www.kriminoloji.com
CEZA ADALET SİSTEMİNİN ETKİNLİĞİ
(ARAŞTIRMA)
Ord.Prof.Dr. Sulhi DÖNMEZER
Prof.Dr. Feridun YENİSEY**
© www.kriminoloji.com 2002
ÜÇÜNCÜ KISIM
BİRİNCİ
BÖLÜM
ARAŞTIRMA SONUÇLARI, YORUM
VE DEĞERLENDİRMELERİ
Giriş
90. İstanbul’un Ceza Mahkemelerinde, “Ceza
Adalet Sisteminin Etkinliği” konusunda yapmış bulunduğumuz araştırmanın ne
suretle icra olunduğu hususunda önsözde bilgi verilmiş ve Kullandığımız anket
formu (sh. 293) bu esere eklenmiştir.
Araştırmamızın temel amacı Ceza Adalet
Sisteminin fiilen ne suretle işlemekte bulunduğunu belirlemek olmuştur.
Kanunlar, özellikle usul kanunları,
sistemin ne suretle işleyeceğine dair hükümleri, ilkeleri, usulleri ve
şekilleri içerirler. Ancak kanunların belirttikleri bu normlar uygulama ile
şekil alır. Uygulamalar üzerinde ise ayrıca başta adli kültür olmak üzere çok
çeşitli unsurlar ve elbette ki, maddi araçlar etkili olur. Bu hususta eserin
birinci kısmında altı bölüm halinde bilgiler sunulmuştur. Araştırmamızın
anlamını tam olarak algılayabilmek bakımından geniş ölçüde mukayese imkânını
veren birinci kısmın dikkatle okunması ve karşılaştırmalar yapılması özellikle
faydalı olacaktır.
Soru varakası incelendiğinde görüleceği
üzere, anketin temel amacı sistemin işleyişinin ortaya çıkarılması ve geniş
ölçüde olmak üzere bu bakımdan sistemdeki dar boğazların nelerden ibaret
bulunduğunun tayini ve sonra bunlara göre önerilerin ortaya konulması olmakla
beraber, okuyucu Türk CAS’ının niteliği yani tevzi olunan adaletin vasfını
belirleme bakımından da soruların önemle ele alınmış bulunduğunu tesbit
edecektir. Yine, kriminolojik bakımdan sorulmuş sorular ve elde edilmiş
cevaplar vardır. Soruların cevapları CAS bakımından süratin olduğu kadar,
muhakkaklığın, kesinliğin, dürüst yargılamanın da gözönünde bulundurulduğunu ve
bu bakımdan da ortaya dikkati çekici sonuçların çıktığını göstermektedir.
Anket sonucu elde edilen neticeleri arz
etmek bakımından araştırıcılar, iki metottan birisini seçmek durumunda idiler:
1. Her
sorunun cevabını rakamlar ve orantılar halinde açıkladıktan sonra,
araştırıcıların yorumlarını ve sistem bakımından önemli olan sonuçları
“değerlendirme” başlığı altında her soru ve cevap bakımından müstakilen yapmak.
2. Cevapları
sistemin unsurları itibariyle toparlamak, sentezleştirmek ve neticeleri de bir
bütün halinde arz etmek.
Biz, esasta birinci metodu uygulamayı daha
uygun saydık. Soruları ve cevaplarını, bunlara ait değerlendirmeleri ayrı ayrı
arz etme yolu tutulduğunda bu eseri inceleyecek olan diğer uzmanların da farklı
yorumlar yapabilmeleri ve onlar
bakımından da araştırma sonuçlarının değerli malzeme teşkil edebilmesi bu yolla
mümkün olacaktır.
Bu metodun uygulanmasında genel sentez
bulunmamasının ortaya çıkaracağı noksanı bertaraf etmek üzere de, ikinci kısmın
dördüncü bölümünde araştırmalarımızdan kaynaklanan önerileri bir sentez halinde
sunmayı uygun mütalaa ettik. Böylece her iki metoda da yer vermiş bulunuyoruz.
Bir kısım tekrarlar varsa, sebebi her iki metoda yer verilmiş olmasıdır.
Önsözde açıklandığı üzere 1117 kesinleşmiş
Ceza Mahkemesi, dosyası incelenmiştir.
Bunların 305 ‘i Sulh Ceza Mahkemelerinin
görevine giren suçlara aittir.
Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlardan alınan dosya sayısı 300 (istatistik uygulama sonucu bu miktar 717
sayılmıştır.)
Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlardanden yine 300 dosya alınmış istatistik uygulama sonucu bu miktar 96
sayılmıştır.
Sözkonusu 1117 dosyanın İstanbul ilçeleri
arasındaki dağılımı şöyledir: Bakırköy adliyesi 171 dosya, Beyoğlu adliyesi 169
dosya, Eyüp adliyesi 80 dosya, Fatih adliyesi 98 dosya, Kadıköy adliyesi 135
dosya, Kartal adliyesi 108 dosya, Üsküdar adliyesi 60 dosya, Sultanahmet
adliyesi 298 dosya. (108)
I. ÖN SORUŞTURMADA KOLLUK TARAFINDAN
YAPILAN ARAŞTIRMA VE
SORUŞTURMALAR:
91. Suçun
işlendiğini ilk defa öğrenen merciler (soru formu 2); tesbitler:
a) Genel Değerlendirme: 1117 dosyadan 560’ında (%50,1) suçu ilk
defa polis öğrenmiştir. (109) 398 olayda
savcılık (%35,6), 37 olayda kambiyo müdürlüğü (%3,4), 18 olayda belediye
başkanlığı (%1,6) ve 12 olayda jandarma (%1,1) suçun işlendiğini ilk defa öğrenen merciler
olmuşlardır.
Suçun işlendiğini ilk defa öğrenen merci
olarak göze çarpan diğer makamlar şunlardır: Valilik, kaymakamlık (4
olay=%0,4), belediye sağlık işleri (3 olay=%0,3), belediye zabıtası (7
olay=%0,6), mahkeme hakimlik (3 olay=%0,3), milli piyango idaresi (1
olay=%0,1), orman muhafaza (4 olay=%0,3), sahil güvenlik (1 olay =%0,1),
bankalar (6 olay=%0,5).
b) Önödeme
ve Ceza Kararnamesi dışındaki (gerçek davalarda) işlerde polisin öğrendiği suç
sayısı 462’dir (%54,3).
92. Kovuşturma makamının
suçu nasıl öğrendiği (soru formu 3); tesbitler:
a) Genel
Olarak: 1117 dosyadan 437 si ihbar yolu ile
(%39,1), 367 si (%32,8) re’sen, 274 ü (%24,5) şikayet ve 7 si de (%0,6) şahsi
dava yolu ile öğrenilmiştir.
İncelenen dosyalardan polisin doğrudan
doğruya kendi gayretiyle tesbit ve takip etmiş bulunduğu suç oranı %32,8 dir;
Batı polisinin faaliyetleri ile mukayese olunduğunda yüksek bir orandır.
Batıda, ortalama olarak, polis olayların %90 nını ihbar ve diğer yollarla
öğrenebilmektedir; kendisinin doğrudan doğruya tesbit ettiği suçlar %10’u
aşmıyor. CAS’inin önemli bir kısmını oluşturan polisin etkinliğinde ölçülerden
birisi olabilecek bu orantıyı memnunlukla karşılamak uygun olur. Mahkemelerin
nevine göre oranları aşağıda gösterilmiştir:
b) Ağır
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: Re’sen 23 = %23,8; İhbar 45 =
%46,3; Şikayet 24 = %24,7.
c) Asliye
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda, Re’sen 267 = %37,3; İhbar 244 =
%34; Şikayet 184 = %25,7; Şahsi Dava 1 = %0,02.
d) Sulh
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda, Re’sen 77 = %25,1; İhbar 149 =
%48,9; Şikayet 64 = %21,8; Şahsi Dava 5 = %1,7.
e) Önödeme
ve ceza kararnamesi dışındaki işlerde:
851 olayın 285’i re’sen (%33,5) 283’ü ihbarla (%33,3) 245’i şikayet
(%28,9).
1.-
ÖNERİ: Polis eğitimi veren çeşitli derecedeki okullarda Ceza Hukuku ve Usulünün
geniş biçimde ve önem verilmek suretiyle okutulması uygun olacaktır.
Bilgisizlik dolayısıyla delil toplanması bakımından noksanlıklar sözkonusu
olabilir. Bu hal davaların uzamasının temel sebeplerinden biridir.
93. Suçun işlendiği tarih
ile suçun öğrenilmesi arasında geçen süre (soru formu 4):
Ağır cezalı suçlarda suçun işlendiği tarih
ile suçun öğrenildiği tarih arasında; 96 dosyadan 61’inde (%63,1) bir günden az süre geçmiştir. Medyan
süre sıfır gündür.
%36,9 oranına giren diğer olaylarda ise,
suçun işlendiği tarih ile suçun öğrenildiği tarih arasındaki süre çok
değişiktir: 2 günden başlamakta, 1987 güne kadar gitmektedir. Büyük bir dağılma
söz konusu olduğundan, bu rakamların istatistik değeri yoktur. Önemli olan
husus, suçun işlenmesi ile öğrenilmesi arasında geçen sürenin %60’ı geçen
oranda bir günden az olmasıdır.
b) Asliye
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: Toplam 717 dosyadan (ağırlıklı
rakamlar) 417 sinde (% 58,1) suçun işlenmesi ile öğrenilmesi arasında 1 günden
az süre geçmiştir. Medyan süre sıfır gündür. Asliyelik suçlarda, suçun
işlenmesi ile öğrenilmesi arasında geçen süre bakımından çok büyük bir dağılma
söz konusu olmaktadır. %58,1 oranı dışında kalan %47,9 olay, değişik süreleri
içermektedir. Ancak, ağırcezalı suçlardan farklı olarak, asliyeye ilişkin olan
suçlarda işlenen suçların öğrenilmesi çok daha fazla gecikebilmektedir. Bunun
sebebi, asliyelik suçların, en azından bazılarının, gizli olarak işlenme ve
gizli kalma şanslarının daha fazla olmasıdır. Ağırcezalı işlerin birçoğunda
(mesela adam öldürmede olduğu gibi) suçun konusu ortadadır.
c)
Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: Toplam 305 dosya
incelenmiştir. Medyan süre sıfır gündür. 183 dosyada bir günden az (%60), 14
dosyada bir gün (%4,5), 2 dosyada 37 gün (%0,7), 1 dosyada 303 (%0,3) gün süre
içinde öğrenilen bir suç söz konusudur.
Değerlendirme: Sulh mahkemelerinin
görevine giren suçların büyük çoğunluğunda, suçun işlenmesi ile öğrenilmesinin
hemen bir gün içinde gerçekleşmesi olağan sayılmalıdır. Zira çoğu kabahat
derecesinde olan bu suçlarda fail ve
fiil ortadadır. Bu suçlar geniş ölçüde birbirini tanıyan kimseler arasında
işlendiğinden, süre çok azalmaktadır. Bir günü aşan süreler münferit olaylar
halinde kalmaktadır.
Genel Değerlendirme: İstanbul gibi ileri
derecede kozmopolit ve çeşitli kültürlerden gelen insanların toplandığı, ayrıca
konut durumunun tesbitinin olağanüstü güç olduğu bir toplumda suçların
işlenmesinden çok kısa bir süre içinde fiillerin öğrenilmesi, kolluğun
etkinliği bakımından iyi bir ölçüt oluşturmaktadır.
94. Suçu öğrenen merciin,
fiili hangi suç olarak kabul ettiği (tevsif) (soru formu 5); tesbitler:
Suçu ilk defa öğrenen merci tarafından yapılan değerlendirmeye göre, 317 olayda
çek kanununa aykırılık belirlenmiştir.
51 olayda (%4,6) 1567 sayılı Türk
Parasının Kıymetini Koruma Kanunun 3 ncü maddesine aykırılık.
54 olayda (%4,8) 6136 sayılı Kanunun 13
ncü maddesi, 11 olayda (%1) 6136 sayılı Silahlar Hakkında Kanunun 15 nci
maddesine aykırılık tespit edilmiştir.
TCK’da yer alan suçlar bakımından inceleme
yapıldığında suçların dağınık bir şekilde serpiştirildiğini, ancak
yoğunlaşmanın şu suçlarda meydana geldiği görülmektedir: 22 olayda (%2)
TCK 274, 6 olayda (% 0,6) TCK 403, 21
olayda (%1,9) TCK 404, 21 olayda (%1,8) TCK 430, 5 olayda (%0,8) TCK 455, 63
olayda (%5,7) TCK 456, 57 olayda (%5,1) TCK 459, 45 olayda (%4,1) TCK 491, 16
olayda (%1,5) TCK 491/4, 34 olayda (%3) TCK 492, 31 olayda (%2,7) TCK 493, 41
olayda (%3,7) TCK 565 ve 12 olayda (%1,1) TCK 561 üzerinde yoğunlaşma olmuştur.
Aynı kişinin işlediği ikinci suç
bakımından yoğunlaşmalar da şöyledir: 3167 sayılı kanunun 13 ncü maddesi dört
defa (%0,3), 6136 sayılı Kanunun 13 ncü
maddesi beş defa (%0,5), TCK 266 dört defa (%0,3), TCK 404 dört defa (%0,3),
TCK 414 beş defa (%0,5), TCK 416 dört defa (%0,4), TCK 456 on altı defa (1,4).
Aynı kişinin üç ayrı fiil ile
suçlandığı dosya sayısı 8 dir. Üçüncü
suç olarak TCK 193, 345, 403, 404, 416, 456, 480, 482, 491, 498, 503 ve 571 nci
maddelerin ihlâl edildiği görülmektedir.
Bu sorunun cevabı, suçu öğrenen merciin yani
kolluğun fiili ne suretle tesbit ettiğinin, başlı başına bir anlam taşımadığını
göstermektedir. önemli olan, aynı fiili savcının ve sonra mahkemenin ne suretle
nitelendirdikleridir. Eğer tavsifte büyük ölçüde farklılık varsa, o zaman ceza
adaletinin etkinliği konusunda şüphe doğuran bir tesbit yapılmış olur.
Suçu öğrenen merciin varlığını kabul
ettiği suç ile iddianamedeki suçun aynı olduğu dosya sayısı 930’dur (%83,5). Bu
930 dosyanın %25,9’unu çek suçları oluşturmaktadır. Buna karşılık 151 dosyada
(%13,6) kolluğun suç konusundaki değerlendirmesi ile savcınınki farklılık arz
etmektedir.
Yaklaşık yüzde oniki olayda suçu öğrenen
merciin nitelendirmesi, tavsifi ile iddianamedeki tavsif arasından
“farklılığın” mevcut olması dikkat
çekicidir. Bu tesbit iki bakımdan önem taşır; kolluğun Ceza Hukuku
bilgisinin yeterli olmamasına ve aşağıda öneriler kısmında açıklanacağı üzere,
Polis Okullarında “Ceza Hukukuna” yeteri kadar önem verilmemektedir.
95. Failin kim olduğunun
suçun öğrenildiği sırada bilinmekte olup olmaması (soru formu 6);
tesbitler: a) Genel Olarak: 1117
dosyadan 983 ünde (%88), suçun öğrenildiği sırada failin kim olduğu
bilinmektedir. Faili meçhul olan yani suçun öğrenildiği sırada failin kim
olduğunun bilinmediği dosya sayısı 124 dür (%11,1).
b) Ağır
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda; Bilinmeyen 19 = %20.
c) Asliye
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda, Bilinmeyen 71 = %9,9.
d) Sulh
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda, Bilinmeyen 34 = %11.
e) Gerçek
suçlarda: 106 = %12,5.
Değerlendirme: Kimliğin bilinmemesi
halinde dava açılamaz, öğrenme için
yapılan soruşturma süreç dışına çıkar. Öğrenme için zaman kaybı olur.
1117 dosyadan 124 olayda failin kim olduğu
bilinmiyor. Bu önemli bir gecikme sebebi ve gereksiz bir bekleme zamanı
oluşturmaktadır.
96. Suça ilişkin olarak
yapılan “ilk araştırma işlemi” (soru formu
7.a); tesbitler:
a) Genel Olarak: Suça ilişkin olarak
kolluk tarafından yapılan ilk araştırma işlemi, önce genel olarak bütün
dosyalar bakımından ve sonra da mahkemelere göre ayrım yapılarak incelenmiştir.
Kolluk tarafından yapılan ilk araştırma
işlemi, genel olarak bakıldığında şöyle bir dağılım sergilemektedir: 142 olayda
(%12,7) ifade alınmış, 104 olayda (%9,3) üst araması yapılmış, 52 olayda
şüpheli yakalanmış (%4,6), 25 olayda (%2,3) mağdur ifadesi alınmış, 54 olayda
(%4,8) trafik kazası tespit tutanağı düzenlenmiş, 77 olayda (%6,9) olay
mahallinde görgü tutanağı düzenlenmiş, 14 olayda (%1,2) fail aranmış, 48 olayda
(%4,3) vücudu üzerinde muayene yapılmış, 14 olayda (%1,3) ekspertiz raporu
alınmış, 25 olayda (%2,2) yakalama tutunağı düzenlenmiş, 27 olayda (%2,4)
karşılıksız çek ihtarı yapılmış, 22 olayda (%1,9) savcılığa suç duyurusunda
bulunulmuş, 13 olayda (%1,1) başvuru tutanağı düzenlenmiş ve 10 olayda (%0,9)
tespit tutunağı düzenlenmiş, 4 olayda ise (%0,3) alaka incelemesi yapılmıştır.
b) Ağır
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: İfade alma 13 = %13,7; Üst araması
13 = %14; Yakalama 11 = %11,5; Mağdur ifadesinin alınması 4 = %3,8; Olay mahallinde
görgü tutanağı 8 = %8,4; failin aranması 4 = %4,5; Yakalama tutanağı 4 = %4,2.
c) Asliye
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: İfade alma 85 = %11,9; Üst araması
65 = %9,1; Yakalama 33 = %4,6; Mağdur İfadesi19 = %2,6; Trafik kazası tespit
tutanağı 36 = %5; Olay yeri görgü tutanağı 48 = %6,7; Elkoyma 38 = %5,3; Kimlik
tespiti 14 = %2; Yakalama tutanağı13 = %1,8; Karşılıksız çek ihtarı 27 = %3,7;
Eksik belgenin tamamlanması 18 = %2,5; Savcılığa suç duyurusu 22 = %3.
d) Sulh
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: İfade alma 44 = %14,5; Arama 26 =
%8,4; Olay mahalli görgü tutanağı 21 = %6,9; Trafik kazası tespit tutanağı 17 =
%5,7; Yakalama tutanağı 8 = %2,6; Zabıt 7 = % 2,2.
e) Gerçek
suçlarda ifade alma: 125 = %14,7; olay yerinde inceleme: 64 =%7,5; zapt:
41=%4,8.
Değerlendirme: İncelenen dosyalar da
göstermektedir ki, polis çok değişik işlemleri savcılık müdahalesi olmadan
yapmaktadır. Bunlar arasında failin kimlik tespiti 18 olayda (%1,6) yapılmıştır. Oysa 6 numaralı cetvele
göre, 124 olayda (% 11,1), failin kimliği bilinmemekte idi. Bundan
çıkarılabilen ilk netice kolluğun, şüphelinin kimliğinin araştırılması
hususunda yeterli derecede aktif
olmadığıdır.
Alâka
incelemesi, (yani suçlunun evvelce, sabıkası dışında polisle bir ilişkisinin
olup olmadığı hususundaki inceleme) 4 olayda rastlanmış olup, %0,3 oranındadır.
Uygulamada şüphelinin polisin eli altında bulundurulmasından şikayetler vardır.
Oysa incelememize göre, bu konudaki rakam çok düşük çıkmıştır.
Kolluğun ilk işlemine ilişkin bulunan
listede, polis tarafından savcılığa keyfiyetin bildirilmesinden önce doğrudan
doğruya yapılan çeşitli işlemler yer almakta, ancak bunlardan önce savcılığa
duyuruda bulunulmasına 22 olayda (%1,9)
rastlanmaktadır. CMUK 154. maddedeki hükme göre her olayı derhal savcıya bildirmek gereklidir.
Üst araması: Üst araması doğrudan doğruya
polis tarafından yapılmaktadır. Bundan anlaşılan “gecikmesinde mazarrat
bulunan hal” şartının geniş
tutulduğudur.
Bütün ilk işlemler incelendiğinde, polisin
suç işlendiğinde ilk işlem olarak CMUK gereğince yapılması gerekli işlemlere
ilişkin tutarlı bir uygulamasının
bulunmadığı anlaşılmaktadır. Bu keyfiyet hazırlık soruşturmasının gerektiği gibi yapılmamasına
ve dolayısı ile son soruşturmanın uzamasına neden olan temel etmenlerden birisi
sayılabilir.
Polis araştırması sırasında, çok küçük oranda CMUK 154. maddesine uygun hareket edildiği anlaşılmaktadır. Bu durum
savcının önüne getirilen dosyayı sadece şüphelileri dinleyerek, mahkemeye
sevketme gibi bir uygulamaya da sebebiyet verebilir. Zira çok halde savcı başından itibaren ilgilenmediği
bir polis araştırmasının yeniden icrasına karar vermeyebilir.
Polisin ilk yaptığı işlemlerin listesi ve
niteliği ağır ceza, asliye veya sulh ceza sözkonusu olmasına göre de, değişik
bulunmaktadır. Oysa, ilk işlem
bakımından esasta bir fark olmaması gerekmektedir.
2.-
ÖNERİ: Türkiye’de CAS’inin işlemesinde kolluk bakımından çok önemli unsurlardan
birisi, sanığın kimliğinin tesbitidir. Araştırma şüphelinin kimliğinin
bilinmemesine ilişkin durumun yaklaşık olarak %11 oranında olduğunu gösteriyor.
Aktif polis faaliyeti, kimliğin tesbiti ile etkin olur. Ancak 1774 sayılı
Kimlik Bildirme Kanununun, İstanbul gibi, çok kalabalık ve kozmopolit
bölgelerde, adeta metrukiyete uğramışlıktan çıkarmak ve bu kanuna fiilî
yürürlük sağlamak şarttır. Bunun temini geniş ölçüde kolluk güçlerine
düşmektedir:
Kimliğin
gerçek olarak tesbiti, kaliteli, adaletin olduğu kadar, davaların gecikmemesinin
de şartıdır. Bu hususta ciddî gayret gösterilmesi zorunludur.
Ağırcezalı suçlarda: İncelenen 96 ağır
cezalık suçtan 56 sında (%58,3) bu süre bir günden azdır. 8 olayda (%8) bir
gün, 4 olayda %3,7 2 iki gün süre geçmiştir. İnceleme kapsamına giren dosyalardan
bazılarında 200 ün üstüne çıkan günler vardır. Bir olayda 309 gün süre
geçmiştir.
Ağırcezalı suçlarda medyan süre sıfır gündür.
Ortalama süre de sıfır gündür. Çek suçlarında göze çarpan 2267 günlük bir
süre ilginçtir.
3.- ÖNERİ: Suç işlendiğinde, kolluk
düzeyinde CMUK gereğince yapılması
gerekli işlemlere ilişkin olarak tutarlı ve istikrarlı bir uygulamanın mevcut
bulunmadığı anlaşılmıştır. Bu hâl davalardaki gecikmenin temel sebeplerinden
birisidir. Polisin yetiştirilmesinde araştırma ve soruşturma usulleri esaslı
surette öğretilmelidir.
Asıl yapılması gerekli olan şey ise,
kolluğun, suça el koymasından, işin müzekkere ile savcılığa sevkine kadar yapması gerekli bütün işlemleri kapsayan
formüller içeren bir dosya şablonu meydana getirilmeli ve burada polisin
yapacağı işler sırasıyle gösterilmelidir. Buna yabancı hukukta ‘check list” adı
verilmektedir (sözgelimi Almanya’da).
Soruşturma, araştırma dosyasıda, bu listeye
göre yapılmamış veya hiç yapılamamış işlem varsa nedeni fezlekede gösterilmelidir.
Bizdeki uygulamada üzerinde fazla durulmadan
kolluktan gelen iş ve dosya iddianameye bağlanarak mahkemeye sevkedildiğinden
bu hususun olağanüstü önem taşıdığına inanıyoruz.
98. Araştırma işlemleri (soru formu 8), Sanığın
kimliğinin hangi usule göre tesbit edildiği (soru formu 8.1); tesbitler:
a) Genel
Olarak: İncelediğimiz 1117 dosya içerisinden 801 inde (%71,7) kimlik tespiti
evrak üzerinden yapılmıştır. 177 olayda (%15,8) kimlik tespiti sanığın doğru
ifadesi ile, 40 olayda (%3,6) tanıklıkla, 16 olayda (%1,4) nüfus idaresinden
sorularak ve 10 olayda (%0,9) ayrıca araştırma yapılarak sanığın kimliği tespit
edilmiştir.
b) Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: Tanıklıkla = %7,9; Sanığın
doğru ifadesi ile 115 = %16; Evrak üzerinde 68 = %70,2.
c) Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: Tanıklıkla 20 = %2,9; Sanığın doğru ifadesi ile 104 = %14,5; Evrak
üzerinden 523 = %73.
d) Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: Tanıklıkla 12 = %3,9; Sanığın doğru ifadesi ile 57 = %18,8; Evrak
üzerinden 211 = %69,2.
e) Önödeme ve Ceza Kararnamesi dışındaki
851 dosyada: Tanıklıkla 38 = %4,5; Sanığın doğru ifadesi ile 157 = %18,4; evrak
üzerinden 590 = %69,4.
Değerlendirme:
Nüfus kayıtlarının muntazam olduğu bir ülkede kimliğin tanıkla, araştırmayla ve
sanığın ifadesine dayanarak tespiti oranının bu derecede yüksek olması
düşündürücüdür. Bunda, araştırmanın İstanbul gibi kozmopolit ve yerleşmiş
değil ve fakat seyyar ve anonim bir yaşam biçiminin egemen olduğu
bir bölgede yapılmış bulunmasının etkisi büyüktür. Anadolunun küçük şehirleri
bakımından durumun çok daha iyi
olabileceği tahmin olunabilir. Sanığın
kimliğinin derhal tespit edilememiş olması ile tutuklama kararı
verilmesi arasında da bir ilişki tespit olunabilir.
Yukarda 6
no’lu soru dolayısı ile de belirtildiği üzere, kimliğin tesbiti konusu CAS’inin
işlemesinde temel darboğazlardan birisini oluşturmaktadır.
4. - ÖNERİ:
Devlet idaresi, vatandaşların kimlik belgesi sahibi olmalarını ve bir
konutlarını mutlaka kayda bağlamalıdır.
Sürekli konutsuzluk, batı ülkelerinde olduğu
gibi “serserilik” sayılmalı ve herkesin mutlaka sürekli oturduğu bir yer
açıklayacak durumda olması sağlanmalıdır. 21. yüzyıla geçtiğimiz bir dönemde
Türkiye gibi medeni bir ülkede bazı insanların sahipsiz yaratıklar gibi
yaşamakta bulundukları kabul olunamaz.
99. Kimlik tesbiti işlemlerinin kaç gün sürdüğü
(soru formu 8.2); tesbitler:
a) Genel
Olarak: Kimlik tespitinin kaç gün sürdüğü konusunda yapılan incelemede, 1117
dosyadan 609 unda (%54,5) sürenin bir gün olduğu, 11 olayda (%1) iki gün, 8
olayda (%0,7) üç gün, 3 olayda (%0,3) altı gün, 4 olayda yirmi dört gün (%0,3),
2 olayda ise yediyüz elli gün (%0,2) sürdüğü tespit edilmiştir.
b) Ağır Ceza Mahkemelerinin
görevine giren suçlarda: 61 olayda bir gün gerçekleşmiştir %63,4.
c) Asliye Ceza Mahkemelerinin
görevine giren suçlarda: 371 olayda bir gün sürmüştür %51,8.
d) Sulh Ceza Mahkemelerinin
görevine giren suçlarda: 176 olayda bir gün sürmüştür %57,9.
100. Kolluğun, şüphelinin ifadesini alıp almadığı
(soru formu 8.3.a); tespitler:
a) Genel
Olarak: İncelediğimiz 1117 dosyanın 677
adedinde (% 60,5) şüphelinin polis tarafından ifadesi alınmıştır. Diğer
hallerde alınmamış bulunması TCK 119’un
uygulanmasına dayanabilir. Nitekim Tesbit 17.4’de belirtildiği üzere, 233
(%20,9) adet önödeme uygulaması yapılmıştır.
b) Ağır Ceza Mahkemelerinin
görevine giren suçlarda: 77 % 80,2;
c) Asliye Ceza Mahkemelerinin
görevine giren suçlarda: 440 = %61,4;
d) Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 159 = %52,3.. e)
Önödeme ve Ceza Kararnamesi dışındaki suçlarda 851 olayda 581’inde (= %68,3).
Değerlendirme:
Böylece sanık ifadesinin alınması bakımından şu tesbit yapılabilir: Polis her
suçta sanığın ifadesini almamaktadır. Savcı da ifade almazsa, sanık hakkındaki
dava ifadesi alınmadan açılmaktadır. Bu durum müdafaa açısından sakıncalıdır.
4.a.- ÖNERİ: Alman Kanununda olduğu gibi,
ifade alınmadan dava açılmıyacağı hükmü getirilmelidir.
101. İfade alma süresi (soru formu 8.3.b); tespitler:
a) Genel
Olarak: İfade almanın kaç saat sürdüğü, 143 tutanağa kaydedilmiştir. Dosyaların
tümü dikkate alınarak yapılan değerlendirmede
36 olayda (%3,2) ifade almanın 15 dakika sürdüğü belirlenmiştir. 7 saat süren bir ifadeye de rastlanmıştır.
974 olayda
ifade alma süresi dosyaya kaydedilmemiştir.
b) Ağır Ceza
Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 72 dosyada süre belirlenmiştir.
Değerlendirme:
1991 yılı öncesi dosyalarda süre tutanağa hiç kaydedilmiyordu. 143 olayda kayıt
yapılmış olması CMUK 135a maddesi açısından önem kazanmaktadır. Uzun süren
ifade almalarda sanığın yorulması gündeme gelir.
Kanuna (CMUK
161) göre, her tutanağa zaman yazılması gerekirken, ifade alma süresinin az
sayıda tutanağa (143 olayda) yazılması,
kanunun tam olarak uygulanmadığını göstermektedir.
5.- ÖNERİ: Her türlü ifade almada, saat ve
dakika olarak sürenin tutanağa geçirilmesi, CMUK 135a maddesinin yasakladığı
hususların tesbiti bakımından olağanüstü önem taşır. Oysa uygulamada CMUK 161.
maddenin açık hükmüne rağmen, süre tutanağa tesadüfen geçirilmektedir. Saatin
tutanağa geçirilmemiş, olması elbetteki, bir bozma sebebi teşkil etmez; ancak
Yargıtay kararlarında bu usulsüzlüğe dikkati çeken tesbitlerin yer alması,
uygulamanın kanuna uygun hale getirilmesi bakımından fayda sağlayacaktır.
Poliste ikrar, mahkemede bundan cayma ve
polisi işkence ve baskı ile itham, Türkiye’de sanıkların başvurduğu mutad
uygulama halini almıştır. Aslında poliste ikrar, en samimi beyandır. Bu
keyfiyeti sakatlamak üzere, sanıklar ve vekilleri sistematik olarak baskı ve
işkenceden söz etmektedirler. CMUK 135 ve 135a maddelerin de ve 136. maddede
yapılan çok önemli değişikliğe rağmen, durum değişmemektedir.
Bu itibarla sanığın, poliste ifadesinin
alınmasından önce, Fransa’da olduğu gibi doktor muayenesine tabi tutulması ve
belirli aralıklarla muayenin tekrar edilmesi çok yerinde olacaktır.
102. Kesintilerin süresi(soru formu 8.3.c);
tesbitler: İncelenen olaylardan ancak 9 adedinde, “ara verdikten sonra”, yeniden
sorguya devam edildiği anlaşılmıştır. Rakam küçüktür ve netice çıkarmaya
elverişli değildir.
103. Poliste ifadesi alınırken sanığın suçu ikrar
etmesi (soru formu 8.4.a); tesbitler:
a) Genel
Olarak: 488 olayda (% 43.7) sanık
poliste suçunu ikrar etmiştir.
b) Ağır Ceza
Mahkemelerinin görevine giren suçlarda oran 51 = %52,9 dır.
c) Asliye
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda oran 335 = %46,7 dir.
d) Sulh Ceza
Mahkemelerinin görevine giren suçlarda oran 103 = %33,6 dır.
e) Önödeme ve
Ceza Kararnamesi dışındaki 851 dosyadadır: 422 = %49,6.
Değerlendirme:
Gerçek şudur ki, sanık poliste genel olarak suçunu ikrar ediyor. Bu ikrarda
baskının, işkencenin usulsüz ifade almanın hangi oranda etkisi bulunduğunu
tayni etmek mümkün değildir. Zira Türkiye’de yargılamada son soruşturmada ikrar
daima inkar ediliyor ve polisteki ikrar baskıya bağlanıyor.
6.- ÖNERİ: Adalet Bakanlığı tarafından 3 Ocak
1996 tarihinde DGM Başsavcılıklarına gönderilen genelge ile, sanıkların her 48
saatte bir, hiç olmazsa 96 saatte bir doktor muayenesinden geçirilmesi
istenmiştir. (110)
104. Sanığın suçu ikrar ediş biçimi (soru formu
8.4); tespitler:
a) Genel Olarak: 320 olayda (%28,6)
sanık suçunu tamamen, 46 olayda (%4,1) kısmen ve 127 olayda (%11,4) te’vil
suretiyle ikrar etmiştir.
b) Ağır Ceza Mahkemelerinin
görevine giren suçlarda: Tamamen 27 = %24,6; Kısmen 25 = %3,4; Te’vil Suretiyle
84 = %11,7 dir.
c) Asliye Ceza Mahkemelerinin
görevine giren suçlarda: Tamamen 230 = %32,1; Kısmen14 = %4,7; Teğvil Suretiyle
26 = %8,5 dir.
d) Sulh Ceza Mahkemelerinin
görevine giren suçlarda: Tamamen 63 =
%20,7; Kısmen 14 =%4,7; Te’vil Suretiyle
26 = %8,5 dir.
105. Polis tarafından tanık ifadesi alınması
(soru formu 8.5); tespitler:
a) Genel Olarak: 1117 olayın 303’ ünde
(%27,1) polis tanık dinlemiştir; oran:
b) Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine
giren suçlarda: 46 = %48;
c) Asliye Ceza Mahkemelerinin
görevine giren suçlarda: 181 = %25,2;
d) Sulh Ceza Mahkemelerinin
görevine giren suçlarda: 76 = %25;
e) Önödeme ve ceza kanunu
dışı: 287 = %31,4 dür.
Değerlendirme:
Olayların 2/3 ünde tanık dinlenmemiştir. Bu rakamlarda TCK 119 m. sözkonusu
olabilir.
Tanık dinleme
oranı çok düşüktür. Bu sebeple yargılama aşamasında tanıkları bulmak, tespit
etmek ve davetiye ile çağırmak veya ihzar etmek büyük zaman kaybına sebep
olmaktadır.
Rakamlar
hazırlık soruşturmasının özenle yapılmadığını göstermektedir ve ortaya
davaların gecikmesi bakımından önemli bir neden çıkmaktadır.
7.- ÖNERİ: Hazırlık soruşturmasının özenle yapılmamış
olması, bu araştırmanın ortaya çıkardığı temel bulgulardan birisidir.
Özensizlik değerlendirmesine, elbetteki, belirli bir takım tesbitlere
dayanılarak varılmaktadır. Bu tesbitlerden birisi de hazırlık soruşturmasında
tanıkların tesbit ve ifadelerinin alınmasının çok küçük oranda olmasıdır.
Yukarıda belirttiğimiz “check list” Önerisi yerine getirildiğinde bu özensizlik
geniş ölçüde giderilmiş olabilecektir.
