bu öneri çerçevesinde duruşma hazırlığının ayrıntılı ve ciddî olarak yapılması zorunlu hale gelecektir.

 

234. Duruşma hazırlığı aşamasında Mahkemenin görev ve yetki açısından verdiği kararlar (soru formu 20.2);

Görevsizlik Kararı; tespitler: 1117 dosyada görevsizlik kararı konusundaki bilgi dağılımı şöyledir. 39 olayda (%3,5) görevsizlik kararı verilmiştir.

Değerlendirme: Yukarıda açıklandığı gibi, bir aşamada yapılan hatalı uygulama, usuli hata, ilerki aşamada gecikmeye sebebiyet vermektedir. (Birinci kısıma bakınız) Araştırmamıza göre, 39 olayda (%3,5) görevsizlik kararı verilmiştir. Buna göre, savcılıkça iddianame düzenlendiği tarihten görevsizlik kararı verilip, dosyanın görevli mercie gönderilmesi ve o merci tarafından incelemeye alınıp duruşma hazırlığına geçilme arasında geçen zaman, fuzuli olarak harcanmış zamandır. Gecikme, bu olayda savcılıkça yapılmış takdir hatasından kaynaklanmaktadır. Oran yüksektir.

b)        Mahkeme tarafından verilen yer bakımından yetkisizlik kararı; tespitler: 1117 dosya içerisinden 8 inde, Mahkemenin yer bakımından yetkisizlik kararı vermesi ile ilgili olarak bilgi dağılımı şöyledir. 8 olayda (% 0,7) mahkeme tarafından yer bakımından yetkisizlik kararı verildiği tespit edilmiştir.

Yukarıdaki mülahazalar burada da geçerlidir.

 

235. Esas Mahkemesindeki Duruşma (soru formu 21): Duruşma ceza adalet sisteminin işlemesinde en önemli aşamadır. Aleni bir şekilde ve doğrudan doğruya delillerle temasa geçilerek icra edilen bu aşamada, hakimin vicdani kanaati oluşacaktır. Tek celse halinde veya arka arkaya oturumlar şeklinde yapıldığı takdirde, duruşma kanunun öngördüğü temel ilkelere uygun olur. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararları asıl bu aşamaya ilişkindir (m. 6). Sözgelimi suçsuzluk karinesinin hazırlık soruşturması safhasında değil ve fakat bu aşamada geçerli olduğu Mahkemenin Kararları gereğidir. Divan, nitelikli bir adalet bakımından zorunlu olan dürüst yargılamanın unsurlarını ve gereklerini göstermektedir. CMUK dışında bu içtihatların da uygulamada direktif teşkil etmesi sorunu aşikardır. Aşağıdaki soruların cevaplarını bu genel mülahazalar çerçevesinde anlamak ve değerlendirmek uygun olacaktır.

 

236. Duruşmanın ilk celsesi ile son celsesi arasındaki süre (soru formu 21.2): Sürelere ilişkin olarak aşağıda F9 tablosuna bakınız.

 

Mode’u tayin etmek mümkün olmadığından, gerçeği tam olarak yansıtmasa da, cetveldeki ortalama süreleri esas almak gerekecektir. Ancak, aşağda mahkemelere ilişkin dikkati çekici rakamlar yansıtılmıştır.

a)         Ağır Ceza Mahkemeleri: Ağır ceza mahkemelerinde inceleme kapsamına giren 96 dosyadan bir tanesinde (%1,3) bu konuda kayıt yoktur.

12 olayda (%12,5) duruşma aynı günde bitmiştir. 2 olayda (%2,1) 28 gün, 3 olayda (%3,3) 84 gün, 1 olayda (%1,4) 105 gün, 1 olayda (%0,6) 163 gün, 1 olayda (%0,8) 210 gün, 1 olayda (%0,8) 301 gün, 1 olayda (%0,3) 2172 gün süre geçmiştir. (Bu rakamlar tümü kapsamaktadır. Karakteristik sayılan olaylara ait gün sayısı yansıtılmıştır.)

b)        Asliye Ceza Mahkemeleri: Asliye ceza mahkemelerinde inceleme kapsamına giren 717 dosya içerisinden 59 unda (%8,2) bu konuda kayıt yoktur. 183 olayda (%25,6) duruşma aynı gün bitmiştir. 4 olayda (%0,5) 14 gün, 13 olayda (%1,8) 56 gün, 9 olayda (%1,2) 91 gün, 5 olayda (%0,7) 109 gün, 5 olayda (%0,7) 204 gün, 5 olayda (%0,7) 264 gün, 4 olayda (%0,5) 337 olay, 7 olayda (%1) 749 gün, 4 olayda (%0,5) 1810 gün ve 1 olayda (%0,2) 1998 gün sürmüştür.

c)        Sulh Ceza Mahkemeleri: İnceleme kapsamına giren 305 dosya vardır. Bunların 130 unda (%42,6) bu konuya ilişkin bir kayıt yoktur.

Sulh ceza mahkemelerinde görülen davaların 75 inde (%24,7) duruşma aynı günde sona ermiştir. 2 olayda (%0,7) 11 gün. 2 olayda (%0,5) 44 gün, 1 olayda (%0,4) 200 gün, 1 olayda (%0,2) 964 gün ve bir olayda (%0,2) 1653 gün geçmiştir.

Değerlendirme: Uygulamanın, davanın bir celsede bitirilmesini öngören CMUK karşısında, tümüyle kanunun hem ruhuna ve hem de metnine ve esprisine aykırı olduğu açık seçik ortadadır. Torbaya delil atma suretiyle yürütülen parçalı bir yargılama sonucu gerçekleşen adaletin niteliğinden şüphe edilebilir.

Günler önce dinlenmiş tanıkların tutanağa geçirilmiş, çok kere karma karışık, yanlışlarla dolu, okunması bile mümkün olmayan ifadeleri marifetiyle, tanıklıkları, değerlendirip, bunların tesbitindeki etkileri hatırlayıp hüküm tesis edildiğinde, bunu nitelikli bir adalete işaret etmekte bulunduğunu ifade etmek, güçtür. Ayrıca, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde söz konusu makul süre, bu nevi parçalı duruşmalarla yürütülen bir yargılamada artık söz konusu bile olamaz. Zira, celseler arasında dosya beklemekte ve uykuya çekilmektedir. Bu bekleyiş süresini makul süre içinde mütalaa etmek mümkün değildir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, kararlarında dosyanın uykuda geçirdiği sürelerin iş yükünün ağırlığından kaynaklandığı hususundaki mazereti kesin olarak kabul etmemektedir. Yukarıda F9 nolu tablo dikkat çekici bazı tesbitlerin yapılmasını da belirtici niteliktedir.

Birinci tesbit şudur: Kadınların mağdur olduğu davalarda duruşmalar, erkeklerin mağdur oldukları duruşmalara göre daha kısa sürede sonuçlandırılmaktadır. Bu hususu kadın mağdura karşı daha şefkatli bir tutumun sonucu telakki edebilir ve doğrudan doğruya hakime bağlayabiliriz.

İkinci tesbit tutuklu olan işlerin daha çabuk sonuca bağlandığıdır. Bu trend batı ülkelerindeki tesbitlere  de uygundur (Birinci kısma bakınız).

Üçüncü tesbit; esas itibarile Amerika ve Almanya’daki polis mahkemelerine benzeyen Sulh Mahkemelerindeki işlerin ortalama 100 günde sonuca bağlanmasıdır. Oysa çok az vahamet arz eden bu suçların hemen neticeye bağlanması beklenir.

Dördüncü ve çok önemli tesbit, hakim değişikliğinin davaların uzamasında en önemli etkeni oluşturduğudur. Hakim değişikliğine uğrayan dava en azından üçte bir oranından daha fazla zamanda sonuçlandırılmaktadır.

Beşinci tesbit, değişik mahkemelerin davayı sonuçlandırma süreleri bakımından, aralarında farklar olduğudur. Bu hususu münhasıran hakim kişiliğine bağlamanın gerekli olduğu görüşündeyiz.

56.- ÖNERİ:  Bu araştırmanın ilk kısmında, Amerika’da ve Avrupa’da yapılan araştırmalarda davaların makûl sürede sonuçlandırılmasında veya uzamasında hâkimin kişiliğinin, görev bilincinin, özveride bulunmak özelliğinin, güdülenmelerinin en önemli etmeni oluşturduğu saptanmıştır.

Türkiye’de de durumun böyle olduğunu araştırmamız açık ve seçik bir biçimde ortaya koymaktadır. Adlî kültürle de çok ilişkili olan bu tesbitin büyük önemi aşikârdır. Hâkimin motivasyonunu güçlendirmek hususunda ücret ve diğer yardımcı yararlar açısından bazı tedbirler, unsurlar geliştirilebilir ve geliştirilmelidir.

57.- ÖNERİ:  Davaların makûl süre dışında uzamasına neden olan sebeplerin başında giderek ağırlığı artan iş yükü gelmektedir. Batı ülkelerinde de durum farklı değildir.

Bu gelişme karşısında hâkim ve savcı sayısını artırmak akla gelen ilk tedbir olmaktadır. Ancak, Birinci  Kısımda da belirttiğimiz gibi, hâkim ve savcı sayısının artmasının göreceli bir olanak oluşturması dışında, sayı artırmak bakımından belirli bir düzeyi aşmamak zorunludur. Aksi takdirde tam tersi sonuçlar meydana gelmekte ve istenen neticeler elde edilememektedir.

Mahkeme sayısını artırmaktan ise, işi çok olan bölgelerde aynı mahkemeye yardımcı nitelikte hâkim tayin etmenin çok daha isabetli olacağı görüşündeyiz. Gerçekten, bu yolla hâkimin haftada üç gün duruşma yapması ve diğer iki gün de dosyayla ilgili incelemeleri yapması böylece taliklerin kısa sürelere alınması, hergün duruşma yapmak mecburiyeti altında yorgun düşen ve gerekli incelemeleri yapması ve okuması çok güç hale gelen hâkimin nefes alması ve görev yapma güdülenmesi sağlanmış olacaktır.

Hâkimler arasındaki iş bölümünün makul surette örgütlendirilmesi de yapılmalıdır.

 

237. Duruşma saat olarak toplam net kaç saat sürmüştür? (soru formu 21.3):

a) Duruşmanın net olarak toplam kaç saat sürdüğü araştırılmış ise de bu hususa ilişkin olarak dosyalarda bir kayıt bulunmadığı tespit edilmiştir.

Duruşmanın başladığı ve sona erdiği saatlerin tutanaklarda yer almaması sakıncalıdır. Bu sebeple, Türkiye’de davaların genel olarak ve değişik suçlar itibariyle kaç saatte sonuçlandırıldığı tesbit olunamamaktadır. Aynı sebeple, Türkiye’de duruşmanın masrafını (cost of trial) saptamak da mümkün olmamaktadır.

b)        Duruşmanın saat olarak süresinin tespit edilebildiği hallerde, kaç saat sürdüğünü belirlemek için sorulan bu soruya, dosyalarda kayıt olmadığı için cevap alınamamıştır.

Duruşmanın başladığı ve bitirildiği saatlerin tutanağa geçirilmesi usulü bir an önce kabul edilmeli ve yaygınlaştırmalıdır.

 

238. Duruşmaya Ara Verme: Duruşmaya kaç defa ara verilmiştir? (soru formu 21.4.a);  tespitler: Duruşmaya kaç defa ara verildiği hususunda alınan cevaplar şöyledir. Bir defa ara verilen duruşma sayısı 230 dur (%20,5); İki defa ara verilen duruşma 126 dır (%11,3); Üç defa ara verilen duruşma adedi 88 dir  (%7,9); Dört defa ara verilen duruşma süresi 61 (%5,5)  dir; Beş defa ara verilen duruşma sayısı 59 dur (%5,3); Altı defa ara verilen duruşma sayısı 27 dir (%2,4); Yirmi kez ara verilen duruşmaya da rastlanmıştır. Ancak, bu hal bir olayda meydana gelmiştir (%0,1).

 

239. Celse aralarında kalan günlerin toplamı kaçtır? (soru formu 21.4.b); tespitler: Celse aralarında geçen sürelerin toplam sayısı sorulmuştur: Celse aralarındaki süre ikiden başlamakta ve yıllarla ifade edilen sürelere kadar çıkmaktadır; 710 güne kadar çıkan 22 dosya tespit edilmiştir. (%1)

Celse arası toplam 450 günü geçen 4  (%0,3), 390 gün olan 4  (%0,3), 90 gün olan 10 ve 55 gün olan 13 dosya vardır.

Görüldüğü gibi celse arasındaki gün sayısı kanunda sekiz  gün olarak belirlenmiş olmasına karşın bunu çok aşan süreler saptanmıştır.

 

240. Duruşmaya ara verme nedeni? (soru formu 21.4.c); tespitler: Duruşmaya ara verme nedenleri şunlardır:

1.         Tanığın Hazır Olmaması; tespitler: Tanığın hazır olmaması 1117 dosyadan  199 dosyada (%17,8) ara verme sebebidir.

Değerlendirme: Tanığın hazır olmaması CAS’inin işlemesinde lüzumsuz bekleme zamanının ana sebeplerinden birini oluşturmaktadır. Tanığın zamanında gelmemesinin çeşitli nedenleri vardır:

a)         tanığa kaybettiği zamanı karşılayacak yeterli tazminatın ödenmemesi,

b)        aynı güne yapılan taliklerin çokluğu nedeniyle tanıkların mahkeme koridorlarında  konforsuz şartlar içinde bekletilmeleri,

c)        tanıkların tümünün bir arada aynı celseye davet edilmesi suretiyle  işin bitirilmemesi,

d)        bunun tam tersine, tanıkların parti parti çağırılarak dinlenmeleri ve bunun sonucu olarak tanıkların taraflarca yönlendirilebilmeleri ve dürüst yargılama bakımından çok zararlı bir durumun böylece ortaya çıkması

e)         sosyal psikolojik bakımından tanık olmama, tanıklıktan kaçma tutumunun kitlelerde yerleşmiş olması,

f) Özellikle büyük şehirlerde tanıkların nerelerde ikamet ettiklerinin tayin edilememesi dolayısıyla tebligat yapılamaması; ülkedeki fizik hareketliliğin yükselmesi sebebi ile, yer değiştiren insanların, bulunamalarındaki güçlükler.

g)        Hazırlık soruşturması döneminde ifadelerine başvurulan tanıklardan bazılarının olay dolayısı ile delil teşkil edebilecek herhangi bir bilgiye sahip olmadıklarının anlaşılmış olmasına karşın, duruşma  hazırlığının ciddi bir şekilde yapılmaması dolayı ile, bu tip kişilerin de tanıklık için davet olunmaları yani kullanılacak delilleri mahkemenin elemeye tabi tutmaması.

Bütün bunlar davanın uzamasında temel nedenlerdendir. Hele tanık şehri terk etmiş ve dolayısıyla istinabe yolu ile ifadesinin alınması gerekmiş ise, o zaman dosya başka bir sisteme taşınmakta (transportation time) ve bu hal Türkiye’de davaları esaslı biçimde uzatmaktadır.

58.- ÖNERİ:  Tanıkların aynı celsede ve birlikte olarak ifadelerinin alınması için gerekli olan herşey mutlaka yapılmalıdır. Bu bakımdan uygulamamızda tanık tedarik veya icad etme tatbikatı da engellenecek ve davaların uzatılması önlenmiş olacaktır. Uygulamada bazan celbi gerçekte mümkün olmayacak tanık ikamesi suretile de dava uzatıldığından, bu yolla söz konusu uygulamaları da engellemek mümkün olabilecektir.

Kanaatımızca asıl yapılması gereken şey, duruşma gününü sanık avukatı ile birlikte belirlemek veya sanık avukatına müdafaa için gerekli bütün delilleri birden sunmak mecburiyetini yüklemek ve bu yolla tanıkların tümünü birden dinlemeyi sağlamaktır.

2.         Belge delillerinin hazır olmaması; tespitler: Belge delillerinin hazır olmaması 1117 dosyadan 445 inde (%39,8) ara verme sebebi olmuştur.

3.         Bilirkişi Raporunun Gelmemesi; tespitler: Bilirkişi incelemesi yapılan 163 olayda raporun zamanında gelmemesi 81 olayda duruşmaya ara verilmesine neden olmuştur.

Değerlendirme: Bilirkişiden raporun gelmemesi genel bir tâlik sebebi olmakta ve davaların uzamasına neden olmaktadır.

Bizdeki uygulamada, bilirkişiye usul kanununun cevaz vermediği hallerde de başvurulmaktadır. Bilirkişi konusunun Türkiye’de davanın beklemesi süresi bakımından büyük önem taşıdığı aşikardır.

4.         Muhakemede rol alan aktörlerden birinin hazır bulunmaması; tespitler: Aktörlerden birinin hazır olmaması 1117 dosyadan 280 inde (%25,1) duruşmaya ara verilmesine neden olmuştur.

Aktörlerin dağılımına bakıldığında 1117 dosyadan, Hâkim veya Savcının duruşmaya gelmemesine bir olayda rastlanmıştır (%0,1). Buna karşılık müdafiin hazır olmaması 54 olayda (%4,8) ara verme sebebi olmuştur. Oysa 339 olayda (%30,3) Sanığın gelmemesi duruşmayı geri bıraktırmıştır.

Değerlendirme: Aktörleri duruşmada hazır bulundurmak esasta hâkimin görevidir. Taraflar celpname ile davet olunacaklardır. Kanunun öngördüğü hallerde hâkim, doğrudan doğruya ihzar müzekkeresi de çıkarabilir. Ancak uygulamada bu yola başvurulmamaktadır. Yine uygulamada müdafiler özellikle ilk celsede sanık müvekkillerinin hazır bulunup ifadelerinin alınmasını istemezler. Zira tanıklar, müdahil dinlendikten sonra, onların beyanına göre müvekkillerinin vereceği ifadeyi şekillendirmek isterler. Ülkemizde ise, duruşmaya gelmeyen sanığın mazeretini belirleyecek vesikaları elde etmesi çok kolaydır. Yine adli kültürün bir sonucu, olayın sonuca ulaştırılması bakımından Aktörlerden müdafiin veya sanığın gelmemesinin ara verme nedeni olmasıdır. Davanın hâkim veya savcının gelmemesi sebebiyle talik edilmesine uygulamada hemen hemen hiç rastlanmamaktadır.

Araştırmamız en önemli gecikme sebeplerinden birisinin sanık ve tanıkların gününde hazır bulunmamalarından kaynaklandığını göstermiştir. Bu keyfiyet davaların uzamasına neden olmakla kalmamakta ve fakat aynı zamanda nitelikli adalet ilkesine de zarar vermektedir.  Sözü geçen sakıncayı gidermenin etkin araçlarından birisi, sanığın gıyabında belirli şartlarla duruşmayı yürütmek ve hüküm verebilmektir. Avrupa Konseyi R(87) 18 sayılı tavsiye kararında, gıyabi muhakemenin genişletilmesini tavsiye etmiştir (s.14); bu tavsiye kararında, sanığa duruşma tarihi ve kendisini bu duruşmada bir avukat marifetiyle temsil ettirebileceği hususları uygun bir şekilde bildirilmiş olması şartıyla hiç olmazsa hafif suçlarda ve verilecek cezanın mahiyeti de gözönüne alınmak suretiyle, mahkemenin sanığın gıyabında hüküm verebilmesini üye devletlere tavsiye etmektedir.

Avrupa Konseyi R(87)18 numaralı kararında, (S.14) şu tavsiyede bulunmaktadır: Duruşmada uygulanacak usul bakımından faydasız bütün formalitelerden sakınılmalıdır. Özellikle usule aykırılıklar sebebiyle bir işlemin hükümsüz olacağı ve hiç bir netice husule getiremiyeceğini beyan etmemek gerekir. Bu hal (yani usul hatası) kanunun çok dar ve sıkı bir biçimde tarif ettiği yani usulen zorunlu kıldığı kurallara riayet etmemenin, iddia ve müdafaanın menfaatleri bakımından gerçek bir zarara sebebiyet verdiği hallerde usul hatası sayılmalıdır.)

60. Öneri: Muhakeme süjelerinin duruşmada hazır bulunmaları için gereken bütün tedbirler alınmalıdır. Bu tedbirlerin başında, “duruşmanın tek bir oturumda”, kesintisiz olarak yapılması gelmektedir.

241. Duruşmaya ara verilmesine neden olan başka sebepler (soru formu 21.4.d); tespitler: Yukarıda sayılanların dışında, duruşmaya ara verilmesine neden olan başka sebeplerin bulunup bulunmadığı sorulmuş ve 32  değişik hal tespit edilmiştir:

En fazla rastlanan diğer ara verme nedeni keşiftir. 68 olayda keşif yapılması için duruşmaya ara verilmiştir.

25 olayda mağdurun ifadesinin alınması için,

74 olayda  belge getirtilmesi için,

12 olayda müzekkere cevabı yazılması için duruşmaya ara verilmiştir.

Diğer ara verme nedenleri şöyle sıralanmaktadır: Davaların birleştirilmesi (2 olay), tanık dinlenmesi (3 olay), başka dosyanın celbi (8 olay), adli tabipliğe sevk (2 olay), istinabe (2 olay), gıyabi tutuklama (6 olay), adres tahkiki (5 olay), duruşma günlerinin dolu olması (3 olay), esas hakkındaki mütaalanın hazırlanması (14 olay), diğer aktörlerden birinin hazır bulunmaması (16 olay), görevsizlik (2 olay), dosyanın tetkiki (6 olay), yeni müdafi tayini (6 olay), inceleme (6 olay), bozmaya uyma (1 olay), yetkisizlik (2 olay), adli tatil (7 olay), evlenme için süre (2 olay), adliyede pul olmadığı (0 olay), müdahilin gelmemesi (0 olay).

Değerlendirme: Diğer araverme sebepleri; keşif, mağdurun ifadesinin alınması, belge getirilmesidir. Bütün bu işlemlerin aslında hazırlık soruşturmasında yapılmış olması gerekirdi. Görülüyorki, hazırlık soruşturmasının gerektiği gibi yapılmaması, duruşma aşamasında taliklere ve dosyanın beklemesine neden olmaktadır.

Diğer talik nedenleri arasında önemli olanı, diğer bir dosyanın celbidir.

Esas hakkında savcının mütalaasını  hazırlaması da önemli bir talik nedenidir. Dosyanın incelenmesi için talik yapılması da dikkati çekici niteliktedir. Bütün bunlar hep hazırlık soruşturmasının gerektiği gibi yapılmamasına dayanmaktadır. Ayrıca savcının mütalaasını hazırlaması veya dosyayı tetkik için talik de, bize özgü sebeplerdir. Bir davayı baştan sona takip eden hâkim veya savcının inceleme için süre istemesi kabul edilebilecek birşey değildir.

 

242. Duruşmada çeşitli yetki türleri bakımından olumlu veya olumsuz kararlar verilmiş midir? (soru formu 21.4.e); tespitler: Duruşmada çeşitli bakımdan yetki konusunda karar verilip verilmediği sorulmuştur. 1117 dosyadan 13 olayda (%1,2) görevsizlik ve benzeri kararlar verildiği tespit edilmiştir.

Değerlendirme: Duruşma hazırlığı aşamasında verilen görevsizlik kararlarının gecikmeyi önemli ölçüde azalttığı görülmektedir.

 

243. Duruşma sırasında kaç defa tanık dinlenmiştir? (soru formu 21.5.a):  130 dosyada, tanıkların tümünün bir celsede dinlendiği, 81 dosyada iki defa, 24 dosyada 3 defa, 10 dosyada 4 defa dinlendiği,  tesbit olunmuştur.