106. Dinlenen tanık sayısı (soru formu 8.6.a);
tesbitler:
a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 154 ünde (%13,8) bir tanığın ifadesi
alınmıştır. 72 olayda (%6,5) iki tanık, 31 olayda (%2,7) üç tanık, 21 olayda
(%1,9) dört tanık, 9 olayda (%0,8) beş tanık dinlenmiştir. 2 olayda (%0,2) on
tanık dinlendiği gözlenmiştir.
b) Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: Bir kişi 16 olayda (%16,7), iki kişi 13 oayda;
c) Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: (% 13,8) 99 .
d) Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 39 olayda 1 kişi %12,7; 18 olayda 2 kişi % 6 dinlenmiştir.
107. Tanık ifadesi almanın süresi (soru formu
8.6.b); tesbitler:
a) Genel Olarak: Tanık dinlemenin kaç saat sürdüğü
konusunda 56 dosyada kayıt vardır.
Değerlendirme:
Elde edilen veriler bir değerlendirme yapmaya elverişli değildir.
108. Olay yerinde polis tarafından araştırma ve
inceleme (soru formu 8.7.a); tespitler:
a) Genel Olarak: Mahkemeye ve suça göre irdelemek
gerekir. Genel olarak 330
olayda olay yeri incelemesi yapılmıştır.
b) Ağır
Cezalı: Evet 34 = 35,7.
c) Asliye
Cezalık işlerde: 209 = %29,2.
d) Sulh
Ceza: 86 = %28,3.
e) Önödeme
ve Ceza Kararnamesi dışındaki 851 dosyadaki 276’sında (%32,5) araştırma
yapılmıştır.
Değerlendirme: Polis tarafından olay yeri
incelemesi yapıldığı haller düşük orandadır. Bunun nitelikli adaletin
gerçekleştirilmesi ve işin sonucuna
çabuk ulaştırılması bakımından büyük mahzur doğurduğu söylenebilir.
8.-
ÖNERİ: Polis tarafından olay yeri incelemesinin yapılması, ağır cezalı işlerde
mutad hale getirildiği halde, asliyelik suçlarda düşük orandadır.
Olay
yeri incelemesinin hemen yapılmaması suçlara ait önemli delillerin kaybolmasına
neden olur. Bu itibarla usul kanununa hazırlık soruşturmasında olay yeri
incelemesi yapılmasını mecburî kılan bir hüküm eklenmeli ve bundan, olayın çok
açık ve delillerinin ortada bulunduğu hallerde, gerekçesini göstermek suretiyle
sarfınazar edilmesi mümkün olmalıdır.
109. Olay yerinde kaç kere
araştırma ve inceleme yapıldığı (soru formu 8.7.b); tespitler:
a) Genel
Olarak: Olay yeri incelemesi 286 olayda (%25,6) bir defa, 30 olayda 2 defa
(%2,7).
b) Ağır
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda 1 kere 28 olayda %29,31, iki kere 4
olayda (%4,4).
c) Asliye
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 183 olayda 1 defa %25,6, 20 olayda
2 defa %2,8.
d) Sulh
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 75 olayda 1 defa %24,6; 5 olayda 2
defa % 1,7.
e) Önödeme
ve Ceza Kararnamesi dışındaki suçlarda: 235 olayda 1 defa (%27,6), 30 Olayda 2
defa (%3,5).
110. Bütün araştırma ve
incelemelerin toplam olarak kaç saat sürdüğü (soru formu 8.7.c); tespitler:
Bu süreler belli olmadığı için, araştırmaların gecikmeye ne ölçüde neden olduğu
tespit olunamıyor.
Değerlendirme: Görülüyor ki, araştırma ve
incelemelere başlayış ve sona eriş sürelerinin tesbit edilmemiş olması hazırlık
soruşturmasında bekleme süresinin tam olarak tesbitine imkan vermemektedir.
111. Araştırma işlemi
yapılırken şüpheli hazır mıdır? (soru formu 8.7.d); tespitler:
a) Genel
Olarak: 1117 dosyadan 205 olayda (%18,3)
sanık olay yerine götürülmüştür.
b) Ağır
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 19 =%19,6.
c) Asliye
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 134 = %18,7.
d) Sulh
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 52 =%17,1.
Değerlendirme: CMUK’a göre tutuklu olmayan
şüpheli, usul işlemlerinde hazır bulunmak imkanına sahiptir. Oran, %18,3 tür.
Usule ve esasa uygunluk bakımından ve savunma yönünden sağlıklı bir rakam
olduğu söylenebilir.
112. Vücudun muayenesi,
alkol veya muayeneye dayanan uyuşturucu testi, kızlık muayenesi ve benzeri
işlemler yapılmış mıdır? (soru formu 8.8); tesbitler:
a) Genel
Olarak: İncelediğimiz 1117 dosyadan 232 sinde (%20,8) muayene işlemi
yapılmıştır. Kızlık muayenesi 9 = %9;
Alkol muayenesi 4 = %4; Vücut muayenesi
19 = %19,3.
b) Ağır
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 34 = %35; Kızlık muayenesi 24 =
%3,3; Alkol muayenesi 77 = %10,8; Vücut muayenesi 26 = %3,6; yuşturucu madde
muayenesi 3 = %0,04.
c) Asliye
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda:131 = %18,3; Kızlık muayenesi 3 = %1; Alkol muayenesi 43 = %14; Vücut
muayenesi 19 = %6,2; Akli muayenesi 1 = %0,03.
d) Sulh
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 67 = %22.
Genel adab aleyhine işlenen suçlarda
(cinsel suçlarda ve edeb törelerine karşı suçlarda) %87,2 oranında kızlık muayenesi
yapılmıştır.
Değerlendirme: Ülkemizde kızlık muayenesi
yaptırılması, basında eleştiri, hatta alay konusu yapılmaktadır. Oysa
kanunlarımızın uygulaması bakımından bazı hallerde kızlık muayenesi,
sorumluluğun, suçluluğun (ırza geçme, alacağım diye kandırıp kızlık bozma, ırza
geçmede mayubiyet) ve delil tesbiti bakımından zorunludur. Mahkemelerin bu yola
yoğunlukla başvurdukları anlaşılıyor. Bunda ise anormal nitelik yoktur.
9.-
ÖNERİ: CMUK 74. madde sanığın aklî
haletinin tesbiti için gözlem altına alınmasına imkân veriyor. Bunun dışında
sanığın veya mağdurun bedensel muayenelerinin ne surette yapılacağı, meselâ
şüpheli veya sanıktan veya mağdurdan zorla kan alınıp alınamayacağı, delil
tesbiti amacıyla şüpheli sanık veya mağdurdan saç, kıl, deri, tırnak gibi
örneklerin zorla alınabileceğine dair hüküm yoktur. Sadece 66. maddede savcının
gerekli gördüğünü muayene ettireceğine dair hüküm varsa da bunun kapsamı
belirlenmiş değildir. Kaldı ki, mahkeme bakımından hiç bir hüküm yoktur.
Bu
itibarla söz konusu muayenelere ve parça almalara, kapsamını da belirtmek
suretiyle, nasıl başvurulacağına, kişilerin bu muayenelere katlanmaya
mecbur olup olmadıklarına
ilişkin hükümlerin CMUK’a eklenmesi
biran önce gerçekleştirilmelidir. (Yeni
2000 CMUK tasarısında, bu husus ayrıntıları ile düzenlenmiştir).
113. Yapılan muayene türleri
ve sayısı (soru formu 8.8.a); tespitler:
a) Genel
Olarak: 1117 dosyadan 127 sinde (%11,1) alkol muayenesi, 64 ünde (%5,7) vücudun
herhangibir bakımdan muayenesi ve 31 inde de (%3,2) kızlık muayenesi
yapılmıştır. 1 olayda livata fiili muayenesi, 1 olayda akli denge muayenesi, 3
olayda uyuşturucu madde muayenesi ve 3 olayda da otopsi yapılmıştır.
114. Muayene için rıza
alınmış mıdır? (soru formu 8.8.b); tesbitler:
a) Genel
Olarak: İncelediğimiz 1117 dosyanın 8 inde (%0,7) muayene için rıza alınmıştır.
b) Ağır
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 3 = %3,1; Fizik inceleme 22 =
%22,5; Gerçekliğin incelenmesi 3 = %2,9; Kimyasal analiz 1 = %1; Uyuşturucu
madde analizi 7 = %7; Tıbbi inceleme 2 = %1,6.
c) Asliye
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 2 =%0,02.
d) Sulh
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 4 = %1,2.
Değerlendirme: Belirli hallerde sonuca
varabilmek için sanığın veya mağdurun muayenesi zorunludur. Rıza halinde mesele
yoktur. Ancak rıza bulunmadığında bu muayenenin nasıl yapılacağını, sözgelimi
Alman Kanunundan farklı olarak, Türk hukuku tespit etmemiştir.
Bu rakamlar bakımından dikkati çeken husus
ancak 8 olayda vücut muayenesi
bakımından kişiden izin alınmış olmasıdır. Öyle anlaşılmaktadır ki, kanuna göre
imkân veren hüküm mevcut bulunmadığı halde, sanki bu hükümler varmış gibi işlem
yapıldığı görülmektedir.
Özellikle kızlık muayenenin konusu ve bu
bakımdan yapılan muayeneler medya tarafından çarpıtılmakta ve savcılık hakkında
kötü bir imajın tessüsüne imkan verecek biçimde yayınlar yapılmaktadır.
Oysa, bazı suçlardan dolayı delil tesbiti
bakımından ve müdafaa hakkı yönünden kızlık muayenesi yapılması zorunludur.
Sözgelimi, ırza tecavüz suçunda mayubiyet cezanın ağırlaştırılması sebebidir.
Mayubiyet ise, kızlığın bozulması demektir. Yine, alacağım diye kandırıp kızlık
bozma suçunda, suçun maddî unsuru, kızlığın bozulmasıdır. Bunlar usulünce
tesbit edilmeden mahkemenin kararı vermesi mümkün değildir.
115. Laboratuarda inceleme
yapılmış mıdır? (soru formu 8.9); tesbitler:
a) Genel
Olarak: İncelediğimiz 1117 dosyanın 179 adedinde (%16,1) laboratuar incelemesi
yapılmıştır.
b) Ağır
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 36 = %37,6.
c) Asliye
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 117 = %16,4.
d) Sulh
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 26 = %8,5.
116. Cevap evet ise, hangi
konuda laboratuvar incelemesi yapıldığını
yazınız. (soru formu 8.9.a); tespitler:
a) Genel
Olarak: Laboratuarda yapılan incelemenin konusu bakımından dosyalardan alınan
bilgiler şöyledir: 112 olayda (%10) fizik inceleme, 30 olayda (%2,7) uyuşturucu
madde analizi, 10 olayda (%0,9) kimyasal analizler, 16 olayda (%1,4)
gerçekliğin incelenmesi yapılmıştır. Ayrıca 2 olayda tıbbi inceleme, 1 olayda yazı karşılaştırılması, 2 olayda
parmak izi incelemesi ve 1 olayda grafolojik inceleme yapılmıştır.
Değerlendirme: Fizik inceleme ve
uyuşturucu madde incelemesi sayısı çok olduğu halde, diğerleri azdır. Parmak izi
incelemesi çok düşük orandadır; ancak işlemlerin süreleri hakkında bilgi elde
edilememiştir.
117. İncelemeler hangi
laboratuvarda yapılmıştır? (soru formu 8.9.b); tespitler:
a) Genel
Olarak: İncelenen 1117 dosyanın 149 unda (%13,3) İstanbul Kriminal Polis Laboratuvarında inceleme yapılmıştır.
(İst Krim Lab. 31 = %31,7) 6 olayda (%0,5) hastane, 2 olayda (%0,2) adli tıp, 9
olayda (%0,8) hıfzısıhhada, 3 olayda (%0,3) İstanbul dışı kriminal
laboratuvarlardan birinde inceleme yapılmıştır.
10.-
ÖNERİ: Kriminal Laboratuvarlar, suçun iz
ve delillerini ortaya çıkarmak bakımından olağanüstü önem taşır. Ancak
buralarda incelemelerin çok ciddîyetle ve dürüstlük içinde yapılması
gereklidir. Uyuşturucu maddeler gibi, değeri çok yüksek maddelerin
incelenmesinde görevliler tahammülü güç baskılar altında kalabilirler. Bu
itibarla kriminal laboratuvarların sayısı artırılmalı ve tetkikler değişik
laboratuvarlara, aynı zamanda gönderilebilmelidir.
118. Delil elde etmek için
araştırma yapılması gerekmiş midir? (soru formu 8.10); tespitler:
a) Genel
Olarak: 1117 dosyadan 232 sinde (%20,7) delil elde etmek için araştırma
yapılmıştır.
Araştırma süresi bakımından yapılan
incelemede 78 olayda (%7) 1 gün, 19 olayda (%1,7) iki gün, 8 olayda (%0,7) 4
gün, 3 olayda (%0,3) 15 gün, 4 olayda (%0,4) 61 gün, 1 olayda (%0,1) 112 gün
süre geçmiştir.
b) Ağır
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 40 = %41,8.
c) Asliye
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda.
d) Sulh
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 35 = %11,6
Değerlendirme: Yargılama süresinin
uzamasının temel sebeplerinden birisi, delil araştırmasının mahkemece
yapılmasıdır. Polisin, savcının bu hususta gerekli gayreti göstermedikleri
anlaşılmaktadır.
Uzun süre devam eden araştırmalar
enderdir. Olayların büyük çoğunluğuna ait araştırmalar bir veya iki gün
sürmektedir. Uzun süren araştırmalarda ise failin ele geçirilemediği
anlaşılmaktadır.
11.-
ÖNERİ: Adlî işleri yöneten Polis kısmı,
işler hale getirilmelidir. Adlî Polis ile ilgili önerilere bakınız.
119. Olayın tanığının ele
geçirilmesi için araştırma yapılmış mıdır? (soru formu 8.11); tespitler:
a) Genel
Olarak: 1117 olaydan 35 inde araştırma vardır (%3,2). Araştırma süresi 18
olayda (%1,6) 1 gün, 4 olayda (%0,3) 2 gün, 1 olayda (%0,1) 16 gün olarak
tespit edilmiştir.
b) Ağır
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 8 = %7,9.
c) Asliye
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 23 = %3,2.
d) Sulh
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 5 = %1,7.
Değerlendirme: Sistematik olgu bu konuda
da kolluk tarafından araştırmaların iyi yapılmamasıdır.
Sebep: Yetişkinlik, göreve karşı
motivasyon, özel uzmanlık bilgisi noksanı, medyanın haklı, haksız, görev yapan
polisi hedef alan yayınlarının neden olduğu ürkmedir.
Adli hizmet görecek olan polisi ayrıca
yetiştirmek gereklidir. Özellikle ceza usulü bilgisini iyi bir şekilde
nakletmelidir. Genç polislerin belirli bir staj döneminden geçirilerek
eğitilmesi zorunludur.
Model, olaya el konduğu gün mümkün olanın
yapılması, sonradan işin takip edilmemesidir.
Tesbit olunan husus şudur: olayın intikali
üzerine, hemen, bir iki gün içinde ne yapılırsa yapılıyor; sonra dosya uykuya
yatıyor. Dosyanın yeniden aktive edilmesi tesadüfen bir delil bulunmasına bağlı
olarak gözüküyor. Bunun temel nedeni, İlgili polis elemanlarının meşgul olacağı
olayların üst üste yığılması, Polis ekibine bir işi bitirdikten sonra yeni bir
işin verilmemiş olmasıdır.
12.-
ÖNERİ: 8.11 sayılı soru dolayısı ile
elde edilen bilgiler polis tarafından araştırma noksanının ne gibi sebeplere
dayalı olduğunu göstermektedir. Bu sebepler poliste yetişkinlik sağlanması,
noksan uzmanlık bilgisinin ikmal edilmesi suretleriyle de bütünile ortadan
kaldırılamaz.
Türkiye’de
marksist basın öteden beri polisi pasifize etmek amacı ile yayın yapmış, halkta
polis imajını kötülemek bakımından ileri derecede faaliyette bulunmuştur. Halen
marksist olmayan liberal basın ve medya da aynı akıma kendisini kaptırmış
gibidir. Bu tutum polisin motivasyonunu sakatlamak bakımından çok kötü etkiler
yapabilir.
TCK
159. madde emniyet ve muhafaza kuvvetlerinin manevi şahsiyetini tahkir fiilini
cezalandırıyor ve fakat bu güce dahil olan daha küçük grupların tahkiri,
Yargıtay İçtihatları çerçevesinde, suç teşkil etmemektedir. Oysa Anglo-Amerikan
hukukunda (Group libel) denilen ayrı bir suç türü bu nevi zarar verici
isnatların önlenmesini mümkün kılmaktadır. Bu bakımdan, Ceza Kanunumuza gerekli
hükmün eklenmesi tavsiye olunur.
120. Şüphelinin veya Sanığın
ele geçirilmesi için araştırma yapılmış mıdır? (soru formu 8.12.a);
tespitler:
a) Genel
Olarak: 1117 dosyanın 179’unda (%16) sanığın araştırılması için polis
tarafından çalışma yapılmıştır.
b) Ağır
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 46 = %47,7.
c) Asliye
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 102 = %14,2.
d) Sulh
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 31 =%10,2.
Değerlendirme: Dava açılmış olduğuna göre,
şüpheli veya sanığın elinde bulunduğu
yahut hemen yakalandığı anlaşılıyor.
Rakamlar, şüphelinin veya sanıkların
yakalanması bakımından polisin etkili olduğunu gösteriyor. Failin ele geçirilmesi bakımından, gecikme
itibariyle bir problemin olmadığı anlaşılıyor.
Türkiye’de faili meçhul cinayetler konusu
basın ve TV’ler tarafından ileri derecede abartılıp istismar edilmektedir.
Terörün geniş ölçüde yaygın olduğu bir ülkede faili meçhul suçların çok sayıda
olması doğaldır. Suçlara ait aydınlatma oranının yüksek olduğu yukarıda
açıklanmıştır. Terör suçları ayrı bir inceleme konusudur.
121. Cevap evet ise,
araştırma kaç gün sürmüştür (soru formu 8.12.b); tespitler:
a) Genel
Olarak: Sanığın yakalanması için 63 olayda 1 gün, 12 olayda (%1,1) 2 gün, 3
olayda 3 gün (%0,3), 4 olayda (%0,4) 30 gün, 4 olayda (%0,3) 141 gün, 1 olayda
(%0,1) 228 gün uğraşılmıştır.
b) Ağır
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 15 olayda 1 gün (%15,9).
c) Asliye
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 40 olayda 1 gün (%5,5).
d) Sulh
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda.
Değerlendirme: Polisin şüpheli veya sanığı
yakalama bakımından başarılı olduğu anlaşılmaktadır; genel olarak polis,
gerçekten istediğinde, suç faillerini yakalayabilmektedir.
122. Polis soruşturmasında
ancak hakim tarafından yapılabilen soruşturma işlemleri fiilen hakim tarafından
yapılmış mıdır? (soru formu 8.13.a); tespitler:
a) Genel
Olarak: 1117 dosyadan 157’sinde (% 14) hakim tarafından işlem yapılmıştır.
b) Ağır
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 39
(%40,4).
c) Asliye
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 108 = %15,1.
d) Sulh
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 10 = %3,1.
Değerlendirme: Bu tesbitler, “gecikmesinde
mazarrat bulunan haller” istisnasının kural haline getirildiğini
göstermektedir. Bu ise, adaletin vasfı
(kalitesi) bakımından dikkati çekici bir tesbittir. Temel sebep örgütlenme kusurudur.
Polis ihtiyaç hasıl olduğu hallerde hemen, vakit kaybetmeksizin hakime başvrup
karar almak imkanına sahip olsa, elbetteki, ceza, usulünün vermiş bulunduğu bu
imkânı fazla kullanmaz. Amerika’da bazen hakim kararı telefonla
alınabilmektedir. Örgütlenme kusuru olduğu aşikârdır.
13.-
ÖNERİ: Kanunun belirli işlemlerin ancak
istisnai hallerde polis tarafından yapılabileceğine dair olan hükümleri, hemen
daima, kural halini alır. Yabancı ülkelerde de durum genellikle bu tesbite
uygundur. Polis genel olarak hâkimden karar almanın uzun ve zahmetli
gecikmelere neden olacak nitelikte bulunduğu hallerde istisna teşkil eden bu
nevi hükümleri kullanır. Bunun içindir ki, bazı ülkelerde hâkime başvurma
kolaylaştırılmıştır. Bizde de, özellikle büyük şehirlerde bu hususta görevli
hâkimlerin polise ait kuruluşlarda nöbetle görev yapması sağlanabilir. Zorunlu
hallerde bu hâkime, sonradan yazı ile teyid edilmesi suretiyle, telefonla
başvurulması da kanun hükmüne bağlanabilir. Usul Kanununa bu bakımdan hüküm
eklenmesi çok yerinde olacaktır.
Bu
hususta savcıların gerekli ilgiyi göstermedikleri, bunun da motivasyon
noksanından ileri geldiği ayrıca eklenmelidir.
123. Cevap evet ise, hangi
işlem yapılmıştır? (soru formu 8.13.b);
tespitler:
a) Genel
Olarak: 1117 dosyadan 168 olayda çeşitli hakim işlemleri yapılmıştır. Dağılım
şöyledir:
67 olayda (%6) sorgu, 40 olayda (%3,6)
tutuklama kararı, 32 olayda (%2,9) arama kararı, 15 olayda (%1,3) sorgu ve
tutuklama kararı, 8 olayda (%0,7) toplatma kararı verilmiştir.
b) Ağır
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: Sorgu 17 (17,2); Arama kararı 4 =
%4,6; Tutuklama kararı 10 = %10,3.
c) Asliye
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: Sorgu 5 = %2,5; Arama Kararı 4 = %1,5; Tutuklama Kararı 2 = %0,05;
Toplatma Kararı 5 = %0,03.
d) Sulh
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda.
Değerlendirme: 1117 olayın 168 ‘inde
hakimin işlem yaptığı görülmüştür. 1117 dosyada hakimin müdahale ederek
yaptıracağı işlemlerin çok daha fazla olması gerekirdi.
124. Sanık hakları ile ilgili
sorular: Arama, el koyma (Rızaya dayanan aramalarda) Sanığa rıza gösterme hakkı
olduğu söylenmiş midir? (soru formu 9.1.a); tesbitler:
a) Genel
Olarak: İncelenen 1117 dosyadan 16 sında (%1,4) sanıktan rıza talep edilmiştir.
b) Ağır
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 3 = %2,7.
c) Asliye
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 6 = %0,08.
d) Sulh
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 8 = %2,5.
Değerlendirme: Öyle anlaşılmaktadır ki,
mesken veya iş yerinin aranması hususunda sanığın rızası olup olmadığı
sorulduğunda, ilgililer çok yüksek oranda olarak rıza beyan etmektedirler. Asıl
önemli olan, bu gibi hallerde suça ait eser veya delillerin hangi oranda ele
geçirilebildiğidir. Araştırma bu hususta
bilgi sağlamaya imkân vermemiştir.
125. Elkoymada, tanıklıktan
çekinme hakkı olduğu hallerde eşyayı teslim etmeme hakkı olduğu önceden kişiye
bildirilmiş midir? (soru formu 9.1.b); tesbitler:
a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 2 sinde
(%0,2) eşyayı teslim etmeme hakkı söylenmiştir.
b) Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 0.
c) Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 0.
d) Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 2 = %0,06.
126. Tutuklama ile ilgili
sorular: Tutuklamada altı aya kadar hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektiren
suçlarda tutuklama kararı verilmiş midir? (Tutuklama kararında suçun toplumda
infial uyandırması veya ikametgâh bulunmaması gibi nedenler dile getirilmiş
midir?) (soru formu 9.2.a); tespitler:
a) Genel
Olarak: İncelenen 1114 dosya içerisinde, 6 aya kadar hürriyeti bağlayıcı cezayı
gerektiren suçlardan tutuklama kararı, 53 olayda (%4,8) verilmiştir.
b) Ağır
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 9 = %9,2.
c) Asliye
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 39 = %5,5.
d) Sulh
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 5 = %1,6.
Değerlendirme: altı aydan az hürriyeti
bağlayıcı cezayı gerektiren hallerde kanun ancak suçun toplumda infial
uyandırması gibi nedenlerle tutuklamaya imkan vermektedir. Suçun umumî infial
uyandırması çok istisnai hallerde söz konusu edilebileceğine göre, %4,8 sayısı,
suçun İstanbul da işlenmiş bulunduğuna yani kozmopolit bir çevrede işlendiğine
göre, konut veya ikametgâh bulunmamasına dayandırılmış olmak gerekir. Bu rakam
çok önemli bir sosyal probleme delalet etmektedir. Şehirde sabit bir yeri
olmayan yüz binlerce kişinin yaşamakta olduğu anlaşılıyor.
Bu hal, İstanbul suçluluğu bakımından en
başta gelen darboğazlardan birisidir. Gerçek şudur ki, belirli bir oranda
tutuklanmamış olan sanığın bir daha ele geçirilmesi olağanüstü zor olmaktadır.
14.-
ÖNERİ: CMUK’un 114. maddesinde yer alan ve altı aydan az cezayı gerektiren
hallerde suç, toplumda ihfial uyandırdığında sanığın tutuklanmasına ilişkin
hüküm doktrinde çok eleştirilmektedir. Bu gibi hallerde tutuklama bir koruma
tedbiri (delili koruma) olmaktan çıkmakta ve toplumu teskine yönelik bir tedbir
niteliğini almaktadır. Bu gibi tutuklamalar, şüpheli veya sanığı toplumun fiili
hareketlerine karşı korumak için yapılabilir.
Bu
nedenle, hafif suç işleyen kişiyi toplumun fiilî tepkilerinden korumaya imkân
verebilecek veya failin yarıda kalmış suçlarını tamamlamasına neden olacak bir
takım tedbirleri almak yetkisini veren usul hükümlerinin kanuna eklenmesinde
yarar olabilecektir.
127. Tutuklamada CMUK 104/4 uygulanmış mıdır? Yani soruşturma
konusu fiilin önemi dikkate alındığında tutuklamanın haksızlığa sebep
olabileceği düşünülerek bir başka yargılama önlemine başvurulmuş mudur? (soru
formu 9.2.b); tespitler:
a) Genel
Olarak: 1117 dosyadan sadece 5 inde (%0,5) Kanunun öngördüğü (m.104/4)
orantılılık ilkesi uygulanmıştır.
b) Ağır
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda:
2 = %2,3.
c) Asliye
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda:
2 = %0,02.
d) Sulh
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 1 = %0,04.
e) Gerçek
davalar: 5 = 0,08.
Değerlendirme: Kanuna yeni giren bu hükmün
yerleşmiş adli kültürün etkisinde henüz fiilen uygulamaya intikal etmediği
anlaşılıyor.
128. Gıyabî Tutuklama kararı
verilirken (CMUK 106) müdafi hazır bulundurulmuş mudur? Şüpheli veya sanığa
tutuklama müzekkeresinin tebliğinde tutuklama kararına itiraz hakkı olduğu
bildirilmiş midir? (CMUK 106/4) (soru formu 9.2.c); tespitler:
a) Genel
Olarak: 1117 dosyadan 13 ünde (%1,2) sanık hazır olmadan tutuklama kararı
verilirken müdafi hazır bulundurulmuştur.
b) Ağır
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 3 = %3.
c) Asliye
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 11 = %1,5.
d) Sulh
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: yok.
e) Gerçek
davalar: 13 = %1,6.
Değerlendirme: Almanya’da gıyabi tutuklama
kararı gizli alınır. Bizde 1992 değişikliği ile giren bu hüküm, sanığın kaçması
ihtimalini kuvvetlendireceği için esasta sakıncalıdır.
16.-
ÖNERİ: 1992 değişikliği gıyabî tutuklama kararının gizli olarak alınması
usulünü Alman hukukundan farklı olarak getirmiştir. Ancak karar alınırken
müdafiin bulunabilmesi de kabul edilmiştir. Sanığın kaçması ihtimalini kuvvetli
hale getiren bu hüküm değişikliği yerinde olmamıştır. Değiştirilmesi uygun
olur.
129. Yakalama ile ilgili
sorular: Üç veya fazla kişinin iştiraki ile işlenen bir suç ise C. Savcısı dört
günlük süre uzatma emri vermiş midir? (soru formu 9.3.a); tesbitler:
a) Genel
Olarak: 1117 dosyanın 42 sinde (%3,7) savcı
günlük uzatma emri vermiştir.
b) Ağır
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 9 = % 9,1.
c) Asliye
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 31 = %4,3.
d) Sulh
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda:
0
e) Gerçek
davalar: 41 = %4,9.
Değerlendirme: Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesince tespit edilen esaslara uygundur. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
Türk iç hukukunun temel kaynaklarından birisidir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu
E.1996/6-2, K. 1996/33 sayılı ve 12.4.1996 tarihli kararında (YKD Nisan 1996,
Sayı 4, S. 621) bu hususu açık seçik belirtmiştir. Bu itibarla, adli bir merci
olan savcının dört güne kadar uzatması, delillerin toplanmasını kolaylaştırması
bakımından davayı uzatıcı bir etki sayılmaz. Kaldı ki, savcıların bu kararları
otomatik olarak vermedikleri anlaşılıyor.
17.-
ÖNERİ: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin hükümleri ve Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesince verilen kararlar, yargılamada mutlaka gözönünde bulundurulmalıdır.
Hukuk Fakültelerinde de ceza muhakemesi hukuku derslerinde söz konusu
içtihatlar konusunda bilgi verilmesi hususunda özen gösterilmelidir.
130. Savcının ilk dört
günlük süre uzatmasından sonra Sulh Hakimi süreyi sekiz güne kadar uzatmış
mıdır? (soru formu 9.3.b); tesbitler:
a) Genel
Olarak: 1117 dosyanın 12 sinde (%1,1) sulh hakiminin gözaltı süresini sekiz
güne kadar uzattığı belirlenmiştir.
b) Ağır
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 1 = %1,5.
c) Asliye
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 9 = %1,3.
d) Sulh
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda:
0
e) Genel
davalar: 12 = %1,4.
131. Yakalamaya
karşı Sulh Hakimine başvurulmuş mudur? (soru formu 9.3.c); tesbitler:
a) Genel
Olarak: 1117 dosyadan sadece 5 inde yakalama işlemine karşı sulh hakimine
başvurulmuştur.
b) Ağır
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 1 = % 1,5.
c) Asliye
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda:
2= %0,03.
d) Sulh
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda:
1 = % 0,04.
e) Gerçek
davalar: 5 = %0,06.
Değerlendirme: Beş kişi başvurmuştur.
Başvuru oranı çok düşüktür. Burada temel bir anayasal hak söz konusu olduğuna
göre, daha geniş ölçüde itirazın yapılması gerekirdi. Yasal olanağa karşın
şüphelilerin veya yakınlarının müdafi yardımından yararlanmamaları bu hususta temel
nedendir.
15.-
ÖNERİ: Adalet sisteminde gerçekleştirilen reformların hayata geçirilmesi
bakımından Adli Kültür’ün etkisi aşikârdır (Bu hususta Birinci Kısıma bakınız).
Bu keyfiyet, yazılı kurallara ve Yargıtay içtihatlarına diğer ülkelerden çok
daha fazla değer veren adlî personelimiz bakımında da geçerlidir. Bu itibarla
reformla beraber, adlî kültür değerlerinin değiştirilmesi hususunda uygulanacak
stratejiler bakımından Birinci Kısıma bakılmalıdır.
132. Yakalama süresinin
uzatılmasına karşı, C. Savcısının yazılı emrine veya yakalama işlemine
karşı Sulh Hakimine başvurulmuş mudur?
(soru formu 9.3.d);
tesbitler: Hiç başvuru yoktur.
Sebep ve Çare : Aynıdır (15. ÖNERİ’ye
bakınız).
133. Yakalama süresinin
dolması veya hakimin serbest bırakma
kararı üzerine serbest bırakılan kişi tekrar yakalanmış mıdır? (soru formu
9.3.e); tesbitler:
a) Genel
Olarak: 1117 dosya içerisinde, serbest bırakılan kişinin tekrar yakalandığına
dair bir veri mevcut bulunmamaktadır.
Değerlendirme: Elimizdeki dosyaların verilerine
göre, bu konuda ileri sürülmüş bazı iddialara rağmen, yeniden yakalanma
olaylarına hemen hemen hiç rastlanmamıştır; kanunun hükümlerine uyulduğu
anlaşılmaktadır.
134. İfade Alma: İfade almak
için çağırılan kişiye isnad edilen suç zorla getirme sebepleri davetiyede
yazılı olarak bildirilmiş midir? (CMUK 133) (soru formu 9.4.a); tesbitler:
a) Genel
Olarak: 1117 dosya içerisinden 71 olayda çağırılan kişiye davetiyede isnat
bildirilmiştir.
b) Ağır
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda:
7 = %6,9.
c) Asliye
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda:
50 = %7.
d) Sulh
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 14 = %4,7.
e) Gerçek
davalar: 67 =%7,9.
Kanunun açık hükmüne karşın, yasal gereklerin
yerine getirilmemesi ilgisizlik, motivasyonsuzluk, adli kültür ve personel
eksikliği, savcıların pesoneli denetimdeki ihmaline dayanmaktadır.
15.
ÖNERİ: Yukarıda 15. nolu öneriye bakınız.
18.-
ÖNERİ: CAS’inin iyi işlememesinin temel sebeplerinden birisini oluşturan adlî
kültüre 15 No’lu öneride değinilmiştir. Bunun yanında iki husus ayrıca
vurgulanmalı ve gerekli çareler bulunmalıdır.
a)
Savcıların görevlerini çok daha
dikkatli yapmalarını sağlayacak bir denetim mekanizması tesis edilmeli ve ciddîyetle
yürütülmelidir; herşeyden önce, bütün Türkiye’deki savcıları kapsayan bir
Başsavcılık makamın ihdası düşünülmelidir. Bu makamın yetkileri, atanması
usulü, teşkilâtı ayrı bir kanunla belirtilmelidir. Savcıların etki altında
kalmaksızın, tam tarafsız biçimde görev yapabilmeleri bakımında, böyle bir
teşkilât esaslı bir güvence teşkil edeceği gibi, ayrıca göreve karşı daha
özenli bulunulmasının bir unsurunu da oluşturacaktır.
b)
CAS’inin işlemesi bakımından temel
insan unsurlarının başında, savcılıklara ve mahkemelere bağlı idare
mekanizmasının elemanları gelir. Bunların mutlaka belirli bir öğretim ve staj
dönemine tâbi tutulmaları zorunludur. Yabancı ülkelerde bu personel, esasta
hukuk mezunları arasından seçilmektedir.
135. Yakalanan veya tutuklu
bulunan kişi ifadesi alınmadan önce müdafi ile başkalarının duyamayacağı bir
ortamda görüşme fırsatı bulabilmiş midir? (CMUK 144) (soru formu 9.4.b);
tesbitler:
a) Genel
Olarak: 1117 dosyadan sadece 34’ünde
(%3) görüşme sağlanmıştır.
b) Ağır
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 1 = %1,5.
c) Asliye
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda:
31 = %4,3.
d) Sulh
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 2 = % 0,05.
e) Gerçek
davalar: 33 = %3,9.
Değerlendirme: Bulgu, Avrupa standartlarına
aykırı bir tutumu ortaya koymaktadır. bu hal, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince
Türkiye’nin tazminata mahkûmiyetine neden olabilir. Gerçekten dosyalarda, m.
144 gereğince müdafi ile görüşme yapıldığına veya bu hususun talep edilmediğine
dair zabıt bulunmazsa, dava halinde ülkemiz mahkûm edilebilir.
Bu durum ülkemizde CAS’inin işleyişinde,
temel müdafaa haklarından birisini oluşturan, müdafi ile temas imkânının
yeterli derecede ve özenle tesis edilmediği izlenimini husule getireceğinden,
Ceza Adaletinin niteliği bakımından şüpheli bir durumu ortaya çıkaracaktır.
19.-
ÖNERİ: Yakalanan veya tutuklu bulunan kişinin ifadesi alınırken müdafii ile
temasının sağlanmış olması, nitelikli adaletin zorunlu bir şartını
oluşturduğundan, bu hususu gerçekleştirecek uygulamaların yerleştirilmesi
zorunludur. Ancak tabiî olarak terör suçlarında, çıkar amaçlı örgüt suçlarında
ve uyuşturucu madde suçlarında böyle bir mecburiyet sözkonusu edilemez. Bu
hususun kanunlarda belirtilmesi uygun olur.
136. Kimlik tespiti yapılmış
mıdır? (soru formu 9.4.aa);
tesbitler:
a) Genel
Olarak: 1117 dosyadan 702 sinde (%62,8) kimlik tespiti yapılmış, 13 olayda
(%1,2) kimlik tespit edilmemiştir.
b) Ağır
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda:
86 = %89,4.
c) Asliye
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 453 = %63,2.
d) Sulh
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 163 = %53,6.
e) Gerçek
davalar: 610 = %71,7.
Değerlendirme: 13 olayda kimliğin tespit
edilmemesi, bu hususta polisin gerektiği kadar özenli çalışmadığını göstermektedir.
20.-
ÖNERİ: Kolluğun kimlik tesbitinde çok daha çevik olmasını sağlayacak idari
tedbirler alınmalıdır.
137. Kişiye, kendisine isnad
edilen suç anlatılmış mıdır? (soru formu
9.4.c. bb); tesbitler:
a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 621 adedinde
(%55,5) isnad edilen suç anlatılmış, 63 olayda (%5,6) anlatılmamıştır. Tesbitte
621+63 olay dışında kalanlarda önödeme veya ceza kararnamesi tatbikatı yapılmış
olabilir. Gerçek durumun dosya içeriğine göre tesbit olunamamış bulunması da
mümkündür.
Müdafaa
bakımından üzerine suç atılan kimseye, hakkındaki suçun anlatılmamış olması,
savunma hakkını ihlal eder.
b) Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 73 = %75,9.
c) Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 412 = % 57,5.
d) Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 136 = %44,5.
e) Gerçek davalar: 546 =%64,1.
21.- ÖNERİ: Takibâta uğrayan kişi, hangi
suçtan dolayı töhmet altında bulunduğunu bilmezse, kendisini yeterince
savunamaz. Yerleşmiş adlî kültürden kaynaklanan bu sakıncanın mutlaka ortadan
kaldırılması zorunludur. Alt kültürlerin (111) değiştirilmesinin kolaylıkla
gerçekleşmediğini biliyoruz. Bununla beraber, sosyal psikoloji bakımından
gerekli olan yapılmalıdır.
138. Müdafi tayin edilebileceği söylenmiş midir?
(soru formu 9.4.c.cc); tesbitler:
a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 555 olayda
(%49,6) müdafi tayin edebileceği sanığa
söylenmiştir. 120 olayda ise söylenmemiştir (%10,7).
b) Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 60 = % 62,1.
c) Asliye
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 381 = %53,2. d) Sulh Ceza
Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 144 = %37,3. e) Gerçek davalar: 496 =
%58,3
Değerlendirme:
Genel olarak 120 olayda bu hususun söylenmemiş olması bir noksan sayılmalıdır.
Yukarıdaki sorunun değerlendirilmesi hususundaki mülâhazalar burada da
geçerlidir.
139. Susma hakkı söylenmiş midir? (soru
formu 9.4.c.dd); tesbitler:
a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 520 sinde (%46,5)
sanığa susma hakkı söylenmiş, 137 olayda (%12,3) söylenmemiştir.
b) Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 55 = %57,1.
c) Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 354 = % 49,5.
d) Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 110 = %36,1.
e) Gerçek davalar: 491 =%54,2.
Değerlendirme: Bu rakam yerleşmiş adli kültürün yeni
değerlerin gelişip yerleşmesine engel olduğunu gösteriyor; Ancak, bu durumun
devamına müsamaha olunamaz.
Susma hakkı,
suçsuzluk karinesini ikmal eden temel normlardan birisinin sonucudur. Susma
hakkı fiilen mevcut olmadığı hallerde suçsuzluk karinesi sakatlanmış olur.
Ancak, suçsuzluk karinesinin ve susma hakkının içeriği, şartları, varsa
istisnaları kanunla düzenlenmelidir. Sözgelimi Alman uygulamasında sorulardan
bir kısmına cevap verip, diğer bir kısmına cevap vermeyen fail bakımından,
şüpheden sanığın fayladalanacağı kuralı uygulanmamaktadır. Bizim mevzuatımızda
da bu bakımdan gerekli değişiklik ve ilaveler yapılabilir.
140. Delil toplanmasını isteyebileceği kişiye
söylenmiş midir? (soru formu 9.4.c.ee); tesbitler:
a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 502 sinde (%44,9)
şüpheli veya sanığa delil toplanmasını isteyebileceği söylenmiş, 146 adedinde
(%13,1) söylenmemiştir.
Önödeme ve
ceza kararnamesine ilişkin rakamlar düşüldüğünde, yine de 146 dosya içeriğine
göre, sanığa delil toplanmasını isteyebileceği söylenmemiştir. Yukarıdaki
sorular dolayısıyla ifade edilen değerlendirmeler, burada da geçerlidir.
b) Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 53 = %55,2.
c) Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 342 = %47,8.
d) Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 107 = % 35,1.
e) Gerçek
davalar: 443 = %52,1.
141. Kişinin şahsi halleri hakkında bilgi alınmış
mıdır? (soru formu 9.4.c.ff); tesbitler:
a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 597 sinde (%53,4)
sanığın şahsi halleri hakkında bilgi alınmış, 96 sında (%8,6)
alınmamıştır.
Çağdaş
müeyyide uygulamasında, cezanın yargısal bireyselleştirilmesi bakımından
sanığın şahsi hallerinin gözönüne alınması zorunludur. Müeyyidede
bireyselleştirme temel teşkil ettiğine göre, %20 oranında şahsi hallerin
tesbitinin ihmal edilmiş olması, yargılamanın niteliği bakımından noksana
delalet eder.
b) Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 70 = %72,9.
c) Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 395 = % 55,2.
d) Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 132 = %43,2.
e) Gerçek davalar: 524 = %61,6.
22.- ÖNERİ:
Yargısal bireyselleştirme, nitelikli bir ceza adaletinin temel
özelliklerinden birisini oluşturur. Bu maksatla bazı ülkelerde hukukî malzemeyi
içeren dosya yanında, sanığa ilişkin ayrı bir kişilik dosyası tutulmaktadır.
Bugün için Türk CAS’i böyle bir dosya meydana getirebilmek imkânından
yoksundur. Ancak, bu yoksunluk, kısmen de olsa, kolluğun sanığın kişiliği hakkında
bilgi almasıyla telafi edilebilir. Yukarıda 3 sayılı öneride belirtilen
şablonda bu hususa özellikle yer verilmelidir.
142. İfade veren imzadan imtina etmiş midir?
(soru formu 9.4.c.gg); tesbitler:
a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 28 adedinde (%2,5)
ifade veren ifadesini imza etmekten çekinmiştir.
b) Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 1= %1,5.
c) Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 18 = %2,5.
d) Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 9 = %2,8.
e) Gerçek davalar: 23 = %2,7.
Değerlendirme:
Sanığın imzadan imtina oranı düşüktür. Bu hal polisin etki altında, bıraktığı
baskıyla çalıştığı iddialarını çürütücü niteliktedir.
Türkiye’de
belirli odaklar ve medyanın bir kısmı polisin
kanuna aykırı baskı kullandığı imajını yaymak hususunda âdeta çaba
göstermektedirler. Bu gayretlerin ne derecede sakıncalı olduğu meydandadır.
Münferit olayların genelleştirilmesi suretiyle bu yola gidilmektedir. Oysa,
araştırma söz konusu iddiaların gerçek olmadığını böylece açığa çıkarmaktadır.
143. Müdafi imzadan imtina etmiş midir? (soru
formu 9.4.c.hh); tesbitler:
a) Genel Olarak: 1117 dosyadan ikisinde (%0,2)
müdafi tutanağı imza etmekten imtina etmiştir.
b) Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 0.
c) Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 1=%0,02.
d) Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 1 = %0,03.
e) Gerçek davalar: 2 = %0,03.
Polisin ifade
almada bugün de baskı yapmakta olduğu hakkındaki iddiaları bu soruya verilen
cevap, açık seçik nakzetmektedir. 1000 küsur olayda, sadece ikisinin hazır
bulunan müdafi tarafından imza edilmemiş bulunması, polisin baskı yaptığı hususundaki iddiaların temelsizliğini
göstermektedir.
144. İfade verenin özgür iradesini etkileyecek
kötü davranmaya başvurulmuş mudur? (soru formu 9.4.da); tesbitler:
a) Genel Olarak: Sanık beyanına göre 1117 dosyadan
10 olayda (%0,9) kötü davranma olmuştur.
b) Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 5 = % 4,7.
c) Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 4 = %0,05.
d) Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 2 = % 0,07.
e) Gerçek davalar: 10 = % 1,2.
Değerlendirme:
Bu rakamlar Türkiye’de polisin kötü davrandığı yolundaki iddiaları
doğrulamamaktadır.
145. İşkence (soru formu 9.4.db); tesbitler:
a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 3
adedinde (0,3) sanık işkence gördüğünü iddia etmiştir.
b) Ağır Ceza Mahkemelerinin
görevine giren suçlarda: 3 = %3,6.
c) Asliye Ceza Mahkemelerinin
görevine giren suçlarda: Yok.
d) Sulh Ceza Mahkemelerinin
görevine giren suçlarda: Yok.
e) Gerçek davalar: 3 = %0,4.
Değerlendirme:
3 olayda işkence iddiasının öne sürülmüş bulunması yani sadece bin de 3 olması;
sistematik işkence yapıldığı konusundaki iddiaların gerçekliği hakkında şüphe
doğurmaya yatkındır. İşkence bir suçtur ve TCK 243. maddeyi ihlal etmektedir.
1993 senesi Adalet istatistiğine göre ceza Kanununun 241 - 251. maddelerini
ihlal suretiyle işlenen fiiller iddiası sebebiyle açılan dava sayısı 258’dir. O
yıl içinde açılmış dava sayısı ise 742.435 dir. İstatistikte 8 maddenin
tümünden açılan davalara ilişkin rakam
verildiğinden, işkenceden açılmış dava sayısı belirlenemiyor. 258
rakamını 8’e bölersek tahmini olarak 32 rakam çıkar. (binde 43) (0,0043).
23.- ÖNERİ: 6 Numaralı öneride, yakalanan
kişinin hemen doktor muayenesine tabi tutulmasını ve gözaltının sona
erdirilmesi halinde yeniden doktor muayenesine sevkinin usul haline
getirilmesini önermiştik. İncelememiz çerçevesinde işkence veya kötü muamele iddialarının
çok düşük olduğu açığa çıkmıştır. Bununla beraber doktor muayenesinin
yasallaştırılmasını uygun mütalaa ediyoruz.
146. Zorla ilaç verme (soru formu 9.4.dc); tesbitler:
a) Genel Olarak: 1117 dosyadan sanığa zorla ilaç
verildiğine dair bilgi mevcut değildir.
147. Yorma (soru formu 9.4.dd); tesbitler:
a) Genel Olarak: 1117 dosyadan sanığın ifade alma
ve sorgu sırasında bitap düşürülecek kadar yorulduğuna dair bilgi yoktur.
148. Aldatma (soru formu 9.4.de); tesbitler:
a) Genel Olarak:
1117 dosyadan 2 olayda (%0,2) sanığın ifade alma sırasında aldatıldığı
ileri sürülmüştür.
149. Bedensel cebir ve şiddette bulunma (soru
formu 9.4.df); tesbitler:
a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 5 inde sanığa
bedensel cebir ve şiddet uygulandığı yolunda iddialar vardır.
b) Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 1 = %1,5.
c) Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 4 = %0,005.
d) Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 0
e) Gerçek Davalar: 5 = %0,06.
150. Bazı araçlar uygulama (soru formu 9.4.dg);
tesbitler:
Genel Olarak:
1117 dosyadan herhangibirinde sanığa
yasa dışı bazı araçlar uygulandığına dair iddia ileri sürülmüş değildir.
151. Kanuna aykırı menfaat vaat etme (soru formu 9.4.dh); tesbitler:
Genel Olarak:
1117 dosyadan hiçbirinde sanığa kanuna aykırı menfaat vadedildiğine dair bir
iddia yer almamaktadır.
Yukarıda (9.4
- 9.4.dh) sorularına ilişkin tesbitlerde, sanıklara zorla ilaç verme, sorguda
yorma, aldatma, bedensel cebir ve şiddette bulunma hususlarında herhangi bir
iddiada bulunulmadığı tesbit edilmiştir. Bu keyfiyet CAS’inin birinci
basamağını oluşturan kolluğun çalışmalarında kanuna uygun hareket edildiğini
ortaya koymaktadır. Ancak, incelemelerin, İstanbul gibi Türkiye medyasının en
yoğun bulunduğu ve kamu oyunun söz konusu olaylarda çok hassas bulduğu bir
bölgede cereyan ettiğini gözden uzak tutmamak gerekir.
152. Müdafi yakalanan kişiye, ifade alma
öncesinde hukukî yardım yapmış mıdır? (soru formu 9.5.a); tesbitler:
a) Genel Olarak: 1117 dosyalardan 24 ünde (%2,2)
yakalanan kişiye müdafi, ifade alma öncesinde, hukuki yardım yapmıştır.
b) Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 7 = %6,8.
c) Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 16 = %2,2.
d) Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 2 =% 0,07.
e) Gerçek davalar: 24 = %2,9.
Değerlendirme:
CMUK 144. madde, müdafiin hukuki yardım görevinin kapsamını belirtmektedir.
Madde, gözaltına alınan kimsenin ifadesi tesbit edilmeden önce müdafi ile
yanlız olarak konuşabilmesine imkan vermektedir. Mehaz Alman Kanunu müdafie bu
imkânı vermemiştir. Fransız Usul Kanununa göre müdafi kişi ile gözaltına
alınmasından 20 saat sonra temas edebilir. Ayrıca Avrupa Sözleşmesi de ifade
vermeden önce sanığın müdafii ile görüşmemesini bir insan hakkı ihlali
saymamaktadır. Bizdeki uygulamada, takip makamları bu hükümden çok şikâyet
etmekte ve söz konusu hükmün maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasını engellediğini
ifade etmektedirler. Uygulamada şüpheli ile yanlız olarak görüşen müdafiin
bazan onu gerçeği yansıtmamaya sevkettiği ifade edilmektedir. Sözgelimi,
yakalanan sanığın yolda gerçeği söylediği halde, avukatla yanlız konuştuktan
sonra, konuşmasında beyan ettiği hususlardan rücu ettiği ve ifadesini bu
şekilde verdiği görülmektedir.
144. madde
maksadı aşan nitelikte bir yetki vermiştir. Sanığın ifadesi alınırken avukatın
hazır bulunması ve ifade almanın kanun ve usullere uygun bir şekilde alındığını
tesbit etmesi yeterlidir. İfade alındıktan sonra, elbetteki sanık ve müdafii,
yanlız olarak temasa geçebilir.
Bu
söylediklerimiz sadece gözaltındaki sanık için geçerlidir; davetle gelen kişi
için değildir.
24.- ÖNERİ: Kanaatımızca, CMUK 144. madde
maksadı aşar niteliktedir. İfadesi alınırken avukatın hazır bulunması ve bu
yolla ifade almanın kanun ve usullere uygun tarzda cereyan ettiğinin sabit
olunması yeterlidir. Esasen, Alman Kanunu ve Avrupa Sözleşmesi, sanığın ifadesi
tesbit edilmeden önce müdafi ile yakın olarak konuşabilmesine imkân vermiş
değildir. Bizdeki uygulama yakalandıktan sonra şifahen poliste ikrarda bulunan
kişinin avukatı ile temastan sonra bundan rücu ettiğini göstermektedir.
Hüküm değiştirilmeli ve “sadece ifade
alındığı sırada müdafiin hazır bulunması”, şekline dönüştürülmelidir. Ayrıca şu
hususu da ekliyelim ki, yaptığımız inceleme, yakalama sonrası bütün aşamalarda
müdafiilerin sanıklara savunmaları bakımından makul ölçüde yardım
edebildiklerini göstermiştir.
Önerimiz, müdafaa hakkı ile, nitelikli bir
adaletin dengeleştirilmesi bakımından da yardım sağlayacak ve CAS’inin
işlemesinde etkinliği artıracaktır.
153. Soruşturmanın yakalama sonrası ve diğer
aşamalarında müdafi şüpheliye hukuki yardımda bulunabilmiş midir? ( soru formu
9.5.b); tesbitler:
a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 134 ünde (%12)
yakalama sonrasında ve diğer aşamalarda müdafi sanığa hukuki yardımda
bulunmuştur.
b) Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 27 = %28,4.
c) Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 90 = %12,5.
d) Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 17 = %5,5.
e) Gerçek Davalar: 128 = %15.
Değerlendirme: Yakalama sonrası makul düzeyde yardım vardır.
154. Baro tarafından müdafi tayin edilmiş midir?
(CMUK 138) (soru formu 9.5.c); tesbitler:
a) Genel
Olarak: Baronun tayin ettiği müdafi sayısı 48 dir (%4.3).
b) Ağır
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 7 = %7,1.
c) Asliye
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 32 = %4,4.
d) Sulh
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda:
9 = %0,3.
e) Gerçek
davalar: 46 = 5,4.
Değerlendirme: Sanıkların geniş ölçüde
kendi avukatlarını davet ettikleri anlaşılıyor. Oran’ın bu şekli arzetmesinde,
araştırmamızın büyükşehirde cereyan etmesinin ve çok büyük sayıda karşılıksız
çek davasının mevcut bulunmasının etkisi aşikârdır. Gerçekten çek kullanabilen
kişilerin kendi imkânları ile avukat temin edebilecekleri düşünülmektedir. Bu
hususta genel durumu tesbit bakımından, araştırmamızın çok daha geniş sayıda
dosya üzerinden yapılması gerekecektir.
25.-
ÖNERİ: CMUK gereğince Barolar tarafından
müdafi tayini uygulamasının yeterli derecede ve sayıda olmadığı
anlaşılmaktadır. CMUK’da yapılan reformun en hassas noktalarından birisi,
getirdiği imkândır. Bu olanağın tam olarak kullanılabilmesi için, Bakanlık ve Barolar
tarafından gerekli olan herşey yapılmalıdır.
155. Yakalanan kişi 18
yaşını bitirmemiş, sağır dilsiz veya malûl ise talebi aranmaksızın müdafi tayin edilmiş midir? ( soru formu
9.5.d); tesbitler:
a) Genel
Olarak: 1117 dosyadan 46 sında (%4,1) sanığın 18 yaşından küçük olması
nedeniyle müdafi tayin edilmiştir. Buna karşılık 90 olayda (%8) 18 yaşından
küçük, sağır dilsiz veya malûl olan sanığa müdafi tayin edilmemiştir.
b) Ağır
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 5 (%5,3).
c) Asliye
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 35 = %4,9.
d) Sulh
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 6 = %1,9.
e) Gerçek
davalar: 46 = %5,4.
Değerlendirme: Bu husus hem çok
önemli bir gecikme sebebidir ve hem de
Adaletin tesisini engelleyebilecek önemli bir sakıncadır. Yargıtay, bu noksanı
bozma sebebi yapmaktadır. 90 olayda müdafi tayin edilmemesi önemli bir
eksikliktir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, 6.
maddesinde dil bilmeyen sanığa ücretsiz olarak tercüman atanması mecburiyetini
getirmiştir. Bu mecburiyet tabii olarak sağır, dilsize de tercüman tayini
mecburiyetini içeririr.
26.-
ÖNERİ: CMUK’da kendisini müdafaa edemeyecek derecede malûl olanlara avukat
tayini mecburiyeti getirilmiştir (m. 138). Ancak, sağır - dilsizler hakkında
ayrıca hüküm yoktur. Sağır - dilsizleri de bu hükmün kapsadığı düşünülebilir.
Ancak, ücretsiz tercüman tayinine ilişkin bir hükmün metne ilavesi uygun
olacaktır. Yaptığımız araştırma, bu ihtiyacı açık seçik ortaya koymaktadır.
156. Müdafi hazırlık evrak
ve dosyasının tamamını inceleme imkânını bulmuş mudur? (CMUK 143) ( soru formu 9.5.a); tesbitler:
a) Genel
Olarak: 1117 dosyadan sadece 48 inde (%4,3) dosya müdafi tarafından
incelenmiştir.
b) Ağır
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 12 (%12,7).
c) Asliye
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda: 27 = %3,7.
d) Sulh
Ceza Mahkemelerinin görevine giren suçlarda:
9 = %2,9.
e) Gerçek
davalar: 44 = %5,2.
157. Müdafiin hazırlık
evrakını incelemesi sulh hakiminin kararı ile kısıtlanmış mıdır? (soru formu
9.5.f); tesbitler:
a) Genel
Olarak: 1117 dosyadan hiçbirinde müdafiin hazırlık evrakını incelemesi hakkına
sulh hakiminin kararı ile kısıtlama getirilmemiştir.
Değerlendirme: Avukatların görevlerinin
yeterince yerine getirmeleri bakımından hukuki ve fiili bir engelin mevcut
bulunmadığı anlaşılıyor. Ancak avukatların görevlerini ifada ihmalleri vardır.
27.
ÖNERİ: Araştırmamız avukatların görevlerini yeterince yerine getirdiklerini
belirten sonuçlar vermemiştir. Avukatın davaya müdahalesi Türkiye’de çok esaslı
bir gecikme nedeni oluşturmaktadır. Söz konusu gecikme, bazan avukatın
takdirine göre, sanığın menfaatlerini korumak için başvurulan stratejilerden
kaynaklanmaktadır. Ancak, dosyaya karşı ihmal ve savsaklama tutumundan
kaynaklanan gecikmeler çok sayıdadır. Bu araştırmamızın birinci kısmında bazı
ülkelerde, Devletçe tayin olunan avukatın ihmaliyle gecikmeye neden olması
halinde, ücretinden kesinti yapılması gerektiğini belirtmiştik.
Ülkemiz
bakımından avukatın ihmalini engelleyecek denetim tedbirlerine ihtiyaç vardır.
Barolar bu hususta yetkilendirilmelidir.
158. Müdafie Baro tarafından
avukatlık ücreti ödenmiş midir? (CMUK 146)
(soru formu 9.5.g); tesbitler:
a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 72 sinde %6,5, müdafie
avukatlık ücretinin ödendiği konusunda bilgi vardır.
Değerlendirme:
Avukatlara ödemenin geç yapıldığı anlaşılıyor ve bir gecikme sebebi
oluşturuyor; zira motivasyonu katlıyor.
28. ÖNERİ: CMUK’da yapılan reform niteliğindeki
değişikliklerin amaçlarına ulaşabilmesi için, avukatlara ücretlerinin derhal
ödenmesini sağlayacak bir sistem, yürürlüğe konulmalıdır.
159. Soruşturma ve koğuşturma organlarının hukuka
aykırı şekilde delil elde ettikleri konusunda bir iddia var mıdır? (soru formu
9.5.h); tesbitler:
a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 12 olayda (%1,1)
soruşturma ve koğuşturma organlarının hukuka aykırı şekilde delil elde etme
konusunda bir iddia ileri sürülmüştür.
b) Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: (4 olay: %3,9).
c) Asliye Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 3 olay %0,04.
d) Sulh Ceza Mahkemelerinin görevine giren
suçlarda: 6 olay %1,9.
e) Gerçek davalar: 11 = %1,3.
160. Yargıtay,
soruşturma ve koğuşturma organlarının yasak yöntemlerle (135a) elde ettikleri
ifadeleri gözönünde tutarak bozma kararı vermiş midir? (soru formu 9.5.i);
tesbitler:
Genel Olarak:
1117 dosyadan hiçbirinde Yargıtayın yasak yöntemlerle delil elde edilmesi
nedeni ile bozma kararı verdiğine rastlanmamıştır.
161. Yargıtay soruşturma ve koğuşturma
organlarının hukuka aykırı şekilde elde ettikleri delilleri gözönünde tutarak
bozma kararı vermiş midir? (soru formu 9.5.j); tesbitler:
Genel Olarak:
1117 dosyadan sadece birinde (Asliyelik bir suçta %0,02) Yargıtayın hukuka
aykırı bir şekilde elde edilen delil nedeniyle bozma kararı verildiği
görülmüştür.
Değerlendirme:
(9.5.h - 9.5.j): Yukarıda işaret olunan sorulara cevap teşkil eden tesbitler,
esas itibariyle, hukuka aykırı şekilde delil elde edildiğine veya bu deliller
marifetile verilen kararların Yargıtayca ne ölçüde bozulduğuna ilişkin bilgi
içermemektedir. Ancak yeni Yargıtay kararları bu hususa ilişkin bilgilerin elde
edilmesini sağlayabilecek unsurlar getirmektedir. Demek isteriz ki, sistemin
işleyişinde hukuka aykırı delillere ne ölçüde başvurulduğunu belirlemek
bakımından zamana ihtiyaç vardır.
162. Mağdurun doğum tarihi (soru formu 10.1.a):
İncelediğimiz 1117 dosyadan 438’inde mağdurun yaşı belirlenmiştir. Buna göre en
fazla mağdur olma riski 30 - 39 yaş grubu içerisindedir (122 kişi = %10,9).
Bunu 20 - 29 yaş grubu izlemektedir (106 kişi = %9,5).
163. Mağdurun tabiiyeti (soru formu 10.1.b);
tespitler:
a) Genel Olarak: Mağduru tespit edilen 568 olaydan
561 inde (% 50,2) mağdur Türk vatandaşıdır; 7 olayda ise (% 0,6) yabancıdır. 550 olayda mağdurun tabiyeti
belli değildir.
b) Ağır Ceza Mahkemeleri: 3 yabancı %2,8.
c) Asliye Ceza Mahkemeleri: 1 yabancı = %0,02.
d) Sulh Ceza Mahkemeleri: 3 yabancı = %1,1.
e) Gerçek davalar: 7 yabancı = %0,08.
Değerlendirme:
Mağdura ilişkin tesbit her şeyden önce, kriminolojik bakımdan dikkati çekici
nitelikte görülmüştür. Şekil 2’de belirtildiği üzere, suç mağdurları 20 - 39
yaşları arasında yoğunlaşmakta, yaş ilerledikçe mağdur olma ihtimali
azalmaktadır. Ayrıca 1 - 19 yaşları arasında olanların mağdur olma oranları da
çok küçüktür. Batı ülkelernide genellikle bu oranların tersi söz konusudur ve
bu sebeple adam öldürme gibi suçlarda mağdurun yaşının küçüklüğü ayrıca
ağırlatıcı sebep teşkil etmektedir.
Adalet Bakanlığınca
teşkil edilen istatistiklerde mağdura yer verilmediğinden bu konuda tam bir
analiz yapmak mümkün olmayacaktır.
Mağdur
bakımından ikinci tesbit, mağdursuz suçların çok sayıda işlenmekte olmasıdır.
Ayrıca bu suçların genellikle cezaları da hafiftir. Mahkemelerin yüklerini
azaltmak bakımından bu tesbit önemlidir.
Mağdur
bakımından önemli diğer bir tesbit de, İstanbul gibi kozmopolit ve turistik bir
bölgede, Türk vatandaşı olmayan mağdur sayısının ancak binde altı oranında
bulunmasıdır. Bu sonuca Türk halkının geleneksel kültür değerlerinden birisini
oluşturan konukseverliğin değerini muhafaza etmekte bulunduğuna bağlayabiliriz.
29.- ÖNERİ: Ceza mevzuatımızı bütünü ile
elden geçirmek ve hafif suçları, Garofalo’nun deyimi ile, “sunî” suçları, idarî
ceza hukukuna yöneltmek zorunludur. Şimdiye kadar bu hususta bazı uygulamalar
yapılmıştır. Ancak bunların kapsayıcı nitelikte olmadığı bilinmektedir. Bu
hususta sistematik bir çalışma ihtiyacı ortadadır ve bu yol tutulduğunda hem
adaletin kalitesi yükselecek ve hem de çabuk adalet bakımından hedeflere
ulaşılması kolaylaşacaktır.
164. Mağdurun Mesleği; (soru formu 10.1.c);
tespitler:
a) Genel Olarak: 287 dosyada mağdurun mesleği
hakkında veri mevcuttur. 831 olayda mağdurun mesleği tespit edilmemiştir. Serbest
meslek mensubu olan mağdurların 88 olduğu (% 7,9) belirlenmiştir. İkinci sırada
31 ile (% 2,8) mağdur olarak ev kadınları gelmektedir.
b) Ağır Ceza Mahkemeleri: Serbest meslek 10
olay: % 10,5; Ev kadını 6 olay: % 6,1.
c) Asliye Ceza Mahkemeleri: Serbest meslek
56 = % 7,9; Öğrenci 14 = %1,9; Memur 21 = %3; Ev kadını 12 = %1,7.
d) Sulh Ceza Mahkemeleri: Serbest meslek 22
= %7,2; Ev kadını 13 = %4,1;
Şoför 9 = %2,9; Tamirci 6 = 1,9.
Değerlendirme:
Bu tespitin kriminolojik açıdan önemi vardır. Genellikle hangi meslek
gruplarının suça hedef olduklarının tesbiti önemlidir; serbest meslek
mensuplarının büyük ölçüde suça hedef oldukları görülmektedir. Esasta bu
rakkamların işsiz olan kişilere ilişkin bulunduğu söylenebilir. Zira Türkiye’de
genellikle boşta gezenler kendilerini serbest meslek mensubu olarak
gösterirler. Listede ise başı boş olarak gösterilen sadece 6 kişi vardır. Bunun
çok daha fazla olması gerekirdi. Ayrıca listede işçi ve şöförlerin de yüksek
oranda suç mağduru oldukları (24 işçi % 2,2; 20 şöför % 1,8), işçilerin iş
kazalarında mağdur oldukları söylenebilir.
165. Mağdurun cinsiyeti (soru formu 10.1.d); tespitler:
a) Genel Olarak: Bu konuda 480 dosyada veri
mevcuttur.
Mağdurların
362 si (% 32,4) erkek, 108 adedi (% 9,7) kadındır. Cinsiyeti belli olmayan
travestilerin sayısı 10 (% 0,9) olduğu belirlenmiştir.
b) Ağır Ceza Mahkemeleri: 28 Olayda cinsiyet
yok (% 28,8); 48 Erkek (% 49,5), 21 kadın (%21,4).
c) Asliye Ceza Mahkemeleri: 230 Erkek = %
32,1; 56 Kadın = % 7,8; 5 Transvesti = % 0,06.
d) Sulh Ceza Mahkemeleri: Erkek 84 (%27,6);
Karışık 5 (%1,6); Kadın 32 (%10,5).
e) Gerçek davalar: Erkek 317 = %37,3; Kadın
110 = %12,9; Travesti 5 = %0,06.
Değerlendirme: Araştırma, kadınların mağdur oldukları
suçlarla erkeklerin mağdur oldukları suçların nevi bakımından şu hususun
tesbitine imkân vermiştir:
Erkekler
geniş ölçüde olmak üzere kişi ve mal aleyhine cürümlerin mağduru oldukları
halde kadınlar genel adab aleyhine ve şahıs aleyhine işlenen suçların mağduru
olmaktadırlar. Bu trend batı ülkeleri suçluluğuna uygun niteliktedir.
İkinci önemli
bir tesbit de, kadınların erkeklerin 1/3’ü kadar suçta mağdur olmalarıdır. Bu
rakam Türk toplumunun kültür ve gelenekleri ile orantılıdır. Toplumsal hayata
erkekler kadar girmemiş bulunan kadınların, daha az suç mağduru olmaları tabii
sayılmalıdır.
Kadınların
mağdur oldukları suçlar %34,1 oranı ile birinci sırada genel adap aleyhine
cürümlerdir. Erkekler ise, en çok mal aleyhine (%31,1) ve şahıs aleyhine
(%29,2) suçlarda mağdur olmuşlardır.
166. Mağdur ile Faili Arasındaki İlişki (soru
formu 10.1.e); tespitler:
a) Genel Olarak: Bu konuda 488 dosyada
bilgi vardır. 629 olayda bilgi mevcut değildir.
277 olayda (%
24,8) fail ile mağdurun ilişkisi yoktur. Buna karşılık 80 olayda (% 7,2) kısa süre
önce tanışmışlar; 96 olayda (% 8,6) uzun süreden beri tanışmaktadırlar. 23
olayda (% 2,1) akrabalık ilişkisi, 11 olayda ise (% 1) usul füru ilişkisi
olduğu belirlenmiştir.
b) Ağır Ceza Mahkemeleri: İlişki yok 25 olay
% 26.1.
c) Asliye Ceza Mahkemeleri: İlişkisi yok 172 olay % 24.
d) Sulh Ceza Mahkemeleri: İlişkisi yok 80 olay %26,4.
Değerlendirme:
Tespit edildiği üzere, işlenen suçların yarısında mağdurla fail arasında bir
ilişki bulunmaktadır. Bu durum toplumsal hayat bakımından ilgi çekicidir: fail
ile mağdur arasındaki ilişki ile suç arasında müsbet bir korelasyon mevcut
bulunmaktadır.
Bu bakımdan
önemli diğer bir tesbit de, mağdurla fail arasında ilişki bulunup bulunmamasına
göre, işlenen suçların nevilerinin değişmesidir. İlişki bulunmayan hallerde mal
aleyhine suçlar yoğunlaşmaktadır. Buna karşılık, ilişki bulunan hallerde
işlenen suçlar geniş ölçüde olmak üzere, kişilere karşı
işlenenlerdir. Batı ülkelerinde cinsel suçlarda bu oran yoğunlaşmaktadır. Bu
tesbit de Türk toplumunda geçerli kültüre bağlanabilir. Gerçekten, toplum
değerlerimize göre mala karşı işlenen suç aşağılık ve yüz kızartıcı
niteliktedir. Oysa şahsa karşı işlenen suçlar kültürdeki bazı değerlerin etkisi
altında işlenebilmektedir.
Fail ile
mağdur arasında hiç ilişki olmadığı hallerde en çok işlenen suç mal aleyhine
suçlardır (109 =%39,3). Fail ile mağdur tanışıyorsa, en çok işlenen suç
şahıslar aleyhinedir (65 = %30,3).
167. Mağdurun gerçek kişi mi? Yoksa tüzel kişi mi
olduğu? (soru formu 10.1.f); tespitler:
a) Genel Olarak: Bu konuda 711 dosyada bilgi
vardır. 407 dosyada ise bilgi yoktur.
Gerçek
kişilerin sayısı 437 dir. (% 39,1) Suç mağduru olan tüzel kişiler ise 273 tür
(% 24,4).
b) Ağır Ceza Mahkemeleri: Gerek kişi: 63
(%65,7) Tüzel kişi 10 (% 10).
c) Asliye Ceza Mahkemeleri: Gerçek kişi 262
(%36,6) Tüzel kişi 164 (% 22).
d) Sulh Ceza Mahkemeleri: Gerçek kişi 112 (%
36,7); Tüzel kişi 101 (% 33).
e) Gerçek davalar: Gerçek kişi 396 = %46,6;
Tüzel kişi 163 = %19,1.
168. İkinci mağdur (soru formu 10.2);
tespitler:
Genel Olarak:
48 dosyada suç mağduru birden fazladır. 1070 dosyada ise suçun tek mağdura
karşı işlenmiş olduğu anlaşılmaktadır. 48 sayıdaki ikinci mağdurun tamamı Türk
vatandaşıdır. İkinci mağdurda 7 serbest
meslek mensubu (%0,6), 7 memur (%0,7)
5 işçi (%0,4) görülmektedir.
İkinci
mağdurlarda cinsiyet dağılımı şöyledir: 36
erkek, (%3,2) 10 kadın (%0,9).
İkinci
mağdurlarda fail-mağdur ilişkisi konusundaki veriler, faille mağdurun yakın
ilişkisinin olmadığı hallerin 32
olduğunu (%2,8) göstermektedir.
169. Failin Yaşı (soru formu 11.1); 117
dosyadaki faillerin 355’i 30 - 39 yaş grubundadır (%31,8).
170. Failin tabiyeti ile ilgili tespitler (soru
formu 11.1.a): Bu konuda 1056 dosyada bilgi vardır. 62 dosyada ise bilgi
mevcut değildir.