Tespitler: Araştırma, dosyaların130 unda tanıkların tümünün bir celsede dinlenildiğini 24 olayda tanık dinlemenin 3 celsede tamamlandığını göstermektedir.

Değerlendirme: Adaletin niteliği bakımından, tanıkların hepsinin bir celsede ve gerektiğinde muvaceheli biçimde dinlenmeleri gerekir. Tanıkların parti parti dinlenmeleri, tanıklıktaki samimiyeti ortadan kaldırır. Bu yolla tanıkların eğitilmeleri ve istenilen yönde ifade vermeleri kolaylıkla sağlanır. Tanıkların ayrı ayrı celselerde dinlenmeleri, adaletin kalitesini zedeler niteliktedir. Bizdeki uygulamada da, (adli kültür) tanığı  istinabe yolu ile dinleyen hâkim ve hatta bazan yazı işleri müdürü  gerekli bir sorgu yapamamaktadırlar. Tanıkların böyle ayrı ayrı celselerde dinlenmeleri ayrıca yalancı  tanıkları da ortaya çıkartmaktadır. Gerçek ve samimi tanıklık polisteki şahadet olmaktadır. Keyfiyet geniş ölçüde olmak üzere, duruşma hazırlığı aşaması gereği gibi yapılmamasından ve örgütsel noksanlıklardan (örgütsel bekleme zamanı) kaynaklanmaktadır.

 

244. Duruşma sırasında kaç bilirkişi raporu alınmıştır? (soru formu 21.5.b); tespitler:  Duruşma sırasında bir defa bilirkişi raporu alınan dosya adedi 138’ dir (%12,3).

25 olayda 2 defa bilirkişi raporu alınmıştır (%2,2).    

922 olayda ise (% 82,5) bilirkişi raporu alınmamıştır.

Değerlendirme: Görülen davaların %17,5 inde bilirkişiye başvurulmuştur. Görülüyor ki, Türkiye’de ceza davaları geniş ölçüde bilirkişi marifetiyle yürütülmektedir. Yukarıda da açıklandığı üzere, bir davada bilirkişiye başvurulması, davanın sonuca ulaştırılmasını esaslı şekilde geciktirmektedir. Zira, bilirkişi incelemesi  ister istemez, dosyayı sistem dışına çıkarmaktadır.

 

245. Delil ikame talebi yapılmış mıdır? (soru formu 21.5.c); tespitler: Duruşma sırasında delil ikamesi talebi 35 davada yapılmıştır (%3,1).

Delil ikamesi isteminin hangi aktör tarafından yapıldığı araştırılmıştır. Savcılık 5 olayda 1 defa (%0,5), 6 olayda 2 defa (%0,5), 3 olayda 4 defa (%0,2) delil ikamesi talebinde bulunmuştur. 1104 olayda ise (%98,8) savcının delil ikamesi talebine ait bir kayıt bulunmadığı anlaşılmaktadır.

Müdafaa tarafından delil ikamesi talebi daha çoktur. 31 olayda (%2,8), 6 olayda 2 defa (%0,6), 2 olayda 6 defa (%0,1)   müdafaa tarafı delil ikamesi talebinde bulunmuştur. 1077 olayda (%96,3) müdafaa tarafına ait delil ikamesi talebine ait bir kayıt yoktur.

Değerlendirme: Duruşma sırasında, hazırlık soruşturmasında söz konusu edilmemiş olan delillerin ikame edilmesi, davayı uzatan sebeplerden birisidir. Özellikle savcının duruşmada delil ikamesi talebinde bulunmasını anlamak mümkün değildir. Müdafaa tarafından delil ikamesi talebi daha çoktur. Ancak, çok istisnai hallerde, müdafiin öncelikle tesbit edebilmesinin mümkün olmadığının makul sebeplere dayandığı hallerde, duruşma aşamasında müdafiin delil ikamesi kabul edilmelidir.

Böylece müdafiin davayı uzatmak için duruşmada delil ikame etmesi engellenmiş olur. Aslında bu keyfiyet, savcının hazırlık soruşturmasını çok daha ciddi bir şekilde yapmasına veya yaptırmasına neden olur ve böylece duruşmaların uzayıp gitmesi de engellenir.

 

246. Hâkimin reddi talebi yapılmış mıdır? (soru formu 21.5.d); tespitler: Hâkimin reddi talebi incelediğimiz dosyalar içinde gerçekleşmemiştir.

Değerlendirme:  Hâkimi red talebinin çok istisnai hallerde yapılmış olması CAS’i aktörlerinin hakimi reddetmekten çekindikleri tarzında da anlamlandırılabilir. Tabiî olarak red sebebinin esasen var olmaması galip olasılık sayılmalıdır.

 

247. Aktörlerde değişiklik olmuş mudur? (soru formu 21.5.e); tespitler: Davanın görüldüğü süreç içerisinde aktörlerde değişiklik olup olmadığı incelenmiştir. İncelediğimiz 1117 dosyadan 314’ünde (%28)  değişiklik olduğu saptanmıştır.

39 olayda (%3,5) hâkim değişmiş, 22 olayda (%1,9) savcı değişmiş, 125 olayda (%11,2) ise, zabıt katibi değişmiştir. Müdafiin değiştiği dosya sayısı 5’dir (%0,5).

Değerlendirme: Sistemin aktörlerinde değişiklik; hâkimin, savcının ve müdafiin değişmesi, hem adaletin niteliğine ve hem de davanın süratli intacına engel olan temel sebeplerdendir.

61.- ÖNERİ: Hâkimlerin dava görülürken değişmeleri en önemli gecikme sebeplerindendir. Bunun adaletin niteliğine de etkili olduğunu ifade etmek hatalı olmaz. Bu itibarla zorunlu nitelikteki sebepler olmadıkça hâkimin değiştirilmesinden sakınılmalı ve mevcut uygulamadan vazgeçilmelidir.

 

248. Duruşma sırasında yeni bir suç ortaya çıktığı için ek iddianame düzenlenmiş midir? (soru formu 21.5.f); tespitler: Duruşma sırasında yeni bir suç ortaya çıktığı için ek iddianame (CMUK 259) düzenlenip düzenlenmediği araştırılmıştır.  5 olayda (%0,4) ek iddianame düzenlendiği belirlenmiş ve ek iddianamenin 3167 sayılı Kanunun 13, 15 ve 16 ncı maddeleri ile TCK’nın 266, 342, 404 ve 495 inci maddelerine dayanan iddia üzerine düzenlendiği saptanmıştır.

 

249. Hâkimlik ve mahkeme kararlarına karşı son soruşturma sırasında itiraz edilmiş midir? (soru formu 22.1.a); tespitler: 1117 dosyadan 11 inde (%0,9) itiraz yoluna başvurulmuştur.

İtiraz edilen karar 6 olayda tutuklama kararıdır (%0,5). 2 olayda tahliye isteğinin reddi kararına itiraz edilmiştir (%0,2). 

Değerlendirme: Mahkeme veya hâkim kararlarına itiraz sayısı azdır. İtiraz, mahkeme duruşmasını sürdürmekte iken yapılır. Aslında itiraz, davanın neticelendirilme süresini uzatan temel sebeplerden birisi  sayılmamalıdır. Ayrıca, psikolojik ve insanî bakımdan itiraz, davayı görmekte bulunan hâkimi de etkileyebilir. Bu sebeple usul kanunu çok istisnai olarak sadece üç halde mahkeme kararlarına itirazı kabul etmiştir. Bu hallerin de itiraz konusu olarak muhafaza edilip edilmemesi tartışılabilir. İncelediğimiz olaylarda 11 davada itiraz edildiği ve bunun 6 sının tutuklamaya ilişkin olduğu tespit edilmiştir. Böylece bizde itirazın, sistemin işlemesinde, süreyi uzatıcı bir sebep teşkil etmediği söylenebilecektir.

 

250. İtiraz merciinin kararlarına karşı kanunyoluna başvurulmuş mudur? (soru formu 22.2); tespitler: İtiraz merciinin verdiği karara karşı, yazılı emir gibi, kanunyoluna başvurulup başvurulmadığı incelendiğinde, araştırma konusunu oluşturan dosyalar içerisinde kanunyoluna başvurulmuş olanına rastlanılmamıştır.

 

251. Esas Mahkemesinin Hükmü: Duruşmanın son oturumu ile esas mahkemesinin hükmünü verdiği tarih arasında geçen süre: (F10 Tablosuna Bakınız) (soru formu 23):

a)         Ağır ceza mahkemeleri: Ağır ceza mahkemelerinde incelediğimiz 96 dosyadan 3 ünde (%2,8) veri yoktur.  Geri kalanın 93 ünde (%96,4) esas mahkemesinin hükmü son celsenin yapıldığı günün tarihini taşımaktadır.

b)        Asliye Ceza Mahkemeleri: İnceleme kapsamına giren 717 dosya içinden 649 unda (%90,6) hüküm son celse tarihini taşımaktadır. 4 olayda (%0,5) 365 gün gözükmektedir. 63 dosyada (%8,8)  bu konuda kayıt yoktur.

c)        Sulh ceza mahkemeleri: İnceleme kapsamına giren 305 dosyadan 129 unda (%42,3) bu konuda bilgi mevcut değildir. 171 dosyada (%56,1) esas mahkemesinin hükmü son oturum tarihini taşımaktadır. 1 olayda (%0,2 ) 20 gün, 1 olayda (%0,4) 330 gün ve bir olayda (%0,3) 365 gün süre geçtikten sonra esas mahkemesinin hükmü yazılmıştır.

Yaptığımız araştırmada duruşmanın sona ermesi ile beraber hükmün de verildiği gibi bir sonuç ortaya çıkmaktadır. Ancak, uygulama hemen hemen istisnasız olarak, duruşmanın bitiminde kısa kararın verilmesi, gerekçeli hükmün ise bir hayli zaman geçtikten sonra kaleme alınarak taraflara tebliği tarzındadır. Böylece hareket olunması, elbetteki, zorunludur. Ancak kararın kaleme alındığı tarihin yazılması gereklidir.

 

252. Esas mahkemesinin verdiği hüküm nedir? (soru formu 23.2); tespitler: Esas mahkemesinin duruşma sonunda verdiği hüküm ile ilgili bilgiler aşağıda incelenmiştir.

Esas mahkemesinin duruşma sonunda verdiği hükümler ve oranları aşağıda gösterilmiştir. Mahkûmiyet 567 (% 64) (800 sayıdaki mahkûmiyete 233 ön ödeme dahil değildir ceza kararnamesi dahildir); beraet 219 (%19,6), düşme 61 %5,5, red 9 (%0,8); durma 4 (% 0,4); önödeme: 233 (20,9).

TCK’daki suçlar bakımından beraat ve mahkûmiyet oranları şöyledir: Önödeme ve ceza kararnamesi dışında kalan gerçek davalarda 851 dosyadan 192’si (%22,6) beraat, 584’ü (%68,7) mahkûmiyet, 8 i (%0,09) davanın reddi, 47’si (%5,5) düşme, 4 ünde (%0,05) durma. (Yabancı ülkelerle mukayese için Birinci kısma bakınız.)      

Değerlendirme: Beraatler %20 oranındadır. Mahkemenin verdiği hükümlerin çeşitleri, sistemin mahkeme dışındaki kısımlarının etkinliği bakımından büyük anlam taşır. Beraat oranının yüksekliği, savcılık ve polisin gerekli özeni göstermemiş bulunmalarından kaynaklanabilir. 1117 olayın yaklaşık %38 önödeme ve ceza kararnamesi ile sonuçlandığına göre, geri kalan 700’de 219 çok yüksek bir orandır.

Davaların bir bölümü de zamanaşımı ile düşüyor (61 adet). Bunun anlamı, sistemin yeterince etkin olarak işlememesidir. Oran %5 dir.

Davanın reddi konusunda rakam küçüktür (9 adet); bununla beraber davaların özen gösterilmeden açıldığı görülmektedir. Açılmış ve görülmüş bir davanın yeniden açılması, sistemin işleyişinde, en azından özensizliğe delâlet eder.      

 

253. Ölüm cezası (soru formu 23.2.b); tespitler:  İnceleme konumuzu teşkil eden dosyalar içerisinde ölüm cezası yoktur.

Değerlendirme: Ölüm cezası Ülkemizde fiilen uygulanmamaktadır. Ölüm cezasının ilga eden ülkelerin hemen hepsinde, biz de olduğu gibi, böyle bir uygulanamama dönemi geçirilmiştir. Türkiye’de, öyle anlaşılıyor ki, ölüm cezasının ilgasına doğru gitmektedir.

62.- ÖNERİ:  Yapılan araştırma Türkiye’de ölüm cezalarının fiilen uygulanabilirliğini kaybettiğini ortaya koymaktadır. Durum böyle olunca artık bu cezayı  mevzuatımız içinde muhafaza etmenin bir anlamı kalmamıştır. Cezanın ilgası Türkiye’nin dış imajı bakımından da yararlı olacaktır.

 

254. Hürriyeti bağlayıcı ceza var mı? (soru formu 23.2.c); tespitler: Hürriyeti bağlayıcı ceza:

1117 dosyadan 531 inde (%47,5) hürriyeti bağlayıcı cezaya hükmedilmiştir. Bunların dağılımı şöyledir: Ağır hapis cezası 35 olayda (%3,1) hapis cezası 441 olayda (%39,4) hafif hapis cezası 63 olayda (%5,6) uygulanmıştır. Demek oluyor ki, 1117 dosyanın %48,1’inde hürriyeti bağlayıcı cezaya hükmedilmiştir. 1117 dosyadan 233’ü önödeme ile ortadan kaldırıldığına göre, müeyyidelendirilen dosya sayısı 933 olur. 531 dosyada hürriyeti bağlayıcı cezaya hükmedilmiştir. O halde esas oran %57’dir. Bu, gerçekten yüksek bir orandır ve dünyadaki, mümkün olduğu kadar hürriyeti bağlayıcı cezaya hükmetmeme doğrultusundaki akıma aykırıdır.

63.-  ÖNERİ: Araştırmamız hürriyeti bağlayıcı cezaların  çok önemli bir kısmının, 1 yıl ve 1 yıldan az  olduğunu ve mahkemelerin, sistematik olarak  bu cezaları 647 sayılı Kanunun hükümlerine uygun olarak para cezasına çevirmekte bulunduklarını ve yine çok büyük oranda olmak üzere, para cezalarının da ertelendiğini göstermiştir. Özellikle basın davalarında hakaret ve sövme suçlarından dolayı, cezanın para cezasına çevrilmesi ve ertelenmesi kural haline gelmiştir.

Esas itibariyle kısa süreli hürriyeti  bağlayıcı cezaya hükmetmemek ve bunu başka tedbirlere ve para cezasına çevirmek çağdaş ceza hukukunda ve penolojide önemle tavsiye edilmektedir. Bu arada para cezasının ertelenmesi de mümkün olabilir. Ancak sadece para cezasına çevirmek ve bunu da tecil etmek bazı zümrelerde cezanın caydırıcı etkisini yok etmektedir. Kurumları, maksatları çerçevesinde amacı kaybetmeden, abartmadan uygulamalıdır. Böyle olunca uygulamanın maksadına uygun hale getirilmesi temenni olunmuştur.

 

255. Hürriyeti bağlayıcı ceza paraya çevrilmiş midir? (soru formu 23.2.d); tespitler: Hükmedilen hürriyeti bağlayıcı ceza 361 olayda para cezasına çevrilmiştir (%32,3).  647 sayılı kanunun  verdiği imkanlar gibi yeniliklere uyum sağlanmasında, genel olarak, adli personel direnç gösterir. Mevcut adli kültür, bu nevi uygulamların yapılmasına engeldir. Oysa Türkiye’de hâkimlerin bu nevi yenilikleri uygulamada daha yatkın oldukları anlaşılmaktadır. Ülkemizde inkilaplara yatkın, eğilimli bir adli ortamın var olduğu söylenebilir.

 

256. Güvenlik Tedbirlerine Hükmedilmiş midir? (soru formu 23.2.e); tespitler: 1117 dosyadan 83 ünde (%7,4) güvenlik tedbirine hükmedilmiştir.

Hükmedilen güvenlik tedbirlerinin dağılımı şöyledir: 50 (%4,5) müsadere, 12 (%1,1) eğitim ve tedavi kurumuna yatırma, 8 (%0,7) ehliyetin geri alınması. 

(Çek keşide etme yasağı fer’i  ceza olarak değerlendirilmiştir.)   

 

257. Para cezasına hükmedilen haller (soru formu 23.2.f); tespitler: 1117 dosyadan 530 adedinde (%47,4) para cezası uygulanmıştır.

Değerlendirme: Para cezaları ve feri cezalar yeterince uygulanmaktadır. Önemli  ola husus, bunların hangi oranda fiilen uygulanabildiğidir.

 

258. Fer’i ceza uygulanan haller (soru formu 23.2.g); tespitler: 1117 dosyadan 147 sinde (%13,2) fer’i cezaya hükmedilmiştir.

Fer’i cezaların dağılımı şöyledir: Çek keşide etme yasağı 50 (%4,4), müsadere 40 (%3,5), ehliyetin geri alınması 14 (%1,2), kamu haklarından yasaklanma 9 (%0,8), meslek ve sanatın tatili 10 sayıdadır (%0,9).

 

259. Ceza ertelenmiş midir? (soru formu 23.3); tespitler: İncelediğimiz 1117 dosyadan 153’ ünde (%13,7) ceza ertelenmiştir.

Mahkemenin cezayı ertelerken uyguladığı gerekçe tarafımızdan ayrıca incelenmiştir. Gerekçenin dağılımı şöyledir: Tekrar suç işlemeyeceği kanaati 64 olayda (%5,7) mahkemenin izlenimi 20 olayda (%1,8), önceden suç işlememiş olması 16 olayda (%1,5).

Değerlendirme: Cezanın ertelenmesi, çeşitli yönlerden iyi işleyen bir CAS’inde ehliyet şartlarına uyulması halinde, çok önem arzetmektedir; ferdî ve kamusal bakımdan faydalıdır. Stigmatizasyonu (damgalamayı) önlemek bakımından açık yararı vardır. Yargıtay’ın müteaddit kararlarında erteleme gerekçesinin gerçek biçimde ve doyurucu olarak  kararda yer alması istenilmektedir. Ancak, ertelemeye karar verildiğinde veya verilmediğinde,  yargıtay noksan gerekçe dolayısıyle kararları bozmaktadır. Erteleme talebi reddedilmişse ve makul gerekçe gösterilmemişse,  karar yine bozulmaktadır.

Bizim araştırmamızda, erteleme talebi olduğu halde, bunun kabul edilmemiş olması hususuna ilişkin bilgi yoktur.

64.- ÖNERİ:  Yaptığımız araştırma ertelemenin, özellikle 647 Sayılı Kanunun 4. maddesi çerçevesinde geniş ölçüde uygulandığını göstermektedir. Bu yöndeki uygulama, ertelemenin kural haline geldiğini gösteriyor. Oysa erteleme, maksadı çerçevesinde ve maksadına uygun olarak kullanılırsa toplumsal bakımdan yararlı olur. Bu itibarla ertelemenin gerektiğince uygulanmasını sağlayacak direktif teşkil edici Yargıtay kararlarına ihtiyaç vardır.

 

260. Hürriyeti Bağlayıcı Ceza, tedbirlerden birine çevrilmiş midir? (soru formu 23.4); tespitler: Mahkeme tarafından hükmedilen hürriyeti bağlayıcı cezanın İnfaz Kanunu  hükümlerine göre, 1117 dosyadan 13 olayda (%1,2) tedbire çevrildiği görülmüştür.

Tedbire çevirmede kullanılan gerekçeler açısından inceleme yapıldığında: 9 olayda (%0,8) sanığın yaşı, 3 olayda suçun işlenme şekli (%0,3) ve 1 olayda (%0,1) suçlunun kişiliği tedbire çevirme gerekçesi olarak kullanılmıştır.       

Değerlendirme: Kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezanın para cezasına çevrilmesi konusunda oldukça yüksek bir orantı mevcut bulunduğu halde, (361 olay %32,3), tedbire çevirme oranı olağanüstü düşüktür (13 olay %1,2). Bu rakamdan anlaşılmaktadır ki, 647 sayılı kanun 4 m. sinin 2-5 bendleri hemen hemen hiç uygulanmamaktadır.

65.- ÖNERİ: 647 sayılı Kanunun 4. maddesinde yer alan tedbirlere 1961’lerde ceza adaletinin amaçları bakımından çok önemli sayılarak mevzuatta yer verilmişti. Hürriyeti Bağlayıcı cezanın itibarını hemen hemen kaybetmiş bulunduğu bir dönemde, kanunda mevcut olan bu tedbirlerin uygulanamadığını araştırmamız göstermiştir.  Öyle anlaşılıyor ki, kısa süreli cezayı para cezasına çevirmek hâkimlerimizin kolayına gelmekte, 4/2-3 de yer alan tedbirlerin uygulanması, daha fazla çaba sarfedilmesini gerektirdiğinden, bu yola gidilmemektedir. Mutlaka düzeltilmesi gerekli bir durumdur ve bu hususta kanunda teşvik edici değişiklikler yapılmaldır.

Tedbirlere  mutlaka “kamu yararına çalıştırma” eklenmelidir. Yeni TCK Tasarısında çok önemli yer almış bulunan bu tedbirin biran önce kanunlaştırılmasını temenni ediyoruz.

 

261. Esas mahkemesi tarafından sabit addedilen suçlar hangileridir? (soru formu 23.5); tespitler: Mahkeme tarafından sabit addedilen suçlara ait incelemenin amacı, kolluğun suçu araştırırken koyduğu isim ile savcının iddianameyi düzenlerken yaptığı tavsif ve mahkeme tarafından sabit addedilen suç arasında aynîlik olup olmadığının belirlenmesidir.

3167 sayılı Kanun yine burada birinci durumdadır. Anılan kanunun 13, 15 ve 16 ncı maddelerinden 129+1+84 = 214 mahkûmiyet kararı verilmiştir (%19,3).

1567 sayılı Kanunun 3 ncü maddesinden dolayı 26 mahkûmiyet kararı verilmiştir (%2,3). 1918 sayılı kanunun 25 ve 27 nci maddelerinden dolayı 12  mahkûmiyet kararı vardır (%1,1).

6136 sayılı Kanunun 13 üncü maddesinden 53 (%4,7) ve 15’ inci maddesinden 12 (%1) mahkûmiyet kararı verilmiştir.

Türk Ceza Kanununda yer alan suçlara gelince 274 üncü maddeden 18 (%1,6), 404 üncü maddeden 23 (%2,1), 456 ncı maddeden 50 (%4,4), 459’uncu maddeden 36 (%3,2), 491’inci maddeden 38 (%3,4), 491/4 den 10 (%0,9), 492’nci maddeden 20 (1,8), 493 üncü maddeden 256  (%2,2), 565’inci maddeden 46 (%4,2), 567’nci maddeden 11 (%1) mahkûmiyet kararı verildiği tespit edilmiştir.

Esas mahkeme tarafından iki suçtan dolayı mahkûmiyet kararı verilen, 1918 sayılı Kanunun 33 ve 49 ncu maddelerinden dolayı 4 (%0,3), 6136 sayılı Kanunun 13 üncü maddesinden dolayı 9 (%0,8), 6136 sayılı Kanunun 15’inci maddesinden dolayı 4 (%0,4) hal vardır. Türk Ceza Kanununun 414’üncü maddesinden dolayı 5 (%0,4), 456’ncı maddeden dolayı 5 (%0,5) ve TCK’nın 572 nci maddesinden dolayı 14  (%1,3) halde mahkûmiyet kararı verilmiştir.

 

262. Hükmün Gerekçesi Tutanağa yazılmış mıdır? (soru formu 23.6); tespitler: Hükmün gerekçesinin tutanağa  yazılıp yazılmaması konusunda yapılan incelemede 1117 dosyadan 806 sında % 72,1 hükmün gerekçesinin tutunağa yazıldığı belirlenmiştir.