1039 dosyada
(%92,9) fail Türk vatandaşıdır. 17 yabancı sanık tespit edilmiştir. (%1,6).
b) Ağır Ceza Mahkemeleri: Türk: 92 (% 95,3),
yabancı 2 (%2).
c) Asliye Ceza Mahkemeleri: 655 Türk
(%91,4); 10 yabancı (%1,4).
d) Sulh Ceza Mahkemeleri: 5 yabancı (%1,6); 292
Türk (%95,8). Yabancıların işledikleri suçlar mal aleyhindeki suçlarda
yoğunlaşmıştır (%24,2).
İstanbul gibi
kozmopoliten bir şehirde yabancıların bu derecede az suç işlemeleri dikkat
çekicidir. Aslında suç oranının çok daha fazla olacağı tahmin olunurdu. Bunu
yabancıların ancak belirli bölgelerde kalmalarına ve yerli halka
karışmamalarına bağlamak mümkün olabilir.
171. Failin Cinsiyeti (soru formu 11.2);
tespitler:
a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 1073’ünde bu konuda
bilgi vardır.
Bunların
1021’inde (%91,4) fail erkektir. Kadınlar tarafından işlenen suç sayısı 52 dir.
(%4,7).
b) Ağır Ceza Mahkemeleri: Erkek 91 (%94,8);
Kadın 4 (%4,6).
c) Asliye Ceza Mahkemeleri: 647 Erkek
(%90,2); 31 Kadın (%4,3).
d) Sulh Ceza Mahkemeleri: 283 Erkek (%92,9);
17 Kadın (%5,5).
Değerlendirme:
Bu tespit, Türkiye’deki suçluluğun hala bir “erkek suçluluğu” olduğunu
göstermektedir. Tetkik ettiğimiz olayların. İstanbul gibi büyük şehirde
işlenmesine rağmen bu oran dikkat çekicidir. Zira büyük şehirlerde kadın
suçluluğu artar. Ayrıca bu oran genel orantıya nazaran da düşüktür ve yaklaşık
yirmi de birdir (çek suçları %22,3; kabahatler %14,7).
Travesti fail
tespit edilmemiştir. Bu zümreye girenlerin daha ziyade suç mağduru oldukları
anlaşılmaktadır.
Kadınların
yüksek oranda olmak üzere çek suçlarını ve kabahat derecesindeki fiilleri
işledikleri görülmektedir. Kabahatlerin çok sayıda olması kadın suçluluğunun
temel özelliklerindendir. Ancak çek suçlarının yüksek oranda işlenmiş olması
kadın suçluluğu yönünden genel trende aykırıdır. Bu itibarla, araştırmamızın
verdiği bu sonucu temsil edici nitelikte telakki etmiyoruz.
172. Failin mesleği (soru formu 11.3);
tespitler:
a) Genel Olarak: Failin mesleği ile ilgili olarak
1117 dosyadan 869’unda bilgi mevcuttur; 249 dosyada yoktur.
Serbest
meslek sahiplerine 369 sayısı ile (%33.0) birinci sırada suç faili oldukları
belirlenmiştir.
b) Ağır Ceza Mahkemeleri: Serbest meslek 29
(% 30.1).
c) Asliye Ceza Mahkemeleri: Serbest meslek
246 (%34,3); Mobilyacı 28 (%3,9); Şoför 43 = (%6); Öğrenci 18 = %2,5.
d) Sulh Ceza Mahkemeleri: Serbest meslek 94
(%30,9); Şoför 25 (%8,3); İşçi 18 (%5,9); Ev kadını 12 (%4,1); Başıboş 10
(%3,2).
e) Gerçek davalar: Serbest meslek 296 = %34,8; Başıboş 36 =
%4,2; Özel işyerinde çalışan 36 = %4,3; Mobilyacı, Konfeksiyoncu 34 = % 4.
Değerlendirme:
Serbest meslek kavramı altında uygulamada boşta gezenler anlaşıldığından,
İstanbul’daki suçlulukta başıboş gezenlerin, yeri yurdu belirsiz marjinallerin
büyük bir oran işgal ettiği görülmektedir.
18 ev
kadınının suç faili olarak belirlendiği görülmüştür. Ev kadınının suç faili
olarak görülmesi ilginçtir.
Öğrencilerin
%27,1 oranında mal aleyhine suç ve %21,4 çek suçu işledikleri belirlemiştir.
Üçüncü sırada Ateşli Silahlar Kanununa aykırılık vardır (%14,2).
173. Fail işsiz ise, ne zamandan beri işsiz
olduğu (soru formu 11.5); tespitler:
a) Genel Olarak: 1117 dosyadan sadece beşinde
failin işsizlik süresi tespit edilmiştir.
b) Ağır Ceza Mahkemeleri: 2 olayda tesbit
edilmiş: 1 yıl.
Değerlendirme:
Bu veriden anlaşılacağı üzere, savcılıkta suç failinin iş veya işsizlik durumu
hakkında yeterli araştırma yapılmamaktadır.
22. ÖNERİ’ye bakınız.
174. Failin aile durumu (soru formu 11.6);
tespitler:
a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 953 ünde failin
aile durumuna ilişkin bilgi vardır. Buna göre 581 fail evlidir (%52,0).
Faillerin 23 ü boşanmış (%2,1), 14 ü dul (%1,2) ve 334 ü bekardır (%29,9).
b) Ağır Ceza Mahkemeleri: Evli 47 (%48,6);
Bekar 40 (% 41,7).
c) Asliye Ceza Mahkemeleri: evli 385
(%53,8); bekar 221 (%30,8).
d) Sulh Ceza Mahkemeleri: evli 150 (%49);
Bekar 73 (%23,9).
Değerlendirme:
Suçların evliler tarafından yüksek oranda işlenmesi dikkati çekicidir.
Suçların
yüksek oranda evliler tarafından işlenmesi batı ülkelerindeki trendin tersini
göstermektedir. Türkiye bakımından bu özelliğin sebebi insanların genç yaşta
evlenmeleri olsa gerektir.
Evli
olanların en ziyade işledikleri suçların, büyük sayıda çek suçları olduğu
görülmektedir (177 adet = %30,5). Bu tesbitin de temsil edici olduğu görüşünde değiliz.
Buna karşılık bekârların mala karşı işlenen suçları çok sayıda işlemeleri genel
trende uygundur.
175. Failin suçtan önce uyuşturucu madde veya
alkol kullanıp kullanmadığı (soru formu 11.7); tespitler:
Genel Olarak:
82 olayda (%7,3) failin suçtan önce uyuşturucu madde veya alkol kullanmış
bulunduğu belirlenmiştir.
Hüküm
verildiği sırada 54 failin uyuşturucu madde kullandığı tesbit edilmiştir.
(%4,8).
176. Failin suçu işlerken alkol veya uyuşturucu
madde tesiri altında bulunup bulunmadığı (soru formu 11.8); tespitler:
a) Genel Olarak: 66 olayda (%5,9) failin suçu
işlediği sırada alkol veya uyuşturucu madde tesiri altında olduğu
belirlenmiştir.
b) Ağır Ceza Mahkemeleri: 9 (%9,8).
c) Asliye Ceza Mahkemeleri: 35 (%4,9).
d) Sulh Ceza Mahkemeleri: 20 (%6,4).
Değerlendirme:
Bu üç tesbit itibariyle, toplumsal bakımdan çok dikkati çekici bir durumun
güncel olduğu anlaşılmaktadır. Alkol ve uyuşturucu madde kullanmanın özellikle
İstanbul’da önemli bir düzeye geldiği
artık söylenebilir. Yaklaşık %8’ler oranında suçlunun alkol veya uyuşturucu
madde kullanması ve hele bunların etkisi altında suç işlemesi ciddi tedbirlerin
alınması gerektiğini gösteriyor.
31.- ÖNERİ:
Yapılan tesbit, ülkemizde uyuşturucu madde bağımlılığının tesbiti hususunda
ciddî viktimizasyon araştırmaları yapılması ihtiyacını vurgulamaktadır. Polise
veya adliyeye intikal eden olaylara bakmak suretiyle, Türkiye’de uyuşturucu
madde sorunu hakkında bir fikir sahibi olmak mümkün değildir.
177. Failin fiili işlediği sıradaki aylık geliri
(soru formu 11.9); tespitler:
a) Genel Olarak: 1117 dosyadan sadece 98’inde
(%8,8) failin aylık geliri tespit edilmiştir.
b) Ağır Ceza Mahkemeleri: 5 (%5,5).
c) Asliye Ceza Mahkemeleri: 67 (%9,4).
d) Sulh Ceza Mahkemeleri: 25 (%8,3).
Değerlendirme:
Failin aylık gelirinin ancak olayların yaklaşık %10’unda tespit edilmiş olması
yargılamanın kalitesini olumsuz yönde etkilemektedir. Gerçekten TCK 29 uncu
maddesine göre, failin aylık gelirinin bilinmesi cezanın tayini açısından önem
kazanmaktadır.
22. ÖNERİ’ye bakınız.
178. Sabıka Konusu: Failin sabıkası var mıdır?
(soru formu 11.10); tespitler:
a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 203 olayda failin
sabıkalı olduğu belirlenmiştir (%18,2).
aa) Müessir fiil suçundan
sabıkalı fail sayısı 44’dür (%3,9).
Değerlendirme:
Müessir fiilde tekerrür oranının yüksek olması doğaldır. Tekerrürü sonuçlayan
mal aleyhindeki suçlarla çek suçlarının büyük bir oranı kapsadığı görülmektedir.
32.- ÖNERİ: Mahkemelerin büyük ve önemli
zamanını çek ile ilgili suçların aldığı görülmektedir. Oysa bu suçların takibi
şikâyete bağlı olduğu için ya failin ödeme yapması veya şikâyetin geri alınması
suretiyle dava ortadan kalkmaktadır.
Böylece takibi şikâyete bağlı bu suçlarda çok
kere mahkemeler gereksiz bir yük altına sokulmuş bulunmaktadırlar. Amaç ceza
tehdidi marifetiyle borcun tahsili olamaz. Borç için hapis çoktan ortadan
kalkmıştır. Amaç kamu kredi kurumlarına olan itimadı pekiştirmek ve çekin
itimad olunur bir ödeme aracı olarak tedavülde bulunmasını sağlamak ise, o
zaman yapılacak şey, suçu elbetteki, takibi şikâyete bağlı olmaktan
çıkartmaktır. Fakat her halde, bu suçların takibi hususunda özel bir yargılama
usulü tesbit edilmeli, bu hususta gerekli araştırmalar yapılmalıdır.
ab) Trafik Suçları: Trafik suçundan sabıkalı
fail sayısı 6’dır (%0,5).
ac) Uyuşturucu Madde Suçları: Uyuşturucu madde
suçundan sabıkalı fail sayısı 7 dir (%0,6).
ad) Siyasî Suçlar: Siyasî nitelikli suçlardan
sabıkalı fail adedi 1’di (%0,1). Diğer suçlardan sabıkalı fail ise 143’dür (%
12,8). (Bu oranlar mevcut verilere göre yapılmıştır. Olayların bütünü
bakımından ele alındığında oran doğal olarak düşmektedir.)
Değerlendirme:
203 olayda failin sabıkalı olduğunun belirlenmiş olması yüksek bir orandır.
Tekerrür oranının olağanüstü bir şekilde yüksek olduğu görülmektedir.
Bundan
çıkarılacak sonuç, infaz edilen Hürriyeti bağlayıcı cezaların bugünkü durumda
iyileştirici etkilerinin aşağı düzeyde bulunduğudur.
Tekerrür
bakımından tesbit edilen ikinci dikkati çekici husus, sabıkalıların geniş
oranda olmak üzere farklı suçları işlemeleridir. Failin iddianamedeki suçu ile
sabıkasının aynı olduğu olay sayısı 74’tür (%6,6). Bu keyfiyet mesleki suçlu
oranının çok düşük olduğunu göstermektedir.
179. Failin cezası ertelenmiş hürriyeti bağlayıcı
cezası var mıdır? (soru formu 11.10.b); tesbitler:
a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 19 olayda failin
daha evvel cezası ertelenmiş bir hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkûm olduğu
belirlenmiştir.
b) Ağır Ceza Mahkemeleri: 4 = % 4,4.
c) Asliye Ceza Mahkemeleri: 12 = % 1,7.
d) Sulh Ceza
Mahkemeleri: 3 = %0,08.
180. Failin cezası ertelenmemiş hürriyeti
bağlayıcı cezası var mıdır? (soru formu 11.10.c); tesbitler:
a) Genel Olarak: Bu konuda 1117 dosyadan 57 olayda
(%5,1) failin hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkum edilmiş ve bu cezasını çekmiş
olduğu anlaşılmıştır.
b) Ağır Ceza Mahkemeleri: 7 = % 7,6.
c) Asliye Ceza Mahkemeleri: 41 = %5,7.
d) Sulh Ceza Mahkemeleri: 9 = 2,9.
181. Fail daha önce para cezasına mahkum edilmiş
midir? (soru formu 11.10.d);
tesbitler:
a) Genel Olarak: Bu konuda 1117 dosyadan 104
olayda (%9,3) failin daha önce para cezasına mahkum edildiği anlaşılmıştır.
b) Ağır Ceza Mahkemeleri: 14 = %14,3.
c) Asliye Ceza Mahkemeleri: 68 = %9,5.
d) Sulh Ceza Mahkemeleri: 22 = %7,1.
Değerlendirme:
Bu rakamlardan anlaşıldığına göre, mahkemeler para cezasına bol miktarda
hükmetmektedir.
182. Suçun iştirak halinde işlenip işlenmediği
(soru formu 11.11.a); tespitler:
a) Genel Olarak: 1117 dosyadan149 adedi (%13,4)
iştirak halinde işlenmiştir.
b) Ağır Ceza Mahkemeleri: 28 = %29,2.
c) Asliye Ceza Mahkemeleri: 90 = % 12,6.
d) Sulh Ceza Mahkemeleri: 31 = %10,3.
183. İştirakteki rol (soru formu 11.11.b);
tespitler:
a) Genel Olarak: Bu konuda 1117 dosyadan 124 ünde
(%11,1) asli maddi iştirak görülmüştür.
b) Ağır Ceza Mahkemeleri: 27 = %27,6.
c) Asliye Ceza Mahkemeleri: 72 = %10,1.
d) Sulh Ceza Mahkemeleri: 25 = %8,3.
Değerlendirme:
Sabıkaya esas teşkil eden iştirak şekillerinin bu derecede yüksek olması çok
dikkat çekicidir. Zira iştirak halinde işlenen suçun yargılanması, olayı
karmaşık hale sokar (complexity of the case) ve süreyi uzatır. Dolayısıyle
Türkiye’de ceza davalarının uzamasında temel sebeplerden birisi suçun iştirak
halinde işlenmesidir.
Rakamlar
suçların oldukça önemli bir kısmının iştirak halinde işlendiğini
göstermektedir. Türk Ceza Kanununda ancak ayrıca tasrih edilmiş bulunan
suçlarda iştirak ayrıca bir ağırlatıcı sebep olmaktadır. Ancak, bazı ülkelerde olduğu
gibi, genel bir ağırlatıcı sebep değildir.
33.- ÖNERİ: Araştırma, iştirak halinde
işlenen suçlar oranının yüksek miktarda olduğunu göstermektedir. Suçun iştirak
halinde işlenmesi, faillerdeki ahlâkî kötülüğü (redaeti) ifade ettiği kadar;
suçun işlenmesinde sağlanan kolaylık sebebile cürmün daha vahim sayılmasını da
gerektirir. Ayrıca iştirak halinde işlenen suçlarda yargılama ve takibat
güçlükleri vardır. Bu itibarla iştirakin, bazı batı kanunlarında olduğu gibi,
genel bir ağırlatıcı sebep olarak tesbiti caydırıcı etki yapabileceğinden,
faydalı olacaktır.
184. Yargılanan suçun şikâyete bağlı olup
olmadığı (soru formu 12.1); tesbitler:
a) Genel Olarak: İncelenen 1117 dosyaya göre
yargılanan suçların 232’si şikâyete bağlı suçtur (%20,7). 855 dosyada ise, suç
re’sen koğuşturulan bir suç tipidir (%78,7).
b) Ağır Ceza Mahkemeleri: 5= %5,3.
c) Asliye Ceza Mahkemeleri: 157 = %21,9.
d) Sulh Ceza Mahkemeleri: 70 = %22,9.
Değerlendirme:
İncelenen dosyalardaki şikâyete bağlı suç oranının çok yüksek olduğu
görülmektedir. Kanunumuz koğuturulması şikâyete bağlı suçtan dolayı şikâyet
süresini altı ay olarak tespit etmiştir. Bu altı aylık süre kanundan doğan bir
gecikme sebebidir (procedural waiting time).
Koğuşturulması
şikâyete bağlı olan suç nedeniyle 105 olayda (%9,4) savcılığa şikâyet edilmiştir. İkinci sırayı
polise yapılan şikâyet işgal etmektedir (47 olay= %4,2). Bu arada iki olayın
Milli Eğitim Müdürlüğüne şikâyet edildiği anlaşılmıştır.
Millî Eğitim
Müdürüne yanlış olarak yapılan şikâyette olduğu gibi, yanlış mercie şikâyet
dosyanın bir makamdan diğerine nakledilmesi için zaman kaybına neden olur
(transportation time). Ancak, bu nevi olaylar sayısının az olması nedeniyle
genel uzatıcı bir etki doğurmadığı, bizatihi şikâyetin usulüne uygun olarak genellikle
savcıya yapılmakta bulunduğu tespit edilmiştir.
34.- ÖNERİ:
Suçun şikâyete tabi olması birinci kısımda izah olunduğu gibi, CAS’inin
boşaltılması bakımından faydalı etki yapmaktadır. Bu itibarla özellikle özel
kanunlarda tarama yapılması suretile takibi şikâyete bağlı olan suçlar sayısını
arttırmak hem kaliteli adalet ve hem de sürat bakımından yararlı olacaktır.
Ancak, şikâyetten vazgeçmenin belirli şartlara tabî tutulması lâzımdır. Aksi
halde, çek suçlarında görüldüğü gibi, mahkemelerin boşuna yorgunluğa
sevkedilmesine sebebiyet verilecektir.
185. Tarafları barıştırmak için girişim yapılıp
yapılmadığı (soru formu 12.2); tespitler:
a) Genel Olarak: Bu konuda 118 dosyadan sadece 8
inde uzlaştırma veya barıştırma
girişiminin yapıldığı (%0,7) belirlenmiştir.
b) Ağır Ceza Mahkemeleri: 0 olay.
c) Asliye Ceza Mahkemeleri: 6 = (%0,08).
d) Sulh Ceza Mahkemeleri: 2 = %0,05.
Değerlendirme: Bu araştırmanın 1. kısmında ihtilafları
çözmek bakımından bazı ülkelerde uzlaştırıcı kurumların mevcut bulunduğu ve
bunların CAS’inin belirli bir ölçüde boşaltılmasına olanak verdiği
açıklanmıştı.
Takibi
şikâyete bağlı suçlarda gerçekleştirilecek uzlaştırma girişimlerinin bu hususta
görevli merciler tarafından yapılması Anayasanın, davaların hâkimler tarafından
çözülmesine ilişkin hükümlerini ihlâl etmez.
186. Mağdurun zararının giderilmesi konusu (soru
formu 12.3); tespitler:
a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 38’inde (%3,4)
mağdurun zararı tamamen, 142’sinde (%12,7) kısmen giderilmiştir.
b) Ağır Ceza Mahkemeleri: 2 tamamen (%2,1);
Kısmen 7 (% 7,4).
c) Asliye Ceza Mahkemeleri: 19 tamamen
(%2,7); Kısmen 107 (%15).
d) Sulh Ceza Mahkemeleri: 17 tamamen (%5,4);
Kısmen 27 (%9).
e) Gerçek davalar: 124 Kısmen = %14,6; 32
Tamamen = %3,7.
Değerlendirme:
Bu rakamlar zarar giderici, onarıcı (Restaurative) Adalet bakımından çok iyi
bir gösterge sayılabilir. Bilindiği üzere, çağdaş hukuk sistemlerinde üzerinde
önemle durulan kavramlardan birisi de mağdurun tatminidir. Avrupa Konseyinin bu
hususta çok sayıda çalışmaları vardır. Aşağıda Avrupa Konseyinin çalışmaları
kısaca özetlenmiştir.
Mağdurun
tatmininin bizim hukukumuzda kendiliğinden gerçekleştirilmiş olması ilginçtir.
Ayrıca yeni kurumlar getirilmeden, mevcut sistem içerisinde mağdurun zararının
tatmin ediliyor olması, bizim de önceden tahmin edemediğimiz bir gelişme
olmuştur.
36.- ÖNERİ:
En azından belirli suçlardan dolayı mağdurun himaye edilmesi çağdaş ceza
hukukunun temel ilkelerindendir. Avrupa Konseyinin bu hususta çalışmaları
bilinmektedir. Ülkemizde terör olayları veya sokak hareketleri sebebile
Danıştay Devleti tazminata mahkûm ediyor. Ancak ferden işlenen saldırılar
yönünden, Ceza Kanunumuzdaki bazı özel hükümler müstesna, genel hüküm yoktur.
Bu noksanın bir an önce giderilmesi çok
yerinde olacaktır.
187. Şikâyetten vazgeçme (soru formu 12.4);
tespitler:
a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 87 olayda mağdur
şikâyetten vazgeçmiştir.
b) Ağır Ceza Mahkemeleri: 3 = %3,5.
c) Asliye Ceza Mahkemeleri: 31 = %4,4.
d) Sulh Ceza Mahkemeleri: 15 = %4,8.
Değerlendirme:
87 adet şikâyetten vazgeçme vardır; yüksek bir orandır. Adliyeyi gereksiz yere
yoran bir uygulama olduğu anlaşılmaktadır. Gerçekten, şikâyetten vazgeçildiği
vakit yapılmış olan işlemlerin değeri kalmamaktadır.
Adli
mercilerin gereksiz yere işgal edilmesine, dolayısıyla zaman kaybına ve sonuçta
önemli diğer davaların uzamasına neden olan bu uygulama üzerinde hassasiyetle
durulmalıdır.
Bunların
büyük çoğunluğunun çek suçlarından kaynaklandığı tahmin edilebilir.
34. ÖNERİ’ye bakınız.
37.- ÖNERİ: Davaların çabuklaştırılması ve
müeyyidelerin etkili caydırıcılığını sağlamak bakımından Amerika ve Almanya’da
olduğu gibi ve aynı usullere göre çalışan Polis Mahkemelerine olan ihtiyaç
aşikârdır. 24 saat görev başında kalacak olan bu mahkemelerin sözgelimi 6 ayı
aşmayan hürriyeti bağlayıcı cezaları gerektiren suçlarda ve özellikle (sokak
suçlarında) yetkilerinin kabul edilmesi halinde CAS’i büyük bir yükten
kurtulmuş olacaktır. Tabii olarak, bu teklifle ilgili biçimde ceza mevzuatında
da değişiklikler yapmak gerekecektir.
Hazırlık soruşturmasında polis araştırması
yeniden düzenlenmelidir. Savcının yanı sıra polisin de hafif suçlarda dava açma
yetkisi kabul edilmelidir. Özellikle polisin sanık tutuklandıktan sonra da
tutukluluk sırasında ifade alma ve diğer
soruşturma işlemlerini yapma yetkisi kabul edilmelidir. Burada ana hedef,
hazırlık soruşturmasının mümkün olduğu kadar noksansız ve sağlıklı yapılmasını
sağlayacak düzenlemelerin icrasıdır.
38. ÖNERİ: Batı ülkelerindeki mahkemelerde
dosyaların sırada, kuyrukta bekleme süreleri vardır (Waiting Line). İş aylarca
duruşma sırası beklemekte, ancak sırası geldiğinde kısa bir zaman içerisinde
dava sona ermektedir. Bizde ise, sırada bekleme yoktur. Bütün davalar bir anda
birlikte açılmakta ve bu nedenle trafik düzenlemesi olmayan bir kavşaktaki
tıkanma gibi davalar kilitlenmektedir. Sistem kavşaktaki trafik sıkışıklığını
yaşamaktadır: hızla cereyan eden trafik, dar bir kısıma örneğin bir köprüye
ulaştığında geri kalan kısım bir süre hızla akmakta devam eder; sonra hız
azalır ve köprüye belirli bir mesafe kaldığında bütünü ile durur. Davaların
hepsinin birden açıldığı sistemlerde de, CAS nin işlemesi hemen aynen böyle
olmaktadır.
Belirli bir ağır ceza mahkemesini, teklif
ettiğimiz sistem içerisinde çalıştırarak belli bir süre sonra davaların daha
makul bir sürede bitip bitmeyeceği incelenmelidir. Bu mahkeme tipik iş yükü
bulunan mahkemeler arasından seçilmelidir.
Tutuklamanın kanunların gösterdiği şartlara
tam uyularak gerçekleştirilmesi, gerek insan hakları ve gerekse adaletin
kalitesi nedeni ile, çok önemli bir konudur. Yabancı memleketler
uygulamalarında son soruşturmadan önce tutuklanmış bulunan kişilere ait
davalar, diğerlerine göre daha çabuk bitirilmektedir. Araştırmamız bizde de
durumun böyle olduğunu göstermiştir.
188. Fezleke: İlk İşlem ile Fezlekenin
düzenlendiği tarih arasındaki süre (soru formu 13.1):
a) Ağır cezalı işte
mean : 11,3
gün
median : 2 gün
mode : 1 gün
range : 378 gün
minimum : 0 gün
maximum : 378 gün
Dağılım şöyledir.
28 olayda 1 gün (%29,3), 12 olayda 2 gün (%12,4), 7 olayda (%7,0) 3 gün, diğer
gün dağılımları orantı itibariyle düşüktür.
b) Asliye ceza mahkemelerinde ilk işlem ile
fezleke düzenleme tarihi arasındaki dağılım şöyledir.
mean : 12,3
gün
median : 1
gün
mode : 1
gün
range : 851
gün
minimum : 0
gün
maximum : 851
gün
Sürelerin dağılımı şöyledir, 135 olayda
(%18,8) 1 gün, 91 olayda (%12,7) 0 gün, 55 olayda (%7,7) 2 gün, 17 olayda
(%2,4) 3 gün ve 15 olayda (%2,1) 4 gün. Diğer gün dağılımlarının oranı
düşüktür.
c) Sulh
ceza mahkemelerinde ilk işlem ile fezleke düzenleme tarihi arasında gün
dağılımı şöyledir.
mean : 21,2
gün
median : 2
gün
mode : 1
gün
range : 376
gün
minimum : 0
gün
maximum : 376
Dağılım şöyledir. 43 olayda (%14,1) 1 gün,
27 olayda (%8,9) 0 gün, 18 olayda (%6,0) 2 gün.
189. Koruma Tedbirleri:
Tutuklama (soru formu 14.1): 1117 dosyadan 178’inde (%15,9) tutklama kararı
verilmiştir.
Tespitler: a) Ağır Ceza Mahkemeleri: 53 =
%54,9.
b) Asliye
Ceza Mahkemeleri: 109 = %15,2.
c) Sulh
Ceza Mahkemeleri: 16 = %5,3. Tutuklama açısından yabancı ülkelerdeki durum için
birinci kısıma bakınız.
d) Gerçek
davalar: 177 = %20.
190. Tutuklama nedeni (soru
formu 14.1.b); tespitler:
a) Genel
Olarak: 1117 dosyadan 168’inde bilgi vardır. Suçun niteliği, 91 olayda (%8,2)
tutuklama sebebini oluşturmuştur. Kaçma şüphesinden dolayı verilen tutuklama
sayısı 36’dır. (%3,2). Delilleri karartma şüphesi ile 7 tutuklama kararı verilmiştir (%0,7).
b) Ağır
Ceza Mahkemeleri: Suçun niteliği 38 = % 39,4.
c) Asliye
Ceza Mahkemeleri: Suçun niteliği 48 =
%6,6.
d) Sulh
Ceza Mahkemeleri: Suçun niteliği 5 = %1,8.
e) Gerçek davalar: Suçun niteliği 91 =%10,7.
Değerlendirme: Ceza Muhakemeleri Usulü
Kanununa 1992 yılında girmiş bulunan orantılılık ilkesi (CMUK 104/4) çok az
halde uygulanmıştır.
10 olayda sebep gösterilmediği tespit
edilmiştir. Diğer kararlarda sebep beyan edilmekte fakat doyurucu gerekçe
gösterilmemektedir. Yağcı ve sargın davasında Türkiye’nin mahkum edilmesinin
sebebi gerekçe gösterilmemesidir.
38.
ÖNERİ’ye bakınız.
191. İlk işlem tarihi ile
tutuklama kararının verildiği tarih arasında geçen süre: (F3 Tablosuna Bakınız)
(soru formu 14.1.c):
Ağır Ceza Mahkemelerinde 96 dosyadan 2
sinde (% 2,3) 0 gün, 19 unda (% 2,3) 1 gün, 11 inde (% 10,9) 2 gün süre
geçmiştir. b) Asliye ceza mahkemelerinden incelenen 717 dosyadan 11 inde (%
1,5) 0 gün, 42 sinde (% 5,8) 1 gün, 20 sinde (% 2,8) 2 gün, 10 unda (% 1,4) 4
gün, 7 sinde (% 1) 5 gün süre geçmiştir. c) Sulh Ceza Mahkemelerinde; inceleme
kapsamına giren 305 dosya vardır. Bunların 298 inde (%94,7) tutuklamaya ilişkin
işlem yoktur. Geri kalan dosyalardan 1 inde (%0,4) süre 0 gündür; 10 unda
(%3,3) 1 gün; 3 ünde (%1) 2 gün süre geçmiştir.
192. Teminatla salıverme
kararı (soru formu 14.1.d); tespitler:
a) Genel
Olarak: 1117 dosyadan 7 sinde (%0,6) teminatla salıverilme kararı verilmiştir.
Değerlendirme: Teminatla salıverme oranı
çok azdır. Amerikan Anayasası, sanığın teminat yatırmak suretiyle tahliye
edilmesini, ilke itibarıyla Anayasal bir hak saymıştır (bail). İstisnai
hallerde bail kabul edilmemekte veya hâkim sanığın yatıramayacağı kadar yüksek
bir teminat tayin etmektedir. Bizde ise
bu kurumun çok küçük oranda uygulandığı görülmektedir.
39.
ÖNERİ: Uygun miktarda kefaletle salıverilmeye imkân verilmesi hem sanığın
özgürlüğünü gereksiz yere kısıtlanmasını önleyecek ve hem de tutuklamanın
getirdiği faydaları sağlayacaktır. Bu kurum, mümkün olduğu hallerde,
tutuklamaya tercih edilmelidir. Asıl
önemli olanı, İtalyan, Alman ve özellikle Fransız hukukunda olduğu gibi (adli
kontrol) sistemine biran önce yer verilmesidir.
193. Yakalama tarihi ile
hâkim önüne çıkarma tarihi arasında geçen süre: (F4 Tablosuna Bakınız) (soru
formu 14.2.ab:
Ağır ceza mahkemelerinde görülen 44 olayda
(%45,5) yakalama veya tutuklama olayı gerçekleşmemiştir. Geri kalan 8 olayda
(%8,6) süre 1 günden azdır; 24 olayda (%24,7) 1 gün; 11 olayda (%11,1) 2 gün; 4
olayda (%4,7) 3 gün; 2 olayda (%2,5) 4 gün ve 1 olayda (%1) 10 gün süre
geçmiştir.
Asliye ceza mahkemelerinde inceleme kapsamına
giren 717 dosya vardır. Bunların 574 ünde (%80,1) yakalama ve hâkim önüne
çıkarılma gerçekleşmemiştir. Geri kalan 20 dosyada (%2,7) 0 gün, 70 olayda
(%9,7) 1 gün, 25 olayda (%3,4) 2 günde, 13 olayda (%1,8) 4 gün, 11 olayda (%1,5) 5 gün ve bir
olayda (%0,2) 14 gün süre geçmiştir.
Sulh ceza mahkemelerinde inceleme
kapsamımıza giren 305 adet dosya vardır. Bunların 287 sinde (%94,2) yakalama ve
hâkim önüne çıkarma olayına rastlanmamıştır. Geri kalan 2 olayda (%0,6) 0 gün; 9
olayda (%2,8) 1 gün; 3 olayda (%1)2 gün ve 1 olayda (%0,3) 14 gün süre
geçmiştir.
194. Doktor muayenesi (soru formu 14.2.c);
tespitler:
a) Genel Olarak:
Bu konuda 1117 dosyadan 25 inde (%2,3) doktor muayenesi yapılmıştır. 331
olayda (%29,6) gözaltına alınan kişi doktor muayenesinden geçirilmemiştir.
b) Ağır Ceza Mahkemeleri: 7 = %7,7.
c) Asliye Ceza Mahkemeleri: 14 = %2.
d) Sulh Ceza Mahkemeleri: 4 = %1,2.
Değerlendirme:
Türkiye’de yasal herhangi bir mecburiyet bulunmadığı halde 25 olayda doktor muayenesi
yapılmış olduğu tespit edilmiştir. Doktor muayenesini kurumlaştırmak, işkence
ve baskı olaylarını önlemek ve bu husustaki mesnetsiz iddialar bakımından çok
önemli bir çare olabilir. Adalet Bakanlığı Ocak 1996 Genelgesi DGM için açıklık
getirmiştir.
Bu konunun
ceza adaletinin kalitesi bakımından olduğu kadar, Türk Adaleti ve CAS’ın
yabancı ülkelerde değerlendirilmesi bakımından da büyük önemi vardır.
Türkiye’de bir kısım medya işkence ve baskı konusunu duyguları tahrik edecek
surette ele alıp kamuya yansıtmakta ve toplumda çok kötü bir polis imajının
teessüsüne adeta katkıda bulunmaktadır. Yabancı ülkelerdeki Türkiye muhalifleri
de basında yer alan iddialara dayanarak ülkemizi sürekli karalamaya
çalışmaktadırlar.
Fransız Ceza
Usul Kanunu 64. maddesine göre, 24 saatlik sürenin sona ermesinden sonra doktor
muayenesi mecburidir. Daha önce savcı gerek görürse veya sanık veya bir yakını
talep ederse, doktor muayenesi yapılır. Bizde de benzeri usuller
yasallaştırılmalıdır.
195. Gözaltına alınan şüphelinin poliste kötü
muamele gördüğü yolundaki şikâyeti (soru formu 14.2.d); tespitler:
Genel Olarak:
1117 dosyadan 16 sında (%1,4) şüpheli, poliste kötü muamele gördüğü konusunda
şikâyette bulunmuştur.
Değerlendirme:
Türkiye’de bir kısım basın ve televizyon suçtan şüpheli olanlara poliste kötü
muamele yapıldığı hususunda toplumda bir imaj yaratmayı sonuçlayabilecek
yayınlarını sürdürmektedir. Bu tip basının amacı, halktaki polis imajını bozmak
ve böylece bir güvensizlik duygusunu yaygınlaştırmaktır. Diğer bir kısım basın
ise sansasyon yaratmak amacıyla, bu hususta bilmeden ve istemeden de olsa,
katkıda bulunmaktadır. Yabancı ülkelerde Türkiye’de insan haklarına saygılı
olunmadığı hususunda Türkiye’yi aşağılayıcı propaganda yapan organların kaynağı
da bu tür yayınlardır. Yabancı mahkemeler de Türkiye aleyhinde bu tür yayınları
delil olarak kullanmaktadırlar.
Oysa
anketimizin bu konudaki sonuçları, bu iddiaları doğrulamıyor. Olayların büyük
çoğunluğunda kötü muameleye ilişkin bir şikâyet mevcut değildir. Kötü muameleden
şikâyet oranı % 1,4 dır. Bunların da geniş ölçüde aleyhteki delilleri karartmak
amacıyla uydurulmuş iddialar olduğunu söylemekte hata olmasa gerektir.
196. Hâkim tarafından verilen zapt kararı (soru
formu 14.3.a); tespitler:
Genel Olarak:
1117 dosyadan 23 ünde (%2,1) hâkim zapta karar vermiştir.
40.- ÖNERİ: Polisin doğrudan doğruya zabıt
yapabilmesi gecikmeyi önlemek bakımından yerinde olabilir. Kaldı ki, bugün
tehirinde zarar bulunan hal teriminin çok geniş uygulanması suretiyle zaten
fiilen yapılıyor. Bu itibarla CMUK metninin buna göre değiştirilmesi uygun
olacaktır.
197. Hâkimin zapta karar vermediği hallerde savcı
emri ile zapt yapılıp yapılmadığı (soru formu 14.3.b); tespitler:
Genel Olarak:
1117 dosyadan 14 ünde (%1,2) savcı zapt emri vermiştir.
Değerlendirme:
Savcının emir verdiği haller çok azdır. Bu da yukarıdaki mülahazıyı
doğrulamaktadır.
198. Kolluğun kendiliğinden zapt işlemi
uyguladığı haller (soru formu 14.3.c); tespitler:
a) Genel Olarak: 1117 dosyadan 277
sinde (%24,8) zabıta kendiliğinden zapt uygulaması yapmıştır.
b) Ağır Ceza Mahkemeleri: 45 = 46,6.
c) Asliye Ceza Mahkemeleri: 185
= 25,8.
d) Sulh Ceza Mahkemeleri: 47 = 15,5.
Değerlendirme:
Kolluğun büyük bir çoğunlukla, zaptı bizzat kendisinin yaptığı görülüyor.
199. Hâkimden gayrısının yaptığı zapta karşı
itiraz (soru formu 14.3.d); tesbitler:
Genel Olarak:
1117 dosya içerisinden 2 sinde (%0,2) zapta itiraz edilmiştir.
Değerlendirme:
Yukarıdaki oranların gösterdiği üzere, zapt konusundaki esas kural istisna haline
gelmiş bulunmaktadır; hâkim
dışındakilerin yaptığı zabıtlara itiraz çok düşüktür. Bunun başlıca sebebi
hakların kullanılmaması olabilir. Diğer bir sebep olarak denilebilir ki,
zabıtanın yaptığı zabıt o kadar doğru ve yerindedir ki, buna itiraz edilmemektedir.
200. Hâkim Tarafından Arama Kararı Verilmiş Olan
Olaylar (soru formu 14.4.a); tesbitler:
Genel Olarak:
1117 dosya içerisinden 7 sinde (%0,6) hâkimin arama kararı verdiği görülmüştür.
Değerlendirme:
Yukarıdaki mülahazalar burada da geçerlidir. Hâkim kararı yok gibidir.
201. Hâkimin arama kararı vermediği hallerde
savcı emri ile arama yapılmış olup olmadığı (soru formu 14.4.b); tesbitler:
Genel Olarak:
1117 dosyanın 4 ünde (%0,3) savcının arama emri verdiği görülmüştür.
Değerlendirme:
Savcı emri çok azdır.
202. Kolluğun kendiliğinden arama yaptığı haller;
(soru formu 14.4.c); tesbitler:
Genel Olarak:
Bu olaylara ilişkin olarak 1117 dosya içinden 232 sinde (%20,8) polis, hâkim
kararı veya savcı emri olmaksızın kendiliğinden arama yapmıştır.
Değerlendirme:
Aramayı polisin doğrudan doğruya yaptığı tespit edilmiştir.
Öteden beri,
dünyanın her yerinde olduğu gibi, Türkiye’de de polise istisnai bir yetki
verildiğinde, bu yetkinin kullanılması kural halini almaktadır. Aynı durumu bu
araştırma da ortaya koymuş bulunuyor.
203. Postada zabıt kararı verilmesi (soru formu 14.5); tespitler:
a) Genel Olarak: 1117 dosya içerisinden postada
zabıt kararı bir olayda (%0,1) görülmüştür.
b) Ağır Ceza Mahkemeleri: 1 = %0,8.
Değerlendirme:
Hazırlık soruşturmasının çok kere yüzeysel olduğunu açıklamıştık. Bu sorunun
sonuçları da bu hususu tespit etmekte ve postada delil araştırması yapılmasına
gerek görümemektedir. Oysa özellikle mafya suçlarında delil elde etmek
bakımından bu husus son derece önemli sayılmalıdır.
204. Telefon dinleme (soru formu 14.6);
tesbitler:
Genel Olarak:
Telefon dinlemesi yapılıp yapılmadığı konusunda sadece üç dosyada bilgi vardır.
(%0,3) Bunların 2 si asliyelikdir.
Telefon
dinlemenin hâkim kararı ile yapılıp yapılmadığı hâkimden telefon dinleme
kararının alınıp alınmadığı anlaşılamamıştır. Bu nedenle, hâkim kararının
tarihi ile ilgili tespit de yapılamamıştır. Telefon dinleme kararının dinleme
işleminden önce mi yoksa sonra mı alındığı konusunda yapılan araştırma da,
yukarıdaki nedenle başarısız kalmıştır.
Değerlendirme:
Türkiye’de öne sürülen iddialar hilafına, yukarıdaki tespitler polisin
sistematik olarak telefon dinlemediğini ortaya koymaktadır. Diğer bir ihtimal
ise, polisin telefonları dinlemekle beraber, elde ettiği bilgileri delil olarak
kullanamamasıdır. Ayrıca telefon dinlemesi yapıldığı halde bundan etkin bir
sonuç alınamaması da muhtemeldir. Bu tespitten şu sonuçlar çıkmaktadır:
1. Telefon dinlemesi yoluna
gidilmemektedir. Bunun sebebi teşkilatsızlık, teknik bilgiye sahip elemanın
bulunmaması ve yasal düzenlemenin yapılmamış bulunması olabilir.
2. Mevzuatın telefon dinleme hususunu
düzenlememiş bulunması, soruşturmada bu usule başvurulması bakımından çekinmeyi
sonuçlamış da olabilir.
3. Oysa, özellikle mafya suçlarında ve
diğer bir kısım suçlarda telefon dinlenmesi delil elde edilmesini veya önemli
delillere gidilmesini sağlayabilir. Bu noksan bir an önce giderilmelidir.
(Nitekim bu eserin yayınından önce noksan 4422 sayılı kanun ile giderilmiştir).
41.- ÖNERİ: Mevzuatımızda suç soruşturması
sebebile telefon dinleme konusunun mutlaka yasal bir düzene bağlanması
zorunludur. Bu düzenleme yapılırken Avrupa İnsan Hakları Divanının konuyla
ilgili olarak verdiği kararlar ve uyguladığı esaslar gözönünde tutulmalıdır.
Fransa’da geleneksel içtihat telefon
muhaverelerinin tesbitine imkân vermekte idi. Fakat bu konuşmalar “itiraf”
olarak değil, sadece hâkimin kanaatini tesis edebilecek emareler olarak kabul
edilmekte idi. Böylece savunma hakkı ihlâl edilmiş olmuyordu. Aynı ilke
mikrofonlar ve ses tesbitleri bakımından da geçerli idi. Ancak, kişi ile
müdafii arasındaki konuşmanın tesbitinin hiçbir delil değeri taşımadığı kabul
ediliyordu.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 8.
maddesinin özel hayatın gizliliğine ilişkin hükmü sebebile, konu 1970’lerde
ciddîyetle ele alınmıştır. Uygulamada hazırlık soruşturmasında, ilk
soruşturmada telefon dinlenmesi kabul ediliyordu. 1989 yılında AİHS m. 8 ve Ceza Usul Kanunu 81. maddelerine dayanmak
suretile mesele çözüldü ve özel kanun olmadığı takdirde, özel hayata müdahale
edilemiyeceği esası belirtildi.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kamu menfaati
yönünden öngörüldüğü hallerde özel hayata girilmesinin sözleşmeye aykırı
olmadığını kabul ediyordu; ancak bu müdahale genel güvenlik bakımından zorunlu
olmalıdır.
Avukatlarla yapılan konuşmaya hiç bir surette
müdahale edilmemelidir. Mercilerin bu husustaki takdir yetkilerinin
kullanılmasındaki ayrıntıların kapsamı açık bir surette kanunda yer almalı ve
suistimale imkân vermemelidir.
Ayrıca, telefonları dinlenebilecek olan suçlu
kategorileri, suçların nitelikleri, dinlemenin süresi bu husustaki tutanakların
teşkili şartları ve konuşmaların ne suretle sentezleştirileceği ve bantların
nasıl silineceği ve imha edileceği kanunda yer almalıdır. 8 Şubat 1995
tarihinden itibaren Senato veya Meclis Başkanlarına haber verilmeden
milletvekillerinin veya senatörlerin konuşmalarının tesbit edilemiyeceği de,
hüküm altına alınmıştır.
Özetlemek gerekirse, bu hususta özel bir
kanun belirli nitelik ve şartları taşımak suretiyle biran önce meydana
getirilmelidir.
205. Koruma tedbirlerine itiraz edilip edilmediği
(soru formu 14.7.a); tesbitler:
a) Genel Olarak: Bu inceleme, 1117 dosyadan 33
ünde (%2,9) koruma tedbirine itiraz edildiğini göstermektedir.
b) Ağır Ceza Mahkemeleri: 11 = % 11,1.
c) Asliye Ceza Mahkemeleri: 18 = %2,5.
d) Sulh Ceza Mahkemeleri: 4 = %1,2.
206. Koruma tedbirine itiraz edildiği hallerde,
bu itirazın hangi tedbire karşı yöneltilmiş olduğu (soru formu 14.7.b);
tesbitler:
a) Genel
Olarak: 1117 dosyadan 32 sinde itiraz yoluna gidilmişti. 32 olayın 30 unda
itiraz tutuklamaya karşıdır (%92,8). Yakalanma ve gözaltına alma tedbirine
karşı iki halde (%7,2) itiraz edildiği (CMUK 128/4) tespit edilmiştir.
b) Ağır
Ceza Mahkemeleri: Tutuklama 10 adet
(10,2); Gözaltı 0 = 0,003.
c) Asliye
Ceza Mahkemeleri: 17 adet tutuklama kararına itiraz (%2,3); 4 adet tutuklama
kararına itiraz (% 1,2).
d) Sulh
Ceza Mahkemeleri: 4 adet tutuklama kararına itiraz (%1,2); 2 adet yakalama
kararına itiraz (%0,07).
33 olayda itiraz da bulunulmuş olması
ilginçtir. Bunlardan hemen hemen %99’u tutuklamaya karşı itirazdır. Yakalama ve
gözaltına alınma tedbirlerine itiraz oranları ise sadece iki olayda
gerçekleşmiş olup, çok düşüktür.
Tutuklamanın Türkiye’de çok geniş ölçüde
yaygın bulunduğu ve ciddi, doyurucu gerekçe gösterilmeden tutuklamaya karar
verildiği ve tutukluluk durumunun sürdürüldüğü
bilinmektedir. Bu uygulama hem Türk hukukuna hem de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararına aykırıdır.
Nitekim Yağcı, Sargın ve Mansur davalarında Türkiye bu sebeple mahkum
edilmiştir. Böyle olduğu halde kararlara itiraz oranlarının çok düşük olması
dikkati çekicidir. Ekonomik durumları bozuk olan sanıkların itiraz yoluna
başvurmadıkları tahmin edilebilir. Vatandaşın sahip olduğu temel haklar
konusunda eğitilmesi şarttır.
207. İtirazın Sonucu (soru
formu 14.7.d); tesbitler:
a) Genel
Olarak: sonuçlar şöyledir: İtiraz yapılan 29 olayın, 20 sinde (%68,5) merciin
uyguladığı tedbir itiraz makamınca uygun görülmüş ve onaylanmıştır. Uygulanan
tedbirin onaylanmadığı 9 olay (%31,5) tespit edilmiştir.
b) Ağır
Ceza Mahkemeleri: onaylanan 10 adet (%10).
c) Asliye
Ceza Mahkemeleri: 8 tedbir onaylanmış (%1,1); 6 tedbir onaylanmış (%0,00).
d) Sulh
Ceza Mahkemeleri: 3 tedbir onaylanmış (%0,08);
tedbir onaylanmamış (% 0,04).
Değerlendirme: Oranlar genel olarak
itirazdan bir sonuç alınamadığını göstermektedir. Bu sonuç yerleşmiş adlî
kültüre bağlı olabilir.
208. Yazılı Emir (soru formu
14.7.e); tesbitler:
a) Genel
Olarak: İtiraz merciinin verdiği karara karşı yazılı emir yoluna (CMUK 343)
başvurulup vurulmadığı konusunda 35 dosyada veri vardır. Bunlardan ikisinde
(%4,5) itiraz merciinin kararına karşı yazılı emir yoluna baş vurulmuştur.
b) Ağır
Ceza Mahkemeleri: 0.
c) Asliye
Ceza Mahkemeleri: 2 = (% 0,02).
Değerlendirme: Yazılı emir isteminin
tarihi ile Yargıtayın verdiği kararın tarihi ve yazılı emir sonunda yargıtayın
verdiği kararın niteliği dosyalardan tespit edilememiştir. Ancak yukarıda III.
bölümünde bu hususta kesin rakamlar verilmiştir.
Gecikme bakımından önemli olan husus
yazılı emre gidilen hallerde Yargıtay incelemesinin ne kadar sürdüğüdür. Ancak
bu durum dosyalardan tespit edilememekle beraber, III. bölümde gerekli bilgiler
sunulmuştur.
I. Soruşturmada (Hazırlık soruşturmasında)
savcı tarafından yapılan işlemler
209. Fezlekenin hazırlandığı
tarih ile, fezlekenin savcılık kalemine kaydedildiği tarih arasında geçen süre
(soru formu 15):
Yakalama Tarihi ile, fezlekenin savcılık kalemine
(registration) kaydedildiği tarih arasında geçen süre: (F5 Tablosuna Bakınız)
Ağır Ceza mahkemelerine ait 96 dosyadan 45 inde (%46,6) yakalamaya
rastlanmamıştır. Geri kalan 6 olayda (%6,0) 0 gün; 25 olayda (25,7) 1 gün; 9
olayda (%9,7) 2 gün süre geçmiştir.
Asliye Ceza Mahkemelerinde inceleme
kapsamına giren 717 dosyadan 528 inde (% 73,6) yakalama ile iligili işlem yoktur. Geri kalan
dosyalarda sürelerdeki yoğunlaşma şöyledir: 26 olayda (%3,6) 0 gün; 96 olayda
(%13,4) 1 gün; 29 olayda (%4) 2 gün; 11 olayda (%1,5) 5 gün süre geçmiştir.
Sulh Ceza Mahkemelerinde inceleme
kapsamına giren 305 dosyadan 262 sinde (% 86) yakalama ile iligili işlem yapılmamıştır. Geri kalan
dosyalar arasından sürelerdeki yoğunlaşma şöyledir: 7 olayda (%2,2) 0 gün; 20
olayda (% 6,5) 1 gün; 6 olayda (%1,9) 2 gün süre geçmiştir.
210. Savcılık tarafından
yapılan araştırmalar: Savcılık tarafından ek araştırma yapılıp yapılmadığı
(soru formu 16.1); tesbitler:
a) Genel
Olarak: Ek araştırma konusunda; 1117 dosyadan 143 ünde (%12,8) savcılık
tarafından ek araştırma yapılmış, 906 sında (%81,1) yapılmamıştır.
b) Ağır
Ceza Mahkemeleri: 30 = %31,2.
c) Asliye
Ceza Mahkemeleri: 96 = %13,3.
d) Sulh
Ceza Mahkemeleri: 17 = %5,6.
211. Savcının Ek Araştırma
Yapması için Polise Emir Verdiği Haller (soru formu 16.1.a); tesbitler:
Genel Olarak: Savcının ek araştırma
yapması için polise emir verip vermediğini tespit etmek üzere yapılan
araştırmada, 1117 dosyadan 90 ında
(%8,0) savcının polise ek araştırma yapması için emir verdiği belirlenmiştir.
476 olayda ise (%42,6) polise emir verilmemiştir.
Savcının polise ek araştırma yapması için
emir verdiği hallerde polis, şu işlemleri yapmıştır. 33 olayda (%3) şüphelinin
ifadesini almış 6 olayda (%0,5) adı geçeni celp etmiş, 4 olayda (%0,3) yakalamış,
4 olayda (%0,3) olay yerinde inceleme yapmış, 4 olayda (%0,3) adres ve nüfus
kaydını belirlemiştir.
Polis tarafından yapılan ek araştırmanın
kaç gün sürdüğü konusunda 54 dosyada veri vardır. Bu 54 dosyanın 11 inde
araştırma bir gün sürmüştür (%19,8). 5 olayda 10 gün (%9,1), 3 olayda 14 gün
(%5,9), 2 olayda 60 gün (%2,9) gibi süreler belirlenmiştir.
b) Asliye Ceza Mahkemeleri: 57 = %8.
c) Sulh Ceza Mahkemeleri: 16 = %5,1.
Değerlendirme: Savcının polise emir
verdiği hallerde, sadece eksik evrakın tamamlatıldığı görülmektedir. Maddi suç
delillerinin araştırılması yapılmamaktadır. Bu durum aslında ciddi
sayılabilecek bir gecikme sebebidir. Evrak doğru dürüst tertip edilse ve
noksanların ikmali için ayrıca vakit geçirilmeseydi, dosya daha çabuk tamamlanacaktı.
Bekleme süresi (Waiting time) uzamaktadır.
212. Savcının Bizzat Ek
Araştırma Yaptığı Haller (soru formu 16.1.a); tesbitler:
a) Genel
Olarak: 1117 Dosyadan 118 inde (%10,5) savcı bizzat ek araştırma yapmıştır.
Savcı tarafından bizzat araştırma yapılan
hallerde, savcının hangi araştırma işlemini yaptığı konusunda 109 veri vardır.
Savcı tarafından yapılan araştırmaların
dağılımı şöyledir: 26 olayda sanık ifadesi alınmıştır (%23,9), 22 olayda bir
başka kurumdan belge istenmiştir (%20,2), 10 olayda mağdurun ifadesi alınmıştır
(%8,2), 9 olayda adli tıbba sevk yapılmıştır (%8,3). Olay yerinde savcı
tarafından inceleme bir halde tespit edilmiştir (%0,9). Telefon dinleme
talimatı verilmesine de yine bir olayda rastlanılmıştır (%1,0).
b) Ağır Ceza Mahkemeleri:
23 = %24,3.
c) Asliye Ceza Mahkemeleri: 83 = %11,6.
d) Sulh Ceza Mahkemeleri:
11 = % 3,7.
Değerlendirme: Oranlar iki suretle yorum
yapılmasına yatkındır:
1) Kolluk
tarafından araştırma, soruşturma çok iyi yapıldığından savcı ancak 143 olayda,
%12,8 oranında ek araştırma yapmak ihtiyacını hissetmiştir.
2) İkinci
yorum ise savcıların altında kaldıkları büyük işyükü dolayısıyla, polisten
gelen evraka müsteniden davayı açtıklarıdır.
Bu iki olasılıktan hangisinin daha ziyade
geçerli olduğunu tespit edebilmek için, savcının ek araştırma yapmadığı
hallerde, mahkemenin son soruşturma evresinde ne gibi tahkik muamelelerini
yapmış olduğunu ve bunların yoğunluğunu tespit etmek gerekir. Eğer mahkemece
yapılan tahkik muameleleri çok sayıda ise, savcının üstünkörü dava açtığı
sonucuna varmak gerekecektir. Böyle değilse, polisin işini çok iyi yaptığı
sonucuna varılacaktır. Bir ikinci ihtimali daha ziyade gerçekçi bulmaktayız.
Telefon dinlemenin bir olayda savcı emri
ile yapılmış olduğu belirlenmiştir. Oysa yukarıda belirtildiği üzere bu hususta
genel bir kanun olmalı ve buna
dayanılarak hâkim tarafından karar verilmelidir.
Başka bir mercide halli gereken işlerin
veya merciden bilgi istenmesini gerektiren hallerin oranı çok yüksektir.
Bunların polis soruşturması sırasında yapılması, zamandan tasarruf
sağlayacaktır.
Başka kurumlardan bilgi isteme dosyanın
başka bir mercie gönderilmesi dolayısiyle geçen zaman (transportation time) %
20 olarak tespit edilmiştir oran büyük bir gecikme sebebi olarak gözükmektedir.
41.
Öneri’ye bakınız.
213. Savcının Bilirkişi
Görevlendirdiği Haller (soru formu 16.2.a); tesbitler:
a) Genel
Olarak: Savcılıkta bilirkişi incelemesi yaptırıldığına ilişkin 39 dosyada bilgi
vardır (%3,5).
b) Ağır
Ceza Mahkemeleri: 9 = %9.
c) Asliye
Ceza Mahkemeleri: 24 = %3,3.
d) Sulh
Ceza Mahkemeleri: 7 = %2,2.
Değerlendirme: İncelenen dosyalar içinde
bilirkişiye başvurma oranının az olduğu görülmektedir. Bunun sebebi basın
işlerine bakan 2 no lu mahkemeden alınan dosyalar sayısının az olmasıdır. Zira,
basın davalarında savcılar sistematik olarak bilirkişiye başvurmaktadırlar.
Aslında çok kısa sürede bitirilmesi gereken basın davalarının bu derecede
uzamasının nedeni, bilirkişiye başvurmanın adlî kültür çerçevesinde hemen hemen
kural halini almış bulunmasıdır.
Tesbitler: Genel Olarak: Savcının,
görevlendirdiği hallerde, bilirkişiye hangi hususları sorduğu ayrıca
araştırılmıştır. Bu konuda 42 dosyada bilgi mevcuttur.: 10 olayda yaralanmanın
neticeleri sorulmuş (%24,2), 9 olayda yazı karşılaştırılması istenilmiş
(%21,2), 6 olayda müstehcenlik incelemesi istenmiş (%15,3) 5 olayda da kıymet
takdiri yaptırılmıştır (%12,7). Eylemin suç teşkil edip etmediği şeklinde bir
soru sorulmasının %0,6 ihtimali ile gerçekleştiği görülmüştür.
Değerlendirme: Bilirkişiden istenen
mütalaa, polis tarafından da tespiti mümkün bir husus niteliğinde idi, davanın
uzaması önlenebilirdi; ancak hukukumuzda polisin tayin etme yetkisi
olmadığından, bilirkişi bilgisini gerektiren hususta kendi şahsi bilgisi ile
bir sonuca varmak mecburiyetindedir. Bu işlemler zorunlu olarak daha sonra
savcı tarafından yapılmaktadır.
42.-
ÖNERİ: Bilirkişi incelemesini gerektiren işlemleri soruşturmayı yapan polisin icra
edebilmesi çabukluk sağlayabilir. Örgütlenmenin sonuçladığı bekleme süresi
(Organizational waiting time) bu yolla tümüyle ortadan kalkabilir.
214. Bilirkişi raporunun
sonuç kısmındaki mütalaa (soru formu
16.2.d); tesbitler:
a) Genel
Olarak: 21 olayda (%55,3) bilirkişi, eylemin suç teşkil ettiği yolunda olumlu
görüş açıklamıştır. Suç teşkil etmediğini açıklayan görüş 7’dir. (%18,5).
Bilirkişinin kendisini yetkili görmeyerek dosyanın ilgili yere sevk edilmesi
yolunda görüş bildirmesi ihtimali %1,1’dir.
b) Ağır
Ceza Mahkemeleri: Olumlu 4 = % 4; Olumsuz 2 = %2,6.
c) Asliye
Ceza Mahkemeleri: Olumlu 12 = %1,6; Olumsuz 4 = %0,05.
d) Sulh
Ceza Mahkemeleri: Olumlu 5 = % 1,7; Olumsuz 1 = % 0,02.
Değerlendirme: Bilirkişinin olumsuz görüş
vermesine rağmen kamu davası açılmış ve neticede mahkeme beraat kararı vermiş
ise, mahkeme boşuna yorulmuş olacaktır.
43.-
ÖNERİ: Bilirkişiliğe ehil, uzmanlık taşıyan kimseler tâyin edilmeli ve
bilirkişinin konuyu ciddî şekilde incelemesi sağlanmalıdır. Bu neticeyi elde etmenin
temel araçlarından birisi, bilirkişiye çalışmaları karşılığı uygun ücret vermek
ve bunu da hizmetin karşılığı olarak derhal ödemektir. Bugünkü uygulamada arz
olunan hususların hiç birisine uyulmadığı için, ehliyetli bilirkişiler görevden
kaçmaktadırlar.
215. Savcılıkta kimlik
tespiti ve benzeri işlemlerin yapılıp, yapılmadığı (soru formu 16.3);
tesbitler:
a) Genel
Olarak: 1117 dosyadan 151 inde (%13,5) savcılık, kimlik tespiti, medeni halin
araştırılması, nüfus kaydı getirilmesi gibi işlemleri yapmıştır.
Savcılıkça yapılan bu tür kimlikle ilgili
işlemlerin türü konusunda 131 dosyada bilgi vardır. 46 olayda (%35) nüfus
cüzdanı sureti istenilmiş, 67 olayda (%50,6) nüfus kaydı getirtilmiş, 3 olayda
ise sabıka kaydı araştırılmıştır. (%2,2).
b) Ağır
Ceza Mahkemeleri: 11 = %11,9.
c) Asliye
Ceza Mahkemeleri: 112 = %15,6.
d) Sulh
Ceza Mahkemeleri: 28 = %9,2.
Değerlendirme: Olayların % 13,5’inde
polisten gelen evrakın kimliğe ilişkin bilgilerin noksan olması olay çözme
zamanının (Case pocessing time) uzamasını sonuçlayan bir sebep telakki
olunmalıdır.
Polis merkezlerinde veya emniyet
müdürlüğünde adli sicil bilgisayarına girmek imkanının mevcut olmaması ve adli
sicil kanununun adli sicil bilgisayarına doğrudan doğruya girilmesine imkan
vermemesi (waiting time) uzatan bir sebeptir.
44.-
ÖNERİ: Bilgisayar ağının polisi de kapsayacak şekilde genişletilmesi ve bu
hususta yasal gereklerin tesisi davaların çabuk karara bağlanmasını sağlayan
etkin bir araç teşkil edecektir.
216. Savcılığın kendisini
yer bakımından yetkisiz veya madde bakımından görevsiz sayarak bir işlem yapıp
yapmadığı (soru formu 16.4); tesbitler:
a) Genel
Olarak: 1117 dosyadan 103 olayda (%9,2) anılan işlemlerden birini yapmıştır.
Bu verilen kararın türü açısından yapılan
incelemede 97 dosyada veri tespit edilmiştir. 79 olayda (%81,0) yer yönünden
yetkisizlik ve 17 olayda ise görevsizlik (%17,5) görüşü açıklanmıştır.
b) Ağır Ceza Mahkemeleri: 20 %20,6.
c) Asliye Ceza Mahkemeleri:
79 = % 11.
d) Sulh Ceza Mahkemeleri:
4 = % 1,3.
Değerlendirme: Yukarıdaki tespitler önemli
bir gecikme sebebidir. Özellikle aynı bir şehir içindeki savcılıkların yer
yönünden yetkisizlik kararı vermeleri ve işin Şişli’den Beyoğlu’na postalarla
gitmesi anlaşılmaz bir şeydir.
45.-
ÖNERİ: Aynı Büyükşehir Belediyesi içinde
istinabe olmaz kuralı savcılıkları da kapsamalıdır.
Görev
yönünden yetkisizlik kararlarına ilişkin olarak şu söylenebilir: Mülga Memurin
Muhakemat Kanununun uygulanması, davaların görülmesi bakımından özellikle memur
suçlarında büyük bir gecikme sebebi olmuştur. Esas itibariyle bu kanun bazı
ihtiyaçlardan doğmuştu. Fakat itiraz mekanizmasını anlamak mümkün değildi:
Savcının iddianamesine nasıl itiraz olunamıyorsa lüzumu muhakeme kararına da
itiraz edilememeli idi. Men’i muhakeme kararları da savcıya gitmeli ve savcı
kararı yerinde bulmadığı takdirde, davayı açabilmeliidi. Lüzumu muhakeme kararı
verildiği hallerde de davayı açmayabilmeli veya tavsif tarzını değiştirebilmeli
idi. Bu şekilde idare mahkemelerine ve Danıştaya itirazın neden olduğu gecikme
ortadan kalkabilecekti: yeniden yürürlüğe giren kanunun ne gibi sonuçlar
vereceği görülecektir.
217. Takipsizlik kararının
maddi mesele bakımından (olayın yeterince aydınlatılmamış olması) verilip
verilmediği (soru formu 17.1); tesbitler:
Genel Olarak: 1117 dosyadan 14 ünde (%1,2)
takipsizlik kararı olayın yeterince aydınlatılmamış olması sebebine
dayandırılmıştır.
218. Takipsizlik kararının
hukuki mesele bakımından (fiilin suç teşkil etmemesi gibi) verilip verilmediği
(soru formu 17.2); tesbitler:
Genel Olarak: 1117 dosyanın 5 inde (%0,5)
takipsizlik kararının hukuki mesele açısından verildiği belirlenmiştir.
Takipsizlik kararı verilen hallerde bunun
hangi nedene dayandığı tekrar araştırılmış ve bu konuda 3 dosyada bilgiye
rastlanmıştır: 2 olayda ön ödeme sebebiyle ve 1 olayda da şahsi dava yolunun
açık olması nedeniyle takipsizlik kararı verildiği saptanmıştır.
İncelememiz kesinleşmiş dosyaların
tetkikine dayanmıştır. Bu itibarla savcılıkça verilen takipsizlik kararları
incelenememiştir. Yerinde ve doğru olarak verilmiş takipsizlik kararları
işlevseldir. Zira bir filtrasyon aracı olarak gereksiz ve ilerde hükme
bağlanamıyacak olan iddiaların hemen sistem dışına atılmasını, çıkarılmasını
sağlamaktadır. Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 164. maddesine göre, kolluk
böyle bir filtrasyon yapamaz, takipsizlik kararını savcının vermesi gerekir.
Polisin de, denetimli olarak benzeri bir filtrasyon yapması, savcılık yükünün
azalmasında faydalı olabilir.
219. Suçun kovuşturulması
şikâyete bağlı olduğu hallerde şikâyetin mevcut olmaması nedeni ile takipsizlik
kararı verilip verilmediği (soru formu 17.3); tesbitler:
Genel Olarak: 1117 dosyadan 6 olayda
şikâyetin gerçekleşmemesi nedeni ile (%0,5) takipsizlik kararı verildiği tespit
edilmiştir.
220. Ön ödeme uygulanıp
uygulanmadığı (soru formu 17.4); tesbitler:
Genel Olarak: 1117 dosyanın 233 ünde
(%20,9) ön ödeme uygulanmıştır.
Önödemenin ve Ceza kararnamesinin çok
geniş alanda olmak üzere uygulandığı görülmektedir. Teorik bakımdan önödemeye
yöneltilen itirazlar bilinmektedir (Dönmezer/Erman, c.III, 12. Bası,
1997). Aslında önödeme, sistemin
gereğinden fazla yüklenmesini engelleyici ve belirli olayları sistem dışına
çıkaran ve böylece mahkemeleri büyük bir iş yükünden kurtaran faydalı bir
kurumdur. Önödemeyi kabul edip etmemek kişinin ihtiyarında olduğundan, Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesine de aykırı değildir.
Önödemenin kriminolojik bakımdan çok
önemli bir yararı da, kişiyi damgalama süreci dışına çıkarmış olmasıdır. Bu
bakımdan, savcılığın önödeme yaptığı hallerde, takipsizlik kararı vermesi çok
yerindedir.
46.-
ÖNERİ: Önödeme yetkisi savcılıkça özen ile kullanılmalı ve uygulama mahkemeye
bırakılmamalıdır. İşlerin iddianamesiz olarak, doğrudan doğruya mahkemeye
sevkolunduğu hallerde de, dosya hemen mahkemece savcılığa gönderilebilir.
Bizdeki uygulamasında önödeme otomatiktir. Sanık önödemeyi gerektiren ne kadar
suç işlemiş olursa olsun, ödemeden yararlanma hakkına sahiptir; belirli bir
sınır getirilmesi yerinde olabilir. İkinci olarak önödeme, duruma, failin,
kişiliğine göre ek bir kısım şartların yerine getirilmesine tâbi kılınabilir.
Bu şartlar yerine getirildiği ve böylece savcının yetkisi genişletildiği
takdirde, önödeme yapılacak cezaların genişletilmesi mümkün ve yerinde de
olabilir. Aslında asıl getirilmesi gerekli kurum uzlaşma (médiation) dur. Bu
kurum önödeme ile birlikte uygulanabilir.
221. Ceza kararnamesi
uygulanıp uygulanmadığı (soru formu 17.5); tesbitler:
Genel Olarak: 1117 dosyanın 187 sinde ceza
kararnamesi uygulanmıştır. (%16,8).
Değerlendirme: 187 olay ceza kararnamesi,
233 olay ise, önödemeyle halledilmiş bulunmaktadır İncelediğimiz dosyaların
yaklaşık 1/3 ünün bu şekilde sonuçlandırıldığı tespit edilmiştir.
222. Takipsizlik kararına
itiraz (soru formu 17.6): Takipsizlik kararına itiraz edilip edilmediği;
tesbitler:
Genel Olarak: 1117 dosyadan sadece 1
tanesinde itiraz edilmiştir.
223. İddianame (soru formu
18): Kamu davasının iddianame ile mi, yoksa iddianame yerine geçen başka bir
belge ile mi açıldığı sorulmuştur İddianame ile açılan dava sayısı 1071’dir
(%95,8).
Lüzumu muhakeme kararı ile açılan dava
sayısı 4’tür (%0,3).
İddianame yerine geçen diğer bir belge ile
11 olayda (%0,9) dava açıldığı tespit edilmiştir.
Şahsi dava dilekçesi ile açılan ceza
davası sayısının 7 olduğu (%0,6) belirlenmiştir.
Değerlendirme: Mülga Memurin Muhakematı
Kanunu ve şahsi dava uygulandığı haller çok azdır.
Bu orantılar ve rakamlar dahi Memurin
Muhakemat Kanunun tatbik dolayısı ile 16.4’de arz ettiğimiz mutalaaların ne
kadar yerinde olduğunu göstermektedir. Türkiye’de Memurin Muhakemat Kanunu
çerçevesine giren memur suçları cüz’i miktarda idi. Memurin Muhakemat Kanununa
tabi bazı olaylar dolayısı ile basının yaptığı yayınlar yanlış bir imajın meydana
gelmesine sebebiyet vermişti. Memurin Muhakemat Kanununa veya özel Kanundaki
hükümlerine göre, Memurin Muhakemat Kanunu benzer usullerin uygulanmasını
gerektiren suçlarda tüm olarak olayın sonuca bağlanmasına ilişkin sürenin
uzadığı muhakkak idi. Hatta bu suçlardan bir kısmının zaman aşımı ile de
ortadan kalktığı bilinmektedir. Buna karşılık idare ve adliye ayrımının mahfuz
kalması sağlanacak ve ayrıca bu usul, bir filtrasyon teşkil etmesi dolayısı
ile, CAS’ini boşaltan bir araç rolünü de oynayabilecekti.
224. İddianameye İlişkin
Diğer Bilgiler (soru formu 18.2);
İddianamede sanığa isnad edilen suçlardan,
315 dava, 3167 sayılı kanuna muhalefet nedeniyle açılmıştır (%28,6).
Türk Ceza Kanununda yer alan suçlar, belli
konularda gruplaşmış değildir. Ancak adet olarak bakıldığında 54 adet 456.
madde (%4,8), 48 adet 493. madde (%4,3), 47 adet 565. madde (%4,2) ve 24 adet
404. madde (%2,2) isnadı ile, Savcılık tarafından dava açıldığı görülmektedir.
Değerlendirme: Ceza Kanunu dışındaki özel
kanunlarda yer alan suçların, önemli bir yer işgal ettiği görülmektedir.
İstanbul’da ve belki de diğer büyük merkezlerde Asliye Ceza Mahkemelerinin çok
geniş ölçüde zamanını alan suç 3167 sayılı Çek Kanunudur. Adliyeyi olağanüstü
işgal eden bu davalar genellikle ortalama bir yıl devam eden çalışmalardan sonra, şikâyetin
geri alınması sebebiyle ortadan kalkmaktadır. Demek oluyor ki, bu suçlar
hakkında basitleştirilmiş, özel bir usul ihdas olunmalı, mesela cezası para cezasına çevrilerek, önödeme
imkanı sağlanmalı ve her halde takibat şikâyete bağlanmamalıdır.