Değerlendirme: Esas itibariyle mahkûmiyet, gerekçesi ile birlikte tutanağa geçirilmektedir. Ancak, bizdeki uygulamada hüküm özeti zapta geçirilmekte, gerekçeli hüküm sonra yazılıp dosyaya konulmaktadır. Gerekçeli hüküm dosyaya konulacağına göre, aynı hükmün bütünü ile tutanağa da geçirilmesi beyhude zaman kaybını ifade eder.

63. ÖNERİ: Yukarıdaki 63. Öneriye bakınız.

 

III. Kanunyolları:

263. Temyiz Kanunyolu: hüküm tarihi ile temyiz davasının açıldığı tarih arasında geçen süre (F11 Tablosuna Bakınız) (soru formu 24):

 

Değerlendirme: Hükümün verilişi ile temyiz davası açılışı arasında geçen ve en çok tekrarlanan süreler özellikle Kartal bölgesinde yüksek olarak görülmekte, sonra  Beyoğlu gelmektedir. Bu durum, söz konusu mahkemelerin işlerinin çokluğu nedeniyle hükümlerin tebliğinin gecikmesinden kaynaklanabilir. Ancak esas itibarile sürelerin makul olduğu söylenmelidir.

 

264. Temyiz yoluna gidilmiş midir? (soru formu 24.1.a); tespitler: Hükmün temyiz edilip edilmediği incelendiğinde, esas mahkemesi tarafından verilen hükümlerden 135 inin (%11,9) temyiz edilmiş olduğu belirlenmiştir. Ceza kararnamesi ve önödeme dışında kalan suçlarda 851 dosyadan 112 sinde (%13,2) temyiz davası açılmıştır.

Değerlendirme: Hükümler aleyhine temyiz yoluna gidilmesi oranı düşük gözüküyor. Genel rakamlar için ikinci kısım birinci bölüme bakınız.

Ancak, incelenen dosyaların yaklaşık yarısı önödeme ve ceza kararnamesi ile son bulduğu için, zaten temyiz söz konusu olmamıştır.

Bu itibarla oran aslında %19,5 tur.

 

265. Hüküm temyiz edilmişse, kim tarafından temyiz edilmiştir? (soru formu 24.1.b); tespitler: Hükmü temyiz eden aktörün kim olduğu araştırılmıştır.

Sanık tararfından 1117 dosya üzerinden 103 dosyada hüküm temyiz edilmiştir.

Savcının temyiz ettiği dava sayısı 1117 dosya içerisinde sadece 7’dir.

Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 110/3 üncü maddesine göre üstsavcının hükmü temyiz edip etmediği araştırılmışsa da 118 dosya içerisinde üst savcı tarafından temyiz edilmiş bir dosyaya rastlanmamıştır.

Müdahil tarafından temyiz edilen dosya sayısı 30’dur.

Suçun ağırlığı nedeniyle yasa gereği otomatik olarak temyize tâbi olan suç 5 dosyada görülmüştür.

Değerlendirme: Temyiz eden sanık oranı % 14,75 dir (698 dosya üzerinden hesaplanınca). Savcının temyiz etme oranı ise, çok düşük (gerçek oran: %1). Üst savcı tarafından temyiz etme diye bir olaya rastlanmamıştır.

 

266. Temyiz sebebi olarak neler ileri sürülmüştür? (soru formu 24.2); tespitler: Temyiz sebebi olarak ileri sürülen nedenler şunlardır:

CMUK 307 uyarınca genel olarak hukuka aykırılığın ileri sürüldüğü temyiz davası sayısı 116’dır (%10,4).

CMUK 308’de öngörülen Kanuna mutlak muhalefet sebeplerinden birisi, sadece bir halde ileri sürülmüştür (%0,1).

Hukuka aykırılık sebebi olarak gösterilen hallerden önem arzeden ve sayı itibariyle ağırlık kazanan 3 husus vardır. Bunlardan birincisi 647 sayılı kanunun 4 ve 6 ncı maddelerinin uygulanmasındaki hukuka aykırılıktır. Bu gerekçe 8 olayda ileri sürülmüştür (%0,7).

İkinci hal, ağır tahrikin uygulanmaması 4 olayda ileri sürülmüştür (%0,4). Genel olarak 307’nci maddenin tek başına ileri sürüldüğü hal 5 dir.

66.- ÖNERİ: Temyiz sebepleri kriminolojik araştırma açısından, hükmün ne bakımlardan kanuna aykırı olduğu iddiasını belirler. Bizim usul sistemimizde kanuna aykırılık sebeplerini göstermek mecburiyeti yoktur,  “hükmü temyiz ediyorum”, demek yeterlidir.

Oysa, Almanya’da sebepleri göstermek mecburiyeti vardır. Bu iki sistem davanın Yargıtay’da bekleme süresinin azalıp çoğalması bakımından önemli neticeler ortaya çıkarır. Sebep belirtilmesinin mecburi olduğu hallerde, Yargıtay incelemesi az vakit alır ve ayrıca Yargıtaya daha az başvurulur.

Yaptığımız araştırma, hukuka aykırılık sebebi olarak gösterilen haller arasında başta gelenlerinin 647 sayılı kanunun 4 ve 6. maddelerinin uygulanmasındaki hatalara dayandığını ortaya koyuyor. Tahrik sebebinin uyulanmamış olması ikinci ortak hukuka aykırılık sebebidir. Bütün diğer hallerde yukarda açıkladığımız gibi, temyiz sebebi açıkca belirlenmemektedir. O kadar ki, temyiz edilen dosya sayısı 133 olduğu halde, temyiz layihası ancak 81 olayda verilmiştir. % 60 olayda temyiz layihası verilmemiş yani temyiz sebepleri hiç gösterilmemiştir.

Almanya’da olduğu gibi, temyiz sebeplerinin, temyiz davasında açıkça gösterilmesi ve sadece bunlar dolayısı ile Yargıtay’ın inceleme yapması kabul edildiğinde  bu hal, Yargıtay’a başvuruda ciddiyet getirecek ve Yargıtayın da tesis maksadına uygun surette ve suratle faliyette bulunmasını mümkün kılabilecek; ayrıca istinaf görevini yerine getirecek üst mahkemeler teşkil edildiğinde dosyanın her yönü ile incelenmesi de mümkün olacaktır. 

 

267. Eski hale getirme talebi (soru formu 24.3); tespitler: CMUK 311 uyarınca eski hale getirme talebi yapılıp yapılmadığı araştırılmıştır. İncelenen 1117 dosya içerisinde eski hale getirme talebine rastlanılmamıştır.

Değerlendirme: Ülkemizdeki uygulamada bazı işlemlerin, eski hale getirme talebini haklı gösterecek surette, zamanında yerine getirilmediği kuşkusuzdur. Ancak, böyle bir kurumun varlığını bilmeyen vatandaşlarımızın bilgisizlik nedeniyle, bu kurumdan yararlanamadıkları anlaşılmaktadır. Bu keyfiyet ceza davasında adil sonuçların elde edilmesi bakımından, mecburi müdafilik sisteminin kabulünü gerektiren önemli bir işaret sayılmalıdır.

 

268.  Temyiz layihası verilmiş midir? (soru formu 24.4); tespitler: Hükmü temyiz eden kişi tarafından CMUK 314 uyarınca temyiz layihası 81 olayda verilmiştir (%7,3).

66. ÖNERİ: Yukarıdaki 66. öneriye bakınız.

 

269. Temyiz talebi, hükmü veren mahkemece usulden reddedilmiş midir? (soru formu 24.5); tespitler: Temyiz talebinin hükmü veren mahkeme tarafından CMUK 315 uyarınca ön inceleme sonunda usulden reddedildiği dava sayısı 10’dur (%0,9).

 

270.  Temyiz talebi Yargıtayca kabule şayan olmaması nedeniyle (CMUK 317) reddedilmiş midir? (soru formu 24.6); tespitler: Esas mahkemesi tarafından yapılan ön inceleme sonunda verilen temyiz davasının reddi kararına itiraz edildiğine 1117 dosya içerisinde rastlanmamıştır.

67.- ÖNERİ: Temyiz şartları arasında teminat yatırılması (depo parası) 1985’de kaldırılmıştır. Sebebi, depo miktarının az oluşu, parayı yatırmak bakımından olan yorucu işlemler ve tutuklu olanın, avukatı olmadığı hallerde bu işlemi gerçekleştirmesinin çok zor oluşu idi. Aslında temyiz yoluna başvurulmasının, hakkında verilen hükmün hatalı olduğuna inanan kişilerce yapılması ve böylece temyize gitmenin kötüye kullanılmaması bakımından anlamlı bir teminatın yatırılması uygun olur. Malî gücü olmayan sanığa adlî müzaherettan yardım edilmesi usulü de ayrıca konulmalıdır.

Usulden red olayı düşük (10 olay (%1,4)) olsa da, yine de yukarıda arz olunduğu gibi, hakkın kayba uğramaması ve adil sonuca varılması için, müdafi zaruretine işaret eden bir kayba telakki edilmelidir.

Temyiz davasının reddi kararına hiç itiraz edilmemesi de, yukarıda açıklanan düşünceyi doğrulamaktadır.

Yargıtayın, yaptığı ön inceleme sonunda 14 olayda (%2) davayı şekil yönünden red ettiği anlaşılıyor. Aynı düşünceler geçerlidir.

Burada ayrıca esas mahkemesinin bu inceleme görevini iyi yapmadığı da anlaşılmaktadır. İncelemenin iyi yapılmaması dolayısı ile, en azından 14 olayda dava 6 ay gecikmiş olmaktadır.

 

271. Yargıtayda duruşma yapılmış mıdır? (soru formu 24.7); tespitler: CMUK 318’nci maddesi Yargıtayda duruşma yapılmasına izin vermektedir. İncelediğimiz 118 dosyadan 6 sı (%0,5) Yargıtayda duruşmalı olarak görülmüştür.

68.- ÖNERİ: Yargıtayda duruşmanın, davanın sonuca bağlanmasını uzatmaktan başka bir etkisini kabul etmek mümkün değildir. Yargıtay dosya içeriğine göre hukuka aykırılığı tespit etmekle görevli bir kanunyolu mahkemesidir. Orada yeniden delil ikâme edilemeyeceğine göre, şifahî izahat verilmesi hâkimleri psikolojik bakımdan etkilemek dışında bir anlam taşıyamaz. Bu ise doğru değildir. Kaldı ki, mürafaayı adalet gerektiriyorsa, o zaman hükümlerin hepsi bakımından mürafaayı kabul etmek gerekir. Davaların lüzumsuz olarak uzanmasından başka bir sonuç vermesi düşünülemiyecek olan bu usulden vazgeçilmesi, en azından Yargıtay’da kurumsal bekleme süresini azaltacaktır. Bu bakımdan, Yargıtaya layiha verecek olan avukatların belirli bir tecrübeyi sahip olanlardan seçilmeleri uygun mütalaa edilmiştir (Almanya, Fransa ve İngiltere’de olduğu gibi). Yargıtay üyelerimiz, mürafaadan hoşlanmakta ve kaldırılması önerisini kabul etmemektedirler. Bu nedenle yeni CMUK tasarısı da mürafaayı muhafaza etmiştir.

 

272. Yargıtay esas hakkında hangi kararı vermiştir? (soru formu 24.8.a); tespitler:  Yargıtayın temyiz davasının esası hakkında verdiği kararlar incelenmiştir. 1117 dosyadan 99 olayda (%8,8) esastan red (onama), 24 olayda (%2,2) bozma kararı verilmiş, iki halde ise Yargıtay davanın esası hakkındaki kararı kendisi vermiştir (%0,2). Önödeme ve ceza kararnamesi dışında kalan 851 dosyadan 86 sında Yargıtay davayı esastan reddetmiş (hükmü onamış) (%10,2), 24 ünde ise (%2,8) bozma kararı vermiştir.

Yukarıda arzedilen rakam ve oranlar dikkati çekicidir. Bu araştırmanın 38 numaralı paragrafında kanunyoluna başvurmada bozma neticesi elde edilemediğinde, başarısız bir işlem gerçekleştirildiği ve bunun bir gecikme sebebi olarak değerlendirileceği ifade edilmiştir.

İncelememize göre, Yargıtaya başvurulan 135 olayda verilen hükümlerden 99 unun red olunduğu (yani esas mahkemesi kararının onandığı) görülüyor. Bu keyfiyet açık ve seçik olarak temyiz yolunun suistimalle kullanıldığını ve bu yolla kesin hükme varmanın önemli ölçüde geciktirildiğini göstermektedir.

38 numarada da açıklandığı gibi başarısız kanunyoluna başvuruma, olayın kesin sonuca ulaştırılması süresini önemli derecede artıran bir sebeptir (Başarısız temyiz yoluna başvurma bakımından Birinci Kısıma bakınız).

 

273. Temyiz davasının açıldığı tarih ile Yargıtayın esas hakkındaki kararını verdiği tarih arasında geçen süre (soru formu 24.8.b):

a)         Ağır cezalı işlerde: İnceleme kapsamına giren 96 dosya içinden 65 inde (%67,8) bu konuda veri yoktur. Geri kalan temyiz edilmiş olan dosyalarda süre 41 gün ile 499 gün arasında değişmektedir.   Gün sayısı  belli bir şekilde yoğunlaşmış değildir. 1 olayda (%0,5) 119 gün, 1 olayda (%0,6) 138 gün ve bir olayda (%0,7) 267 gün süre tespit edilmiştir.

b)        Asliye ceza işlerinde: İnceleme alanımıza giren 717 dosyadan 651 inde (%90,8) hükmün temyiz edilmediği anlaşılmıştır. Temyiz edilen 66 dosya vardır. 717 dosya üzerinden yapılan hesaplamada 64 gün ile 372 gün arasında süreler ölçülmüştür: 2 olayda 64 (%0,3), 4 olayda (%0,5) 113, 4 olayda (%0,5)  213, 5 olayda (%0,7) 223, 4 olayda (%0,5) 266  ve 2 olayda (%0,2) 372 gün süre geçmiştir.

c)        Sulh ceza işlerinde: İnceleme konusunu teşkil eden 305 dosya vardır. 287 dosyada temyize gidilmemiştir (%94). Temyiz edilen 18 dosya arasından 56 gün ile 528 gün arasında değişen süreler tespit edilmiştir.

Değerlendirme: Yukarıdaki sayılar olayın çözüme bağlanması süresi bakımından esas gecikmenin Yargıtay’da olduğunu göstermektedir. Gerçi geçen yıllara göre halen, Yargıtay daire sayısının artırılmasının da etkisile, Yargıtay’da inceleme süresi azalmıştır. Ancak sürenin böylece azaltılmasının adaletin niteliğine olan etkisi üzerinde durmak zorunu vardır.

 

274. Yargıtayın özel dairesinin kararına karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının itiraz edip etmediği? (soru formu 24.8.c); tespitler: Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının esas hakkındaki karara itiraz ettiğine ilişkin hale incelediğimiz dosyalar arasında rastlanmamıştır.

Değerlendirme: 798 TCK’daki suç esas alındığında temyiz edilen 135 dosyadan 99’u (%73) onama, 24 ü (%17) bozma, 2 si (%1,1) esas hakkında karar vermiştir. İncelenen dosyalardaki onama oranı yüksektir. %17 bozma makul  bir rakam sayılmalıdır. Yabancı ülkelerle mukayese için  38 no’daki  rakamlara bakınız.    

 

275. Yargıtay bozma kararı vermiş ise bozma sebebi olarak ne göstermiştir? (soru formu 24.9.a); tespitler: Bozma kararı verildiği hallerde Yargıtay bozma sebebi olarak değişik nedenler kullanmaktadır. Sebepler olayların niteliğine göre çok değişiktir. Ancak, iki sebep dikkati çekicidir.

1)        Hukuka aykırı delil. Bu sebeple hükmün bozulmuş olması, Türk hukuku bakımından önemlidir.

2)        Önödemenin yapılmamış olması, bozma sebebi yapılmıştır. Gerçi rakam küçüktür, fakat önödeme gibi amacı, ihtilafı derhal bitirmek ve mahkemelerin yükünü temelden azaltmak olan bir kurumun, savcılık  ve mahkeme aşamalarında uygulanmamış olması ve böylece gereksiz yere mahkemenin ve sonunda Yargıtay’ın yani sistemin bütün parçalarının işgal edilmiş olması, sistemin işleyişi yönünden önemli bir kusur sayılmalıdır.

 

276. Bozmadan sonra dosya aynı mahkemeye mi, başka mahkemeye mi  gönderilmiştir? (soru formu 24.9.b); tespitler: Bozmadan sonra dosyanın başka mahkemeye gönderilmesi kanuna göre mümkündür. Ancak incelediğimiz 1117 dosya içerisinde bozmadan sonra başka mahkemeye gönderilen dosyaya rastlanmamıştır.

Değerlendirme: Türkiye’de, ilke olarak bozmadan sonra dosya başka bir mahkemeye gönderilmemektedir. Netekim araştırmamızda da, 1117 dosyada böyle bir karara rastlanmamıştır. Bozma üzerine dosyanın esas kararı veren mahkemeye gönderilmesi, çeşitli  yönlerden uygundur. Başka mahkemeye gönderme istisnai ve zaruri hallerde kabul edilmelidir. Ancak dosyanın başka bir mahkemeye gönderilmesinde, adaletin tecellisi bakımından yarar da olabilir. İnsan psikolojisi gereği hukuken bozulmuş olan mahkemenin verdiği kararı savunma eğiliminin etkisine girebileceği de düşünülebilir .

 

277. Ceza Genel Kuruluna giden işler (soru formu 24.9.c); tespitler:  Ceza Genel Kuruluna giden bir dosya tespit edilmiştir.

 

278. Olağanüstü Kanunyolları (soru formu 25); tespitler: İncelediğimiz 1117 dosya içerisinde olağanüstü kanunyoluna götürülen dosya sayısı 4 dür (%0,4); yazılı emir yolunun bir olayda uygulandığı tespit edilmiştir.

279. Suçun işlendiği tarih ile hükmün kesinleştiği tarih arasında geçen süre (olayın kesin sonuca ulaştırılması süresi) (F12 Tablosuna Bakınız) (soru formu 26):

a)         Ağır ceza mahkemeleri: İncelenen 96 ağır ceza dosyasından 8 inde (%8,3) bu konuda bilgi mevcut değildir. Geri kalan 88 dosyadaki süreler 37 gün ile 2268 gün arasında değişmektedir. Süreler çok dağınık bir şekilde ortaya çıkmıştır. Herhangi bir gün üzerinde yoğunlaşma yoktur.      

b)        Asliye ceza mahkemeleri: Asliye ceza mahkemelerinde incelenen 717 dosyadan 50 sinde (%6,9) bu konuda bilgi mevcut değildir. 2 gün ile 2318 gün arasında değişen süreler vardır. 1 olayda 2 gün, 4 olayda 43 gün, 5 olayda 68 gün, 5 olayda 109 gün, 7 olayda 134 gün, 9 olayda 168 gün, 5 olayda 379 gün, 5 olayda 496 gün, 7 olayda 752 gün, 7 olayda 1038 gün, 4 olayda 1881 gün ve 4 olayda 2318 gün süre tespit edilmiştir.

c)        Sulh ceza mahkemeleri: İnceleme kapsamına giren 305 dosya içinden 28 inde (%9,2) bu konuda bilgi yoktur. İncelenen 277 dosyada 11 gün ile 1846 gün arasında  değişen süreler vardır. 2 olayda 11 gün, 2 olayda 69 gün, 3 olayda 74 gün , 4 olayda 95 gün, 2 olayda 157 gün, 3 olayda 164 gün, 2 olayda 270 gün, 2 olayda 341 gün, 1 olayda 824 gün ve 1 olayda 1823 gün süre tespit edilmiştir.

Değerlendirme: Türkiye’de ceza davalarını kesin sonuca ulaştırma süreleri uzundur. Makul süre geniş ölçüde aşılmaktadır

Özellikle sulh ceza mahkemesinin yetkisine giren işlerde sürenin ortalama 232 gün olması, toplumsal sükunun temininde cezanın işlevini hemen tamamen ortadan kaldırıcı niteliktedir.

Kanaatimizce süreler bakımından değerlendirmede asgari ve azami sürelerin önemle ele alınması uygundur. Değerlendirme bakımından Mean’nin, yoksa Mode’un gözönüne alınması  gerekeceği hususu, amaca göre değişiktir. Ancak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin ölçüt olarak kullandığı “makul” sürenin ne olduğunu tayin bakımından “mode” tercih edilecek bir ölçü olabilir yani, Mode’u aşan süreleri makul süreyi aşan süre olarak ifade edebilmek mümkün olabilir.

 

 

 

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

HAKİMLERLE YAPILAN

TOPLANTIDA AÇIKLANAN

ÖNERİLER

 

Ceza adalet sistemi aslında bir hizmet teşkilatıdır. Bu hizmetten yararlananlar, başka bir ifade ile bu hizmetin müşterileri suçlular ve mağdurlardır. Yaptığımız araştırmanın temel konusu söz konusu hizmetin nasıl verildiği, işlediği ve bir kelime ile, ne derecede etkin faaliyette bulunulduğudur. Belirtilen tesbitin yapılmasında bizzat hizmet verenlerin görüşlerinin de saptanması elbetteki, zorunlu idi. Kaldı ki, bu araştırmanın birinci kısmında da belirttiğimiz gibi, sistemin sakıncalarını meydana çıkarmak, dar boğazları gidermek, böylece nitelikli ve süratli bir adalete ulaşabilmek amacile bir sistemin aktörlerinin belirli aralıklarla bir araya gelip, ortak konuları tartışmaları, son derecede yararlı olur.

İşte biz de, hukuk bilimcisi kriminolog olarak, konumuz itibarile hâkimlerle biraraya gelmeyi ve meseleleri tartışmayı adıgeçenlerin tesbit ve önerilerini belirlemeyi uygun saydık. Hâkimler beyanlarında aşağıdaki tesbitleri yapmışlar ve önerileri sunmuşlardır.

 

280. Hâkimler sanığın celbedilerek mahkemede hazır bulundurulmasının güçlüğüne özellikle değinmişler ve hazırlık soruşturmasında şüphelinin ifadesi alınmadan dava açılmamasını ve fakat dava açıldıktan sonra sanığın belirlenen adresine yapılan davete icabet etmemesi halinde gıyabındaki delillerle duruşma yapılarak yargılanacağı şeklinde bir kaydın davetiyeye konulmasını ve davaya devam olunmasını teklif etmişlerdir.

 

281. Hazırlık soruşturmasının gerekli önemle yapılmadığı ve buna dayanarak dava açıldığı hususunda, hâkimler oybirliği içinde bulunmuşlardır. Bunun nedeni olarak da, savcıların  bir yılda gelen dosyaların yüzde doksanbeşini çıkarmak zorunda olmalarını göstermişlerdir. Bu oranda iş çıkarılmadığında savcının terfi edemediğini, bu durum karşısında sadece elinde olanla dava açmayı tercih ettiğini belirtmişlerdir.

 

282. Hazırlık soruşturması sonucu düzenlenen iddianamenin gerekli unsurları, şartları ve delilleri kapsamaması halinde hâkime iddianameyi red yetkisinin verilmesi önerilmiştir.

 

283. Bilirkişilik kurumu mutlaka çeşitli bakımlardan disiplin altına alınmalıdır.

 

284. Tarafımızdan bazı merkezlerde belirli mahkemelerin seçilerek, CMUK’nun tam belirttiği şekilde çalışması yani savcılık tahkikatının tam yapılarak sunulması ve kovuşturmanın kanunun ruhuna uygun olarak bir oturumda bitirilmesini sağlayacak surette örgütlenilmesinin ve bunun bir tür deneme olarak gerçekleştirilmesi hususunda sunulan teklif hâkimlerce itibar görmemiştir.

 

285. Hazırlık soruşturmasının, iyi şekilde icrası için, savcıların bölgelerindeki karakollarda adlî hizmetleri gören polisleri zaman zaman toplayıp görüşmeleri ve böylece polisin eğitilmesi önerilmiştir.

 

286. Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunumuzun tam olarak orjinaline uygun hale getirilmesi temenni edilmiş, savcının iddianamesini vermesinden sonra, iddianamenin mahkeme tarafından kontrol edilmesi, gözden geçirilmesi ve gerektiğnide reddi teklif edilmiştir.

 

287. Olayı tahkik eden savcının, sonsoruşturma aşamasında da iddia makamının işgal etmesi, bu suretle davaların vukufla takib olunacağı, davada savcının değişmesinin adaletin tecellisine zarar verebileceği beyan edilmiştir.

 

288. Adalet hizmetinin verilmesinde işlerin sağlıklı yürüyebilmesinin, hâkimin mesleğine  olan bağlılığı ile orantılı bulunduğu ifade edilmiş ve bu bakımdan Yüksek Hâkimler ve Savcılar Kurulunun teşekkülü bakımından eleştiriler öne sürülmüştür.

 

289. Hazırlık soruşturmasının noksan yapılmasının savcı sayısının azlığına bağlı olduğu ifade edilmiştir.

 

290. Davaların gecikmesinde avukatların önemli rol oynadıkları ve etki yaptıkları açıklanmıştır. Özellikle İstanbul’da adalet dairelerinin şehrin dört bir tarafına dağılmış bulunması dolayısı ile, avukatların sürekli olarak mazeret beyanında bulundukları belirtilmiş ve Ankara’da olduğu gibi, mahkemelerin bir araya getirilmesi temenni edilmiştir

 

291. Hâkimlerin tümünün müttefik oldukları bir husus sistemin dekriminalizasyon, diversion yolları ile ve idarî para cezalarının artırılması suretile boşaltılmasının zorunlu olduğudur. Buna misal olmak üzere, Ceza Kanunumuzdaki gıda maddelerinin tağşişine, orman suçlarına, mal beyanına aykırı eylemlere, bir kısım vergi cezalarına ilişkin öneriler sunulmuştur.

 

292. Adlî işlerin yürütülmesinde kırtasiyeciliğin ortadan kaldırılmasını sağlayacak tedbirlerin mutlaka bulunması tavsiye edilmiştir. Sözgelimi mahkeme tebligatının savcılık yolu ile gönderilmesinin anlaşılamadığı, Adlîyede kurulacak bir işlemler bürosu ile, bu işletmecilik kusurunun giderilebileceği açıklanmıştır.

 

293. Adlîyede tümile otomasyona geçilmesi ve hatta İstanbul gibi merkezlerde savcılık - karakol - bilgisayar bağlantısının yapılması bütün hâkimlerce önerilmiştir. Bilgisayara geçilmesi ortak temennidir.

 

294. Süratli adaletin gereği kabul edilmekle beraber, adaletin ne olursa olsun, surate feda edilemeyeceği, ortak görüş olarak arzedilmiştir.

 

295. Davanın gecikmesinin temel sebeplerinden birisi, Türkiye’de tebligat zorluklarıdır. Kişilerin adreslerinin  belli olmaması tebligatın bozan aylarca sürmesine neden olmaktadır. Bunun çok önemli bir sonucu, zamanaşımı ile davanın düşmesidir. Türkiye’de 1994 yılında 302.000 dava zamanaşımı ile  düşmüştür. Bunun anlamı sistemin amacına ulaştıramadığıdır.

 

296. Üzerinde durulan önemli bir konu da istinaftır. İşlerin bir kısmının istinafla bitirileceği ve böylece Yargıtay’ın da asıl görevini yapar hale geleceği belirtilmiştir. (Yeni CMUK tasarısı bu yolu açmış bulunuyor.)

 

297. Savcıların aşırı bir iş yükü altında boğuldukları açıklanmıştır.

 

298. Mahkemelerin araç - gereç noksanından, hâkimlerin konforsuz yerlerde ve odalarda çalışmak mecburiyetinde kaldıklarından şikâyet edilmiş ve siyasi iktidarların adlîyeye yeterli miktarda tahsisat ayırmadıkları, sürekli ödenek sıkıntısının varolduğu, resmi gazetenin bile mahkemelere gönderilmediği, ortak bir şikâyet konusu olarak ifade ediliştir.

 

299. Türkiye’de hâkim açığının mevcut bulunduğu ifade edilmiş ve fakat bunun abartıldığı derecede olmadığı, aslında Türkiye’de iş yüküne uyarlı hâkim dağılımına yer verilmediği belirtilmiştir. Sözgelimi her ilçe teşkilatında bir adlîyenin kurulmasından vazgeçmek, adlîyenin dört başı mamur olarak kurulması gerektiği, çapaçul binalarda adlîye kurulmasının adaleti ayaklar altına alma anlamına geleceği belirtilmiştir.

 

300. Hâkimler tarafından özellikle üzerinde durulan önemli bir konu da, duruşmalarda zabıtların daktilo marifetile tutulmasıdır. Bu uygulama medeni ülkelerde artık ortadan kaldırılmıştır. Zaptın medeni ülkelerde olduğu gibi steno veya video kasetler marifetile tesbiti usulüne geçilebilse duruşma süreleri en azından üçte bire inecek, zabıtlar bugünkü kötü durumundan kurtulacak ve zapta sürekli yapılan itirazlar da keza ortadan kalkacaktır. Ancak bu hususta uzmanlar yetiştirmek şarttır. Bizim uygulamamız bu çağda çok ilkeldir. Teklif olunan usul, uygulamaya konulabilse ilgililerin zabıt kastlerini almaları da mümkün hale gelecek ve büyük bir gelir kaynağı elde elde edilmiş olacaktır. Bugünkü sistemde zabıtların tutulmasında bir takım yeni usullerin uygulanmasile zamandan tasarufun sağlanması mümkün olabilir

 

301. Öne sürülen ve önemle vurgulanan diğer bir öneri de, ceza kararrnamesinin kapsamının genişletilmesi ve asliye cezada görülen bazı davaları da kapsamasıdır. Karşılıksız çek  davalarının bu usulle sonuçlandırılması da önerilmiştir. Japon uygulamasında ceza kararnamesi aracı ile belirtilen dava oranının %52 olduğu açıklanmıştır. Ancak bu öneri ile birlikte gözönüne alınması gerekli husus, bir kere kanuna hürriyeti bağlayıcı ceza yerine daha çok para cezası koymak ve suçları nevi itibarile belirlemektir. Hâkimler 2966 sayılı kanun hükümlerinin, mühür bozma suçlarının, görevi ihmal ve suistimal suçlarının CMUK’da gösterilen bir kısım suçların, ihkakı hak suçunun ceza kararnamesi kapsamına alınabileceğini ifade etmişlerdir.

Tüm kabahat suçlarının da bu kapsam içine alınması, bazı vergi suçları, sözgelimi, fiş kesme sorunu gibi olayların ceza kararnamesi kapsamında mütalaası öne sürülmüştür.

 

302. Memurin Muhakemat Kanununun tüm olayı sonuca bağlama süresini çok uzattığı, dosyanın mahkemeye iki yıldan önce gelmediği ifade edilmiş, bunu önlemenin bir çaresinin ilk merci kararlarına itirazın kaldırılması olduğu beyan edilmiştir. (Bu kanunun şimdi yürürlükten kaldırılmış olduğu bilinmektedir).

 

303. Sayın hâkimler en ziyade sanık ve tanığın duruşmaya gelmemesinden şikâyet etmişlerdir.  DGM’de görevli hâkimler bazı sanıkların tutukevinden alınarak mahkemeye getirilemediğini açıklamışlardır.

Mahkemenin ihzar yetkisine rağmen kesilen müzekkerelerin sanık veya tanığın bulunmaması sebebile infaz edilemediğini, ülkede bir ikamet yasası bulunmaması sebebile, söz konusu suçluluğun ortaya çıktığını vurgulamışlardır. Yabancı ülkelerden Türkiye’ye gelen talimatların, %90’ının bu sebeple yerine getiremediği ifade edilmiştir. Bizde belirli bir adresi olmayan kişilerin yurt dışında mı, yurt içinde mi olduğunun tesbit edilemediği, kanunlarımıza göre, yer değiştiren kişinin bunu bildirme yükümlülüğü olduğu halde fiilen çok kişinin bunu yapmadığı ve bir müeyyideye de muhatap bulunmadıkları açıklanmıştır. Dolayısile metrukiyete uğramış görünen bu kanunun müeyyideye bağlanması ve uygulanması temenni edilmiştir.

Bu sakıncaları gidermek bakımından polisle muhtarlar arasında devamlı ilişki kurulmasının uygun olacağı ve hatta nüfusu 1000.000 den fazla olan şehirlerde polise bildirim mükellefiyetinin konulması istenmiştir. Gerçekten, polisin hüviyet sorma yetkisi artırılırsa adaletin de elinin ayağının oynar hale geleceği ifade edilmiştir. Kararlarını ve taleplerini yerine getiremeyen bir hâkimin dosyasının  ister istemez uykuya dalacağı ifade edilmiştir.

Ayrıca tanıklar bakımından özendirici, bir takım tedbirler alınabileceği belirtilmiş ve PTT’ye tebligat konusunda eğitimsel müdahalelerde bulunulması gerektiği açıklanmıştır.

 

304. Bazı hâkimler davaların uzamasında hâkimin inançlarının da müessir olduğunu açıklamışlardır: Hâkimin verdiği kararın bozulmamasını sağlamak amacıile, belki de lüzumsuz bir takım işlere giriştiği ve açık - seçik olan hususların bile bu sebeple belgeye bağlanmasına çalışıldığı, yargının büyük oranda mantıksızlıklarla uğraştığı, meselâ üst üste mazeret dilekçesi veren avukatların, müdafaaları alınmadı, kısıtlandı diye kararın bozulduğu ifade edilmiş, hatta bazı hâkimler Yargıtay uygulamaları karşısında takdir haklarının söz konusu olmadığını belirtmişlerdir. Bir hâkim, karar yazdırırken “ödünün koptuğunu”, söylemiştir.

 

305. Bir hâkim, Ceza mevzuatının bu günkü halinin bilirkişiye başvurmayı zorunlu hale getirdiğini, sözgelimi üç celsedir,  çalınan şeyin değerinin tayini için uğraşıldığını, oysa Yargıtay kararlarının hâkimin bir telefon etmek suretile tesbit edebileceği değeri dahi bilirkişi ile tayin ettirmeyi gerekli kıldığını açıklamıştır. Bu arada her işin Yargıtaya gitmesinin anlaşılır olmadığı ifade edilmiştir.

 

306. Temenni ve öneriler açıklanırken, özellikle cezaların birbirine bağlı olduğu, çok yerinde olarak ifade edilmiştir.

 

307. Büyük sıkıntının sanığın dinlenememesinden doğduğu üzerinde ittifak vardır. Tutukluların bile getirilip ifadelerinin alınamaması sebebile davaların hâkimlerin elinde kaldığından şikâyet edilmiştir. Bugün bir buçuk yıldan beri duruşmaya getirilemeyen sanıkların bulunduğu belirtilmiştir. Bu gibi hallerde bazı hâkimlerin sanığa telgraf göndererek kendi isteği ile duruşmaya gelmediğini, esas hakkında mütalanın gönderildiğini, mazereti yoksa gelmediğinde yokluğunda karar verileceğinin bildirildiğini ve Yargıtay’ın da bu uygulamayı kabul ettiğini, ancak ilk sorgunun yapılamamış olmasına çare bulunamadığı açıklanmıştır.

(Araştırmacıların notu:) Medya’nın etkisiyle, genel kollukta ve cezaevi içindeki kollukta bir ürkekliğin ve yılgınlığın teşekkül ettiği, herkesin olay çıkmasından ve bunun sonucu olarak sorumluluktan korkar hale geldiği, bir gerçek olarak, ortaya çıkmış bulunuyor. Sanığın mutlaka getirilmesi, aksi takdirde görevi ihmalden sorumlu olacağı hakkındaki mahkeme tezkeresine bir cezaevi müdürünün şu suretle cevap verdiği açıklanmıştır: “siz kaloriferli yerde oturuyorsunuz, emrime bir tabur asker, bir adet ambülans verin, şu kadar da kanı hazır edin, ondan sonra bu sanığı içerden alıp size getireyim”.

Hâkimler bu gibi hallerde gelmeyene eski ifadesi ile iktifa edileceğini bildirmek yetkisini talep etmektedirler.

 

308. 3167 sayılı Çek Kanunundan doğan problemler hâkimlerin ortak şikâyet konusudur. Bu davaların azalmasının Kanuna aykırı çek kullanılmasını önlemek ile mümkün olacağı ifade edilmiş ve aşağıdaki teklifler yapılmıştır.

a)         Bankalar çek karnelerini belirli bir tahkikat yaptıktan sonra, güvenilir kişilere vermelidirler.

b)        Çek karnesi alınırken teminat gösterilmesi şartı konulmalıdır.

c)        Bugün çek karşılıksız çıktığında, bankanın ödeyeceği miktar çok düşecektir. Bu miktar esaslı surette artırılmalıdır.

d)        Çekin şahsi dava konusu olması uygun olacaktır. Bu suretle, takib edilmeyen davalar, ortadan kalkacak 7,5 sene zamanaşımını beklemek sözkonusu olmayacaktır.

 

309. Ekonomik suçlarda ekonomik müeyyidenin uygulanması esası güçlendirilmeli ve bu suçlara bakacak hâkim ve savcıların uzmanlık kazanması sağlanmalıdır. Özellikle 1918 sayılı kanun üzerinde durulmuş ve toplu kaçakçılık ile teşekül arasındaki kıl payı fark nedeni ile davaların uzadığı, bu bakımdan kanunun bütünü ile gözden geçirilmesi gerektiği ifade edilmiştir.

 

310. Mahkemenin ara kararlarının infazında en büyük güçlüğün yeterli miktarda görevli polis bulunmamasından kaynaklandığı ortak görüştür. Bir hâkim 150 infazı üç polis memurunun yerine getirmeye çalıştığını açıklamıştır.

 

311. Zamanaşımı konusunda birbirine zıt iki görüş belirtilmiştir. Bazı hâkimler zamanaşımını kesen sebeplerin çoğaltılmasını ve her duruşma celsesinin zamanaşımını kesmesini istemişlerdir. Diğer bir kısım hâkimler ise zamanaşımını kesen sebeplerin kaldırılmasını ve davanın zamanaşımı süresi içinde gerçekleşmesini önermişlerdir. Böylece davaların süratle sonuçlandırılması bakımından yeni bir güdülenme yaratılmış olacaktır.

 

312. Mahkemelerin araç - gereç noksanı, bütçeden adlîyeye ayrılmış olan tahsisatın azlığı, hâkimlerin konforsuz şartlar içinde çalışmaları, RG’nin  dahi gelmemesi İstanbul’da adlîye binalarının dağınık halde bulunması çok şikâyet edilen hususlardır.

 

313.  Mevzuatımıza göre, Asliye ve Ağırcezaların görev ayırımlarında piramidin normal şeklinin bozulduğu, sulh cezalarda işlerin fazla olması gerektiği halde, bu mahkemelerin çok rahat oldukları ve işlerin gereksiz yere asliye cezada yoğunlaştığı ifade edilmiştir. Düzeltme, kanun değişikliği ile gerçekleştirilmelidir.

 

314. Adalet bir nevi hizmet sektörü olduğuna göre, müşterisi olan halkın güvenini kazanmalıdır. Böyle olunca, vatandaşların temel hak ve hürriyetlerini, mal ve can güvenliklerini koruma altına alan bir yargı sistemi karşılığında ceza adaletinin etkinliğinden söz edilebilir. Oysa müşterilerde bu tatmin duygusunun yaygın olduğu söylenemez. Bunun için gerekli olan herşey yapılmalıdır.

 

315. Öne sürelen tekliflerden birisi de, adlîyenin etkin çalışabilmesinin diğer Devlet kurumlarının çalışmalarına bağlı olduğuna göre, adlî kararların yerine getirilmesi hususundaki ihmalin cezalarının artırılmasıdır.

 

316. Adlîye hizmeti hâkim, savcı kolluk iş bölümü halinde etkin olur. Bu sebeple, bilim adamlarının da iştirakile sistemin problemleri üzerinde ortak toplantılar, belirli aralıklarla yapılmalıdır.

Senenin belirli günlerinde hâkimler akademesinde hâkim ve savcılar toplanmalı ve hukuk konularını tartışmalıdırlar.

Bu toplantılarda özeleştiriler yapılmalıdır. Yeniden eğitim ihtiyacı da böylece karşılanmalıdır.

 

317. Mahkemeler yardımcı hâkim kullanılması, özellikle büyük şehirlerde hem nitelikli adalete ve hem de sürate katkı yapacaktır. Bazı hâkimler sözgelimi bilirkişiye verilen görev bakımından dosyayı okuyamadıkları için, yönlendirme yapamadıklarını ve bu yüzden tuhaf raporların geldiğini ifade etmişlerdir. Yardımcı hâkimler bu konuda faydalı olabilir.

 

318. Adlî sicil TCK 81 maddedenin aradığı anlamda kayıtları içermemektedir. Bu hal davaların uzamasının temel sebeplerinden birisidir. Bu hususta gerekli hüküm değişikliği derhal yapılmalıdır.

 

319. Kanunların açık - seçik, suçların unsurlarını duraksamalara neden olmayacak biçinde belirtilmesi zorunludur. Suçta ve cezada kanunulik de bunu gerektirmektedir. Bu sebeple kanunları adeta Yargıtay yapmakta ve bozulan veriler işlerin makul sürede sonuca ulaştırılmasını engellemektedir.

 

320. Yargılama giderleri akıl almayacak derecede azdır. Yargılamanın Devlete yüklediği giderlerin onda biri bile alınamamaktadır. Ayrıca Ceza Usul Kanunu bütünü ile elden geçirilmelidir.

 

 

 

 

 

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: SONUÇ

 

ARAŞTIRMACILARIN ÖNERİLERİ

 

Eserimizin girişinde ceza adalet sisteminin dört işlevi yerine getiren yapısal unsurlardan oluşmuş interkonnekte bir sistemi oluşturduğunu açıklamıştık: a) Araştırma, b) takip veya itham (iddia), c) savunma ve d) yargılama, hüküm verme, e) verilen karar ve hükümleri denetleme, f) infaz işlevleri ceza adalet sisteminin işleyişinde altı ayrı yapı unsuru tarafından yerine getirilir.

Aslında bu yapısal unsurlar da sistem içinde yer alan alt sistemlerdir. Sözkonusu alt sistemlerin, bütün toplumsal sistemlerde olduğu gibi, üç unsurdan oluştuğunu belirtelim: Bunlar; normlar, kişiler (aktörler) ve araç-gereçlerdir. Bu üç unsurun sistemin, ilgili yapısına ilişkin işlevlerle orantılı biçimde geliştirilmiş bulunmalıdırlar; gelişmenin mutlaka dengeli olması şarttır. Sözgelimi, araştırma fonksiyonunu yerine getiren kolluğun mensupları ne kadar iyi yetiştirilmiş olurlarsa olsunlar, işlemlerini düzenleyen normlar, araç-gereçler aynı oranda geliştirilmemişse, işlevler gereğince yerine getirilmek şöyle dursun, sistemin bütünüyle çözülüp, desorganize olması olasılığı ortaya çıkar.

Bu girişten sonra sistmin yapı unsurlarını teker teker ele alıp gerekli gördüğümüz tesbit ve önerileri aşağıda arz etmeyi uygun sayıyoruz. Bunu yaparken, anket sonuçlarından çıkardığımız netice ve bunlara bağlı önerileri burada tekrar ele alarak sentezleştirmeye çalışacağız.

Yukarıda ki bahislerde, Türk ceza adalet sistemi üzerinde analizler yaparken, sistemin bütünü ile uygun tarzda çalışmasını engelleyen noksanlara, dengesizliklere işaret edilmiştir. Bu kısımda, sözkonusu sakıncaların ne suretle ve hangi bakımlardan düzeltilerek bu enterkonnekte sistemin dengeli biçimde işlemesi için nelerin yapılması gerektiğini açıklayacağız ve altı ayrı işlevi yerine getiren yapısal unsurları; yani normlar, aktörler ve araç-gereç bakımından dar boğazları gidermeye olanak verecek hususları ayrı ayrı belirteceğiz.  

 

A. Araştırma Fonksiyonu ile İlgili Önerilerimiz

321. Kolluk Alt Kültürü, Eğitim: Jandarma ve Polisin meslek içinde edindiği alt kültür, işlemlerini ve araştırmalarını doğrudan doğruya etkiler. Bu kültürü, “insan haklarını” bir yapı taşı olarak yerleştirecek şekilde yeni eğitim programları uygulayarak geliştirmelidir. Kolluğun ve özellikle polisin genel bilgi düzeyinin ayrıca çok önemli olduğunu vurgulayalım. Bu nedenle polis okullarının büyük şehirlerde toplanması ile polis memurlarının genel bilgi düzeylerinin yükseltilmesi bakımından yeni olanakların gelişirilmesi zorununu özellikle vurgulamak isteriz.

Türkiye’de polis ve jandarmanın yetiştirilmesinde eğitim süresinin kısa tutulduğu ve ders programlarının yukarıda belirtilen ihtiyaca tam anlamı ile cevap vermediği görülmektedir. Bu nedenle, Polis ve Jandarma Okullarının ve Polis Akademisinin eğitim süreci ve ders müfredatları yeniden gözden geçirilmelidir. Müfredat konusunda ön hazırlık olarak, Federal Almanya’da polis eğtiminde uygulanan müfredat temin edilmiş ve Emniyet Genel Müdürlüğü Eğitim Dairesine bu konuda bir teklif sunulmuştur. Polisin etkin bir şekilde çalışabilmesini sağlamak için, ağır nitelikteki suçları işleyen kişileri teşhis edecek ve yakalayabilecek bilgilerle donatılması sağlanmalı ve örneğin toplanma ve gösteri yürüyüşü hakları, ifade özgürlüğü konusunda bilgiler arttırılmalıdır. Bunun yanı sıra, polisin insan hakları açısından bilgilendirilmesi demokratik bir toplum için zorunludur. Bu husustaki bilgi noksanını gidermek üzere bu eserin yazarlarının da iştiraki ile kolluk için bir “yakalama, gözaltına ve muhafaza altına alma” yönetmeliği hazırlanmış ve yayınlanmıştır.

Polis eğitimi veren çeşitli derecedeki okullarda ceza hukukunun daha geniş biçimde ve önem verilmek suretiyle okutulması lâzımdır. Bilgisizlik dolayısıyla delil toplanması bakımından noksanlıklar Türkiye’de davaların uzamasının temel sebeplerinden biridir (1.- Öneri).

Kolluğun temel görevi fertlerin hak ve özgürlüklerinin korunmasıdır. Böyle olunca kolluk görevlerini yerine getirirken yasalara aykırı davranırsa demokrasiyi tehlikeye düşürmüş ve kendisine olan güveni sarsmış olur. Bu nedenle polisin yasalara uyacağına dair güven sağlanmalıdır. Halkta böyle bir inancın yer edebilmesi için, polisin daima yasalara uygun hareket etmesi zorunludur. Polisin yasalara uygun bir şekilde davranmasını sağlamak, hukuka aykırı davranışta bulunanları cezalandırmaktan daha iyidir. Başka bir ifade ile ihlali sonradan cezalandırmak, polise olan güveni yerleştirmeye yetmemektedir. Önemli olan, ihlallerin yapılmasını önlemektir.