47.-
ÖNERİ: CAS’miz ağır suçlarla basit suçları aynı usule tabi kılıyor. Hafif
suçların yargılanmasında mutlaka basitleştirilmiş muhakeme usulüne
gidilmelidir. Mesela bir kısım basit suçlar savcının müdahalesi olmadan doğrudan
doğruya kolluğun fezlekesi ile mahkemeye intikal edebilmeli; polisin
takipsizlik işlemi yaptığı hallerde, suçtan zarar görenin savcıya başvurma
hakkı kabul edilmelidir.
Gerçekten, savcılık nitelendirilmesi ile,
mahkemenin hükmü arasında suç farkı bulunması iki sebepten kaynaklanır: 1)
Sadece savcılıkta tavsif hatası vardır. 2) Gerekli araştırmalar polis veya
savcılık tarafından yapılmadığından tavsifte hata edilmiştir. Her iki ihtimal
de CAS’ın işlemesi bakımındn esaslı bir sakıncayı ortaya koyar, gecikmenin de
temel sebeplerinden biri olabilir.
Tesbitler: İki suçtan birden tek iddianame
ile dava açılan olay sayısı 139’dur.
Üç suçtan tek iddianame ile dava açılan
olay sayısı 19’dur. Dört suçtan tek iddianame ile dava açılan olay sayısı
2’dir.
Bizim yaptığımız çalışmanın asıl amacı
işletme kusurlarını ortaya çıkarmaktır.
Genel Adalet istatistikleri tetkik
edildiği vakit, özel ceza kanunlarındaki suçların önem kazandığı görülür. Bu
bizim yaptığımız tesbit ile çakışmaktadır.
225. Suçtan Doğan Maddî
Zarar; tespitler: İncelenen 1100 dosyaya konu olan suçların 472 sinde
(%42,2) fiilden maddî zarar meydana gelmiştir.
Zarar miktarına bakıldığında, incelenen
1117 dosya arasından sadece 295 inde suçtan doğan zararın miktarı ile ilgili
olarak dosyada bir bilgiye rastlanabilmiştir. Doğan zarar miktarları şöyledir:
iki olayda 26.000 (%0,1), dört olayda 500.000 (%0,4), beş olayda 800.000
(%0,4), beş olayda 1.000.000 (%0,4), sekiz olayda 2.000.000 (%0,7), on olayda
5.000.000 (%0,9), onbir olayda 10.000.0000 (%1), onüç olayda 20.000.000 (%1,2),
on olayda 40.000.000 (%0,9), yedi olayda 50.000.000 (%0,7), dört olayda
110.000.000 (%0,4), beş olayda 150.000.000 (%0,4), iki olayda, 1.000.000.000
(%0,1) ve bir olayda 1.210.000.000 (%0,1).
Değerlendirme: Suçtan doğan zararın
miktarı, toplumsal yönden suçun sebebiyet verdiği zararlar yani suçun topluma
maliyetini (Cost of Crime) tayin bakımından çok önemlidir. Şimdiye kadar
ülkemizde suçun topluma zararı konusunda kriminolojik araştırma yapılmamıştır.
Suçun topluma olan zararı bakımından sadece genel bütçede suçla meşgul olan
kuruluşların ödenekleri dışında bir eleman elimizde mevcut değildir. Bu
bakımdan, bu soruya verilen cevapları dikkati çekici buluyoruz.
Söz konusu rakamlar değerlendirilip
yorumlanırken, ülkemizde enflasyonun hızı özellikleri gözönünde
bulundurulmalıdır. Sözgelimi 1991 yılında suç dolayısı ile sebebiyet verilmiş
1.000.000 TL. lık zararın anlamı ile, 1995 yılındaki anlamı başka başkadır.
Ülkemizde, suçun topluma verdiği zararı
tesbite yönelik araştırmalara girişilmemiş olması büyük bir noksanlığı ortaya
koymaktadır.
48.-
ÖNERİ: Yabancı ülkelerde olduğu gibi, ülkemizde de suçun toplumsal bakımdan
meydana getirdiği zararların, bilimsel usullere göre tesbitine imkân veren metodolojilerin
uygulanması suretile belirlenmesi, en azından adlî hizmetler bakımından,
bütçeden daha fazla tahsisat verilmesini sağlar. Zira bu suretle suçla
mücadalenin doğrudan doğruya millî gelirle olan irtibatı gözler önüne serilmiş
olur.
226. Suçun işlenmesi
sırasında kullanılan araçlar belli midir?
(soru formu 18.2 cc); tespitler:
İncelenen 1117 dosyadan 240 ında suçun
işlenmesinde kullanılan araçlar tespit edilebilmiştir.
Araç türlerinin dağılımı şöyledir: 61
olayda (%5,4) ateşli silah; 13 olayda (%1,2) taklit silah; 26 olayda (%2,3)
başka bir silah ve 146 olayda (%13,1) herhangi bir alet kullanılmamıştır.
Bu olaylarda 13 (%1,2) taklit silah kullanıldığı
anlaşılmıştır.
227. Uyuşturucu Madde
Suçları (soru formu 18.2.c); tesbitler:
İncelenen 1117 dosyadan 33 ü (%2,9) uyuşturucu madde suçu içermektedir.
Uyuşturucu maddenin türü açısından yapılan
incelemede 1117 dosya içerisinden onunda (%0,9) eroin, beşinde (0,5) kokain,
yirmisinde (%1,8) esrar, birinde (%0,1) afyon, morfin tespit edilmiştir. İncelediğimiz
dosyalar içerisinde sentetik maddelerin kullanıldığına hiç rastlanılmamıştır.
Sanığın uyuşturcu madde bağımlısı olup
olmadığı açısından yapılan incelemede, yirmi olayda (%1,8) sanığın uyuşturucu
maddeye bağımlı olduğu tespit edilmiştir.
12 olayda (%1,1) şüpheli, bir psikiyatri
hastanesinde gözlem altına alınmıştır.
Değerlendirme: Anket, uyuşturucu maddeye
ilişkin davaların yüksek sayıda olduğunu gösteriyor. Bu küçük istatistik
eroinin, hemen hemen esrarın yarısı oranında bir miktara ulaştığını göstermekte
ve ciddi bir durum ortaya koymaktadır.
Bu rakamlar, genellikle bağımlıların
yakalandığını gösteriyor yani aysbergin su üstünda kalan ucu ile meşgulüz.
50.-
ÖNERİ: Uyuşturucu madde suçlarının takibinde, bu maddelerin üretilmesi, nakli,
ithal ve ihracı suçları bakımından özel tedbirleri içeren ayrı hükümlerin
getirilmesi zorunludur. Bu suçların faillerinin tesbitinde Almanya, İtalya ve
Amerika’da olduğu gibi, kolluğa çok daha geniş yetkilerin verilmesi şarttır.
Buna karşılık uyuşturucu maddenin kullanılması suçlarında hâkim ve savcıların
doktorlarla, sosyal çalışıcılarla işbirliği yapabilmelerini sağlayacak
nitelikte basitleştirilmiş bir usulün uygulanması, büyük merkezlerde bu
suçların yargılanmasını yapacak olan mahkemelerin belirlenerek konuya nispetle
uzmanlaştırılmaları aynı tutumun savcılar bakımından da öngörülmesi adaletin
etkinliği ve insancıllığı bakımından çok yerinde olacaktır.
228. Kolluk tarafından
hazırlanan fezlekenin savcılık kalemine kaydedildiği tarih ile iddianamenin
düzenlendiği tarih arasında geçen süre (F6 Tablosuna Bakınız) (soru formu 18.3):
a) Ağır Ceza Mahkemeleri: Ağır ceza
mahkemelerinde inceleme kapsamına giren 96 adet dosya vardır. Bunların 6
adedinde (% 6,4) süre 0 gündür; 10 adedinde (%9,9) bir gün, üç adedinde (%3,5)
iki gün, 6 adedinde (%6,1) 3 gün; 3 adedinde (%2,9) 4 gün, 3 adedinde (%3,3) 5
gün, 2 adedinde (%1,7) 6 gün, 7 adedinde (%2,0) 7 gün, 8 adedinde (%2,5) 8 gün,
2 adedinde (%2,3) 10 gün süre geçtiği tespit edilmiştir. %0,3 oranında
gerçekleştiği anlaşılan bir halde süre 824 gündür.
b) Asliye Ceza Mahkemeleri: Asliye ceza mahkemelerinde inceleme kapsamına
giren 717 dosyadan 346 sında bu süre hakkında kayıt vardır. 717 dosyanın 54
ünde (%7,6) süre 0 gündür. 58 olayda (%8,1) 1 gün, 38 olayda (%5,4) 2 gün; 36
olayda (%5,1) 3 gün, 22 olayda (%3) 4 gün, 10 olayda (%1,4) 5 gün, 11 olayda
(%1,6) 6 gün, 17 olayda (%2,4) 7 gün, 12 olayda (%1,7) 11 gün süre geçmiştir.
Uzun süreler şöyledir. 2 olayda (%0,2) 106 gün, 4 olayda (%0,5) 188 gün ve 4
olayda (%05) 207 gün süre geçmiştir.
c) Sulh Ceza Hahkemeleri: Sulh Ceza
Mahkemelerinde inceleme kapsamına giren 305 dosya vardır. Bunların 188 inde
yukarıdaki sürelerle ilgili bir kayıt mevcut bulunmamaktadır. Kayıt içeren 117
dosya vardır.
Sulh cezalık 305 dosyadan 15 inde (%5)
süre 0 gündür. 14 olayda (%4,6) 1 gün, 16 olayda (%5,1) 2 gün, 10 olayda (%3,3)
3 gün, 5 olayda (%1,5) 4 gün, 3 olayda (%1,1) 10 gün, 4 olayda (%1,4) 55 gün, 2
olayda (%0,5) 79 gün ve 1 olayda (%0,3) 187 gün süre geçmiştir.
Asliye ceza ve ağırceza mahkemelerinin
yetkisine giren işlerde kolluk fezlekesinin savcılık kalemine kaydedildiği
tarih ile iddianame düzenlendiği tarih arasında geçen süre bir gündür. Ancak
ortalama süre 27 gündür. Bu rakamlar kolluk tarafından yapılan tahkikata ait
dosyanın çok geniş olayda olmak üzere iddianameye esas teşkil ettiğini
göstermektedir. Bu tesbit çok dikkati çekicidir. Aslında, batı ülkelerinin ceza
sisteminde araştırma polis tarafından yapılır, deliller de onun tarafından
toplanır. Bunlara ve tetkik sonucu yaptırılacak yeni tahkik muamelelerine
nazaran teessüs eden dosyanın ciddi bir tetkikten geçirilerek karara bağlanması
savcının görevidir. Savcı bu asli ödevinin icrasında denetim ve gözetim
görevini yerine getirmiş olacaktır.
Bizdeki uygulamada geniş ölçüde olarak savcıların bir nevi geçit gibi
fonksiyonlarını yerine getirdikleri ve bu sebeple duruşmaların uzadıkça uzadığı
anlaşılmaktadır.
Böylece ifade ettiğimiz uzun sürenin temel
sebebi, savcıların büyük iş yüküdür. Kollukta filtrasyon imkanları ihdas edilirse
savcılık, nisbi de olsa, bu iş yükünün bir kısmından kurtarılabilir.
Dikkat edilmesi gerekli olan husus şudur:
iş çok kısa bir sürede mahkemeye sevk olunduğu için, savcılık aşamasında
gecikme söz konusu olmamakta, işlem hızlı olarak yürütülmektedir. Ancak bu
eserin giriş kısımlarında da belirttiğimiz gibi, sürat bir amaç haline gelirse,
bundan adaletin niteliği zarar görür.
Yaptığımız tesbitlerden önemli birisi de
sulh ceza mahkemelerinde bu sürenin asliye ve ağırcezaya göre daha fazla
olmasıdır. Öyle anlaşılıyor ki, savcılıkta ağır cezalı ve asliye işleri
önemlerine binaen öne geçmektedir. Evvelce de açıkladığımız üzere, sulh ceza
mahkemelerine işlerin doğrudan doğruya polis tarafından sevkedilmesi, işleri
hem hızlandıracak ve hem de savclığın iş yükünü azaltacaktır.
51.-
ÖNERİ: Araştırmamız, Türkiye’deki uygulamada kolluk araştırmasının çok geniş
ölçüde olmak üzere iddianamenin esasını teşkil ettğini ortaya koymuştur. Hiç
değilse büyük merkezlerde durum böyledir. Bu keyfiyet kolluk - savcı
ilişkisinin bizde de batı ülkelerindeki gibi olduğunu düşündürtebilir. Oysa
gerçek böyle değildir. Batı ülkelerinde adlî işlerle uğraşan polis, kanunların
doğrudan doğruya verdiği yetkileri kullanmak suretile kapsayıcı bir tahkikat
yapmaktadır.
Bizde
ise, savcıların altında bulundukları büyük iş yükü dolayısı ile polisten gelen
dosya yüzeysel bir incelemeden sonra iddianameye bağlanarak mahkemeye
sevkedilebilmektedir. Ondan sonra mahkeme adeta hazırlık soruşturmasını yapar
gibi yeniden tahkikat yapmak mecburiyetinde kalmakta ve bunun sonucu olarak
davalar uzamaktadır.
O
halde yerine getirilmesi gerekli iki husus vardır: Önce polisin adlî işlerle
uğraşacak bölümünü gerçek anlamda uzmanlaştırmalı ve belirli yetkilerle donatmalıdır.
Savcıların bu dönemde denetimi ve gözetim fonksiyonunu yerine getirmeleri
sağlanmalıdır.
İkinci
olarak savcıların iş yükü azaltılmalıdır. Hafif suçlarda kolluğun davayı
doğrudan doğruya mahkemeye getirme yetkisi kabul edilecek olursa savcının iş
yükü azaltılmış olur.
Bu
konuda hâkimler, iddianamelerin gerekli tahkikat yapılmadan ve deliller
toplanmadan tanzim edilip mahkemeye sevkedilmesinden dolayı işlerin uzadığını
belirtmekte ve mahkemeye iddianameyi red yetkisinin verilmesinin çok etkili olacağı,
işleri çabuklaştıracağı ve savcıların daha özenle iddianame tanzim edeceği
görüşündedirler. Bu görüşlere biz de tamamile katılıyoruz.
Ayrıca
davaların çabuk sonuçlandırılması bakımından önemli saydığımız bir husus da,
hazırlık soruşturmasını yapan savcının o işi sonuna kadar takip etmesi ve
kovuşturma evresinde de iddia makamını işgal etmesidir. Batı hukukunda buna
“yatay sistem” denilmektedir. Hâkimlerle yaptığımız toplantıda bu sistemin
fiilen uygulanamıyacağı ifade edilmiştir. Oysa, Anadoluda ilçe düzeyinde
uygulama böyledir. Gerekli tedbirler alınır ve örgütlenilirse bu hususun büyük
merkezler bakımından da işlememesi için sebep yoktur.
Bu
sistem uygulandığında savcı tahkikatı çok ciddî yapmak ve davayı da ona göre
açmak baskısı altında bulunacağından, ciddî şekilde delilleri toplamadan davayı
açmayacaktır.
Savcılıkta
teşkil edilen dosya önceden tesbit edilmiş bir şablona göre (kompüterize)
edilmelidir. Standartlaşma için, bu önemlidir. Teftiş bakımından büyük kolaylık
sağlar.
229. Savcı iddianamede hangi
delillere dayanmıştır(soru formu 18.4.a):
1. Tanık
beyanı; tespitler: İncelenen 1117 dosyadan 248 inde (%22,2) savcı iddianameyi
düzenlerken tanık beyanlarına dayanmıştır.
Değerlendirme: Adaletin niteliğini tesis
hususunda, kat’ilik ve muhakkaklık bakımından tanık ve sanık ifadeleri ile
hüküm verilmektedir. Oysa gerçek delillere ender olarak başvurulmaktadır.
2. Sanık
Beyanı; tespitler: İncelenen 1117 dosyadan 422 sinde (%37,7) iddianamede sanık
beyanına dayanılmıştır.
Değerlendirme: 18.40 da öne sürülen
mülahazalar
3. Sanıktan
gayrı taraf beyanı; tespitler: İncelenen 1117 dosyadan 185 inde (%16,6)
iddianamede delil olarak sanıktan gayrı tarafların beyanı gösterilmiştir.
4. Yazılı
Belge; tespitler: İncelenen 1117
dosyadan 808 inde (%72,3) yazılı belgeye
dayanılmıştır.
5. Şekil
tespit eden Belge; tespitler: İncelenen 1117 dosyadan 101 inde (%9,1)
iddianamede şekil tespit eden belgeye dayanılmıştır.
6. Ses
Tespit Eden Belge; tespitler: İncelediğimiz 1117 dosyadan 5 inde (%0,4) teyp
gibi bir ses tespit eden belgeye dayanılmıştır.
Ses bandının kullanıldığı
suçlara ait liste aşağıda gösterilmiştir.
7. Tabii
Belirti; tespitler: İncelediğimiz 1117 dosyadan 68 inde (%6,1) fren izi ve
benzeri gibi bir tabii belirtiye dayanılmıştır.
8. Suni
belirti; İncelediğimiz 1117 dosyadan 88 inde (%7,9) suni belirtiye
rastlanmıştır.
52.-
ÖNERİ: Davada özellikle kolluk ve savcılık basamaklarında delillerin tesbitinde
çağdaş kriminalistiğin verilerine ve usullerine başvurmak, özellikle İstanbul
gibi metropoliten mega şehir suçluluğu bakımından artık vazgeçilemez bir
nitelik almıştır. İddia olunan baskı ve işkence uygulamalarını berteraf edecek
temel önlemlerden birisi budur. Oysa bu konuda
kat’edilen bazı aşamalara karşın, durum hala tatminkâr değildir.
230. İddianamede deliller
tek tek açıklamalı olarak gösterilmiş midir? (soru formu 18.4.b);
tespitler:
1117 dosyadan 206 sında (%18,4) savcı
iddianamesini düzenlerken delilleri tek tek açıklamış ve analiz etmiştir. Buna
karşılık 850 iddianamede (%76) deliller isim olarak sayılmış fakat
açıklanmamıştır.
Değerlendirme: Bu olağanüstü önem taşıyan
bir tesbittir. %76 olayda iddianamede delillerin ayrıntılı olarak açıklanmadığı
veya tartışılmadığı görülüyor. Bu hal sonsoruşturmanın gecikmesinde temel
sebeplerden birisini oluşturmakta bulunduğu gibi adaletin niteliği bakımından
da çok önemlidir.
Ayrıca bir önceki aşamalardaki usulsüzlük
ondan sonra gelen aşamada gecikmeyi sonuçlayabilmektedir.
231. İddianamenin
düzenlendiği tarih ile iddianamenin mahkeme kalemine kaydedildiği tarih
arasında geçen süre için aşağıdaki F7 tablosuna bakınız. (soru formu 18.5):
a) Ağır
Ceza Mahkemeleri: Ağır ceza mahkemelerinde incelediğimiz 96 adet dosyanın 6
sında (%6,2) süre sıfır gündür. 10 unda (%10,9) bir gün; 8 inde (%8,5) iki gün,
6 sında (96,7) üç gün, 10 unda (%10,6) dört gün, 9 unda (%9,8) 7 gün, 2 sinde
(%1,8) 13 gün süre geçmiştir. İncelenen dosyalardan ortaya çıktığına göre %0,03
ihtimal ile 377 gün süre olabilmektedir.
b) Asliye
Ceza Mahkemeleri: Asliye ceza mahkemelerinde incelenen 717 dosya vardır.
Bunların 63 ünde (%8,8) bu süreye ilişkin kayıt yoktur. 54 olayda (%7,6) sıfır
gün, 24 olayda (%3,4) 1 gün; 55 olayda (%7,7) 2 gün, 73 olayda (%10,2) 6 gün,
71 olayda (%9,9) 7 gün, 36 olayda (%5,1) 11 gün; 15 olayda (%2) 15 gün, 5
olayda (%0,6) 35 gün, 2 olayda (%0,2) 121 gün süre geçmiştir.
c) Sulh
Ceza Mahkemeleri: Sulh Ceza Mahkemelerine ait olup, inceleme kapsamımıza giren
305 dosyadan 66 sında (%21,6) bu süreye ilişkin kayıt yoktur. 14 dosyada (%4,5)
süre sıfır gündür. 19 dosyada (%6,1) 1 gün, 17 dosyada (%5,6) 2 gün, 26 dosyada
(%8,4) 4 gün, 22 dosyada (%7,1) 7 gün, 12 dosyada (%3,8) 11 gün, 2 dosyada
(%0,7) 30 gün ve 1 dosyada (%0,2) 83 gün tespit edilmiştir. Ortalama rakamlar
bunlardan ibaret olmakla beraber, istisnada olsa çok yüksek rakama ulaşan
bekleme süreleri de vardır.
54.-
ÖNERİ: İddianame meydana getirildikten
sonra, mahkemeye sevk için savcılıkta veya kalemlerde beklemesi tam bir
anlamsız, fuzulî zaman geçişini ifade eder. Bunun düzeltilmesi için, kanun değişikliğine ihtiyaç yoktur.
İşletmecilik bakımından dikkat gösterilmesi ve örgütlenme yeterlidir. Bu
itibarla kurulmasını önerdiğimiz
Komisyona bu konunun da intikal ettirilmesi uygun olacaktır.
232. Şahsi Dava (soru formu
19); tespitler: 1117 dosyadan 18 inin (%1,6) şahsi dava yolu ile açıldığı
belirlenmiştir.
II. Sonsoruşturma (Kovuşturma evresi)
233. İddianamenin mahkeme
kalemine kaydedildiği tarihten duruşmanın ilk celsesine kadar geçen süre (soru
formu 20.1):
a) Ağır
Ceza Mahkemeleri: İnceleme kapsamına
giren 96 dosyadan 4 ünde bu konuda bir kayıt yoktur.
b) Sulh
Ceza Mahkemeleri: Sulh ceza mahkemelerinde: İnceleme kapsamımıza giren 305
dosya vardır. Bunlardan 125 inde (%41,1), bu konuda kayıt yoktur.
Dosyaların 40 ında (%13) süre sıfır
gündür. 16 olayda (%5,1) 3 gün, 5 olayda (%1,7) 29 gün, 6 olayda (%2,1) 45 gün,
4 olayda (%1,2) 82 gün, bir olayda
(%0,4) 154 gün süre geçmiştir.
Suçüstülere ilişkin haller müstesna,
süreler yukarıda işaret edildiği gibidir. Bu rakamlara göre, mahkemelerin iş
yükü de gözönüne alındığında; ağırceza mahkemeleri müstesna, bekleme süresinin
fazla olmadığı görülmektedir.
Mahkeme bu süre içinde gerekli bir takım
işlemler yaparak, dosyadaki noksanları tamamlamış ise, süreler istisnalar
hariç, makuldur. Eğer hiçbirşey yapılmamışsa, dosya bakımından fuzuli bir uyuma
(yani gecikme) sözkonusu olmaktadır.
Değerlendirme: Yukarıdaki orantılar gözönüne alındığında,
ağırceza ve sulh mahkemelerinin, asliye ceza mahkemelerinden daha etkin, hızlı
çalıştıkları görülüyor. Bu tesbiti ağırceza mahkemelerinin asliyelere göre
maddi akımdan daha teçhizatlı bulunduklarına ve bu mahkemelerde hakim sayısının
daha fazla olmasına ve iş yükünün ağır cezalarda daha az olmasına bağlayabilmek
mümkündür. Sulh ceza mahkemelerinde ise, savcının bulunmaması işlerin daha süratle yürütülmesinde etmen
olabilir.
Duruşma hazırlığı “çalışma zamanı”
kapsamındandır. Bu süre tüm olayı çözüme ulaştırma süresi içinde, batı
ölçülerine göre, %5 - 10 oranında zaman alması gerekir. Bizim uygulamamızda geçen süre yukarıda F8
no.lu tabloda gösterilmiştir.
Duruşma hazırlığı aşamasını gün olarak
tayin etmek, araştırmamızda mümkün olmamıştır. Bilindiği üzere, duruşma evresi
iddianame ve dosyanın hakim tarafından ele alınması ve CMUK 220. maddesinde gösterilen
işlemlerin gerçekleştirilmesidir. Bu aşamada hakim dosya içeriğine vakıf
olacağından, duruşmaların bilgi ile ve işin esasına değinecek surette
yürütülmesi mümkün olur. Bu sebeple, duruşma hazırlığında belirli bir zamanın sarf edilmesi zorunludur.
Araştırmamızda bu husustaki çalışma
süresinin tesbiti mümkün olmadığından, hakimlerle yapılan mülakatta bu hususta
bilgi elde edilmesine çalışılmıştır. İntibaımız bu aşamada dosyanın ciddi bir
incelemeye tabi tutulmadığıdır. Çoğu hallerde tensipleri kalemdeki kâtipler
yapmaktadır.
55.-
ÖNERİ: Duruşma hazırlığı aşamasının
incelenmesinde jürili sistem ile jürisiz sistemi, icaplar yönünden birbirine
karıştırmamalıdır. Jürisiz sistemde hâkim yanlızca duruşmayı idare ile değil ve
fakat aynı zamanda tahkikat yapmakla da yükümlüdür. Böyle olunca, duruşma
hazırlığı aşamasının çok ciddî şekilde yapılması ve önerilerimiz arasında
açıkladığımız şablona uyulup uyulmadığının araştırılması zorunludur.
Ayrıca iddianamenin reddi kurumunu da önermiş
bulunuyoruz. Bu öneri çerçevesinde duruşma hazırlığının ayrıntılı ve ciddî
olarak yapılması zorunlu hale gelecektir.
234. Duruşma hazırlığı
aşamasında Mahkemenin görev ve yetki açısından verdiği kararlar (soru formu
20.2);
Görevsizlik Kararı; tespitler: 1117
dosyada görevsizlik kararı konusundaki bilgi dağılımı şöyledir. 39 olayda
(%3,5) görevsizlik kararı verilmiştir.
Değerlendirme: Yukarıda açıklandığı gibi,
bir aşamada yapılan hatalı uygulama, usuli hata, ilerki aşamada gecikmeye
sebebiyet vermektedir. (Birinci kısıma bakınız) Araştırmamıza göre, 39 olayda
(%3,5) görevsizlik kararı verilmiştir. Buna göre, savcılıkça iddianame
düzenlendiği tarihten görevsizlik kararı verilip, dosyanın görevli mercie
gönderilmesi ve o merci tarafından incelemeye alınıp duruşma hazırlığına
geçilme arasında geçen zaman, fuzuli olarak harcanmış zamandır. Gecikme, bu
olayda savcılıkça yapılmış takdir hatasından kaynaklanmaktadır. Oran yüksektir.
b) Mahkeme
tarafından verilen yer bakımından yetkisizlik kararı; tespitler: 1117 dosya
içerisinden 8 inde, Mahkemenin yer bakımından yetkisizlik kararı vermesi ile
ilgili olarak bilgi dağılımı şöyledir. 8 olayda (% 0,7) mahkeme tarafından yer
bakımından yetkisizlik kararı verildiği tespit edilmiştir.
Yukarıdaki mülahazalar burada da
geçerlidir.
235. Esas Mahkemesindeki
Duruşma (soru formu 21): Duruşma ceza adalet sisteminin işlemesinde en
önemli aşamadır. Aleni bir şekilde ve doğrudan doğruya delillerle temasa
geçilerek icra edilen bu aşamada, hakimin vicdani kanaati oluşacaktır. Tek
celse halinde veya arka arkaya oturumlar şeklinde yapıldığı takdirde, duruşma
kanunun öngördüğü temel ilkelere uygun olur. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin
kararları asıl bu aşamaya ilişkindir (m. 6). Sözgelimi suçsuzluk karinesinin
hazırlık soruşturması safhasında değil ve fakat bu aşamada geçerli olduğu
Mahkemenin Kararları gereğidir. Divan, nitelikli bir adalet bakımından zorunlu
olan dürüst yargılamanın unsurlarını ve gereklerini göstermektedir. CMUK
dışında bu içtihatların da uygulamada direktif teşkil etmesi sorunu aşikardır.
Aşağıdaki soruların cevaplarını bu genel mülahazalar çerçevesinde anlamak ve
değerlendirmek uygun olacaktır.
236. Duruşmanın ilk celsesi
ile son celsesi arasındaki süre (soru formu 21.2): Sürelere ilişkin olarak
aşağıda F9 tablosuna bakınız.
Mode’u tayin etmek mümkün olmadığından,
gerçeği tam olarak yansıtmasa da, cetveldeki ortalama süreleri esas almak
gerekecektir. Ancak, aşağda mahkemelere ilişkin dikkati çekici rakamlar
yansıtılmıştır.
a) Ağır
Ceza Mahkemeleri: Ağır ceza mahkemelerinde inceleme kapsamına giren 96 dosyadan
bir tanesinde (%1,3) bu konuda kayıt yoktur.
12 olayda (%12,5) duruşma aynı günde
bitmiştir. 2 olayda (%2,1) 28 gün, 3 olayda (%3,3) 84 gün, 1 olayda (%1,4) 105
gün, 1 olayda (%0,6) 163 gün, 1 olayda (%0,8) 210 gün, 1 olayda (%0,8) 301 gün,
1 olayda (%0,3) 2172 gün süre geçmiştir. (Bu rakamlar tümü kapsamaktadır.
Karakteristik sayılan olaylara ait gün sayısı yansıtılmıştır.)
b) Asliye
Ceza Mahkemeleri: Asliye ceza mahkemelerinde inceleme kapsamına giren 717 dosya
içerisinden 59 unda (%8,2) bu konuda kayıt yoktur. 183 olayda (%25,6) duruşma
aynı gün bitmiştir. 4 olayda (%0,5) 14 gün, 13 olayda (%1,8) 56 gün, 9 olayda
(%1,2) 91 gün, 5 olayda (%0,7) 109 gün, 5 olayda (%0,7) 204 gün, 5 olayda
(%0,7) 264 gün, 4 olayda (%0,5) 337 olay, 7 olayda (%1) 749 gün, 4 olayda
(%0,5) 1810 gün ve 1 olayda (%0,2) 1998 gün sürmüştür.
c) Sulh
Ceza Mahkemeleri: İnceleme kapsamına giren 305 dosya vardır. Bunların 130 unda
(%42,6) bu konuya ilişkin bir kayıt yoktur.
Sulh ceza mahkemelerinde görülen davaların
75 inde (%24,7) duruşma aynı günde sona ermiştir. 2 olayda (%0,7) 11 gün. 2
olayda (%0,5) 44 gün, 1 olayda (%0,4) 200 gün, 1 olayda (%0,2) 964 gün ve bir
olayda (%0,2) 1653 gün geçmiştir.
Değerlendirme: Uygulamanın, davanın bir
celsede bitirilmesini öngören CMUK karşısında, tümüyle kanunun hem ruhuna ve
hem de metnine ve esprisine aykırı olduğu açık seçik ortadadır. Torbaya delil
atma suretiyle yürütülen parçalı bir yargılama sonucu gerçekleşen adaletin
niteliğinden şüphe edilebilir.
Günler önce dinlenmiş tanıkların tutanağa
geçirilmiş, çok kere karma karışık, yanlışlarla dolu, okunması bile mümkün
olmayan ifadeleri marifetiyle, tanıklıkları, değerlendirip, bunların
tesbitindeki etkileri hatırlayıp hüküm tesis edildiğinde, bunu nitelikli bir
adalete işaret etmekte bulunduğunu ifade etmek, güçtür. Ayrıca, Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde söz konusu makul süre, bu nevi parçalı
duruşmalarla yürütülen bir yargılamada artık söz konusu bile olamaz. Zira,
celseler arasında dosya beklemekte ve uykuya çekilmektedir. Bu bekleyiş
süresini makul süre içinde mütalaa etmek mümkün değildir. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi, kararlarında dosyanın uykuda geçirdiği sürelerin iş yükünün
ağırlığından kaynaklandığı hususundaki mazereti kesin olarak kabul
etmemektedir. Yukarıda F9 nolu tablo dikkat çekici bazı tesbitlerin yapılmasını
da belirtici niteliktedir.
Birinci tesbit şudur: Kadınların mağdur
olduğu davalarda duruşmalar, erkeklerin mağdur oldukları duruşmalara göre daha
kısa sürede sonuçlandırılmaktadır. Bu hususu kadın mağdura karşı daha şefkatli
bir tutumun sonucu telakki edebilir ve doğrudan doğruya hakime bağlayabiliriz.
İkinci tesbit tutuklu olan işlerin daha
çabuk sonuca bağlandığıdır. Bu trend batı ülkelerindeki tesbitlere de uygundur (Birinci kısma bakınız).
Üçüncü tesbit; esas itibarile Amerika ve
Almanya’daki polis mahkemelerine benzeyen Sulh Mahkemelerindeki işlerin
ortalama 100 günde sonuca bağlanmasıdır. Oysa çok az vahamet arz eden bu
suçların hemen neticeye bağlanması beklenir.
Dördüncü ve çok önemli tesbit, hakim
değişikliğinin davaların uzamasında en önemli etkeni oluşturduğudur. Hakim
değişikliğine uğrayan dava en azından üçte bir oranından daha fazla zamanda
sonuçlandırılmaktadır.
Beşinci tesbit, değişik mahkemelerin davayı
sonuçlandırma süreleri bakımından, aralarında farklar olduğudur. Bu hususu
münhasıran hakim kişiliğine bağlamanın gerekli olduğu görüşündeyiz.
56.-
ÖNERİ: Bu araştırmanın ilk kısmında,
Amerika’da ve Avrupa’da yapılan araştırmalarda davaların makûl sürede
sonuçlandırılmasında veya uzamasında hâkimin kişiliğinin, görev bilincinin,
özveride bulunmak özelliğinin, güdülenmelerinin en önemli etmeni oluşturduğu
saptanmıştır.
Türkiye’de
de durumun böyle olduğunu araştırmamız açık ve seçik bir biçimde ortaya
koymaktadır. Adlî kültürle de çok ilişkili olan bu tesbitin büyük önemi
aşikârdır. Hâkimin motivasyonunu güçlendirmek hususunda ücret ve diğer yardımcı
yararlar açısından bazı tedbirler, unsurlar geliştirilebilir ve
geliştirilmelidir.
57.-
ÖNERİ: Davaların makûl süre dışında
uzamasına neden olan sebeplerin başında giderek ağırlığı artan iş yükü
gelmektedir. Batı ülkelerinde de durum farklı değildir.
Bu
gelişme karşısında hâkim ve savcı sayısını artırmak akla gelen ilk tedbir
olmaktadır. Ancak, Birinci Kısımda da
belirttiğimiz gibi, hâkim ve savcı sayısının artmasının göreceli bir olanak
oluşturması dışında, sayı artırmak bakımından belirli bir düzeyi aşmamak
zorunludur. Aksi takdirde tam tersi sonuçlar meydana gelmekte ve istenen
neticeler elde edilememektedir.
Mahkeme
sayısını artırmaktan ise, işi çok olan bölgelerde aynı mahkemeye yardımcı
nitelikte hâkim tayin etmenin çok daha isabetli olacağı görüşündeyiz.
Gerçekten, bu yolla hâkimin haftada üç gün duruşma yapması ve diğer iki gün de
dosyayla ilgili incelemeleri yapması böylece taliklerin kısa sürelere alınması,
hergün duruşma yapmak mecburiyeti altında yorgun düşen ve gerekli incelemeleri
yapması ve okuması çok güç hale gelen hâkimin nefes alması ve görev yapma
güdülenmesi sağlanmış olacaktır.
Hâkimler
arasındaki iş bölümünün makul surette örgütlendirilmesi de yapılmalıdır.
237. Duruşma saat olarak
toplam net kaç saat sürmüştür? (soru formu 21.3):
a) Duruşmanın
net olarak toplam kaç saat sürdüğü araştırılmış ise de bu hususa ilişkin olarak
dosyalarda bir kayıt bulunmadığı tespit edilmiştir.