Polisin hukuka ve meslek kurallarına  uygun bir şekilde çalışmasının denetlenmesi gereklidir. Bu hususta aşağıdaki tedbirlerin alınabileceği düşünülmektedir:

a) Polise verilecek temel eğitim ve meslek içi eğitimde, “ meslek onurunun korunması” üzerinde durulmalı ve demokratik bir toplumdaki değer yargılarının başında hukuka uygun davranmanın yer aldığı örnekleri ile vurgulanmalıdır.

b) Polisin meslek içinde ilerlemesi açısından temel ölçüt, hukuk ve meslek kurallarına uygun davrandığının belgelenmesi olmalıdır.

c) Savcılar polis tarafından yapılan işlemleri hukuka ve meslek kurallarına uygunluk açısından sürekli denetlemelidirler: Hakim kararları ile savcı tarafından verilen emirlerin nasıl icra edildiğini, denetlemek, uygulamada hakim kararlarının tatbikinden doğan zorlukları teşhis etmek ve bunların açılması için çareler üretmek yolu seçilmelidir.

d) Nihayet, toplumda yaşayan bireylerin konuyla ilgili olmaları, polisin  uygulamalarını eleştirmeleri çeşitli kanunyollarına başvurmaları,  polise olan güveni sağlayıcı önemli bir unsurdur. Ancak haksız, aşırı, mesnetsiz kınamaların kolluğu pasif kalmaya sevkettiği de gözden uzak tutulmamalı, aşırılıktan sakınılmalıdır.

 

322. Diğer Kurumlarla İşbirliği:  Kolluğun başarısı, genellikle adalet sistemi içerisinde yer alan diğer kurumların etkin bir şekilde çalışmasıyla bağlantılıdır. Bu nedenle iyi işleyen bir sistemde kolluğun, toplumun diğer kurumları ile işbirliği içinde bulunması ve çalışmalarını böylece sürdürmesi gereklidir.

 

323. Dava Doğuran Davalar: Hukuk alanındaki cekişmeler ceza adaletini büyük ölçüde etkilemektedir. Hukuk çekişmeleri ceza adalet sistemi için bir bakıma yeni malzeme üretmektedir. Türkiye’de açılmış olan ve 100.000 nüfusa düşen hukuk ve ceza davalarına ait rakamlar gözden geçirildiğinde aradaki paralellik rahatlıkla kavranabilmektedir: 1994 yılında Marmara Bölgesinde 2101 hukuk davası açılırken 2832 ceza davası, Ege’de 2357 hukuk davasına karşılık 3112 ceza davası ve Doğu Anadolu’da 741 hukuk davasına karşı 774 ceza davası açılmıştır. Arazi ihtilaflarının ise, bazan kan davalarını doğurduğu bilinmektedir.(112)

 

324. Suç Kolluğu: Kolluk, özellikle ağır suçların delillerini araştıran bir organdır. Türkiye’de, bazı yabancı ülkelerde olduğu gibi, kendisine özgü yetkilere sahip ve ayrı bir adli polis örgütü yoktur. Ancak, kolluk içinde adli polis işlevini yerine getiren uzmanlaşmış kısımlar vardır. Bunların nelerden ibaret bulunduğu yukarıdaki bahislerinde anlatılmıştır. Ancak burada söz konusu olan husus, belirttiğimiz adli kısımların tam olarak işler hale getirilmesidir.

Kolluk, bilindiği üzere adli ve idari olmak üzere iki temel görevi yerine getirir. Araştırma işlevi kolluğun adli temel görevi içindedir. Adli görevini yerine getiren kolluk, suçları tespit etmek yani suçu aydınlatmak, başka bir deyişle suçu ve failini meydana çıkartmak, suçun iz, eser, emare ve delillerini tespit edip toplamak ve bunları itham fonksiyonunu yerine getirecek olan mercie sunmak, ceza adalet sisteminde yer alan bir takım aktörlerin istemlerini yerine getirmek, bu hususta adı geçenlere gerekli yardımları yapmakla yükümlüdür. Bu işlev o derecede önemlidir ki, daha başlanıçta gereği gibi yerine getirilmeyecek olursa, sonradan sistemin dürüst yargılama (fair trail-Proce equitable) ilkesine uygun olarak hüküm üretmesi çok güçleşir ve hatta bazen mümkün de olamaz. Bu sebeple, yukarıda sözünü ettiğimiz bu alt yapının, üç unsur bakımından da geliştirilmiş olması şarttır.

Türkiye’de kimileri, adeta herşeyin devası olarak, adli kolluğun kurulması gerektiğini öne sürmüşlerdir. Böylece adli kolluğun genel polis teşkilatı dışına çıkarılmasını ve savcıların emrine verilmesini önermektedirler. Kanaatımızca, polis ve jandarmadan oluşan, adli görevleri yerine getirmek üzere örgütlenmiş, var olan yapı, esasta uygundur. Ancak savcı ve mahkemelerle bu teşkilat arasında daha sıkı bir işbirliğini ve gözetimi temin edecek normları meydana getirmek yeterli olacaktır.

Suçları, özellikle ekonomik ve mafya, örgütlü cürümleri aydınlatmak üzere, polis, savcı ve maliye uzmanlarından oluşan proje grupları teşkiline olanak verecek idari düzenlemeler bir an önce geliştirilmelidir. Bu bakımdan hazırlanmış olan bir yönetmeliğin bir an önce yayınlanması çok yarar sağlayacaktır.

 

325. Kimlik: Türkiye’de CAS’inin işlemesinde kolluk bakımından çok önemli konulardan birisi, şüphelinin kimliğinin tesbitidir. Araştırmamızda, sanığın kimliğinin bilinmemesine ilişkin durumun yaklaşık olarak, %11 oranında olduğu ortaya çıkmıştır. Devlet idaresi, vatandaşların kimlik sahibi olmalarını ve konutlarını mutlaka kayda bağlamalıdır. Sürekli konutsuzluk, batı ülkelerinde olduğu gibi “serserilik” sayılmalı ve herkesin mutlaka sürekli oturduğu bir yer açıklayacak durumda bulunması sağlanmalıdır. 21. yüzyıla geçtiğimiz bir dönemde Türkiye gibi uygar bir ülkede bazı insanların yersiz, yurtsuz yaşamakta bulundukları kabul olunamaz (4. - Öneri).

Kolluğun kimlik tesbitinde çok daha çevik olmasını sağlayacak idari tedbirler alınmalıdır (20.- Öneri). Aktif polis faaliyeti, ancak kimliğin tesbiti ile etkin olur. 1774 sayılı Kimlik Bildirme Kanununun, İstanbul gibi, çok kalabalık ve kozmopolit bölgelerde, adeta metrukiyete uğramışlıktan çıkarmak ve bu kanuna fiilî yürürlük sağlamak şarttır. Bunun temini geniş ölçüde kolluk güçlerine düşmektedir: Kimliğin gerçek olarak tesbiti, nitelikli adaletin olduğu kadar, davaların gecikmesini önlemenin de şartıdır. Bu hususta ciddî çaba gösterilmesi zorunludur (2.- Öneri).

 

326. İfade Alma: Her türlü ifade almada saat ve dakika olarak sürenin tutanağa geçirilmesi, CMUK 135a maddesinin yasakladığı hususların (özellikle yormanın) tesbiti bakımından olağanüstü önem taşır. Oysa uygulamada CMUK 161. maddenin hükmüne rağmen, süre tutanağa tesadüfen geçirilmektedir. Saatin tutanağa geçirilmemiş olması, elbetteki, bir bozma sebebi oluşturmaz; ancak Yargıtay kararlarında bu usulsüzlüğe dikkati çeken tesbitlerin yer alması, tatbikatın kanuna uygun hale getirilmesi bakımından fayda sağlayacaktır.

Poliste ikrar, mahkemede bundan cayma ve polisi işkence ve baskı ile itham, Türkiye’de mutad usul halini almıştır. Aslında poliste ikrar, en samimi beyandır. Bu keyfiyeti sakatlamak üzere, sanıklar ve kimi vekilleri sistematik olarak baskı ve işkenceden söz etmektedirler. CMUK 135 ve 135a maddelerinde ve 136. maddede yapılan çok önemli değişikliğe karşın, durum değişememiştir. Bu itibarla şüphelinin (hakkında basit zehap bulunanın), poliste ifadesinin alınmasından önce, Fransa’da olduğu gibi doktor muayenesine tabi tutulması ve belirli aralıklarla muayenin tekrar edilmesi çok yerinde olacaktır (5.- Öneri). Adalet Bakanlığı tarafından 3 Ocak 1996 tarihinde DGM Başsavcılıklarına gönderilen genelge ile, sanıkların her 48 saatte bir, hiç olmazsa 96 saatte bir doktor muayenesinden geçirilmesi(113) 12.12.1997 tarihli Başbakanlık Genelgesi ile de, .... istenmiştir. 6 Numaralı öneride, yakalanan kişinin hemen doktor muayenesine tabi tutulmasını ve gözaltının sona erdirilmesi halinde yeniden doktor muayenesine sevkinin usul haline getirilmesini önermiştik.

İncelememiz sonucunda işkence veya kötü muamele iddiaları oranının çok düşük olduğu sonucu ortaya çıkmıştır. Bununla beraber doktor muayenesinin yasallaştırılmasını uygun mütalaa ediyoruz (23.- Öneri). Ülkemiz aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde açılan ve bazıları kanaatimızca haksız hükümlerin verilmesine neden olan başlıça sebeplerden birisi de budur. Hekim muayenesinin yapılmamış olması, sözü geçen davalarda yalancı tanıkların beyanlarına değer verilmesine neden olmaktadır.

 

327. Tutuklama Sonrası Kolluğun İfade Alması: Özellikle polisin şüpheli tutuklandıktan sonra da tutukluluk sırasında  ifade alma ve diğer soruşturma işlemlerini yapma yetkisi kabul edilmelidir. Burada ana hedef, hazırlık soruşturmasının mümkün olduğu kadar noksansız ve sağlıklı yapılmasını sağlayacak düzenlemelerin icrasıdır (37.- Öneri). Bu günkü uygulamada, şüpheli tutuklandıktan sonra, kolluğun herhangi bir tahkik işlemini re’sen yapamaması, davanın tabir yerinde ise, ham olarak mahkemeye intikaline neden olmakta ve bunu önlemek için de gözaltında tutma süresini batı ülkelerinden farklı olarak uzatmak gibi, batı hukuk sistemlerinde kabul edilemiyen yetkilerin kullanılmasını sonuçlamaktadır. Bu nedenle, tutuklanma bazı hallerde şüphelinin lehine sonuç vermektedir.

 

328. Tanıklık: Hazırlık soruşturmasının özenle yapılamadığı, bu araştırmanın ortaya çıkardığı çok önemli bulgulardan birisidir. Özensizlik değerlendirmesine, elbetteki, belirli bir takım tesbitlere dayanılarak varıyoruz. Bu tesbitlerden birisi, hazırlık soruşturmasında tanıkların belirlenmesi ve ifadelerinin alınmasının çok düşük oranda olmasıdır.

 

329. Elkoyma: Polisin doğrudan doğruya zabıt yapabilmesi (el koyabilmesi), gecikmeyi önlemek bakımından yerinde olabilir. Kaldı ki, bugün tehirinde zarar bulunan hal (gecikmesinde sakınca olan)  teriminin çok geniş uygulanması suretiyle zaten fiilen yapılıyor. Bu itibarla Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun buna göre değiştirilmesi uygun olabilir (40.- Öneri).

 

330. Telefon Dinleme: Mevzuatımızda suç araştırması ve soruşturması sebebile telefon dinleme konusunun mutlaka yasal bir düzene bağlanması zorunludur. Bu düzenleme yapılırken Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin konuyla ilgili olarak verdiği kararlar ve uyguladığı esaslar gözönünde tutulmalıdır. Fransa’da geleneksel içtihat telefon muhaverelerinin tesbitine imkân vermekte idi. Fakat dinlenen konuşmalar “itiraf” olarak değil, sadece hâkimin kanaatini tesis edebilecek emareler olarak kabul ve böylece savunma hakkı kısmen de olsa ihlâl edilmemiş oluyordu. Aynı ilke mikrofonlar ve ses tesbitleri bakımından da geçerli idi. Ancak, kişi ile müdafii arasındaki konuşmanın tesbitinin hiçbir delil değeri taşımadığı kabul ediliyordu. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 8. maddesinin özel hayatın gizliliğine ilişkin hükmü sebebile, konu 1970’lerde ciddîyetle ele alınmıştır. Uygulamada hazırlık soruşturmasında ve ilk soruşturmada telefon dinlenmesi kabul ediliyordu. 1989 yılında AIHS  m. 8 ve Ceza Usul Kanunu 81. maddelerine dayanmak suretile mesele çözüldü ve özel kanun olmadığı takdirde, özel hayata müdahale edilemiyeceği esası belirtildi.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, kamu menfaati yönünden öngörüldüğü hallerde özel hayata girilmesinin Sözleşmeye aykırı olmadığını kabul etmektedir. Ancak bu müdahale genel güvenlik bakımından zorunlu olmalıdır. Avukatlarla yapılan konuşmaya hiç bir suretle müdahale edilmemelidir. Mercilerin bu husustaki takdir yetkilerinin kullanılmasındaki usuller ve bunların kapsamı açık bir surette kanunda yer almalı ve suistimale imkân vermemelidir. Ayrıca, telefonları dinlenebilecek olan suçlu kategorileri, fiillerin nitelikleri, dinlemenin süresi, bu husustaki tutanakların teşkili şartları ve konuşmaların ne suretle sentezleştirileceği ve bantların nasıl silineceği ve imha edileceği kanunda yer almalıdır. 8 Şubat 1995 tarihinden itibaren Senato veya Meclis Başkanlarına haber verilmeden milletvekillerinin veya senatörlerin konuşmalarının tesbit edilemiyeceği de, hüküm altına alınmıştır.

Özetlemek gerekirse, bu hususta özel bir kanun, belirli nitelik ve şartları taşımak suretiyle bir an önce meydana getirilmelidir (41.- Öneri). Netekim halen Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu üzerinde çalışmakta bulunan Bilimsel Komisyon, bu husustaki noksanları giderecek hükümleri kaleme almış bulunuyor. Ayrıca 4422 sayılı Çıkar Amaçlı Örgüt Suçları ile Mücadele Kanunu da bu konuyu, gerektiği gibi düzenlemiştir.

Polisin olaylar karşısında derhal harekete geçmesi bir ülkede suçla etkin mücadelede temel unsurdur. Bu konuda gerekli yetkiler sağlanmalıdır. Yetki verilmeyen yerde sorumluluk olmaz. Özellikle örgütlü suçla mücadele hususunda klasik polis yöntemlerinin yeterli olmadığı bilindiğinden özellikle bu alanda yeni yetkiler 4422 kanun ile tesis edilmiştir.

 

331. Aydınlatma Oranı: 1995 yılında, 1.910.079 suç olayından % 69,9’u sonuçlandırılırken (yani bu suçların fiil ve failleri belirtilirken), ortalama % 17,4 oranında faili meçhul dosya bulunduğu tesbit edilmiştir. Faili meçhul olay oranı Fransa’da % 59’dur. Bu tesbit, bütün olumsuzluklara rağmen polisin olay aydınlatma oranının Türkiye’de yüksek olduğunu ortaya koymaktadır.

Polisin kriminalistik izlerden ziyade ifade alma yöntemi ile çalıştığını da belirlemiş olduğumuzdan, yüksek aydınlatma oranının bedelinin ağır olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle ifade alma statejisinden daha çok teknik çalışmaya ağırlık verilmesi gerektiği ortaya çıkmaktadır.

 

332. Kanun ve Yönetmelikler: Türk Ceza Kanununda ve özel ceza kanunlarında, davaların uzamasına neden olan çok sayıda (hukuk labirentleri) vardır. Bunların esas itibariyle bir anlamları da yoktur. Ancak bu labirentler dolayısıyla çok kere bilirkişilere başvurma zorunu ortaya çıkmakta ve dava bu yüzden aylarca uzamaktadır. Sözgelimi tekerrürde değişik türlerin varlığı bugünün toplumsal şartları içinde hiçbirşey ifade etmemektedir. Yeni TCK Tasarısı bu labirentlerden çoğunu ortadan kaldırmıştır. Tasarı kanunlaştığında davaların uzamasındaki önemli nedenlerden  birisi ortadan kalkacaktır (30.- Öneri).

 

333. Silahlar: Yaptığımız araştırma taklit silahların, belirli bir ölçüde de olsa, suç işlenirken kullanıldığını açığa çıkarmış bulunmaktadır. Oyuncak niteliğinde olan taklit silahların imal ve satışında bir denetimin tesisi sözkonusu olmaz. Ancak gaz püskürten, hava tazyiki ile küçük cisimleri atan veya dış şekli itibarile tam olarak gerçek bir silah intibaı veren silahların imal, ithal ve dağıtımında belirli bir kontrol sisteminin ihdası gerektiği düşüncesindeyiz (49.- Öneri).

 

334. Polis Yetkileri:  Polisin araştırma fonksiyonunu (adli görevini) yerine getirirken belirli bir takdir yetkisinden yararlanması ve bu yetkinin hukuka uygun bir şekilde kullanılması zorunludur. Çünkü yetkilerin kullanılması sırasında, insanların anayasal hakları, temel insan hak ve hürriyetleri, olağanüstü hassas bir konuma düşebilir. Yaşadığımız çağda ne derecede ağır ve vahim olursa olsun, suçları araştırma fonksiyonu yerine getirilirken temel insan hak ve hürriyetlerine her şart içinde saygılı olmak mecburiyeti vardır. Bu ise, ancak polis ve yetkilerini düzenleyen özel normların meydana getirilmesi ve bunların ruhuna sadık olarak hareket edilmesi ile mümkün hale getirilebilir. O halde yapılacak ilk şey, normlar itibariyle Türk hukuk sisteminin sözü edilen amaca ulaşılabilmesini sağlayabilecek nitelikte olup olmadığının tespitidir.

Polis Vazife ve Salâhiyetleri Kanunu 1934 yılında çıkarılmış olup, yürürlüğe girdiği dönem itibariyle günümüzün şartlarına uygun değildir. Birleşen Avrupa’da sınırların da ortadan kaldırılması neticesinde polise suçu önleme, işlenebilecek olan suçları tespit etme (proaktive policing) ve işlenmiş suçları ortaya çıkartmada (aktive policing) demokratik bir toplumun kabul edebileceği hak ve yetkiler verilmektedir. Bu yetkilerin İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinde belirtilen temel ilkeler çerçevesinde somutlaştırılması gereklidir.

Gerek 1984  İngiliz Adli Polis ve Delil Kanunu gerek Federal Almanya’da hazırlanmış bulunan Çerçeve Polis Kanunu yukarıda belirtilen ilkelere uygun normları içermektedir. Bunlar ve ilkeler gözönünde tutularak yeni bir Polis Kanunu hazırlanmalıdır.

Polisin sahip bulunduğu yetkilerin ve kendisinden istenilen görevlerin demokratik bir toplumda geçerli olması gerektiği kadarı ile açık bir şekilde yönetmeliklerle belirlenmiş olması şarttır. Bu yetkiler halen polisin sahip bulunduğu yakalama, ifade alma, arama gibi yetkiler konusunda olacağı gibi, (“Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği”, 1.10.1998 tarihli Resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir) verilmesini önerdiğimiz itham yetkisi ve sosyal problemleri gayri resmi biçimde çözmeyi de kapsar şekilde düzenlenmelidir.

Takdir yetkisi ile ilgili ilkeleri belirleme görevi, polisin kendi içindeki kurullar tarafından gerçekleştirilmelidir. Bu nedenle idareci durumunda olanlar, polisin takdir yetkisini kullanması konusundaki idari kuralları, araştırma tekniklerini ve infaz metodlarını ayrıntılı bir biçimde tartışmalı bunların etkin ve hukuka uygun olması için çalışmalar yapmalıdırlar.

 

335. Polisde İç Denetim: Esas mahkemesi belli bir davayı görmekte olduğu sırada, yapılmış olan belli işlemlerin polisin iç düzenlemelerine ve Anayasaya aykırı veya görevi dışında kalan bir işlem olduğunu tespit ettiği takdirde, aykırılığı bu kuralları düzenlemekle görevli olan otoritelere bildirmelidir. Böylece polis çalışmaları ile mahkeme arasında bir etkilenişim (interaction) sağlanmış olacaktır. Gerçekten aslında hukuka aykırı bir işlem yapan fakat bunun  bilincinde olmayan polis, aynı tür uygulamalara devam etmektedir. Önerdiğimiz bu husus gerçekleşecek olursa polisin iyi niyetle yaptığı işlemlerin hukuka aykırı olduğunu öğrenmesi yolu açılmış olacaktır. Bugün, polis belli bir işlemi yaptıktan sonra, aradan aylar geçmekte ve esas mahkemesi, yapılan işlemi hukuka aykırı bularak kendisine sunulan delili hüküm verirken kullanmamak ile yetinmektedir. Polisin meslek içi kurallarını düzenleyen yönergeleri hazırlaması sırasında da savcılık ve mahkemeler, sunacakları görüşlerle, polise yardımcı olabilirler.

 

336. Araştırma İşlemleri: Kolluk düzeyinde suç işlendiğinde, CMUK gereğince yapılması gerekli işlemlere ilişkin olarak tutarlı ve istikrarlı bir uygulamanın mevcut bulunmadığı söylenilebilir. Bu hâl davalardaki gecikmenin temel sebeplerinden birisidir. Polise soruşturma usulleri esaslı surette öğretilmelidir. Asıl dikkat edilmesi gerekli olan husus ise, kolluğun, suça el koymasından, işin müzekkere ile savcılığa sevkine kadar  yapılması gerekli bütün işlemleri içeren formüller ve bir dosya şablonu meydana getirilmeli, yapılacak işler sırasıyle gösterilmelidir. Buna yabancı hukukta ‘check list” adı verilmektedir. Yapılacak işlemlerin kategorik bir şekilde önceden belirlenmesi hususunda (check list hazırlanması) önerimiz yerine getirildiğinde, gerekli işlemlerin yapılmaması şeklindeki özensizlik, geniş ölçüde giderilmiş olabilecektir (7. Öneri).

Tahkikât dosyasında, bu listeye göre yapılmamış veya hiç yapılamamış işlem varsa onun da sebebi fezlekede gösterilmelidir. Bizdeki uygulamada genel olarak, üzerinde fazla durulmadan kolluktan gelen iş ve dosya iddianameye bağlanıp mahkemeye sevkedildiğinden arzolunan husus olağanüstü önem (3.- Öneri) taşımaktadır.

Polisin suçları nasıl araştıracağı, yetkilerini nasıl kullanılacağı vs. konusundaki idari nitelikteki prensiplere aykırı hareket edilmesi halinde, bu yazılı ilkelere aykırı bir şekilde elde edilen delillerin muhakemede hüküm verirken otomatik olarak kullanılmaması sonucu doğmaz. Sadece, iç kurallara yapılan aykırılık, sanığın temel, anayasal haklarından olan “dürüst yargılanma hakkını” ihlal ediyorsa, o takdirde mahkeme bu delili hüküm verirken kullanmama yolunu seçebilmelidir.

 

337. Kriminal Laboratuvarlar: Suç izlerinin teknik açıdan teşhisi ve tespiti ve hatta ortaya çıkartılması çok güçlü kriminal laboratuvarlardan istifade etmeyi gerektirmektedir. Kriminal laboratuvarların yardımından istifade etmek ise, bu konuda özel olarak yetiştirilmiş dedektifleri gerektirmektedir. Detektif yetiştirilmemesi Türkiye’de önemli bir noksandır. Ağır suçların aydınlatılabilmesi için, uzmanların dedektiflik sanatının gereklerine vakıf olmaları ve bu hususta yetişkinlik ve tecrübe kazanmaları şarttır. İyi bir dedektiflik senelerce süren bir tecrübe döneminden sonra elde edilen bir yetenektir. Ayrıca değişik suçlar itibariyle, sözgelimi uyuşturucu maddeler, çıkar amaçlı örgüt suçları, terör suçları, ekonomik suçlar ve ağır kan suçları itibariyle dedektiflik, değişik uzmanlık kazanılmasını zorunlu kılar. Türkiye’deki, batı ülkelerinden daha az sayıda da olsa, olan faili meçhul dosyaların temel nedeni, yeterince dedektife sahip bulunulmamasıdır. Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununda yapılan değişiklikler, işkencenin reddi, sanığın sorgusunda gösterilmesi gereken insan haklarına dayalı özenle işlem yapma mecburiyeti, ancak bilimsel verileri kullanabilen ve bu hususta uzmanlık kazanmış kolluk elemanlarının varlığı halinde suçların ve delillerinin meydana çıkarılmasına engel olmayabilecektir. Aksi takdirde faili meçhul suçların sayısının daha da artabileceğinden endişe edilebilir.

Görüldüğü gibi, Kriminal Laboratuvarlar, suçun iz ve delillerini ortaya çıkarmak bakımından olağanüstü önem taşır. Ancak buralarda incelemelerin çok ciddîyetle ve dürüstlük içinde yapılması da gereklidir. Uyuşturucu maddeler gibi, değeri çok yüksek maddelerin incelenmesinde görevliler katlanılması güç baskılar altında kalabilirler. Bu itibarla kriminal laboratuvarların sayısı artırılmalı ve inceleme konuları değişik laboratuvarlara, aynı zamanda gönderilebilmelidir (10.- Öneri).

Bilirkişi incelemesini gerektiren işlemleri de soruşturmayı yapan polisin icra edebilmesi çabukluk sağlayabilir. Örgütlenmenin sonuçladığı bekleme süresi (organizational waiting time) bu yolla tümüyle ortadan kalkabilir (42.- Öneri). Davada kolluk ve savcılık basamaklarında delillerin tesbitinde çağdaş kriminalistiğin verilerine ve usullerine başvurmak, özellikle İstanbul gibi metropoliten mega şehir suçluluğu bakımından artık vazgeçilemez bir nitelik almıştır. İddia olunan baskı ve işkence uygulamalarını berteraf edecek temel önlemlerden birisi budur. Oysa bu konuda ulaşılan bazı aşamalara rağmen, durum hala tam tatminkâr değildir (52.- Öneri).

 

338. Olay Yeri İncelemesi: Polis tarafından olay yeri incelemesinin yapılması, ağırcezalı işlerde mutad hale getirildiği halde, asliyelik suçlarda düşük orandadır. Olay yeri incelemesinin hemen yapılmaması, suçlara ait önemli delillerin kaybolmasına neden olur. Bu itibarla usul kanununa hazırlık soruşturmasında olay yeri incelemesi yapılmasını mecburî kılan bir hüküm eklenmeli ve bundan, olayın çok açık ve delillerinin ortada bulunduğu hallerde, gerekçesini göstermek suretiyle vazgeçilebilmesi mümkün olmalıdır (8.- Öneri).

 

339. Araç, Gereçler: Polisin içinde çalıştığı binaların, kullandığı araçların ve silahların çağdaş, medeni ülkeler modeline uygun olarak kısım kısım modernleştirilmesi şarttır.

 

340. Mağdurun Korunması: Özellikle suç mağdurlarının korunması açısından polise verilecek yetkiler de yukarıda sözü geçen yönetmeliklerde  yer almalıdır.

 

341. Uyuşturucu Maddeler Sorunu: Polise veya adliyeye intikal eden olayların sayısına  bakmak suretiyle, Türkiye’de uyuşturucu madde sorunu hakkında bir fikir sahibi olmak mümkün değildir. Yapılan tesbit, ülkemizde uyuşturucu madde bağımlılığının tesbiti hususunda ciddî viktimizasyon araştırmaları yapılması ihtiyacını vurgulamaktadır (31.- Öneri). Uyuşturucu maddeler suçları özellikle mafya tipi örgütlerce işlendiğinden, örgütlü suçlarda polis yetkileri yeniden tesbit olunmalıdır.

 

342. Polis Mahkemeleri: Uyuşmazlıkların karakolda halledilmesi ile bir çok olayın adli mekanizma içine girmesi önlenebilecektir. Polise belli konularda ikaz etme yetkisi verilerek tekrar suç işlememesi şartı ile zararın giderilmesi unsuru da eklenerek uyuşmazlıkları gayri resmi bir şekilde çözme imkanı verilmelidir.

Hazırlık soruşturmasında polisin konumu yeniden düzenlenmelidir. Savcının yanı sıra polisin de hafif suçlarda dava açma yetkisi kabul edilmeli, Polise verilmesi gereken yetkiler arasında basit suçlarda itham yetkisi de yer almalıdır. Halen Karayolları Trafik Kanununda görülen düzenleme, genişletilerek yaygınlaştırılmalıdır.

Takibi şikâyete bağlı suçlarda, daha iş polisin elinde veya savcılık aşamasında iken, tarafların uzlaştırılmaları, takipsizlik kararının çabuk verilmesini sonuçları ve dolayısıyla iş uzamadan çözülür “tüm olayı çözüme bağlama süresi”, (case porcessing time) kısalır ve aynı zamanda tamir edici, tazmin edici, fail ile mağduru barıştırıcı ceza adaleti (justice restaurative) gerçekleştirilmiş olur. Türk adalet sistemi bu nevi işlemleri yargı dışında çözüme ulaştıracak usullerden ve kurumlardan yoksundur. Takibi şikâyete bağlı suçların oranı çok yüksek olduğuna göre, bu nevi bir adalet uygulaması davaların gecikmesini önleyecek temel unsurlardan birini oluşturacaktır. Bugün gayrı resmî bir şekilde, polisin fiili takdirine bağlı olarak uygulanan, savcı ve hâkimin müdahalesi  sözkonusu olmayan “tamir edici adalet”, yeterli değildir (35.- Öneri).

 

343. Medyanın Tutumu: Yaptığımız anketten 8.11 sayılı soru dolayısı ile elde edilen bilgiler, polis tarafından araştırma noksanının ne gibi sebeplere dayalı olduğunu göstermektedir. Bu sebepler poliste yetişkinlik sağlanması, noksan ihtisas bilgisinin ikmal edilmesi suretleriyle bütünile ortadan kaldırılamaz. Türkiye’de marksist basın öteden beri polisi pasifize etmek amacı ile yayın yapmış, halkta polis imajını kötülemek bakımından ileri derecede ve etkin faaliyette bulunmuştur. Halen liberal basın ve medya da aynı akıma kendisini kaptırmış gibidir. Bu tutum polisin motivasyonunu sakatlamak bakımından çok kötü etki yapabilir. Türk Ceza Kanununun 159. maddesi, emniyet ve muhafaza kuvvetlerinin manevi şahsiyetini tahkir fiilini cezalandırıyor ve fakat bu güce dahil olan daha küçük grupların tahkiri, Yargıtay İçtihatları çerçevesinde, suç teşkil etmemektedir. Oysa Anglo-Amerikan hukukunda (group libel) denilen ayrı bir suç türü bu nevi zarar verici isnatların önlenmesini mümkün kılmaktadır. Bu bakımdan, Ceza Kanunumuza gerekli hükmün eklenmesi tavsiye olunur (12.- Öneri).

 

B. İtham Fonksiyonu ile İlgili Önerilerimiz

344. Savcılığın İtham Fonksiyonu: Savcı ‘yürütme organına’ mensup olmakla birlikte, adliye içerisinde itham görevini yürüttüğünden Devlet yapısında ‘adli - idari’ bir yer işgal etmektedir. Savcı ceza davasında taraf değildir. Kanunun verdiği görevi yerine getiren bir adliye görevlisidir(magistrat). Bu nedenle savcının araştırma ve itham işlevini yerine getirebilmesi için “tarafsız” konumda olması gerekir. Bununla birlikte hakim ile savcı arasındaki görev ve fonksiyon farkı itibariyle bu hususu ortaya koymak amacıyla, savcının “bağımsız” olmasını önermiyoruz.

Bununla beraber atama ve meslekte ilerleme açısıdan “mesleki bilgi”, diğerleri yanında, bir ölçüt kabul edilmeli ve savcılığa siyasi baskı yapılmasını önleyecek esaslı maddî ve hukukî tedbirler alınmalıdır.

İtham işlevi, devlet adına yapıldığı için, bugün olduğu gibi, Adalet Bakanlığına bağlı devlet memurları olan savcılar eli ile yürütülmelidir. Bunun için de, uygun bir plânlamaya göre tesbit edilecek ilçelere yeterli sayıda savcı tahsis edilmelidir.

 

345. Yeterli Şüphe: Savcının kamu davası açma biçimindeki “ithamı” yapabilmesi için, mahkûmiyet olasılığını ortaya koyan delil, iz, emare ve eserler mevcut olmalıdır. Japonya’da açılan kamu davaları, hazırlığa gelen işlerin yüzde 4,2’sini oluştururken, açılan kamu davalarından dolayı verilen mahkumiyet kararı yüzdesi % 99,9’dur.

İtham kararının verilmesi önemli bir aşamadır. Hazırlık soruşturmasında yapılan bütün araştırmalar, sanığın suçu işlediği konusunda yeterli ve makul bir şüpheyi ortaya koyuyorsa savcı kamu davasını o zaman açmalıdır. Savcı iddianame düzenleyerek kamu davasını açtıktan sonra, iddianamenin yeterli şüphe sebepleri içerip içermediği konusunda, bir denetleme imkanı yaratılmalıdır. “İddianamenin kabulü” kararı verilmesi şeklinde olmasını önerdiğimiz bu denetleme, davaya bakacak, esas mahkemesi tarafından yapılmalıdır. Savcının kamu davasının açılması veya araştırmayı icra veya kontrol ve diğer ithama bağlı görevlerini sürekli olarak yani ihmal veya suistimal biçiminde yerine getirmediği anlaşıldığında, görevden uzaklaştırılması ile ilgili mekanizmalar harekete geçirilebilir. Savcı, kamu davasını açmak yani ithamda bulunmak yoluna gidebilmek için, ithamının makul ve yeterli şüphe ile desteklendiğini tesbit etmelidir; yeterli şüphe olmadığı halde kasden dava açıldığı hallerde, bu davranışı cezalandırmaya olanak verecek hükümler getirilmelidir. 

 

346. Savcılığın Araştırma Fonksiyonu: Savcı kolluk tarafından yapılan suça ilişkin araştırmaları denetlemekle de görevlidir. Savcının sosyal bir kontrol organı olduğunu gözönünde tutması ve hukukun gelişmesine katkıda bulunacak şekilde işlem yapması gerekir. Savcının görevi maddi gerçeğin ortaya çıkartılmasıdır. Bunun için hem sanığın lehine, hem aleyhinde olan delil, emare, iz ve eserleri dürüstlüğe tam bir saygı içinde toplaması ve bu maksatla araştırmaları yürütmesi veya yürütülmesini sağlaması gereklidir.

Savcılık esas olarak itham fonksiyonu icra etmekle beraber hazırlık soruşturmasında kolluk tarafından yapılan işlemleri de denetlemek, gerektiğinde yönetmekle yükümlüdür (CMUK 153, 154). Savcının kolluk ile ilişkilerinin sağlıklı bir şekilde yürütülebilmesi için CMUK 90, ve 94 de olduğu üzere, Almanya’da olduğu gibi bir “savcı yardımcısı kolluk makamı”nın kurulması düşünülebilir. Bu makam Almanya’da başkomiser düzeyinde bir polis amiri olup, adli kolluk içinde yer almaktadır ve doğrudan doğruya savcıya bağlıdır; savcının yardımcısıdır ve işlenen suçlara ait bilgileri, belli sanıkların yakalandığını derhal savcıya bildirir ve savcının vereceği emirleri teşkilatına yansıtır. Böylece kolluk ile savcılık ve adli kolluk arasında organik bir bağlantı kurulmuş olmaktadır.

Savcı ile savcı yardımcısı zabıta ilişkisi, genel suçlulukta faydalı bir mekanizmadır. Buna karşılık özel ihtisas bilgisini gerektiren suç alanlarında; mesela örgütlü suçluluk, kaçakçılık, memur suçları, uyuşturucu madde suçları, vergi suçları, ekonomik suçlar gibi alanlarda, kolluğun araştırma fonksiyonunu doğrudan doğruya yönetecek kadar teknik bilgiye sahip özel ihtisas birimleri ve savcıları yetiştirilmeli ve görevlendirilmelidir.

Yukarıda açıkladığımız gibi, “suç izlerinin araştırılması” ayrı bir uzmanlık dalını oluşturduğundan bunun yerine getirilmesi ayrı bir işlevdir. Bununla beraber, savcının polis tarafından yapılan araştırmaları denetleme, kontrol etme ve yönetme imkânı bugün de hukuken vardır; ancak bunun fiilen gerçekleştirilmesi  sağlanmalıdır. Savcı elbette ki, bizzat araştırma da yapabilir. Özellikle belli suç grupları bakımından özel olarak yetiştirilmesini önerdiğimiz savcıların adli polisin belli branşlarının başına geçerek o araştırmaları bizzat yönetmesi, etkin bir araştırma ve koğuşturmayı sağlayabilecektir.

 

347. Kişilik Araştırmaları: Yargısal bireyselleştirme, nitelikli ceza adaletinin temel özelliklerinden birisini oluşturur. Bu maksatla bazı ülkelerde hukukî malzemeyi içeren dosya yanında, sanığa ilişkin ayrıca bir “kişilik dosyası” daha tutulmaktadır. Bugün için Türk CAS’i böyle bir dosya meydana getirebilmek imkânından yoksundur. Ancak, bu yoksunluk, kısmen de olsa, kolluğun sanığın kişiliği hakkında bilgi almasıyla hiç değilse kısmen giderilebilir. (22.- Öneri).

 

348. Muayeneler: CMUK 74. madde sanığın aklî haletinin tesbiti için gözlem altına alınmasına imkân veriyor; bunun dışında sanığın veya mağdurun bedenî muayenelerinin ne surette yapılacağı, meselâ sanıktan veya mağdurdan zorla kan alınıp alınamayacağı hususunda ve delil tesbiti amacıyla sanık veya mağdurdan saç, kıl, deri, tırnak gibi örneklerin zorla alınabileceğine dair hüküm yoktur. Sadece 66. maddede savcının gerekli gördüğünü muayene ettireceğine dair hüküm varsa da bunun kapsamı belirlenmiş değildir. Kaldı ki, mahkeme bakımından hiç hüküm yoktur. Bu itibarla söz konusu muayenelere ve parça almalara, kapsamını da belirtmek suretiyle, nasıl başvurulacağına, kişilerin bu muayenelere katlanmaya mecbur  olup olmadıklarına ilişkin hükümlerin CMUK’a eklenmesi hususu bir an önce gerçekleştirilmelidir (9.- Öneri). Yeni bir CMUK, hazırlamakta olan komisyon bu konuyu düzenlemiştir.

 

349. İddianame: Araştırmamız, Türkiye’deki uygulamada kolluk soruşturmasının geniş ölçüde olmak üzere iddianamenin esasını teşkil ettiğini ortaya koymuştur. Hiç değilse büyük merkezlerde durum böyledir. Bu keyfiyet kolluk - savcı ilişkisinin bizde de batı ülkelerindeki gibi olduğunu düşündürtebilir. Oysa gerçek böyle değildir. Batı ülkelerinde adlî işlerle uğraşan kolluk, kanunların doğrudan doğruya verdiği yetkileri kullanmak suretile kapsayıcı bir soruşturma yapmaktadır. Bizde ise, savcıların altında bulundukları büyük iş yükü dolayısı ile polisten gelen dosya, yüzeysel bir incelemeden sonra iddianameye bağlanarak mahkemeye sevkedilmektedir. Ondan sonra mahkeme, adeta hazırlık soruşturmasını yapar gibi yeniden tahkikat yapmak mecburiyetinde kalmakta ve bunun sonucu olarak davalar uzamaktadır. O halde yapılması gerekli iki husus vardır: Önce polisin adlî işlerle uğraşacak bölümünü gerçek anlamda uzmanlaştırmalı ve belirli yetkilerle donatmalıdır.  Savcıların bu dönemde denetim ve gözetim fonksiyonunu yerine getirmeleri sağlanmalıdır. İkinci olarak savcıların iş yükü azaltılmalıdır. Hafif suçlarda kolluğun davayı doğrudan doğruya mahkemeye getirme yetkisi kabul edilecek olursa, savcının iş yükü kısmen azaltılmış olur.

Takibâta uğrayan kişi, hangi suçtan dolayı töhmet altında bulunduğunu bilmezse, kendisini yeterince savunamaz. Uygulamada suç ithamının açık ve net bir şekilde yapılmadığı, iddianamelerin muğlak ifadelerle kaleme alındığı belirlenmiştir. Yerleşmiş adlî kültürden kaynaklanan bu sakıncanın mutlaka ortadan kaldırılması zorunludur. Alt kültürlerin değer ve itiyadlarının değiştirilmesinin kolaylıkla mümkün olmadığını biliyoruz. Bununla beraber, sosyal psikoloji bakımından gerekli olanlar yapılmalıdır (21.- Öneri).

 

350. Duruşma, Açma Kararı: Bu konuda hâkimler, iddianamelerin gerekli ve özenli soruşturma yapılmadan ve deliller toplanmadan tanzim edilip mahkemeye sevkedilmesinden dolayı işlerin uzadığını belirtmekte ve mahkemeye duruşma hazırlığı aşamasında iddianameyi red yetkisinin verilmesinin çok etkili olacağı, işleri çabuklaştıracağı ve savcıların daha özenle iddianame tanzim edecekleri görüşündedirler. Bu görüşlere tamamile katılıyoruz. Buna göre hâkim kendisine gelen iddianame hakkında ya (kabul) ya da (Red) kararı verecektir. Bu hususa yukarıda değinilmiştir.

Savcılıkta teşkil edilen dosya önceden tesbit edilmiş bir şablona göre computerize edilmelidir. Standartlaşma için, bu önemlidir. Teftiş bakımından büyük kolaylık sağlar (51.- Öneri).

Duruşma, iddianamenin kabulü kararı ile başlayacaktır.

 

351. Başsavcılık: Bütün Türkiye’deki savcıları kapsayan bir Başsavcılık makamının ihdası üzerinde de düşünülmelidir. Yetkileri, atanması usulü, teşkilâtı ayrı bir kanunla belirtilebilir. Savcıların etki altında kalmaksızın, tam tarafsız biçimde görev yapabilmeleri bakımından, böyle bir kurum ciddî bir güvence teşkil edeceği gibi, ayrıca göreve karşı daha özenli olunmasının bir unsurunu da oluşturabilir. Böylece ilçelerdeki savcılar ile Başsavcılık arasında işbirliği sağlanmalı ve bunun sonunda da ülke çapında bir örnek uygulama sağlanması amaçlanmalıdır. Örgütlü suçlulukta olduğu gibi, birden fazla yeri aynı zamanda ilgilendiren, önemli suçlarda, usul kanununda değişiklik yapılarak, ülkenin başsavcısına davayı belli bir yerde açtırma yetkisi verilmelidir. Örgütlü suçlarda savcıların, kendi görev alanları dışında da bizzat soruşturma yapabilmeleri sağlanmalıdır. Ancak bu konunun çok daha titiz araştırma ve tartışmaları gerektirdiğini de, elbetteki gözönünde bulunduruyoruz.

 

352. Meslek İçi Eğitim, Denetim: Savcıların kendi mesleklerinde uzmanlık derecesinde bilgi sahibi olmaları sağlanmalıdır. Bu amaca ulaşabilmek için savcıların mesleğe girdikleri andan emekliye ayrılacakları zamana kadar savcılık mesleğinde kalmaları ile ilgili düzenleme yapılmalı ve savcılık içeriside de suç gruplarına göre uzmanlaşma sağlanmalıdır. Savcılık mesleğinde bilgili ve uzman kişilerin yer alabilmelerini sağlamak açısından maddi olanaklar arttırılmalıdır.

Savcılar için meslek içi eğitim olanağı getirilmelidir. Her savcı belirli aralıklarla, en az bir haftasını, merkezi bir yerde düzenlenecek meslek içi çalışma ve tartışmalara katılarak geçirmelidir, hukuktaki yeni gelişmeler, Yargıtayın yeni içtihatları, kriminalisteki yeni gelişmeler incelenmeli ve etkin bir ceza adalet sisteminin unsurları üzerinde görüş alışverişi yapımalı, deneyimler karşılıklı olarak tartışılıp bölüşülmelidir. Fakültelerde verilecek işletmecilik (management) bilgisi, bu hususlarda ayrıca geliştirilmeli, bilgisayar bilgisi mutlaka verilmelidir. Halen Adalet Bakanlığı Eğitim Daire Başkanlığı toplu seminerler düzenlenmektedir.

CAS’inin işlemesi bakımından temel insan unsurunun başında, savcılıklara ve mahkemelere bağlı idare mekanizmasının elemanları gelir. Bunların mutlaka belirli bir öğretim ve staj döneminden sonra göreve başlatılmaları uygun olacaktır. Yabancı ülkelerde bu personel, esasta hukuk mezunları arasından seçilmektedir (18.- Öneri).

Savcıların görevlerini dikkatli yapmalarını sağlayacak ciddî bir denetim mekanizması tesis edilmeli ve özenle yürütülmelidir.

“Aynı Büyükşehir Belediyesi sınırları içinde istinabe olmaz” kuralı, savcılıkları da kapsamalıdır (45.- Öneri).

 

353. Kolluğun Denetimi: Savcının temel işlevlerinden birisini oluşturan kolluk  araştımalarını kontrol etme görevini gereği gibi ifa edebilmesi için, savcılık makamı içerisinde bu araştırmaları denetleyebilecek özel bilgiye sahip savcılar yetiştirilmeli ve bulundurulmalıdır. Uzman savcıların kolluk ile çok yakın çalışma yapmaları gerekeceğinden merkezlerde görev yapmaları düşünülebilir. Almanya’daki uygulama bu yöndedir.

Uyuşturucu madde suçlarının takibinde, bu maddelerin üretilmesi, nakli, ithal ve ihracı suçları bakımından özel tedbirleri içeren ayrı hükümlerin getirilmesi zorunludur. Bu suçların faillerinin tesbitinde Almanya, İtalya ve Amerika’da olduğu gibi, zabıtaya çok daha geniş yetkilerin verilmesi şarttır.

Uyuşturucu maddenin kullanılması suçlarında hâkim ve savcıların doktorlarla, sosyal çalışıcılarla işbirliği yapabilmelerini sağlayacak nitelikte basitleştirilmiş bir usulün uygulanması, büyük merkezlerde bu suçların yargılanmasını yapacak mahkemelerin belirlenerek konu üzerinde uzmanlaştırılmaları, aynı tutumun savcılar bakımından da öngörülmesi adaletin etkinliği ve insancıllığı bakımından çok yerinde olacaktır (50.- Öneri).