Duruşmanın başladığı ve sona erdiği
saatlerin tutanaklarda yer almaması sakıncalıdır. Bu sebeple, Türkiye’de
davaların genel olarak ve değişik suçlar itibariyle kaç saatte
sonuçlandırıldığı tesbit olunamamaktadır. Aynı sebeple, Türkiye’de duruşmanın
masrafını (cost of trial) saptamak da mümkün olmamaktadır.
b) Duruşmanın
saat olarak süresinin tespit edilebildiği hallerde, kaç saat sürdüğünü
belirlemek için sorulan bu soruya, dosyalarda kayıt olmadığı için cevap
alınamamıştır.
Duruşmanın başladığı ve bitirildiği
saatlerin tutanağa geçirilmesi usulü bir an önce kabul edilmeli ve
yaygınlaştırmalıdır.
238. Duruşmaya Ara Verme:
Duruşmaya kaç defa ara verilmiştir? (soru formu 21.4.a); tespitler: Duruşmaya kaç defa ara verildiği
hususunda alınan cevaplar şöyledir. Bir defa ara verilen duruşma sayısı 230 dur
(%20,5); İki defa ara verilen duruşma 126 dır (%11,3); Üç defa ara verilen
duruşma adedi 88 dir (%7,9); Dört defa
ara verilen duruşma süresi 61 (%5,5)
dir; Beş defa ara verilen duruşma sayısı 59 dur (%5,3); Altı defa ara
verilen duruşma sayısı 27 dir (%2,4); Yirmi kez ara verilen duruşmaya da
rastlanmıştır. Ancak, bu hal bir olayda meydana gelmiştir (%0,1).
239. Celse aralarında kalan
günlerin toplamı kaçtır? (soru formu 21.4.b); tespitler: Celse aralarında
geçen sürelerin toplam sayısı sorulmuştur: Celse aralarındaki süre ikiden
başlamakta ve yıllarla ifade edilen sürelere kadar çıkmaktadır; 710 güne kadar
çıkan 22 dosya tespit edilmiştir. (%1)
Celse arası toplam 450 günü geçen 4 (%0,3), 390 gün olan 4 (%0,3), 90 gün olan 10 ve 55 gün olan 13
dosya vardır.
Görüldüğü gibi celse arasındaki gün sayısı
kanunda sekiz gün olarak belirlenmiş
olmasına karşın bunu çok aşan süreler saptanmıştır.
240. Duruşmaya ara verme
nedeni? (soru formu 21.4.c); tespitler: Duruşmaya ara verme nedenleri
şunlardır:
1. Tanığın
Hazır Olmaması; tespitler: Tanığın hazır olmaması 1117 dosyadan 199 dosyada (%17,8) ara verme sebebidir.
Değerlendirme: Tanığın hazır olmaması
CAS’inin işlemesinde lüzumsuz bekleme zamanının ana sebeplerinden birini
oluşturmaktadır. Tanığın zamanında gelmemesinin çeşitli nedenleri vardır:
a) tanığa
kaybettiği zamanı karşılayacak yeterli tazminatın ödenmemesi,
b) aynı
güne yapılan taliklerin çokluğu nedeniyle tanıkların mahkeme
koridorlarında konforsuz şartlar içinde
bekletilmeleri,
c) tanıkların
tümünün bir arada aynı celseye davet edilmesi suretiyle işin bitirilmemesi,
d) bunun
tam tersine, tanıkların parti parti çağırılarak dinlenmeleri ve bunun sonucu
olarak tanıkların taraflarca yönlendirilebilmeleri ve dürüst yargılama
bakımından çok zararlı bir durumun böylece ortaya çıkması
e) sosyal
psikolojik bakımından tanık olmama, tanıklıktan kaçma tutumunun kitlelerde
yerleşmiş olması,
f) Özellikle
büyük şehirlerde tanıkların nerelerde ikamet ettiklerinin tayin edilememesi
dolayısıyla tebligat yapılamaması; ülkedeki fizik hareketliliğin yükselmesi
sebebi ile, yer değiştiren insanların, bulunamalarındaki güçlükler.
g) Hazırlık
soruşturması döneminde ifadelerine başvurulan tanıklardan bazılarının olay
dolayısı ile delil teşkil edebilecek herhangi bir bilgiye sahip olmadıklarının
anlaşılmış olmasına karşın, duruşma
hazırlığının ciddi bir şekilde yapılmaması dolayı ile, bu tip kişilerin
de tanıklık için davet olunmaları yani kullanılacak delilleri mahkemenin
elemeye tabi tutmaması.
Bütün bunlar davanın uzamasında temel
nedenlerdendir. Hele tanık şehri terk etmiş ve dolayısıyla istinabe yolu ile
ifadesinin alınması gerekmiş ise, o zaman dosya başka bir sisteme taşınmakta
(transportation time) ve bu hal Türkiye’de davaları esaslı biçimde
uzatmaktadır.
58.-
ÖNERİ: Tanıkların aynı celsede ve
birlikte olarak ifadelerinin alınması için gerekli olan herşey mutlaka yapılmalıdır.
Bu bakımdan uygulamamızda tanık tedarik veya icad etme tatbikatı da
engellenecek ve davaların uzatılması önlenmiş olacaktır. Uygulamada bazan celbi
gerçekte mümkün olmayacak tanık ikamesi suretile de dava uzatıldığından, bu
yolla söz konusu uygulamaları da engellemek mümkün olabilecektir.
Kanaatımızca
asıl yapılması gereken şey, duruşma gününü sanık avukatı ile birlikte
belirlemek veya sanık avukatına müdafaa için gerekli bütün delilleri birden
sunmak mecburiyetini yüklemek ve bu yolla tanıkların tümünü birden dinlemeyi
sağlamaktır.
2. Belge
delillerinin hazır olmaması; tespitler: Belge delillerinin hazır olmaması 1117
dosyadan 445 inde (%39,8) ara verme sebebi olmuştur.
3. Bilirkişi
Raporunun Gelmemesi; tespitler: Bilirkişi incelemesi yapılan 163 olayda raporun
zamanında gelmemesi 81 olayda duruşmaya ara verilmesine neden olmuştur.
Değerlendirme: Bilirkişiden raporun
gelmemesi genel bir tâlik sebebi olmakta ve davaların uzamasına neden
olmaktadır.
Bizdeki uygulamada, bilirkişiye usul
kanununun cevaz vermediği hallerde de başvurulmaktadır. Bilirkişi konusunun
Türkiye’de davanın beklemesi süresi bakımından büyük önem taşıdığı aşikardır.
4. Muhakemede
rol alan aktörlerden birinin hazır bulunmaması; tespitler: Aktörlerden birinin
hazır olmaması 1117 dosyadan 280 inde (%25,1) duruşmaya ara verilmesine neden
olmuştur.
Aktörlerin dağılımına bakıldığında 1117
dosyadan, Hâkim veya Savcının duruşmaya gelmemesine bir olayda rastlanmıştır
(%0,1). Buna karşılık müdafiin hazır olmaması 54 olayda (%4,8) ara verme sebebi
olmuştur. Oysa 339 olayda (%30,3) Sanığın gelmemesi duruşmayı geri
bıraktırmıştır.
Değerlendirme: Aktörleri duruşmada hazır
bulundurmak esasta hâkimin görevidir. Taraflar celpname ile davet
olunacaklardır. Kanunun öngördüğü hallerde hâkim, doğrudan doğruya ihzar
müzekkeresi de çıkarabilir. Ancak uygulamada bu yola başvurulmamaktadır. Yine
uygulamada müdafiler özellikle ilk celsede sanık müvekkillerinin hazır bulunup
ifadelerinin alınmasını istemezler. Zira tanıklar, müdahil dinlendikten sonra,
onların beyanına göre müvekkillerinin vereceği ifadeyi şekillendirmek isterler.
Ülkemizde ise, duruşmaya gelmeyen sanığın mazeretini belirleyecek vesikaları
elde etmesi çok kolaydır. Yine adli kültürün bir sonucu, olayın sonuca
ulaştırılması bakımından Aktörlerden müdafiin veya sanığın gelmemesinin ara
verme nedeni olmasıdır. Davanın hâkim veya savcının gelmemesi sebebiyle talik
edilmesine uygulamada hemen hemen hiç rastlanmamaktadır.
Araştırmamız en önemli gecikme
sebeplerinden birisinin sanık ve tanıkların gününde hazır bulunmamalarından
kaynaklandığını göstermiştir. Bu keyfiyet davaların uzamasına neden olmakla
kalmamakta ve fakat aynı zamanda nitelikli adalet ilkesine de zarar
vermektedir. Sözü geçen sakıncayı gidermenin
etkin araçlarından birisi, sanığın gıyabında belirli şartlarla duruşmayı
yürütmek ve hüküm verebilmektir. Avrupa Konseyi R(87) 18 sayılı tavsiye
kararında, gıyabi muhakemenin genişletilmesini tavsiye etmiştir (s.14); bu
tavsiye kararında, sanığa duruşma tarihi ve kendisini bu duruşmada bir avukat
marifetiyle temsil ettirebileceği hususları uygun bir şekilde bildirilmiş
olması şartıyla hiç olmazsa hafif suçlarda ve verilecek cezanın mahiyeti de
gözönüne alınmak suretiyle, mahkemenin sanığın gıyabında hüküm verebilmesini
üye devletlere tavsiye etmektedir.
Avrupa Konseyi R(87)18 numaralı kararında,
(S.14) şu tavsiyede bulunmaktadır: Duruşmada uygulanacak usul bakımından
faydasız bütün formalitelerden sakınılmalıdır. Özellikle usule aykırılıklar
sebebiyle bir işlemin hükümsüz olacağı ve hiç bir netice husule
getiremiyeceğini beyan etmemek gerekir. Bu hal (yani usul hatası) kanunun çok
dar ve sıkı bir biçimde tarif ettiği yani usulen zorunlu kıldığı kurallara
riayet etmemenin, iddia ve müdafaanın menfaatleri bakımından gerçek bir zarara
sebebiyet verdiği hallerde usul hatası sayılmalıdır.)
60.
Öneri: Muhakeme süjelerinin duruşmada hazır bulunmaları için gereken bütün
tedbirler alınmalıdır. Bu tedbirlerin başında, “duruşmanın tek bir oturumda”,
kesintisiz olarak yapılması gelmektedir.
241. Duruşmaya ara
verilmesine neden olan başka sebepler (soru formu 21.4.d); tespitler:
Yukarıda sayılanların dışında, duruşmaya ara verilmesine neden olan başka
sebeplerin bulunup bulunmadığı sorulmuş ve 32
değişik hal tespit edilmiştir:
En fazla rastlanan diğer ara verme nedeni
keşiftir. 68 olayda keşif yapılması için duruşmaya ara verilmiştir.
25 olayda mağdurun ifadesinin alınması
için,
74 olayda
belge getirtilmesi için,
12 olayda müzekkere cevabı yazılması için
duruşmaya ara verilmiştir.
Diğer ara verme nedenleri şöyle
sıralanmaktadır: Davaların birleştirilmesi (2 olay), tanık dinlenmesi (3 olay),
başka dosyanın celbi (8 olay), adli tabipliğe sevk (2 olay), istinabe (2 olay),
gıyabi tutuklama (6 olay), adres tahkiki (5 olay), duruşma günlerinin dolu
olması (3 olay), esas hakkındaki mütaalanın hazırlanması (14 olay), diğer
aktörlerden birinin hazır bulunmaması (16 olay), görevsizlik (2 olay), dosyanın
tetkiki (6 olay), yeni müdafi tayini (6 olay), inceleme (6 olay), bozmaya uyma
(1 olay), yetkisizlik (2 olay), adli tatil (7 olay), evlenme için süre (2
olay), adliyede pul olmadığı (0 olay), müdahilin gelmemesi (0 olay).
Değerlendirme: Diğer araverme sebepleri;
keşif, mağdurun ifadesinin alınması, belge getirilmesidir. Bütün bu işlemlerin
aslında hazırlık soruşturmasında yapılmış olması gerekirdi. Görülüyorki,
hazırlık soruşturmasının gerektiği gibi yapılmaması, duruşma aşamasında
taliklere ve dosyanın beklemesine neden olmaktadır.
Diğer talik nedenleri arasında önemli
olanı, diğer bir dosyanın celbidir.
Esas hakkında savcının mütalaasını hazırlaması da önemli bir talik nedenidir.
Dosyanın incelenmesi için talik yapılması da dikkati çekici niteliktedir. Bütün
bunlar hep hazırlık soruşturmasının gerektiği gibi yapılmamasına dayanmaktadır.
Ayrıca savcının mütalaasını hazırlaması veya dosyayı tetkik için talik de, bize
özgü sebeplerdir. Bir davayı baştan sona takip eden hâkim veya savcının
inceleme için süre istemesi kabul edilebilecek birşey değildir.
242. Duruşmada çeşitli yetki
türleri bakımından olumlu veya olumsuz kararlar verilmiş midir? (soru formu
21.4.e); tespitler: Duruşmada çeşitli bakımdan yetki konusunda karar
verilip verilmediği sorulmuştur. 1117 dosyadan 13 olayda (%1,2) görevsizlik ve
benzeri kararlar verildiği tespit edilmiştir.
Değerlendirme: Duruşma hazırlığı
aşamasında verilen görevsizlik kararlarının gecikmeyi önemli ölçüde azalttığı
görülmektedir.
243. Duruşma sırasında kaç
defa tanık dinlenmiştir? (soru formu 21.5.a): 130 dosyada, tanıkların tümünün bir celsede
dinlendiği, 81 dosyada iki defa, 24 dosyada 3 defa, 10 dosyada 4 defa
dinlendiği, tesbit olunmuştur.
Tespitler: Araştırma, dosyaların130 unda
tanıkların tümünün bir celsede dinlenildiğini 24 olayda tanık dinlemenin 3
celsede tamamlandığını göstermektedir.
Değerlendirme: Adaletin niteliği
bakımından, tanıkların hepsinin bir celsede ve gerektiğinde muvaceheli biçimde
dinlenmeleri gerekir. Tanıkların parti parti dinlenmeleri, tanıklıktaki
samimiyeti ortadan kaldırır. Bu yolla tanıkların eğitilmeleri ve istenilen
yönde ifade vermeleri kolaylıkla sağlanır. Tanıkların ayrı ayrı celselerde
dinlenmeleri, adaletin kalitesini zedeler niteliktedir. Bizdeki uygulamada da,
(adli kültür) tanığı istinabe yolu ile
dinleyen hâkim ve hatta bazan yazı işleri müdürü gerekli bir sorgu yapamamaktadırlar.
Tanıkların böyle ayrı ayrı celselerde dinlenmeleri ayrıca yalancı tanıkları da ortaya çıkartmaktadır. Gerçek ve
samimi tanıklık polisteki şahadet olmaktadır. Keyfiyet geniş ölçüde olmak
üzere, duruşma hazırlığı aşaması gereği gibi yapılmamasından ve örgütsel
noksanlıklardan (örgütsel bekleme zamanı) kaynaklanmaktadır.
244. Duruşma sırasında kaç
bilirkişi raporu alınmıştır? (soru formu 21.5.b); tespitler: Duruşma sırasında bir defa bilirkişi raporu
alınan dosya adedi 138’ dir (%12,3).
25 olayda 2 defa bilirkişi raporu
alınmıştır (%2,2).
922 olayda ise (% 82,5) bilirkişi raporu
alınmamıştır.
Değerlendirme: Görülen davaların %17,5
inde bilirkişiye başvurulmuştur. Görülüyor ki, Türkiye’de ceza davaları geniş
ölçüde bilirkişi marifetiyle yürütülmektedir. Yukarıda da açıklandığı üzere,
bir davada bilirkişiye başvurulması, davanın sonuca ulaştırılmasını esaslı
şekilde geciktirmektedir. Zira, bilirkişi incelemesi ister istemez, dosyayı sistem dışına çıkarmaktadır.
245. Delil ikame talebi yapılmış
mıdır? (soru formu 21.5.c); tespitler: Duruşma sırasında delil ikamesi
talebi 35 davada yapılmıştır (%3,1).
Delil ikamesi isteminin hangi aktör
tarafından yapıldığı araştırılmıştır. Savcılık 5 olayda 1 defa (%0,5), 6 olayda
2 defa (%0,5), 3 olayda 4 defa (%0,2) delil ikamesi talebinde bulunmuştur. 1104
olayda ise (%98,8) savcının delil ikamesi talebine ait bir kayıt bulunmadığı
anlaşılmaktadır.
Müdafaa tarafından delil ikamesi talebi
daha çoktur. 31 olayda (%2,8), 6 olayda 2 defa (%0,6), 2 olayda 6 defa
(%0,1) müdafaa tarafı delil ikamesi
talebinde bulunmuştur. 1077 olayda (%96,3) müdafaa tarafına ait delil ikamesi
talebine ait bir kayıt yoktur.
Değerlendirme: Duruşma sırasında, hazırlık
soruşturmasında söz konusu edilmemiş olan delillerin ikame edilmesi, davayı
uzatan sebeplerden birisidir. Özellikle savcının duruşmada delil ikamesi
talebinde bulunmasını anlamak mümkün değildir. Müdafaa tarafından delil ikamesi
talebi daha çoktur. Ancak, çok istisnai hallerde, müdafiin öncelikle tesbit
edebilmesinin mümkün olmadığının makul sebeplere dayandığı hallerde, duruşma
aşamasında müdafiin delil ikamesi kabul edilmelidir.
Böylece müdafiin davayı uzatmak için
duruşmada delil ikame etmesi engellenmiş olur. Aslında bu keyfiyet, savcının
hazırlık soruşturmasını çok daha ciddi bir şekilde yapmasına veya yaptırmasına
neden olur ve böylece duruşmaların uzayıp gitmesi de engellenir.
246. Hâkimin reddi talebi
yapılmış mıdır? (soru formu 21.5.d); tespitler: Hâkimin reddi talebi
incelediğimiz dosyalar içinde gerçekleşmemiştir.
Değerlendirme: Hâkimi red talebinin çok istisnai hallerde
yapılmış olması CAS’i aktörlerinin hakimi reddetmekten çekindikleri tarzında da
anlamlandırılabilir. Tabiî olarak red sebebinin esasen var olmaması galip olasılık
sayılmalıdır.
247. Aktörlerde değişiklik
olmuş mudur? (soru formu 21.5.e); tespitler: Davanın görüldüğü süreç
içerisinde aktörlerde değişiklik olup olmadığı incelenmiştir. İncelediğimiz
1117 dosyadan 314’ünde (%28) değişiklik
olduğu saptanmıştır.
39 olayda (%3,5) hâkim değişmiş, 22 olayda
(%1,9) savcı değişmiş, 125 olayda (%11,2) ise, zabıt katibi değişmiştir.
Müdafiin değiştiği dosya sayısı 5’dir (%0,5).
Değerlendirme: Sistemin aktörlerinde
değişiklik; hâkimin, savcının ve müdafiin değişmesi, hem adaletin niteliğine ve
hem de davanın süratli intacına engel olan temel sebeplerdendir.
61.-
ÖNERİ: Hâkimlerin dava görülürken değişmeleri en önemli gecikme
sebeplerindendir. Bunun adaletin niteliğine de etkili olduğunu ifade etmek
hatalı olmaz. Bu itibarla zorunlu nitelikteki sebepler olmadıkça hâkimin
değiştirilmesinden sakınılmalı ve mevcut uygulamadan vazgeçilmelidir.
248. Duruşma sırasında yeni
bir suç ortaya çıktığı için ek iddianame düzenlenmiş midir? (soru formu 21.5.f);
tespitler: Duruşma sırasında yeni bir suç ortaya çıktığı için ek iddianame
(CMUK 259) düzenlenip düzenlenmediği araştırılmıştır. 5 olayda (%0,4) ek iddianame düzenlendiği
belirlenmiş ve ek iddianamenin 3167 sayılı Kanunun 13, 15 ve 16 ncı maddeleri
ile TCK’nın 266, 342, 404 ve 495 inci maddelerine dayanan iddia üzerine
düzenlendiği saptanmıştır.
249. Hâkimlik ve mahkeme
kararlarına karşı son soruşturma sırasında itiraz edilmiş midir? (soru formu
22.1.a); tespitler: 1117 dosyadan 11 inde (%0,9) itiraz yoluna
başvurulmuştur.
İtiraz edilen karar 6 olayda tutuklama
kararıdır (%0,5). 2 olayda tahliye isteğinin reddi kararına itiraz edilmiştir
(%0,2).
Değerlendirme: Mahkeme veya hâkim
kararlarına itiraz sayısı azdır. İtiraz, mahkeme duruşmasını sürdürmekte iken
yapılır. Aslında itiraz, davanın neticelendirilme süresini uzatan temel
sebeplerden birisi sayılmamalıdır.
Ayrıca, psikolojik ve insanî bakımdan itiraz, davayı görmekte bulunan hâkimi de
etkileyebilir. Bu sebeple usul kanunu çok istisnai olarak sadece üç halde
mahkeme kararlarına itirazı kabul etmiştir. Bu hallerin de itiraz konusu olarak
muhafaza edilip edilmemesi tartışılabilir. İncelediğimiz olaylarda 11 davada
itiraz edildiği ve bunun 6 sının tutuklamaya ilişkin olduğu tespit edilmiştir.
Böylece bizde itirazın, sistemin işlemesinde, süreyi uzatıcı bir sebep teşkil
etmediği söylenebilecektir.
250. İtiraz merciinin
kararlarına karşı kanunyoluna başvurulmuş mudur? (soru formu 22.2);
tespitler: İtiraz merciinin verdiği karara karşı, yazılı emir gibi, kanunyoluna
başvurulup başvurulmadığı incelendiğinde, araştırma konusunu oluşturan dosyalar
içerisinde kanunyoluna başvurulmuş olanına rastlanılmamıştır.
251. Esas Mahkemesinin
Hükmü: Duruşmanın son oturumu ile esas mahkemesinin hükmünü verdiği tarih
arasında geçen süre: (F10 Tablosuna Bakınız) (soru formu 23):
a) Ağır
ceza mahkemeleri: Ağır ceza mahkemelerinde incelediğimiz 96 dosyadan 3 ünde
(%2,8) veri yoktur. Geri kalanın 93 ünde
(%96,4) esas mahkemesinin hükmü son celsenin yapıldığı günün tarihini
taşımaktadır.
b) Asliye
Ceza Mahkemeleri: İnceleme kapsamına giren 717 dosya içinden 649 unda (%90,6)
hüküm son celse tarihini taşımaktadır. 4 olayda (%0,5) 365 gün gözükmektedir.
63 dosyada (%8,8) bu konuda kayıt
yoktur.
c) Sulh
ceza mahkemeleri: İnceleme kapsamına giren 305 dosyadan 129 unda (%42,3) bu
konuda bilgi mevcut değildir. 171 dosyada (%56,1) esas mahkemesinin hükmü son
oturum tarihini taşımaktadır. 1 olayda (%0,2 ) 20 gün, 1 olayda (%0,4) 330 gün
ve bir olayda (%0,3) 365 gün süre geçtikten sonra esas mahkemesinin hükmü
yazılmıştır.
Yaptığımız araştırmada duruşmanın sona
ermesi ile beraber hükmün de verildiği gibi bir sonuç ortaya çıkmaktadır.
Ancak, uygulama hemen hemen istisnasız olarak, duruşmanın bitiminde kısa
kararın verilmesi, gerekçeli hükmün ise bir hayli zaman geçtikten sonra kaleme
alınarak taraflara tebliği tarzındadır. Böylece hareket olunması, elbetteki,
zorunludur. Ancak kararın kaleme alındığı tarihin yazılması gereklidir.
252. Esas mahkemesinin
verdiği hüküm nedir? (soru formu 23.2); tespitler: Esas mahkemesinin
duruşma sonunda verdiği hüküm ile ilgili bilgiler aşağıda incelenmiştir.
Esas mahkemesinin duruşma sonunda verdiği
hükümler ve oranları aşağıda gösterilmiştir. Mahkûmiyet 567 (% 64) (800
sayıdaki mahkûmiyete 233 ön ödeme dahil değildir ceza kararnamesi dahildir);
beraet 219 (%19,6), düşme 61 %5,5, red 9 (%0,8); durma 4 (% 0,4); önödeme: 233
(20,9).
TCK’daki suçlar bakımından beraat ve
mahkûmiyet oranları şöyledir: Önödeme ve ceza kararnamesi dışında kalan gerçek
davalarda 851 dosyadan 192’si (%22,6) beraat, 584’ü (%68,7) mahkûmiyet, 8 i
(%0,09) davanın reddi, 47’si (%5,5) düşme, 4 ünde (%0,05) durma. (Yabancı
ülkelerle mukayese için Birinci kısma bakınız.)
Değerlendirme: Beraatler %20 oranındadır.
Mahkemenin verdiği hükümlerin çeşitleri, sistemin mahkeme dışındaki
kısımlarının etkinliği bakımından büyük anlam taşır. Beraat oranının
yüksekliği, savcılık ve polisin gerekli özeni göstermemiş bulunmalarından
kaynaklanabilir. 1117 olayın yaklaşık %38 önödeme ve ceza kararnamesi ile
sonuçlandığına göre, geri kalan 700’de 219 çok yüksek bir orandır.
Davaların bir bölümü de zamanaşımı ile
düşüyor (61 adet). Bunun anlamı, sistemin yeterince etkin olarak işlememesidir.
Oran %5 dir.
Davanın reddi konusunda rakam küçüktür (9
adet); bununla beraber davaların özen gösterilmeden açıldığı görülmektedir.
Açılmış ve görülmüş bir davanın yeniden açılması, sistemin işleyişinde, en
azından özensizliğe delâlet eder.
253. Ölüm cezası (soru formu
23.2.b); tespitler: İnceleme
konumuzu teşkil eden dosyalar içerisinde ölüm cezası yoktur.
Değerlendirme: Ölüm cezası Ülkemizde
fiilen uygulanmamaktadır. Ölüm cezasının ilga eden ülkelerin hemen hepsinde,
biz de olduğu gibi, böyle bir uygulanamama dönemi geçirilmiştir. Türkiye’de,
öyle anlaşılıyor ki, ölüm cezasının ilgasına doğru gitmektedir.
62.-
ÖNERİ: Yapılan araştırma Türkiye’de ölüm
cezalarının fiilen uygulanabilirliğini kaybettiğini ortaya koymaktadır. Durum
böyle olunca artık bu cezayı mevzuatımız
içinde muhafaza etmenin bir anlamı kalmamıştır. Cezanın ilgası Türkiye’nin dış
imajı bakımından da yararlı olacaktır.
254. Hürriyeti bağlayıcı
ceza var mı? (soru formu 23.2.c); tespitler: Hürriyeti bağlayıcı ceza:
1117 dosyadan 531 inde (%47,5) hürriyeti
bağlayıcı cezaya hükmedilmiştir. Bunların dağılımı şöyledir: Ağır hapis cezası
35 olayda (%3,1) hapis cezası 441 olayda (%39,4) hafif hapis cezası 63 olayda
(%5,6) uygulanmıştır. Demek oluyor ki, 1117 dosyanın %48,1’inde hürriyeti
bağlayıcı cezaya hükmedilmiştir. 1117 dosyadan 233’ü önödeme ile ortadan
kaldırıldığına göre, müeyyidelendirilen dosya sayısı 933 olur. 531 dosyada
hürriyeti bağlayıcı cezaya hükmedilmiştir. O halde esas oran %57’dir. Bu,
gerçekten yüksek bir orandır ve dünyadaki, mümkün olduğu kadar hürriyeti
bağlayıcı cezaya hükmetmeme doğrultusundaki akıma aykırıdır.
63.- ÖNERİ: Araştırmamız hürriyeti bağlayıcı
cezaların çok önemli bir kısmının, 1 yıl
ve 1 yıldan az olduğunu ve mahkemelerin,
sistematik olarak bu cezaları 647 sayılı
Kanunun hükümlerine uygun olarak para cezasına çevirmekte bulunduklarını ve
yine çok büyük oranda olmak üzere, para cezalarının da ertelendiğini
göstermiştir. Özellikle basın davalarında hakaret ve sövme suçlarından dolayı,
cezanın para cezasına çevrilmesi ve ertelenmesi kural haline gelmiştir.
Esas
itibariyle kısa süreli hürriyeti
bağlayıcı cezaya hükmetmemek ve bunu başka tedbirlere ve para cezasına
çevirmek çağdaş ceza hukukunda ve penolojide önemle tavsiye edilmektedir. Bu
arada para cezasının ertelenmesi de mümkün olabilir. Ancak sadece para cezasına
çevirmek ve bunu da tecil etmek bazı zümrelerde cezanın caydırıcı etkisini yok
etmektedir. Kurumları, maksatları çerçevesinde amacı kaybetmeden, abartmadan
uygulamalıdır. Böyle olunca uygulamanın maksadına uygun hale getirilmesi
temenni olunmuştur.
255. Hürriyeti bağlayıcı
ceza paraya çevrilmiş midir? (soru formu 23.2.d); tespitler: Hükmedilen
hürriyeti bağlayıcı ceza 361 olayda para cezasına çevrilmiştir (%32,3). 647 sayılı kanunun verdiği imkanlar gibi yeniliklere uyum
sağlanmasında, genel olarak, adli personel direnç gösterir. Mevcut adli kültür,
bu nevi uygulamların yapılmasına engeldir. Oysa Türkiye’de hâkimlerin bu nevi
yenilikleri uygulamada daha yatkın oldukları anlaşılmaktadır. Ülkemizde
inkilaplara yatkın, eğilimli bir adli ortamın var olduğu söylenebilir.
256. Güvenlik Tedbirlerine
Hükmedilmiş midir? (soru formu 23.2.e); tespitler: 1117 dosyadan 83 ünde
(%7,4) güvenlik tedbirine hükmedilmiştir.
Hükmedilen güvenlik tedbirlerinin dağılımı
şöyledir: 50 (%4,5) müsadere, 12 (%1,1) eğitim ve tedavi kurumuna yatırma, 8
(%0,7) ehliyetin geri alınması.
(Çek keşide etme yasağı fer’i ceza olarak değerlendirilmiştir.)
257. Para cezasına
hükmedilen haller (soru formu 23.2.f); tespitler: 1117 dosyadan 530 adedinde
(%47,4) para cezası uygulanmıştır.
Değerlendirme: Para cezaları ve feri
cezalar yeterince uygulanmaktadır. Önemli
ola husus, bunların hangi oranda fiilen uygulanabildiğidir.
258. Fer’i ceza uygulanan
haller (soru formu 23.2.g); tespitler: 1117 dosyadan 147 sinde (%13,2)
fer’i cezaya hükmedilmiştir.
Fer’i cezaların dağılımı şöyledir: Çek
keşide etme yasağı 50 (%4,4), müsadere 40 (%3,5), ehliyetin geri alınması 14
(%1,2), kamu haklarından yasaklanma 9 (%0,8), meslek ve sanatın tatili 10
sayıdadır (%0,9).
259. Ceza ertelenmiş midir?
(soru formu 23.3); tespitler: İncelediğimiz 1117 dosyadan 153’ ünde (%13,7)
ceza ertelenmiştir.
Mahkemenin cezayı ertelerken uyguladığı
gerekçe tarafımızdan ayrıca incelenmiştir. Gerekçenin dağılımı şöyledir: Tekrar
suç işlemeyeceği kanaati 64 olayda (%5,7) mahkemenin izlenimi 20 olayda (%1,8),
önceden suç işlememiş olması 16 olayda (%1,5).
Değerlendirme: Cezanın ertelenmesi,
çeşitli yönlerden iyi işleyen bir CAS’inde ehliyet şartlarına uyulması halinde,
çok önem arzetmektedir; ferdî ve kamusal bakımdan faydalıdır. Stigmatizasyonu
(damgalamayı) önlemek bakımından açık yararı vardır. Yargıtay’ın müteaddit
kararlarında erteleme gerekçesinin gerçek biçimde ve doyurucu olarak kararda yer alması istenilmektedir. Ancak,
ertelemeye karar verildiğinde veya verilmediğinde, yargıtay noksan gerekçe dolayısıyle kararları
bozmaktadır. Erteleme talebi reddedilmişse ve makul gerekçe
gösterilmemişse, karar yine
bozulmaktadır.
Bizim araştırmamızda, erteleme talebi
olduğu halde, bunun kabul edilmemiş olması hususuna ilişkin bilgi yoktur.
64.-
ÖNERİ: Yaptığımız araştırma ertelemenin,
özellikle 647 Sayılı Kanunun 4. maddesi çerçevesinde geniş ölçüde uygulandığını
göstermektedir. Bu yöndeki uygulama, ertelemenin kural haline geldiğini gösteriyor.
Oysa erteleme, maksadı çerçevesinde ve maksadına uygun olarak kullanılırsa
toplumsal bakımdan yararlı olur. Bu itibarla ertelemenin gerektiğince
uygulanmasını sağlayacak direktif teşkil edici Yargıtay kararlarına ihtiyaç
vardır.
260. Hürriyeti Bağlayıcı
Ceza, tedbirlerden birine çevrilmiş midir? (soru formu 23.4); tespitler:
Mahkeme tarafından hükmedilen hürriyeti bağlayıcı cezanın İnfaz Kanunu hükümlerine göre, 1117 dosyadan 13 olayda
(%1,2) tedbire çevrildiği görülmüştür.
Tedbire çevirmede kullanılan gerekçeler
açısından inceleme yapıldığında: 9 olayda (%0,8) sanığın yaşı, 3 olayda suçun
işlenme şekli (%0,3) ve 1 olayda (%0,1) suçlunun kişiliği tedbire çevirme
gerekçesi olarak kullanılmıştır.
Değerlendirme: Kısa süreli hürriyeti bağlayıcı
cezanın para cezasına çevrilmesi konusunda oldukça yüksek bir orantı mevcut
bulunduğu halde, (361 olay %32,3), tedbire çevirme oranı olağanüstü düşüktür
(13 olay %1,2). Bu rakamdan anlaşılmaktadır ki, 647 sayılı kanun 4 m. sinin 2-5
bendleri hemen hemen hiç uygulanmamaktadır.
65.-
ÖNERİ: 647 sayılı Kanunun 4. maddesinde yer alan tedbirlere 1961’lerde ceza
adaletinin amaçları bakımından çok önemli sayılarak mevzuatta yer verilmişti.
Hürriyeti Bağlayıcı cezanın itibarını hemen hemen kaybetmiş bulunduğu bir
dönemde, kanunda mevcut olan bu tedbirlerin uygulanamadığını araştırmamız
göstermiştir. Öyle anlaşılıyor ki, kısa
süreli cezayı para cezasına çevirmek hâkimlerimizin kolayına gelmekte, 4/2-3 de
yer alan tedbirlerin uygulanması, daha fazla çaba sarfedilmesini
gerektirdiğinden, bu yola gidilmemektedir. Mutlaka düzeltilmesi gerekli bir
durumdur ve bu hususta kanunda teşvik edici değişiklikler yapılmaldır.
Tedbirlere mutlaka “kamu yararına çalıştırma”
eklenmelidir. Yeni TCK Tasarısında çok önemli yer almış bulunan bu tedbirin
biran önce kanunlaştırılmasını temenni ediyoruz.
261. Esas mahkemesi
tarafından sabit addedilen suçlar hangileridir? (soru formu 23.5);
tespitler: Mahkeme tarafından sabit addedilen suçlara ait incelemenin amacı,
kolluğun suçu araştırırken koyduğu isim ile savcının iddianameyi düzenlerken
yaptığı tavsif ve mahkeme tarafından sabit addedilen suç arasında aynîlik olup
olmadığının belirlenmesidir.
3167 sayılı Kanun yine burada birinci
durumdadır. Anılan kanunun 13, 15 ve 16 ncı maddelerinden 129+1+84 = 214
mahkûmiyet kararı verilmiştir (%19,3).
1567 sayılı Kanunun 3 ncü maddesinden
dolayı 26 mahkûmiyet kararı verilmiştir (%2,3). 1918 sayılı kanunun 25 ve 27
nci maddelerinden dolayı 12 mahkûmiyet
kararı vardır (%1,1).
6136 sayılı Kanunun 13 üncü maddesinden 53
(%4,7) ve 15’ inci maddesinden 12 (%1) mahkûmiyet kararı verilmiştir.