Kanunun, belirli işlemlerin ancak hakim, istisnai hallerde kolluk tarafından yapılabileceğine dair olan hükümleri, hemen daima, kural halini alıyor. Yabancı ülkelerde de durum genellikle böyledir. Kolluk genel olarak hâkimden karar almanın uzun, zahmetli ve gecikmelere neden olacak nitelikte olduğu hallerde kendisine yetki veren istisnaî hükümleri her zaman kullanır. Bunun için, bazı ülkelerde hâkime başvurma kolaylaştırılmıştır. Bizde de, özellikle büyük şehirlerde bu hususta görevli hâkimlerin polise ait kuruluşlarda nöbetle görev yapması sağlanabilir. Zarurî hallerde bu hâkime, sonradan yazı ile doğrulanması suretiyle, telefonla başvurulması da kanun hükmüne bağlanabilir. Usul Kanununa bu bakımdan hüküm eklenmesi çok yerinde olacaktır. Bu hususta savcıların gerekli ilgiyi göstermedikleri, bunun da motivasyon noksanından ileri geldiği  ayrıca  eklenmelidir (13.- Öneri).

 

354. Görevli Savcı: Davaların çabuk sonuçlandırılması bakımından önemli saydığımız bir husus da, hazırlık soruşturmasını yapan savcının o işi sonuna kadar takip etmesi ve duruşma ve  hüküm aşamasında da iddia makamını işgal etmesidir. Batı hukukunda buna “yatay sistem” denilmektedir. Hâkimlerle yaptığımız toplantıda bu sistemin fiilen uygulanamıyacağı ifade edilmiştir. Oysa, Anadoluda ilçe düzeyinde uygulama böyledir. Gerekli tedbirler alınır ve örgütlenilirse, büyük merkezler bakımından da bu sistemin işlememesi için sebep yoktur. Sistem uygulandığında savcı, soruşturmaları çok ciddî yapmak ve davayı da ona göre açmak baskısı altına gireceğinden, yeterli delilleri toplamadan davayı açmayacaktır. Savcının görevi duruşma sırasında devam ettiğinden, itham görevini duruşmada da layıkı ile yapmalıdır. Duruşmadaki itham görevini gerektiği şekilde yapabilmesi için, savcının dosyayı iyi bilmesi gerekir. Bu nedenle hazırlık işlemlerini yürüten savcının duruşmada itham görevini de üstlenmesi sağlanmalıdır.

 

355. Bilirkişi: Kanunun açık hükümlerine rağmen, hiç gereği olmadığı hallerde de bilirkişi atanmaktadır. Bilirkişi tayininde, uzman sayılan kişilerin sayısı sınırlı olduğundan, dolayısı ile  dava, hiç bir işlem yapılmadan ve herhangi bir sebep olmadan beklemektedir. Söz konusu bekleyiş süresini azaltmak bakımından ihmalkâr bilirkişiye  müeyyide tatbiki düşünülebilir. Ancak bu halde, işleri çok ve fakat ehliyetli kişiler sistematik olarak bilirkişilik görevini kabul etmeyecekler ve bundan da adaletin kalitesi zarar görecektir. Bilirkişiye böylece başvurulmasını, yerleşmiş adli kültürün sonucu telakki ettiğimizden, kanun değişiklikleri ile yerleşmiş tatbikatın düzeltilebileceğini sanmıyoruz. Yapılacak şey, kültürün değerlerinin ve itiyadların değişmesidir (59.- Öneri). Kaldı ki CMUK da bilirkişiliğe ait hükümler tümü ile yeniden ele alınmalıdır. Bu değişiklikler yapılıncaya kadar. Bilirkişiliğe ehil, uzmanlık taşıyan kimseler tâyin edilmeli ve konuyu ciddî ve makul süre içinde incelemeleri sağlanmalıdır. Bu neticeyi elde etmenin temel araçlarından birisi, bilirkişiye çalışmaları karşılığı uygun ücret vermek ve derhal ödemektir. Bugünkü uygulamada arz olunan hususların hiç birisine uyulmadığı için, ehliyetli bilirkişiler görevden kaçmakta (43.- Öneri) ve bu yüzden davalar, yersiz olarak uzamakta, dosyalar uyumaktadır.

 

356. Tutuklama: CMUK’un 104. maddesinde yer alan ve 6 aydan az cezayı gerektiren hallerde suç, toplumda infial uyandırdığında sanığın tutuklanmasına ilişkin hüküm doktrinde çok eleştirilmektedir. Bu gibi hallerde tutuklama bir koruma tedbiri (delili koruma) olmaktan çıkmakta ve toplumu teskine yönelik bir tedbir niteliğini almaktadır. Tutuklama, sanığı toplumun fiili hareketlerine karşı korumak için yapılabilir. Bu sebep dolayısıyladır ki, hafif suç işleyen kişiyi toplumun fiilî tepkilerinden korumaya imkân verebilecek bir takım tedbirleri almak yetkisini veren usul hükümlerinin kanuna eklenmesinde (14.- Öneri) fayda vardır. Yeni CMUK’ nunu hazırlayan komisyon bütün bunlara ayrıca yer veriyor.

Mevcut mevzuata göre kişi ya tutuklanarak hürriyetinden yoksun hale getirilmekte ya da serbest bırakılarak topluma yönelik tehlike hali sürdürülmektedir. Oysa Alman, Fransız ve İtalyan hukuklarında var olan “adli kontrol” Kurumu getirilse, kişinin hürriyeti bütünü ile yokedilmeden koruma tedbiri uygulaması yapılabilecektir. Komisyonun hazırladığı bir hususa ilişkin hükümlerin bir an önce kanunlaştırılması bizce çok yerinde olacaktır.

 

357. Yönetmelik: Savcıların görevlerini ülke çapında aynı örneğe uygun olarak yerine getirebilmeleri için, bir araştırma ve itham yönetmeliği hazırlanmalıdır. Böyle bir yönetmelik Almanya’da vardır (RiStBV). Bu yönetmelikte savcılığın uygulaması gereken genel suç siyaseti ilkeleri, yapılması gereken araştırma ve itham işlemleri ve savcının delilleri takdir yetkisi konusu dürüst, etkin ve süratli çalışan bir adalet sistemi için gerekli hükümler yer almalıdır. Kamu davasının hangi standartlara uygun olarak açılacağı, belli suç gruplarında hangi tip emarelerin şüphe sebebi olacağı konusunda kriterler geliştirilmeli ve bu ölçütler yukarıda hazırlanmasını önerdiğimiz savcı yönetmeliğinde yer almalıdır. Fransa’da bu ihtiyaç, Adalet Bakanlığının hazırladığı genelgelerle karşılanmakta ve her kanun değişikliğinden sonra açıklayıcı genelgeler, istifadeye arzolunmaktadır.

 

358. Takdirilik Sistemi: Bizim Kanunumuz, “kamu davasının mecburiliği ilkesi”ni tümü ile benimsemiştir (CMUK 148/2). Bununla birlikte, yapılan hazırlık soruşturmasının sonunda takipsizlik kararı verilmesi normaldir, zira suçsuzluk karinesi vardır. Savcılıklardan verilen takipsizlik kararlarının 1995 yılında % 44,8 oranında olması (Yücel, Yargının Etkinliği, 16), mecburilik ilkesinin uygulamada tam anlamı ile tatbik edilmediğini ortaya koymaktadır. Mecburilik sistemi benimsenmekle birlikte, Alman Kanununda görüldüğü gibi, Kanunda öngörülmüş bulunan  istisnalara, belli suçlar bakımından,  yer verilmesi düşünülebilir.

359. Şahsi Dava: Doğrudan doğruya şahsi dava açılabilen hallerde, (CMUK 344) davanın olgun bir şekilde yeterli delillere dayanıp dayanmadığı, önce bir savcı tarafından kontrol edilmelidir. Bu şekilde yetersiz delillere dayanarak açılmış olan şahsi davalarla mahkemeler meşgul edilmemelidir. CMUK hazırlama komisyonu şahsi davayı kaldırmıştır.

 

360. Hazırlıktaki Hukuka Uygunluk Denetimi: İddianameyi kabul veya red yetkisine sahip olmasını önerdiğimiz Mahkemeye sadece “sağlam” “hukuka uygun deliller” arz edilmelidir. Delillerin hukuka uygunluğunun önceden hazırlık soruşturması aşamasında denetlenmiş olması gereklidir. Bunu sağlayabilmek için müdafaa makamına hazırlık soruşturması sırasında bir delililin hukuka aykırı bir biçimde toplanmış olduğunu ileri sürmek ve hukuka uygun bir şekilde toplanmış olup olmadığını saptamak üzere bir hakim kararı elde etme imkânının tesisi düşünülebilir.

 

361. İddianame: İddianamenin, kanunda belirtilen şartları içermek suretile, iddianın delillerini de açıklayacak biçimde meydana getirilmesi, davaların süratle yürütülmesini ve kaliteli bir adalete ulaşılmasını sağlamak bakımından olağanüstü bir önem taşır. Uygulamada bu bakımdan ciddî noksanlıkların bulunduğu aşikardır. Bunun sebepleri araştırma sonuçlarının yorumlanmasına ilişkin bölümde de açıklanmıştır. Önerinin hayata geçirilmesi için Hâkimlerin Staj Okulunda ve Fakültelerde verilen eğitimde bu hususa önemle yer verilmeli ve gerekiyorsa Kanunda değişiklik yapılmalıdır (53.- Öneri).

 

362. İfadenin Alınması: Alman Kanunundaki gibi, ifade alınmadan dava açılmıyacağı hükmü getirilmelidir (4.a.- Öneri); bunun istisnasını oluşturan haller kanunda ayrıca belirtilmelidir.

 

363. İddianamenin Mahkemeye İntikali:  İddianame meydana getirildikten sonra, mahkemeye sevk için savcılıkta veya kalemlerde beklemesi tam anlamsız, fuzulî bir zaman geçişini ifade eder. Bunun düzeltilmesi için,  kanun değişikliğine ihtiyaç yoktur. İşletmecilik bakımından dikkat gösterilmesi ve örgütlenme yeterlidir (54.- Öneri).

 

364. İddianamenin Yerine Geçen Belgeler:  Mülga Memurin Muhakematı (M.M.K.) usulüne veya buna benzer usule tabi olan (YÖK) suçların hazırlık soruşturmasının esasta, idare tarafından yapılması usulünün devamından yanayız. Ancak bu hususta verilecek lüzumu muhakeme kararlarının ikinci bir aşamada, Danıştayda itirazen incelenmesinden yana değiliz. Savcılıkça verilen iddianamelere itiraz hangi usule tabi olacaksa, lüzumu muhakeme kararları hakkında da aynı usul uygulanmalıdır; bu suçlarda temel gecikme sebebi Danıştayda itiraz hakkıdır. Kanundaki terim “men’i muhakeme”dir; Yargıtay kararlarında “yargılamanın önlenmesi”, Danıştay kararlarında “yargılamaya gerek olmadığına” denilmektedir. Terimler, kanunda yer aldığı gibi kullanılmalıdır (39bis.- Öneri). Lugat teşkil eden sözcüklerde tasarruf mümkündür; ancak kanunun koyduğu terimler uygulamada değiştirilemez. (M.M.K.) nun ilgasından sonra yerine getirilen hükümlerin nasıl bir sonuç vereceği  zaman içinde görülecektir.

 

365. Şikayet: Suçun şikâyete tabi olması birinci kısımda izah olunduğu gibi, CAS’inin boşaltılması bakımından faydalı etki yapmaktadır. Bu itibarla, özellikle özel kanunlarda tarama yapılması suretile takibi şikâyete bağlı olan suçların sayısını arttırmak, hem nitelikli adalet ve hem de sürat bakımından yararlı olacaktır. Ancak, şikâyetten vazgeçmenin belirli şartlara tabî tutulması lâzımdır. Aksi halde, çek suçlarında görüldüğü gibi, mahkemelerin boşuna yorgunluğa sevkedilmesine sebebiyet verilecektir (34.- Öneri). 

 

366. Basit Muhakeme Usulleri: Ceza Adalet Sistemimiz ağır suçlarla basit suçları aynı usule tabi tutmuştur. Hafif suçların yargılanmasında mutlaka basitleştirilmiş muhakeme usulüne gidilmelidir. Mesela bir kısım basit suçlar savcının müdahalesi olmadan doğrudan doğruya kolluğun fezlekesi ile mahkemeye intikal edebilmeli, polisin takipsizlik işlemi yaptığı hallerde, suçtan zarar görenin savcıya başvurma hakkı kabul edilmelidir (47.- Öneri). Diğer bir ifade ile, davaların çabuklaştırılması ve müeyyidelerin etkili caydırıcılığını sağlamak bakımından Amerika ve Almanya’da olduğu gibi ve aynı usullere göre çalışan Polis Mahkemelerine olan ihtiyaç açıktır. 24 saat görev başında kalacak olan bu mahkemelerin sözgelimi 6 ayı aşmayan hürriyeti bağlayıcı cezaları gerektiren suçlarda ve özellikle sokak suçlarında (street crimes) yetkilerinin kabul edilmesi halinde CAS’i büyük bir yükten kurtulmuş olacaktır.

367. Önödeme: Önödeme yetkisi savcılıkça çok itina ile kullanılmalı ve önödeme uygulaması mahkemeye bırakılmamalıdır. İşlerin iddianamesiz olarak, doğrudan doğruya mahkemeye sevkolunduğu hallerde de, dosya hemen mahkemece savcılığa gönderilebilir. Bizdeki uygulamasında önödeme otomatiktir. Sanık önödemeyi gerektiren ne kadar suç işlemiş olursa olsun, ödemeden yararlanma hakkına sahiptir. Bu yetkinin kullanılması ile, 1994 yılında başlatılan hazırlık soruşturmalarının % 63,5’i, açılan davaların da % 36,5’i önödeme yolu ile, adli sicile geçmeyen para cezaları uygulanarak, adalet sisteminin dışına çıkarılmışlardır. Önödeme daha da genişletilebilir, ancak duruma, failin, kişiliğine göre ek bir kısım şartların yerine getirilmesine tabi kılınmak suretiyle bu şartlar yerine getirildiği ve böylece savcının yetkisi genişletildiği takdirde, önödeme uygulaması yapılacak suçların daha da genişletilmesi düşünülebilir (46.- Öneri).

 

368. Ceza Kararnamesi, Takdirilik: İlk defa suç işleyen kişiler bakımından ve hafif ve orta ağırlıktaki suçlarda, savcıya suçu işlediği konusunda yeterli belirti bulunan sanıklar hakkında, belli mükellefiyetler yükleyerek kamu davası açmama (bugünkü önödemenin genişletilmiş şekli) veya kamu davası açmakle beraber, son duruşma açılmasının ertelenmesi yetkisi verilmelidir.

 

369. İdari Ceza Hukuku: Ceza mevzuatımızı bütünü ile elden geçirmek ve hafif suçları, Garofalo’nun deyimi ile, “sunî” suçları, İdarî Ceza Hukukuna yöneltmek zorunludur. Şimdiye kadar bu hususta bazı uygulamalar yapılmıştır. Ancak bunların kapsayıcı nitelikte olmadığı bilinmektedir. Bu hususta sistematik bir çalışma ihtiyacı ortadadır ve bu yol tutulduğunda hem adaletin niteliği ve hem de süratli adalet bakımından hedeflere ulaşılması kolaylaşacaktır (29.- Öneri).

 

370. Hazırlık Soruşturmasının Gizliliğinin Sona Ermesi: Savcının elinde bulunup da sanığın suç işlemediğini veya masum olduğunu, ortaya koyan deliller, müdafaa tarafına verilmelidir. Ancak hazırlık soruşturmasının gizliliği esastır. CMUK 143. maddesinde, yeralan ve gizliliği zedeleyen değişiklik üzerinde fazla düşünülmeden kabul edilmiştir.

 

371. Duruşma Hazırlığı: Duruşma hazırlığı aşamasının incelenmesinde jürili sistem ile jürisiz sistemi, birbirine karıştırmamalıdır. Jürisiz sistemde hâkim yanlızca duruşmayı idare ile değil ve fakat gerektiğinde  soruşturma yapmakla da yükümlüdür. Böyle olunca, duruşma hazırlığı aşamasının çok ciddî şekilde yapılması ve sunduğumuz şablona uyulup uyulmadığının araştırılması zorunludur. Ayrıca iddianamenin reddi kurumunu da yukarda önermiş bulunuyoruz. 1994 yılında itham yüzdesi % 50,9 iken, beraat yüzdesi % 17.7 olarak gerçekleşmiştir (Yücel, Yargının Ekinliği, 16). Yeterli delillere dayanılarak açılmış olan kamu davalarında % 90’dan az olmayan mahkumiyet kararı verilmesi gerektiği düşünülürse, açılan davaların mahkemece kontrole tabi tutulmasının luzumu kendiliğinden anlaşılır. Bu öneri çerçevesinde duruşma hazırlığının ayrıntılı ve ciddî olarak yapılması zorunluluk haline gelecektir (55.- Öneri).

 

372. Normlar: Çek Suçları: Mahkemelerin büyük ve önemli zamanını çek ile ilgili suçların aldığı görülmektedir. Oysa bu suçların takibi şikâyete bağlı olduğu için, failin ödeme yapması veya şikâyetin geri alınması suretiyle dava ortadan kalkmaktadır. Böylece takibi şikâyete bağlı bu suçlarda çok kere mahkemeler gereksiz bir yük altına sokulmuş bulunmaktadırlar. Amaç ceza tehdidi marifetiyle borcun tahsili olamaz. Borç için hapis çoktan ortadan kalkmıştır. Amaç kamu kredi kurumlarına olan itimadı pekiştirmek ve çekin güvenilir bir ödeme aracı olarak tedavülde bulunmasını sağlamak ise, o zaman yapılacak şey, suçu, elbetteki, takibi şikâyete bağlı olmaktan çıkartmaktır. Fakat her halde, bu suçların takibi hususunda özel bir yargılama usulü tesbit edilmeli, bu hususta gerekli araştırmalar yapılmalıdır (32.- Öneri).

 

373. İştirak: Araştırma, iştirak halinde işlenen suçlar oranının yüksek miktarda olduğunu göstermektedir. Suçun iştirak halinde işlenmesi, faillerdeki ahlâkî kötülüğü ifade ettiği kadar, suçun işlenmesinde sağlanan kolaylık sebebile, cürmün daha vahim sayılmasını da gerektirir. Ayrıca iştirak halinde işlenen suçlarda yargılama ve takibat güçlükleri vardır. Bu itibarla iştirakin, bazı batı kanunlarında olduğu gibi, genel bir ağırlatıcı sebep olarak tesbiti caydırıcı etki yapabileceğinden, faydalı olacaktır (33.- Öneri). Toplu suçlarda durum bu tesbitin çok daha fazla olarak uygulanmasını gerektirmektedir.

 

C. Savunma İşlevi ile İlgili Önerilerimiz

374. Savunma Görevinin Önemi: Ceza muhakemesi hukuku üç temel görevi içerir: İddia, savunma ve yargılama görevleri. Bu üçgen içerisinde savunma makamının çok önemli görevlere sahip bir adalet organı olduğu açıktır. Savunma görevi sadece şüpheli veya sanık bakımından değil, toplum açısından da önemlidir. Bu sebeple her fonksiyonun yerine getirildiğinde savunmanın yeri ve yetkileri vardır.

 

375. Mağdurun Korunması: Belirli suçlardan dolayı mağdurun himaye edilmesi çağdaş ceza hukukunun temel ilkelerindendir. Avrupa Konseyinin bu husustaki çalışmaları bilinmektedir. Ülkemizde terör olayları veya sokak hareketleri sebebile Danıştay Devleti tazminata mahkûm ediyor. Ancak ferden gerçekleştirilen tecavüzler yönünden Ceza Kanunumuzdaki bazı özel hükümler müstesna, genel hüküm yoktur. Bu noksanın bir an önce giderilmesi çok yerinde olacaktır (36.- Öneri).

 

376. Mağdurun da avukata ihtiyacı vardır.

 

377. Savunmanın İş Yükü: Bir avukat “makul sürede altından kalkabileceğinden fazla” iş kabul etmemelidir.

 

378. Savunmanın Tutumu: Savunma makamı yapacağı taleplerle ve diğer işlemlerle davayı uzatmamaya gayret göstermelidir. Araştırmamız avukatların görevlerini yeterince yerine getirdiklerini belirten sonuçlar vermemiştir. Avukatın davaya müdahalesi Türkiye’de çok esaslı bir gecikme unsuru teşkil etmektedir. Söz konusu gecikme, bazan avukatın takdirine göre, sanığın menfaatlerini korumak için başvurulan stratejilerden kaynaklanmaktadır. Ancak, dosyaya karşı ihmal ve savsaklanma tutumundan kaynaklanan gecikmeler çok sayıdadır. Bu araştırmamızın birinci kısmında bazı ülkelerde Devletçe tayin olunan avukatın ihmaliyle gecikmeye neden olması halinde ücretinden kesinti yapılması gerektiğini belirtmiştik. Ülkemiz bakımından avukatın ihmalini engelleyecek denetim tedbirlerine ihtiyaç vardır. Barolar bu hususta yetkilendirilmeli (27.- Öneri) ve aktitf olmalıdırlar.

 

379. Reklam Yasağı: Gördüğü dava ile ilgili olarak bir müdafi kendi reklamını yapacak şekilde basın açıklaması yapmaktan çekinmelidir. Kaldı ki, savcı ve hakimlerin medyatik tutum almaları kadar adalete zarar veren, adalet mekanizmasına olan güveni zedeleyen başka bir unsur bulunamaz.

 

380. Duruşma: Ceza davalarında duruşmaya çıkacak avukatlar ile Yargıtayda iş takip edecek olanların ayrı tutulmaları düşünülmelidir. Sadece belli bir tecrübe kazanmış avukatlar Yargıtayda iş takibi yetkisi ile donatılmalı,  daha geniş bilgi ve tecrübe sabihi olmak şartı aranmalıdır. Bu gelişmeyi sağlamak bakımından avukatların şirket halinde birleşmeleri yararlı olabilir.

 

381. Hazırlık Soruşturması: Hazırlıktaki avukatlık ayrı bir uzmanlık halini almıştır. Müdafiin sanığa sağlıklı yardımda bulunabilmesi için barolarda oluşturulan CMUK servisleri daha etkin hale getirilmelidir. Barolarda avukatların sanık hakları konusunda meslek içi eğitime tabi tutulmaları çok yararlı olabilir.

Müdafiin, sanığın itimadını kazanmasını sağlayabilmek için ceza işlerinde bilgili olması şarttır. Bu konuda ayrı eğitim verilmelidir.

 

382. Müdafi Tayini: Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 136. maddesi gereğince Barolar tarafından müdafi tayini uygulamasının yeterli derecede ve sayıda olmadığı anlaşılmaktadır. CMUK’da yapılan reformun en hassas noktalarından birisi 135. maddenin getirdiği olanaktır. Bunun tam olarak kullanılabilmesi için, Adalet Bakanlığı ve Barolar tarafından gerekli olan herşey yapılmalıdır (25.- Öneri).

 

383. Tutuklama Kararı: 1992 değişikliği gıyabî tutuklama kararının gizli olarak alınması usulünü getirmiştir. Ancak karar alınırken müdafiin bulunabilmesi de kabul edilmiştir. Sanığın kaçması ihtimalini kuvvetli hale getiren bu hüküm değişikliği yerinde olmamıştır (16.- Öneri). Aslında gıyabî tutuklama, insan haklarına aykırı niteliği itibariyle, kaldırılmalıdır. Yakalama ile ilgili hükümler bu ihtiyacı karşılar.

 

384. Müdafi İle Görüşme: Yakalanan veya tutuklanan her şahsın müdafii ile görüşmesi sağlanmalıdır. Yakalanan veya tutuklu bulunan kişinin ifadesi alınmadan önce müdafii ile temasının sağlanmış olması, nitelikli adaletin zorunlu bir şartını oluşturduğundan, bu hususu gerçekleştirecek uygulamaların yerleştirilmesi zorunludur. Ancak tabiî olarak terör suçlarında, çıkar amaçlı örgüt suçlarında ve uyuşturucu madde suçlarında böyle bir mecburiyet sözkonusu edilemez. Bu hususun kanunlarda belirtilmesi uygun olur (19.- Öneri).

Müdafi ile sanığın başkalarının duyamayacağı ortamda görüşmeleri, bu itimat ilişkisinin kurulması için şarttır. Bu nedenle gözaltındaki sanığın müdafii ile görüşmesi ve yazışması kanundaki düzenlemeye uygun olarak denetime tabi tutulmamalıdır. Müdafi ifade öncesinde sanık ile görüşürken,  sanığın bildiği herşeyi ondan öğrenmeye çalışmalıdır. Böylece onun savunulabilmesi için gerekli bilgileri almış olacaktır. Gözaltındaki şüphelinin veya tutuklu sanığın ifadesi alınırken avukatının hazır bulunması ve bu yolla ifade almanın kanun ve usullere uygun tarzda cereyan ettiğinin sabit olunması yeterlidir. Bizdeki uygulama yakalandıktan sonra şifahen poliste ikrarda bulunan kişinin avukatı ile temastan sonra bundan rücu ettiğini göstermektedir. Hüküm değiştirilmeli ve “sadece ifade alındığı sırada müdafiin hazır bulunması”, şekline dönüştürülmelidir. Ayrıca şu hususu da ekliyelim ki, yaptığımız inceleme, yakalama sonrası bütün safhalarda müdafiilerin sanıklara savunmaları bakımından makul ölçüde yardım edebildiklerini göstermiştir. Önerimiz, müdafaa hakkı ile, nitelikli bir adaletin dengeleştirilmesi bakımından da yardım sağlayacak ve CAS’inin işlemesinde etkinliği artıracaktır (24.- Öneri).

 

385. Mecburi Müdafaa: Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununda kendisini müdafaa edemeyecek derecede malûl olanlara avukat tayini mecburiyeti getirilmiştir (m. 138). Ancak, sağır - dilsizler hakkında ayrıca hüküm yoksa da  bu hükmün sağır - dilsizleri de kapsadığı düşünülebilir (26.- Öneri).

 

386. Ücretler: CMUK’da yapılan reform niteliğindeki 1992 değişikliklerinin amaçlarına ulaşabilmesi için, avukatlara ücretlerinin derhal ödenmesini sağlayacak bir sistem, yürürlüğe konulmalıdır (28.- Öneri).

 

 

 

D, E. Yargılama ve Hüküm ve Kararların

Kontrolü İşlevleri ile İlgili Önerilerimiz

387. Adli Kültür: Ceza adalet sisteminde gerçekleştirilen reformların hayata geçirilmesi bakımından adli kültür’ün etkisi çok açıktır. Bu keyfiyet yazılı kurallara ve Yargıtay içtihatlarına diğer ülkelerden çok daha fazla değer veren adlî personelimiz bakımında da geçerlidir. Bu itibarla reformla beraber, adlî kültür değerlerinin değiştirilmesi hususunda uygulanacak stratejiler bakımından 1. Kısıma bakılmalıdır (15.- Öneri).

Araştırmanın ilk kısmında, Amerika’da ve Avrupa’da yapılan bilimsel araştırmalarda davaların makûl sürede sonuçlandırılmasında veya uzamasında hâkimin kişiliğinin, görev bilincinin, özveride bulunmak özelliğinin, güdülenmelerinin en önemli etmeni oluşturduğu tesbit olunmuştur. Türkiye’de durumun da böyle olduğunu, araştırmamız açık ve seçik bir biçimde ortaya koymaktadır. Adlî kültürle de çok ilişkili olan bu tesbitin büyük önemi açıktır.

Hâkimin güdülenmesini güçlendirmek hususunda ücret ve diğer yardımcı yararlar açısından bazı tedbirler, geliştirilmelidir (56.- Öneri). Yaptığımız inceleme, aksaklıkların bir çoğunun uygulamadan kaynaklandığını, kanunlarda bu aksaklıklara neden olacak nitelik bulunmadığını ortaya koymaktadır. Uygulama ile adlî kültür arasındaki ilişki, bu araştırmanın 1. Kısmında belirtilmiştir.

Ana meselemiz CAS’inin işlemesini özellikle işletmecilik, rasyonellik bakımından ele almak ve adlî kültürün etkisini ortadan kaldırmak olmalıdır. Bu Önerimiz CMUK’unun bütün ile ele alınıp, gözden geçirilip, reforme edilmesi gerektiği hususundaki temel düşüncenizle çelişkili değildir (52.- ter Öneri).

 

388. Bağımsızlık: Esas mahkemesinde yargılama yapacak olan hakimin tarafsız ve bağımsız olması gereklidir. Bunun yanı sıra hakim taraflara ve kendisine karşı da objektif olmalıdır. Hakimin tarafsız ve bağımsızlığını sağlamak için, meslekten hakim esasının kabul edilmiş olması yerindedir.

 

389. Mahkemelerin İş Yükü: Uyuşmazlıkları çözmek üzere görevlendirilen hakimlerin ve mahkemelerin sayısı, çözmeleri istenilen uyuşmazlıkları sonuca ulaştırmaya yetecek kadar olmalıdır. Fazla sayıda işin bir hakime yüklenmesi onu başarısızlığa götürecek olan bir haldir. Personel noksanını artıran sebeplerden biri de emekliliktir.  Emeklilik yaşı Türkiye şartlarına uygun değildir.

Ağır suçların sayıca az olması, basit suçların ise fazla olması, piramide benzetilebilir. Bu “piramit yapı”, 1995 yılında yeni gelen işler bakımından korunmuşsa da (DGM % 0,83, Ağır Ceza % 4.56, Asliye Ceza % 46,87 ve Sulh Ceza % 47,31), mahkemeden bir yılda çıkan işin toplam işe oranı olarak kabul edilen “verimlilik” açısından benzer tesbit yapılamamaktadır (DGM % 54,5, Ağır Ceza %54,8, Asliye Ceza %54,2, Sulh Ceza %75,0) (Yücel, Yargının Etkinliği, 21). Verimlilik açısından Ankara, İstanbul ve İzmir mahkemelerinin çalışmaları arasında farklılık saptanmıştır. Ankara mahkemeleri en verimli çalışan mahkemeler olarak gözükmektedir.  Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca belirlenmiş olan iş yükü ağır ceza mahkemeleri için yılda 300-350 iken, İstanbul ceza mahkemelerinde bu sayı 496 olmuştur. Asliye ceza mahkemelerinde belirlenen yıllık iş yükü 700-800 iken, gerçekleşen iş yükü 3619’dur. Sulh Ceza Mahkemeleri açısından ideal iş yükü 1000-1200 iken 3925 olarak gerçekleşmiştir. Kapasite üstü çalışma doğal olarak davanın süresini olumsuz yönde etkilemektedir (Yücel, Yargının Etkinliği, s. 37).

Görüldüğü gibi, davaların makûl süre dışında uzamasına neden olan sebeplerin başında, giderek ağırlığı artan iş yükü gelmektedir. Batı ülkelerinde de durum farklı değildir. Bu gelişme karşısında hâkim ve savcı sayısını artırmak akla gelen ilk tedbir olmaktadır. Ancak, 1. Kısımda da belirttiğimiz gibi, hâkim ve savcı sayısının artmasının göreceli bir olanak oluşturması dışında, sayı artırmak bakımından belirli bir düzeyi aşmamak zorunludur. Aksi takdirde, Batılı araştırmacıların belirttiği gibi, tam tersi sonuçlar meydana gelmekte ve istenen neticeler elde edilememektedir.

Mahkeme sayısını artırmaktan ise, işi çok olan bölgelerde aynı mahkemeye yardımcı nitelikte hâkim tayin etmenin çok daha isabetli olacağı görüşündeyiz. Gerçekten, bu yolla hâkimin haftada üç gün duruşma ve diğer iki gün de dosyayla ilgili incelemeleri yapması, böylece ara vermelerin kısa sürelere alınması, hergün duruşmaya çıkmak mecburiyeti altında yorgun düşen ve gerekli incelemeleri yerine getirmesi ve okuması çok güç hale gelen hâkimin nefes alması ve görev yapma güdülenmesi sağlanmış olacaktır. Böyle bir halde ise hâkimler arasındaki iş bölümü makul surette örgütlendirilmelidir.

 

390. Araç - Gereç: Bilgisayar ağının polisi de kapsayacak şekilde genişletilmesi ve bu hususta yasal gereklerin tesisi davaların çabuk karara bağlanmasını sağlayan etkin bir araç teşkil oluşturacaktır (44.- Öneri).

Adaletin dış görünüşü ile de, güven uyandırması, şarttır. Bunun için gerek mahkeme salonunun ve gerek hakimin giyim kuşamının bu saygıyı giderecek nitelikte olmaması gerekir.

 

391. Basın ve Aleniyeti: Bugün bizde, yargılama yapılırken duruşmada basın fotograflarının ve televizyon kameralarının faaliyette bulunmasına imkân verilmektedir. Bazı hâkimlerin kendilerini televizyonda seyretmekten hoşlandıkları izlenimi hasıl olmaktadır. Bu durum kesin olarak giderilmelidir;  tutum suçsuzluk karinesine aykırı olduğu gibi, ayrıca iddia ve savunmanın serbest bir şekilde yapılamamasına da neden olabilir. Ülkelerin bir çoğunda bizdeki bu uygulama yasaktır. ‘Fransa’da 6 Aralık 1954 tarihli olup, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu bazı hükümlerini tamamlayan Kanun, mahkemelerde ses alma cihazlarının, televizyon ve sinema kameraların kullanılmasını ve fotoğraf çekilmesini yasaklanmıştır. Ancak 11 Haziran 1985 tarihinde neşredilen bir kanun, olayın, tarihi adalet arşivlerinin teşkili bakımından faydalı olduğu takdirde, celselerde televizyon tesbitine izin vermiş bulunmaktadır. Bizde de hâkimin takdirine göre bu halde televizyon tesbitine müsaade edilebilir (52.- bis Öneri).

 

392. İçtihat: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin hükümleri ve Avrupa İnsan Hakları Divanınca verilen kararlar, yargılamada mutlaka gözönünde bulundurulmalıdır. Hukuk Fakültelerinde de ceza muhakemesi hukuku derslerinde söz konusu içtihatlar konusunda bilgi verilmesi hususunda özen gösterilmelidir (17.- Öneri).

 

393. Tek Oturumlu Duruşma: Hakim kendisine tahsis edilen yargılama süresini en iyi şekilde kullanmasını bilmelidir. Duruşmanın başlaması ve bir oturumda sonra ermesi için gerekli tedbirleri almalıdır. Davetler yapılırken dosyanın eksiksiz ve tam olduğu konusuna özen gösterilmeli ve davet edilen tanık bilirkişi veya başka bir süjenin istenilen gün hazır bulunup bulunulmayacağı önceden saptanmalıdır. Bütün süjeler için uygun gün tayin edilmeli ve bütün ihtimaller düşünülerek dosya eksiksiz hale getirilmelidir. Bundan sonra gün tayini düşünülmelidir. Duruşmaya ara verilmesi davanın işlem süresini uzatır. İlk celse ile son celse arasında geçen ortalama gün sayısının 85 olduğu, neticede mahkumiyet kararı verilirse, sürenin 90 güne yükseldiği fakat beraat kararlarında 72 güne indiği tespit edilmiştir. Ara verme sebeplerinin başında tarafların gelmemesi yer almaktadır.

Duruşmalarda tutanak düzenlenmesi dikte etmek suretiyle yapılmaktadır. Bunun yerine bant kaydı ve steno  kaydı uygulamasına mutlaka geçilmelidir. Bu kayıtlara dayanarak daha sonra duruşma tutanağı düzenlenmelidir.

Batı ülkelerindeki mahkemelerde dosyaların sırada, kuyrukta bekleme süreleri vardır (waiting line). İş aylarca duruşma sırası beklemekte, ancak sırası geldiğinde üç, beş saatte duruşma sona ermektedir. Bizde ise, sırada bekleme yoktur. Bütün davalar bir anda birlikte açılmakta ve bu nedenle trafik düzenlemesi olmayan bir kavşaktaki tıkanma gibi davalar kilitlenmekte, sistem kavşaktaki trafik sıkışıklığını yaşamaktadır. Belirli bir ağır ceza mahkemesini, teklif ettiğimiz sistem içerisinde çalıştırarak belli bir süre sonra davaların daha makul bir sürede bitirilip bitirilemeyeceği araştırılmalı ve bu mahkeme tipik iş yükü bulunanlar arasından seçilmelidir.

Tutuklamanın kanunların gösterdiği şartlara tam uyularak gerçekleştirilmesi, gerek insan hakları ve gerekse adaletin kalitesi nedeni ile, çok önemli bir konudur. Yabancı memleketler uygulamalarında duruşmadan önce tutuklanmış bulunan kişilere ait davalar, diğerlerine nazaran daha çabuk bitirilmektedir. Araştırmamız bizde de durumun böyle olduğunu gösteriyoruz (38.- Öneri). Uygun miktarda önerdiğimiz adlî kontrol uygulaması ve bu gün için kefaletle salıverilmeye imkân verilmesi hem sanığın özgürlüğünü gereksiz yere kısıtlanmasını önleyecek ve hem de tutuklamanın getirdiği faydaları sağlayacaktır.

Hâkimlerin dava görülürken değişmesi en önemli gecikme sebeplerindendir. Bu keyfiyetin adaletin kalitesine de etkili olduğunu ifade etmek hatalı olmaz. Bu itibarla zorunlu nitelikteki sebepler olmadıkça hâkimin değiştirilmesinden sakınılmalı ve mevcut uygulamadan vazgeçilmelidir (61.- Öneri).

Tanıkların mutlaka aynı celsede ve birlikte olarak ifadelerinin alınması için, gerekli olan herşey yapılmalıdır. Bu bakımdan uygulamamızdaki tanık icad etme tatbikatı da engellenecek ve davanın uzatılması önlenmiş olacaktır. Uygulamada bazan daveti gerçekte mümkün olmayacak tanık ikamesi suretile de dava uzatıldığından, bu yolla söz konusu uygulamaları da engellemek mümkün olabilecektir. Kanaatımızca asıl yapılması gereken şey, duruşma gününü sanık avukatı ile birlikte belirlemek veya sanık avukatına müdafaa için gerekli bütün delilleri birden sunmak mecburiyetini yüklemek ve bu yolla tanıkların tümünü birden dinlemeyi sağlamaktır (58.- Öneri).

 

394. Hüküm: Araştırmamız hürriyeti bağlayıcı cezaların  çok önemli bir kısmının, bir yıl ve bir yıldan az süreli olduğunu ve mahkemelerin, sistematik olarak  bu cezaları 647 sayılı Kanunun hükümleri dairesinde para cezasına çevirmekte bulunduklarını ve yine çok büyük oranda olmak üzere, para cezalarının da ertelendiğini göstermiştir. Özellikle basın davalarında hakaret ve sövme suçlarından dolayı, cezanın para cezasına çevrilmesi ve ertelenmesi kural haline gelmiştir. Esas itibariyle kısa süreli hürriyeti  bağlayıcı cezaya hükmetmemek ve bunu başka tedbirlere ve para cezasına çevirmek çağdaş ceza hukukunda ve penolojide önemle tavsiye edilmektedir. Bu arada para cezasının ertelemesi de mümkün olabilir. Ancak sadece para cezasına çevirmek ve bunu da tecil etmek bazı zümrelerde cezanın caydırıcı etkisini yok etmektedir. Kurumları, maksatları çerçevesinde gayeyi kaybetmeden, abartmadan uygulamalıdır. Böyle olunca uygulamanın maksadına uygun hale getirilmesi temenni olunmuştur (63.-  Öneri).

Araştırma Türkiye’de ölüm cezalarının fiilen uygulanabilirliğini kaybettiğini ortaya koymaktadır. Durum böyle olunca artık bu cezayı  mevzuatımız içinde muhafaza etmenin bir anlamı kalmamıştır. Cezanın ilgası Türkiye’nin dış imajı bakımından da yararlı olacaktır (62.- Öneri).

647 sayılı Kanunun 4. maddesinde yer alan tedbirler 1961’lerde ceza adaletinin amaçları bakımından çok önemli sayılarak mevzuata ithal edilmişti. Hürriyeti Bağlayıcı cezanın itibarını hemen hemen kaybetmiş bulunduğu bir dönemde, kanunda mevcut olan bu tedbirlerin uygulanamadığını araştırmamız göstermiştir.  Öyle anlaşılıyor ki, kısa süreli cezayı para cezasına çevirmek hâkimlerimizin kolayına gelmekte, 4/2-3 de yer alan tedbirlerin uygulanması, daha fazla çaba sarfedilmesini gerektirdiğinden, bu yola gidilmemektedir. Bu hal mutlaka düzeltilmesi gerekli bir durumdur ve bu hususta kanunda teşvik edici değişiklikler yapılmaldır. Tedbirler arasında mutlaka “kamu yararına çalıştırma” eklenmelidir. Yeni TCK Tasarısında çok önemle yer almış bulunan bu tedbirin bir an önce kanunlaştırılmasını temenni ediyoruz (65.- Öneri).

Yaptığımız araştırma ertelemenin, özellikle 647 Sayılı Kanunun 5. maddesi çerçevesinde geniş ölçüde uygulandığını göstermektedir. Bu yöndeki uygulama ertelemenin kural haline geldiğini gösteriyor. Oysa erteleme, maksadı çerçevesinde ve maksadına uygun olarak kullanılırsa toplumsal bakımdan faydalı olur. Bu itibarla ertelemenin gerektiğince uygulanmasını sağlayacak direktif oluşturucu Yargıtay kararlarına ihtiyaç vardır (64.- Öneri). Erteleme böylece adeta kural haline getirildiğinde, uygulanmaması eşitliğe aykırı, adaletsizlik etkisi yapmaktadır.

 

395. Temyiz Aşaması: Temyiz sebepleri, kriminolojik araştırma açısından, hükmün ne bakımlardan kanuna aykırı olduğu iddiasını belirler. Bizim usul sistemimizde kanuna aykırılık sebeplerini göstermek mecburiyeti yoktur, “hükmü temyiz ediyorum”, demek yeterlidir. Oysa, yabancı hukuk sistemlerinde sebepleri göstermek mecburiyeti vardır. Bu iki sistem davanın Yargıtay’da bekleme süresinin azalıp çoğalması bakımından önemli neticeler ortaya çıkarır. Sebep belirtilmesinin mecburi olduğu hallerde, Yargıtay incelemesi az vakit alır ve ayrıca Yargıtaya daha az başvurulur. Yaptığımız araştırma, hukuka aykırılık sebebi olarak gösterilen haller arasında başta gelenlerinin 647 sayılı kanunun 4 ve 6. maddelerinin uygulanmasındaki hatalara dayandığını ortaya koyuyor. Tahrik sebebinin uygulanmamış olması veya adi ve ağır tahrik ayırımdaki hata ikinci ortak hukuka aykırılık sebebidir. Bütün diğer hallerde yukarda açıkladığımız gibi, temyiz sebebi açıkca belirlenmemektedir. O kadar ki, incelediğimiz dosyalara göre temyiz edilen dava sayısı 133 olduğu halde, temyiz layihası ancak 81 olayda verilmiştir. %60 olayda temyiz layihası verilmemiş yani temyiz sebepleri gösterilmemiştir. Diğer ülkelerde olduğu gibi, temyiz sebeplerinin, temyiz davasında açıkça gösterilmesini ve sadece bu sebepler dolayısı ile Yargıtayın inceleme yapmasını önleyen husus insanlarımızdaki yetişkinlik noksanı ve davalarda avukat bulunmasının zorunlu olmamasıdır.

Temyiz şartları arasında teminat yatırılması (depo parası) 1985’de kaldırılmıştır. Sebebi, depo miktarının az oluşu, parayı yatırmak bakımından olan yorucu işlemler ve tutuklu olanın avukatı bulunmadığı hallerde bu işlemi gerçekleştirmesinin çok zor oluşu idi. Aslında temyiz yoluna, hakkında verilen hükmün hatalı olduğuna inanan kişilerce başvurulması ve temyize gitmenin kötüye kullanılmaması bakımından anlamlı bir teminatın yatırılması uygun olur. Malî gücü olmayan sanığa adlî yardımda bulunulması usulü de ayrıca ön görülmelidir (67.- Öneri). Ancak parayı yatırmak hususundaki zorluklar avukatları bizar etmiştir.

Yargıtayda duruşmanın, davanın sonuca bağlanmasını uzatmaktan başka bir etkisini kabul etmek mümkün değildir. Yargıtay dosya içeriğine göre hukuka aykırılığı tespit etmekle görevli bir kanunyolu mahkemesidir. Orada yeniden delil ikâme edilemeyeceğine göre, şifahî izahat verilmesi hâkimleri psikolojik bakımdan etkilemek dışında bir anlam taşıyamaz. Kaldı ki, mürafaayı adalet gerektiriyorsa, o zaman hükümlerin hepsi bakımından mürafaayı kabul etmek gerekir. Davaların lüzumsuz olarak uzatılmasından başka bir sonuç vermesi düşünülemiyecek olan bu usulden vazgeçilmesi, en azından Yargıtay’da kurumsal bekleme süresini azaltacaktır. Bu bakımdan, Yargıtaya layiha verecek olan avukatların belirli bir tecrübeyi sahip olanlardan seçilmeleri uygun mütalaa edilmiştir (Almanya, Fransa ve İngiltere’de olduğu gibi) (68.- Öneri). Ancak Türkiye’da yargıtay üyeleri murafaadan vazgeçilmesine karşıdırlar. Adli kültürün etkisi ile yıllardan beri var olan bir kurumdan vazgeçmek istememektedirler.

Yabancı ülkelerde olduğu gibi, ülkemizde de suçun toplumsal bakımdan meydana getirdiği zararların, bilimsel usullere göre tesbitine imkân veren metodolojilerin uygulanması suretile belirlenmesi en azından adlî hizmetler bakımından, bütçeden daha fazla tahsisat verilmesini sağlar. Zira bu suretle suçla mücadalenin doğrudan doğruya millî gelirle olan irtibatı gözler önüne serilmiş olur (48.- Öneri).

Böylece gerçekleştirdiğimiz araştırma sonuçları yanında istifade edilen diğer yabacı araşırmaların verilerini de yansıtan bu eser, CAS bakımından, bütün unsurları itibariyle yeniden gözden geçirilme ihtiyacını gözler önüne sermektedir. Gereğinin yapılmasına en kısa zaman süresi içerisinde girişmesinde büyük millî yarar vardır.

 

F. İnfaz İşlevi

396. Cezaların özellikle hürriyeti bağlayıcı cezaların, tedbirlerin infazı ayrı bir araştırma konusudur. Araştırmayı doğal olarak CAS’nin bu işlevini ele almamıştır. İleride bu konuda da benzeri bir araştırmanın yapılması çok yerinde olacak ve Türk infaz sisteminin geliştirilmesinde büyük yararlar sağlayacaktır.

 

 

 

 

 

 

**NOT: Bu bölümdeki yazı Sayın Prof.Dr. Feridun YENİSEY hocamız tarafından kaynak olarak sağlanmıştır. Kaynak katkılarından dolayı kendilerine çok teşekkür ederiz. Sayın Prof.Dr. Feridun YENİSEY hocamıza “ www.feridunyenisey.com ” adresinden ulaşabilirsiniz.

 

 

 

 

© www.kriminoloji.com 2002

Sitemize www.kriminoloji.com, hukukcu.net, hukukcu.org veya turkhukuk.net, turkhukuk.org adreslerinden ulaşabilirsiniz.

 

 

Ana sayfa