Türk Ceza Kanununda yer alan suçlara
gelince 274 üncü maddeden 18 (%1,6), 404 üncü maddeden 23 (%2,1), 456 ncı
maddeden 50 (%4,4), 459’uncu maddeden 36 (%3,2), 491’inci maddeden 38 (%3,4),
491/4 den 10 (%0,9), 492’nci maddeden 20 (1,8), 493 üncü maddeden 256 (%2,2), 565’inci maddeden 46 (%4,2), 567’nci
maddeden 11 (%1) mahkûmiyet kararı verildiği tespit edilmiştir.
Esas mahkeme tarafından iki suçtan dolayı
mahkûmiyet kararı verilen, 1918 sayılı Kanunun 33 ve 49 ncu maddelerinden
dolayı 4 (%0,3), 6136 sayılı Kanunun 13 üncü maddesinden dolayı 9 (%0,8), 6136
sayılı Kanunun 15’inci maddesinden dolayı 4 (%0,4) hal vardır. Türk Ceza
Kanununun 414’üncü maddesinden dolayı 5 (%0,4), 456’ncı maddeden dolayı 5
(%0,5) ve TCK’nın 572 nci maddesinden dolayı 14
(%1,3) halde mahkûmiyet kararı verilmiştir.
262. Hükmün Gerekçesi
Tutanağa yazılmış mıdır? (soru formu 23.6); tespitler: Hükmün gerekçesinin
tutanağa yazılıp yazılmaması konusunda
yapılan incelemede 1117 dosyadan 806 sında % 72,1 hükmün gerekçesinin tutunağa
yazıldığı belirlenmiştir.
Değerlendirme: Esas itibariyle mahkûmiyet,
gerekçesi ile birlikte tutanağa geçirilmektedir. Ancak, bizdeki uygulamada
hüküm özeti zapta geçirilmekte, gerekçeli hüküm sonra yazılıp dosyaya
konulmaktadır. Gerekçeli hüküm dosyaya konulacağına göre, aynı hükmün bütünü
ile tutanağa da geçirilmesi beyhude zaman kaybını ifade eder.
63. ÖNERİ: Yukarıdaki 63. Öneriye bakınız.
III. Kanunyolları:
263. Temyiz
Kanunyolu: hüküm tarihi ile temyiz davasının açıldığı tarih arasında geçen süre
(F11 Tablosuna Bakınız) (soru formu 24):
Değerlendirme: Hükümün verilişi ile temyiz
davası açılışı arasında geçen ve en çok tekrarlanan süreler özellikle Kartal
bölgesinde yüksek olarak görülmekte, sonra
Beyoğlu gelmektedir. Bu durum, söz konusu mahkemelerin işlerinin çokluğu
nedeniyle hükümlerin tebliğinin gecikmesinden kaynaklanabilir. Ancak esas
itibarile sürelerin makul olduğu söylenmelidir.
264. Temyiz yoluna gidilmiş
midir? (soru formu 24.1.a); tespitler: Hükmün temyiz edilip edilmediği
incelendiğinde, esas mahkemesi tarafından verilen hükümlerden 135 inin (%11,9)
temyiz edilmiş olduğu belirlenmiştir. Ceza kararnamesi ve önödeme dışında kalan
suçlarda 851 dosyadan 112 sinde (%13,2) temyiz davası açılmıştır.
Değerlendirme: Hükümler aleyhine temyiz
yoluna gidilmesi oranı düşük gözüküyor. Genel rakamlar için ikinci kısım
birinci bölüme bakınız.
Ancak, incelenen dosyaların yaklaşık yarısı
önödeme ve ceza kararnamesi ile son bulduğu için, zaten temyiz söz konusu
olmamıştır.
Bu itibarla oran aslında %19,5 tur.
265. Hüküm temyiz edilmişse,
kim tarafından temyiz edilmiştir? (soru formu 24.1.b); tespitler: Hükmü
temyiz eden aktörün kim olduğu araştırılmıştır.
Sanık tararfından 1117 dosya üzerinden 103
dosyada hüküm temyiz edilmiştir.
Savcının temyiz ettiği dava sayısı 1117
dosya içerisinde sadece 7’dir.
Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 110/3
üncü maddesine göre üstsavcının hükmü temyiz edip etmediği araştırılmışsa da
118 dosya içerisinde üst savcı tarafından temyiz edilmiş bir dosyaya
rastlanmamıştır.
Müdahil tarafından temyiz edilen dosya
sayısı 30’dur.
Suçun ağırlığı nedeniyle yasa gereği
otomatik olarak temyize tâbi olan suç 5 dosyada görülmüştür.
Değerlendirme: Temyiz eden sanık oranı %
14,75 dir (698 dosya üzerinden hesaplanınca). Savcının temyiz etme oranı ise,
çok düşük (gerçek oran: %1). Üst savcı tarafından temyiz etme diye bir olaya
rastlanmamıştır.
266. Temyiz sebebi olarak
neler ileri sürülmüştür? (soru formu 24.2); tespitler: Temyiz sebebi olarak
ileri sürülen nedenler şunlardır:
CMUK 307 uyarınca genel olarak hukuka
aykırılığın ileri sürüldüğü temyiz davası sayısı 116’dır (%10,4).
CMUK 308’de öngörülen Kanuna mutlak muhalefet
sebeplerinden birisi, sadece bir halde ileri sürülmüştür (%0,1).
Hukuka aykırılık sebebi olarak gösterilen
hallerden önem arzeden ve sayı itibariyle ağırlık kazanan 3 husus vardır.
Bunlardan birincisi 647 sayılı kanunun 4 ve 6 ncı maddelerinin uygulanmasındaki
hukuka aykırılıktır. Bu gerekçe 8 olayda ileri sürülmüştür (%0,7).
İkinci hal, ağır tahrikin uygulanmaması 4
olayda ileri sürülmüştür (%0,4). Genel olarak 307’nci maddenin tek başına ileri
sürüldüğü hal 5 dir.
66.-
ÖNERİ: Temyiz sebepleri kriminolojik araştırma açısından, hükmün ne bakımlardan
kanuna aykırı olduğu iddiasını belirler. Bizim usul sistemimizde kanuna
aykırılık sebeplerini göstermek mecburiyeti yoktur, “hükmü temyiz ediyorum”, demek yeterlidir.
Oysa,
Almanya’da sebepleri göstermek mecburiyeti vardır. Bu iki sistem davanın
Yargıtay’da bekleme süresinin azalıp çoğalması bakımından önemli neticeler
ortaya çıkarır. Sebep belirtilmesinin mecburi olduğu hallerde, Yargıtay
incelemesi az vakit alır ve ayrıca Yargıtaya daha az başvurulur.
Yaptığımız
araştırma, hukuka aykırılık sebebi olarak gösterilen haller arasında başta
gelenlerinin 647 sayılı kanunun 4 ve 6. maddelerinin uygulanmasındaki hatalara
dayandığını ortaya koyuyor. Tahrik sebebinin uyulanmamış olması ikinci ortak
hukuka aykırılık sebebidir. Bütün diğer hallerde yukarda açıkladığımız gibi,
temyiz sebebi açıkca belirlenmemektedir. O kadar ki, temyiz edilen dosya sayısı
133 olduğu halde, temyiz layihası ancak 81 olayda verilmiştir. % 60 olayda
temyiz layihası verilmemiş yani temyiz sebepleri hiç gösterilmemiştir.
Almanya’da
olduğu gibi, temyiz sebeplerinin, temyiz davasında açıkça gösterilmesi ve
sadece bunlar dolayısı ile Yargıtay’ın inceleme yapması kabul edildiğinde bu hal, Yargıtay’a başvuruda ciddiyet
getirecek ve Yargıtayın da tesis maksadına uygun surette ve suratle faliyette
bulunmasını mümkün kılabilecek; ayrıca istinaf görevini yerine getirecek üst
mahkemeler teşkil edildiğinde dosyanın her yönü ile incelenmesi de mümkün
olacaktır.
267. Eski hale getirme
talebi (soru formu 24.3); tespitler: CMUK 311 uyarınca eski hale getirme
talebi yapılıp yapılmadığı araştırılmıştır. İncelenen 1117 dosya içerisinde
eski hale getirme talebine rastlanılmamıştır.
Değerlendirme: Ülkemizdeki uygulamada bazı
işlemlerin, eski hale getirme talebini haklı gösterecek surette, zamanında
yerine getirilmediği kuşkusuzdur. Ancak, böyle bir kurumun varlığını bilmeyen
vatandaşlarımızın bilgisizlik nedeniyle, bu kurumdan yararlanamadıkları
anlaşılmaktadır. Bu keyfiyet ceza davasında adil sonuçların elde edilmesi
bakımından, mecburi müdafilik sisteminin kabulünü gerektiren önemli bir işaret
sayılmalıdır.
268. Temyiz layihası verilmiş midir? (soru formu 24.4); tespitler: Hükmü
temyiz eden kişi tarafından CMUK 314 uyarınca temyiz layihası 81 olayda
verilmiştir (%7,3).
66.
ÖNERİ: Yukarıdaki 66. öneriye bakınız.
269. Temyiz talebi, hükmü
veren mahkemece usulden reddedilmiş midir? (soru formu 24.5); tespitler:
Temyiz talebinin hükmü veren mahkeme tarafından CMUK 315 uyarınca ön inceleme
sonunda usulden reddedildiği dava sayısı 10’dur (%0,9).
270. Temyiz talebi Yargıtayca kabule şayan olmaması nedeniyle (CMUK 317)
reddedilmiş midir? (soru formu 24.6); tespitler: Esas mahkemesi tarafından
yapılan ön inceleme sonunda verilen temyiz davasının reddi kararına itiraz
edildiğine 1117 dosya içerisinde rastlanmamıştır.
67.-
ÖNERİ: Temyiz şartları arasında teminat yatırılması (depo parası) 1985’de
kaldırılmıştır. Sebebi, depo miktarının az oluşu, parayı yatırmak bakımından
olan yorucu işlemler ve tutuklu olanın, avukatı olmadığı hallerde bu işlemi
gerçekleştirmesinin çok zor oluşu idi. Aslında temyiz yoluna başvurulmasının,
hakkında verilen hükmün hatalı olduğuna inanan kişilerce yapılması ve böylece
temyize gitmenin kötüye kullanılmaması bakımından anlamlı bir teminatın
yatırılması uygun olur. Malî gücü olmayan sanığa adlî müzaherettan yardım
edilmesi usulü de ayrıca konulmalıdır.
Usulden
red olayı düşük (10 olay (%1,4)) olsa da, yine de yukarıda arz olunduğu gibi,
hakkın kayba uğramaması ve adil sonuca varılması için, müdafi zaruretine işaret
eden bir kayba telakki edilmelidir.
Temyiz
davasının reddi kararına hiç itiraz edilmemesi de, yukarıda açıklanan düşünceyi
doğrulamaktadır.
Yargıtayın,
yaptığı ön inceleme sonunda 14 olayda (%2) davayı şekil yönünden red ettiği
anlaşılıyor. Aynı düşünceler geçerlidir.
Burada
ayrıca esas mahkemesinin bu inceleme görevini iyi yapmadığı da anlaşılmaktadır.
İncelemenin iyi yapılmaması dolayısı ile, en azından 14 olayda dava 6 ay
gecikmiş olmaktadır.
271. Yargıtayda duruşma
yapılmış mıdır? (soru formu 24.7); tespitler: CMUK 318’nci maddesi
Yargıtayda duruşma yapılmasına izin vermektedir. İncelediğimiz 118 dosyadan 6
sı (%0,5) Yargıtayda duruşmalı olarak görülmüştür.
68.-
ÖNERİ: Yargıtayda duruşmanın, davanın sonuca bağlanmasını uzatmaktan başka bir
etkisini kabul etmek mümkün değildir. Yargıtay dosya içeriğine göre hukuka
aykırılığı tespit etmekle görevli bir kanunyolu mahkemesidir. Orada yeniden
delil ikâme edilemeyeceğine göre, şifahî izahat verilmesi hâkimleri psikolojik
bakımdan etkilemek dışında bir anlam taşıyamaz. Bu ise doğru değildir. Kaldı
ki, mürafaayı adalet gerektiriyorsa, o zaman hükümlerin hepsi bakımından
mürafaayı kabul etmek gerekir. Davaların lüzumsuz olarak uzanmasından başka bir
sonuç vermesi düşünülemiyecek olan bu usulden vazgeçilmesi, en azından
Yargıtay’da kurumsal bekleme süresini azaltacaktır. Bu bakımdan, Yargıtaya
layiha verecek olan avukatların belirli bir tecrübeyi sahip olanlardan
seçilmeleri uygun mütalaa edilmiştir (Almanya, Fransa ve İngiltere’de olduğu
gibi). Yargıtay üyelerimiz, mürafaadan hoşlanmakta ve kaldırılması önerisini
kabul etmemektedirler. Bu nedenle yeni CMUK tasarısı da mürafaayı muhafaza
etmiştir.
272. Yargıtay esas hakkında
hangi kararı vermiştir? (soru formu 24.8.a); tespitler: Yargıtayın temyiz davasının esası hakkında
verdiği kararlar incelenmiştir. 1117 dosyadan 99 olayda (%8,8) esastan red
(onama), 24 olayda (%2,2) bozma kararı verilmiş, iki halde ise Yargıtay davanın
esası hakkındaki kararı kendisi vermiştir (%0,2). Önödeme ve ceza kararnamesi
dışında kalan 851 dosyadan 86 sında Yargıtay davayı esastan reddetmiş (hükmü
onamış) (%10,2), 24 ünde ise (%2,8) bozma kararı vermiştir.
Yukarıda arzedilen rakam ve oranlar
dikkati çekicidir. Bu araştırmanın 38 numaralı paragrafında kanunyoluna
başvurmada bozma neticesi elde edilemediğinde, başarısız bir işlem
gerçekleştirildiği ve bunun bir gecikme sebebi olarak değerlendirileceği ifade
edilmiştir.
İncelememize göre, Yargıtaya başvurulan
135 olayda verilen hükümlerden 99 unun red olunduğu (yani esas mahkemesi
kararının onandığı) görülüyor. Bu keyfiyet açık ve seçik olarak temyiz yolunun
suistimalle kullanıldığını ve bu yolla kesin hükme varmanın önemli ölçüde geciktirildiğini
göstermektedir.
38 numarada da açıklandığı gibi başarısız
kanunyoluna başvuruma, olayın kesin sonuca ulaştırılması süresini önemli
derecede artıran bir sebeptir (Başarısız temyiz yoluna başvurma bakımından
Birinci Kısıma bakınız).
273. Temyiz davasının
açıldığı tarih ile Yargıtayın esas hakkındaki kararını verdiği tarih arasında
geçen süre (soru formu 24.8.b):
a) Ağır
cezalı işlerde: İnceleme kapsamına giren 96 dosya içinden 65 inde (%67,8) bu
konuda veri yoktur. Geri kalan temyiz edilmiş olan dosyalarda süre 41 gün ile
499 gün arasında değişmektedir. Gün
sayısı belli bir şekilde yoğunlaşmış
değildir. 1 olayda (%0,5) 119 gün, 1 olayda (%0,6) 138 gün ve bir olayda (%0,7)
267 gün süre tespit edilmiştir.
b) Asliye
ceza işlerinde: İnceleme alanımıza giren 717 dosyadan 651 inde (%90,8) hükmün
temyiz edilmediği anlaşılmıştır. Temyiz edilen 66 dosya vardır. 717 dosya
üzerinden yapılan hesaplamada 64 gün ile 372 gün arasında süreler ölçülmüştür:
2 olayda 64 (%0,3), 4 olayda (%0,5) 113, 4 olayda (%0,5) 213, 5 olayda (%0,7) 223, 4 olayda (%0,5)
266 ve 2 olayda (%0,2) 372 gün süre
geçmiştir.
c) Sulh
ceza işlerinde: İnceleme konusunu teşkil eden 305 dosya vardır. 287 dosyada
temyize gidilmemiştir (%94). Temyiz edilen 18 dosya arasından 56 gün ile 528
gün arasında değişen süreler tespit edilmiştir.
Değerlendirme: Yukarıdaki sayılar olayın
çözüme bağlanması süresi bakımından esas gecikmenin Yargıtay’da olduğunu
göstermektedir. Gerçi geçen yıllara göre halen, Yargıtay daire sayısının
artırılmasının da etkisile, Yargıtay’da inceleme süresi azalmıştır. Ancak
sürenin böylece azaltılmasının adaletin niteliğine olan etkisi üzerinde durmak
zorunu vardır.
274. Yargıtayın özel
dairesinin kararına karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının itiraz edip
etmediği? (soru formu 24.8.c); tespitler: Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının
esas hakkındaki karara itiraz ettiğine ilişkin hale incelediğimiz dosyalar
arasında rastlanmamıştır.
Değerlendirme: 798 TCK’daki suç esas
alındığında temyiz edilen 135 dosyadan 99’u (%73) onama, 24 ü (%17) bozma, 2 si
(%1,1) esas hakkında karar vermiştir. İncelenen dosyalardaki onama oranı
yüksektir. %17 bozma makul bir rakam
sayılmalıdır. Yabancı ülkelerle mukayese için
38 no’daki rakamlara bakınız.
275. Yargıtay bozma kararı
vermiş ise bozma sebebi olarak ne göstermiştir? (soru formu 24.9.a);
tespitler: Bozma kararı verildiği hallerde Yargıtay bozma sebebi olarak değişik
nedenler kullanmaktadır. Sebepler olayların niteliğine göre çok değişiktir.
Ancak, iki sebep dikkati çekicidir.
1) Hukuka
aykırı delil. Bu sebeple hükmün bozulmuş olması, Türk hukuku bakımından
önemlidir.
2) Önödemenin
yapılmamış olması, bozma sebebi yapılmıştır. Gerçi rakam küçüktür, fakat
önödeme gibi amacı, ihtilafı derhal bitirmek ve mahkemelerin yükünü temelden
azaltmak olan bir kurumun, savcılık ve
mahkeme aşamalarında uygulanmamış olması ve böylece gereksiz yere mahkemenin ve
sonunda Yargıtay’ın yani sistemin bütün parçalarının işgal edilmiş olması,
sistemin işleyişi yönünden önemli bir kusur sayılmalıdır.
276. Bozmadan sonra dosya
aynı mahkemeye mi, başka mahkemeye mi
gönderilmiştir? (soru formu 24.9.b); tespitler: Bozmadan sonra
dosyanın başka mahkemeye gönderilmesi kanuna göre mümkündür. Ancak
incelediğimiz 1117 dosya içerisinde bozmadan sonra başka mahkemeye gönderilen
dosyaya rastlanmamıştır.
Değerlendirme: Türkiye’de, ilke olarak
bozmadan sonra dosya başka bir mahkemeye gönderilmemektedir. Netekim
araştırmamızda da, 1117 dosyada böyle bir karara rastlanmamıştır. Bozma üzerine
dosyanın esas kararı veren mahkemeye gönderilmesi, çeşitli yönlerden uygundur. Başka mahkemeye gönderme
istisnai ve zaruri hallerde kabul edilmelidir. Ancak dosyanın başka bir
mahkemeye gönderilmesinde, adaletin tecellisi bakımından yarar da olabilir. İnsan
psikolojisi gereği hukuken bozulmuş olan mahkemenin verdiği kararı savunma
eğiliminin etkisine girebileceği de düşünülebilir .
277. Ceza Genel Kuruluna
giden işler (soru formu 24.9.c); tespitler:
Ceza Genel Kuruluna giden bir dosya tespit edilmiştir.
278. Olağanüstü Kanunyolları
(soru formu 25); tespitler: İncelediğimiz 1117 dosya içerisinde olağanüstü
kanunyoluna götürülen dosya sayısı 4 dür (%0,4); yazılı emir yolunun bir olayda
uygulandığı tespit edilmiştir.
279. Suçun işlendiği tarih
ile hükmün kesinleştiği tarih arasında geçen süre (olayın kesin sonuca
ulaştırılması süresi) (F12 Tablosuna Bakınız) (soru formu 26):
a) Ağır
ceza mahkemeleri: İncelenen 96 ağır ceza dosyasından 8 inde (%8,3) bu konuda bilgi
mevcut değildir. Geri kalan 88 dosyadaki süreler 37 gün ile 2268 gün arasında
değişmektedir. Süreler çok dağınık bir şekilde ortaya çıkmıştır. Herhangi bir
gün üzerinde yoğunlaşma yoktur.
b) Asliye
ceza mahkemeleri: Asliye ceza mahkemelerinde incelenen 717 dosyadan 50 sinde
(%6,9) bu konuda bilgi mevcut değildir. 2 gün ile 2318 gün arasında değişen
süreler vardır. 1 olayda 2 gün, 4 olayda 43 gün, 5 olayda 68 gün, 5 olayda 109
gün, 7 olayda 134 gün, 9 olayda 168 gün, 5 olayda 379 gün, 5 olayda 496 gün, 7
olayda 752 gün, 7 olayda 1038 gün, 4 olayda 1881 gün ve 4 olayda 2318 gün süre
tespit edilmiştir.
c) Sulh
ceza mahkemeleri: İnceleme kapsamına giren 305 dosya içinden 28 inde (%9,2) bu
konuda bilgi yoktur. İncelenen 277 dosyada 11 gün ile 1846 gün arasında değişen süreler vardır. 2 olayda 11 gün, 2
olayda 69 gün, 3 olayda 74 gün , 4 olayda 95 gün, 2 olayda 157 gün, 3 olayda
164 gün, 2 olayda 270 gün, 2 olayda 341 gün, 1 olayda 824 gün ve 1 olayda 1823
gün süre tespit edilmiştir.
Değerlendirme: Türkiye’de ceza davalarını
kesin sonuca ulaştırma süreleri uzundur. Makul süre geniş ölçüde aşılmaktadır
Özellikle sulh ceza mahkemesinin yetkisine
giren işlerde sürenin ortalama 232 gün olması, toplumsal sükunun temininde
cezanın işlevini hemen tamamen ortadan kaldırıcı niteliktedir.
Kanaatimizce süreler bakımından
değerlendirmede asgari ve azami sürelerin önemle ele alınması uygundur.
Değerlendirme bakımından Mean’nin, yoksa Mode’un gözönüne alınması gerekeceği hususu, amaca göre değişiktir. Ancak
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin ölçüt olarak kullandığı “makul” sürenin ne
olduğunu tayin bakımından “mode” tercih edilecek bir ölçü olabilir yani, Mode’u
aşan süreleri makul süreyi aşan süre olarak ifade edebilmek mümkün olabilir.
İKİNCİ BÖLÜM
HAKİMLERLE
YAPILAN
TOPLANTIDA
AÇIKLANAN
ÖNERİLER
Ceza adalet sistemi aslında bir hizmet
teşkilatıdır. Bu hizmetten yararlananlar, başka bir ifade ile bu hizmetin
müşterileri suçlular ve mağdurlardır. Yaptığımız araştırmanın temel konusu söz
konusu hizmetin nasıl verildiği, işlediği ve bir kelime ile, ne derecede etkin
faaliyette bulunulduğudur. Belirtilen tesbitin yapılmasında bizzat hizmet
verenlerin görüşlerinin de saptanması elbetteki, zorunlu idi. Kaldı ki, bu
araştırmanın birinci kısmında da belirttiğimiz gibi, sistemin sakıncalarını
meydana çıkarmak, dar boğazları gidermek, böylece nitelikli ve süratli bir
adalete ulaşabilmek amacile bir sistemin aktörlerinin belirli aralıklarla bir
araya gelip, ortak konuları tartışmaları, son derecede yararlı olur.
İşte biz de, hukuk bilimcisi kriminolog
olarak, konumuz itibarile hâkimlerle biraraya gelmeyi ve meseleleri tartışmayı
adıgeçenlerin tesbit ve önerilerini belirlemeyi uygun saydık. Hâkimler
beyanlarında aşağıdaki tesbitleri yapmışlar ve önerileri sunmuşlardır.
280. Hâkimler sanığın celbedilerek mahkemede hazır
bulundurulmasının güçlüğüne özellikle değinmişler ve hazırlık soruşturmasında
şüphelinin ifadesi alınmadan dava açılmamasını ve fakat dava açıldıktan sonra
sanığın belirlenen adresine yapılan davete icabet etmemesi halinde gıyabındaki
delillerle duruşma yapılarak yargılanacağı şeklinde bir kaydın davetiyeye
konulmasını ve davaya devam olunmasını teklif etmişlerdir.
281. Hazırlık soruşturmasının gerekli önemle yapılmadığı ve buna
dayanarak dava açıldığı hususunda, hâkimler oybirliği içinde bulunmuşlardır.
Bunun nedeni olarak da, savcıların bir
yılda gelen dosyaların yüzde doksanbeşini çıkarmak zorunda olmalarını
göstermişlerdir. Bu oranda iş çıkarılmadığında savcının terfi edemediğini, bu
durum karşısında sadece elinde olanla dava açmayı tercih ettiğini
belirtmişlerdir.
282. Hazırlık soruşturması sonucu düzenlenen iddianamenin gerekli
unsurları, şartları ve delilleri kapsamaması halinde hâkime iddianameyi red
yetkisinin verilmesi önerilmiştir.
283. Bilirkişilik kurumu mutlaka çeşitli bakımlardan disiplin
altına alınmalıdır.
284. Tarafımızdan bazı merkezlerde belirli mahkemelerin seçilerek,
CMUK’nun tam belirttiği şekilde çalışması yani savcılık tahkikatının tam
yapılarak sunulması ve kovuşturmanın kanunun ruhuna uygun olarak bir oturumda
bitirilmesini sağlayacak surette örgütlenilmesinin ve bunun bir tür deneme
olarak gerçekleştirilmesi hususunda sunulan teklif hâkimlerce itibar
görmemiştir.
285. Hazırlık soruşturmasının, iyi şekilde icrası için, savcıların
bölgelerindeki karakollarda adlî hizmetleri gören polisleri zaman zaman
toplayıp görüşmeleri ve böylece polisin eğitilmesi önerilmiştir.
286. Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunumuzun tam olarak orjinaline uygun
hale getirilmesi temenni edilmiş, savcının iddianamesini vermesinden sonra,
iddianamenin mahkeme tarafından kontrol edilmesi, gözden geçirilmesi ve
gerektiğnide reddi teklif edilmiştir.
287. Olayı tahkik eden savcının, sonsoruşturma aşamasında da iddia
makamının işgal etmesi, bu suretle davaların vukufla takib olunacağı, davada
savcının değişmesinin adaletin tecellisine zarar verebileceği beyan edilmiştir.
288. Adalet hizmetinin verilmesinde işlerin sağlıklı
yürüyebilmesinin, hâkimin mesleğine olan
bağlılığı ile orantılı bulunduğu ifade edilmiş ve bu bakımdan Yüksek Hâkimler
ve Savcılar Kurulunun teşekkülü bakımından eleştiriler öne sürülmüştür.
289. Hazırlık soruşturmasının noksan yapılmasının savcı sayısının
azlığına bağlı olduğu ifade edilmiştir.
290. Davaların gecikmesinde avukatların önemli rol oynadıkları ve
etki yaptıkları açıklanmıştır. Özellikle İstanbul’da adalet dairelerinin şehrin
dört bir tarafına dağılmış bulunması dolayısı ile, avukatların sürekli olarak
mazeret beyanında bulundukları belirtilmiş ve Ankara’da olduğu gibi,
mahkemelerin bir araya getirilmesi temenni edilmiştir
291. Hâkimlerin tümünün müttefik oldukları bir husus sistemin
dekriminalizasyon, diversion yolları ile ve idarî para cezalarının artırılması
suretile boşaltılmasının zorunlu olduğudur. Buna misal olmak üzere, Ceza
Kanunumuzdaki gıda maddelerinin tağşişine, orman suçlarına, mal beyanına aykırı
eylemlere, bir kısım vergi cezalarına ilişkin öneriler sunulmuştur.
292. Adlî işlerin yürütülmesinde kırtasiyeciliğin ortadan
kaldırılmasını sağlayacak tedbirlerin mutlaka bulunması tavsiye edilmiştir.
Sözgelimi mahkeme tebligatının savcılık yolu ile gönderilmesinin
anlaşılamadığı, Adlîyede kurulacak bir işlemler bürosu ile, bu işletmecilik
kusurunun giderilebileceği açıklanmıştır.
293. Adlîyede tümile otomasyona geçilmesi ve hatta İstanbul gibi
merkezlerde savcılık - karakol - bilgisayar bağlantısının yapılması bütün
hâkimlerce önerilmiştir. Bilgisayara geçilmesi ortak temennidir.
294. Süratli adaletin gereği kabul edilmekle beraber, adaletin ne
olursa olsun, surate feda edilemeyeceği, ortak görüş olarak arzedilmiştir.
295. Davanın gecikmesinin temel sebeplerinden birisi, Türkiye’de
tebligat zorluklarıdır. Kişilerin adreslerinin
belli olmaması tebligatın bozan aylarca sürmesine neden olmaktadır.
Bunun çok önemli bir sonucu, zamanaşımı ile davanın düşmesidir. Türkiye’de 1994
yılında 302.000 dava zamanaşımı ile
düşmüştür. Bunun anlamı sistemin amacına ulaştıramadığıdır.
296. Üzerinde durulan önemli bir konu da istinaftır. İşlerin bir
kısmının istinafla bitirileceği ve böylece Yargıtay’ın da asıl görevini yapar
hale geleceği belirtilmiştir. (Yeni CMUK tasarısı bu yolu açmış bulunuyor.)
297. Savcıların aşırı bir iş yükü altında boğuldukları
açıklanmıştır.
298. Mahkemelerin araç - gereç noksanından, hâkimlerin konforsuz
yerlerde ve odalarda çalışmak mecburiyetinde kaldıklarından şikâyet edilmiş ve
siyasi iktidarların adlîyeye yeterli miktarda tahsisat ayırmadıkları, sürekli
ödenek sıkıntısının varolduğu, resmi gazetenin bile mahkemelere gönderilmediği,
ortak bir şikâyet konusu olarak ifade ediliştir.
299. Türkiye’de hâkim açığının mevcut bulunduğu ifade edilmiş ve
fakat bunun abartıldığı derecede olmadığı, aslında Türkiye’de iş yüküne uyarlı hâkim
dağılımına yer verilmediği belirtilmiştir. Sözgelimi her ilçe teşkilatında bir
adlîyenin kurulmasından vazgeçmek, adlîyenin dört başı mamur olarak kurulması
gerektiği, çapaçul binalarda adlîye kurulmasının adaleti ayaklar altına alma
anlamına geleceği belirtilmiştir.
300. Hâkimler tarafından özellikle üzerinde durulan önemli bir
konu da, duruşmalarda zabıtların daktilo marifetile tutulmasıdır. Bu uygulama
medeni ülkelerde artık ortadan kaldırılmıştır. Zaptın medeni ülkelerde olduğu
gibi steno veya video kasetler marifetile tesbiti usulüne geçilebilse duruşma
süreleri en azından üçte bire inecek, zabıtlar bugünkü kötü durumundan
kurtulacak ve zapta sürekli yapılan itirazlar da keza ortadan kalkacaktır.
Ancak bu hususta uzmanlar yetiştirmek şarttır. Bizim uygulamamız bu çağda çok
ilkeldir. Teklif olunan usul, uygulamaya konulabilse ilgililerin zabıt
kastlerini almaları da mümkün hale gelecek ve büyük bir gelir kaynağı elde elde
edilmiş olacaktır. Bugünkü sistemde zabıtların tutulmasında bir takım yeni usullerin
uygulanmasile zamandan tasarufun sağlanması mümkün olabilir
301. Öne sürülen ve önemle vurgulanan diğer bir öneri de, ceza
kararrnamesinin kapsamının genişletilmesi ve asliye cezada görülen bazı
davaları da kapsamasıdır. Karşılıksız çek
davalarının bu usulle sonuçlandırılması da önerilmiştir. Japon
uygulamasında ceza kararnamesi aracı ile belirtilen dava oranının %52 olduğu
açıklanmıştır. Ancak bu öneri ile birlikte gözönüne alınması gerekli husus, bir
kere kanuna hürriyeti bağlayıcı ceza yerine daha çok para cezası koymak ve
suçları nevi itibarile belirlemektir. Hâkimler 2966 sayılı kanun hükümlerinin,
mühür bozma suçlarının, görevi ihmal ve suistimal suçlarının CMUK’da gösterilen
bir kısım suçların, ihkakı hak suçunun ceza kararnamesi kapsamına alınabileceğini
ifade etmişlerdir.
Tüm kabahat suçlarının da bu kapsam içine
alınması, bazı vergi suçları, sözgelimi, fiş kesme sorunu gibi olayların ceza
kararnamesi kapsamında mütalaası öne sürülmüştür.
302. Memurin Muhakemat Kanununun tüm olayı sonuca bağlama süresini
çok uzattığı, dosyanın mahkemeye iki yıldan önce gelmediği ifade edilmiş, bunu
önlemenin bir çaresinin ilk merci kararlarına itirazın kaldırılması olduğu
beyan edilmiştir. (Bu kanunun şimdi yürürlükten kaldırılmış olduğu
bilinmektedir).
303. Sayın hâkimler en ziyade sanık ve tanığın duruşmaya
gelmemesinden şikâyet etmişlerdir.
DGM’de görevli hâkimler bazı sanıkların tutukevinden alınarak mahkemeye
getirilemediğini açıklamışlardır.
Mahkemenin ihzar yetkisine rağmen kesilen
müzekkerelerin sanık veya tanığın bulunmaması sebebile infaz edilemediğini,
ülkede bir ikamet yasası bulunmaması sebebile, söz konusu suçluluğun ortaya
çıktığını vurgulamışlardır. Yabancı ülkelerden Türkiye’ye gelen talimatların,
%90’ının bu sebeple yerine getiremediği ifade edilmiştir. Bizde belirli bir
adresi olmayan kişilerin yurt dışında mı, yurt içinde mi olduğunun tesbit
edilemediği, kanunlarımıza göre, yer değiştiren kişinin bunu bildirme
yükümlülüğü olduğu halde fiilen çok kişinin bunu yapmadığı ve bir müeyyideye de
muhatap bulunmadıkları açıklanmıştır. Dolayısile metrukiyete uğramış görünen bu
kanunun müeyyideye bağlanması ve uygulanması temenni edilmiştir.
Bu sakıncaları gidermek bakımından polisle
muhtarlar arasında devamlı ilişki kurulmasının uygun olacağı ve hatta nüfusu
1000.000 den fazla olan şehirlerde polise bildirim mükellefiyetinin konulması
istenmiştir. Gerçekten, polisin hüviyet sorma yetkisi artırılırsa adaletin de
elinin ayağının oynar hale geleceği ifade edilmiştir. Kararlarını ve
taleplerini yerine getiremeyen bir hâkimin dosyasının ister istemez uykuya dalacağı ifade
edilmiştir.
Ayrıca tanıklar bakımından özendirici, bir
takım tedbirler alınabileceği belirtilmiş ve PTT’ye tebligat konusunda
eğitimsel müdahalelerde bulunulması gerektiği açıklanmıştır.
304. Bazı hâkimler davaların uzamasında hâkimin inançlarının da
müessir olduğunu açıklamışlardır: Hâkimin verdiği kararın bozulmamasını
sağlamak amacıile, belki de lüzumsuz bir takım işlere giriştiği ve açık - seçik
olan hususların bile bu sebeple belgeye bağlanmasına çalışıldığı, yargının
büyük oranda mantıksızlıklarla uğraştığı, meselâ üst üste mazeret dilekçesi
veren avukatların, müdafaaları alınmadı, kısıtlandı diye kararın bozulduğu
ifade edilmiş, hatta bazı hâkimler Yargıtay uygulamaları karşısında takdir
haklarının söz konusu olmadığını belirtmişlerdir. Bir hâkim, karar yazdırırken
“ödünün koptuğunu”, söylemiştir.
305. Bir hâkim, Ceza mevzuatının bu günkü halinin bilirkişiye
başvurmayı zorunlu hale getirdiğini, sözgelimi üç celsedir, çalınan şeyin değerinin tayini için
uğraşıldığını, oysa Yargıtay kararlarının hâkimin bir telefon etmek suretile
tesbit edebileceği değeri dahi bilirkişi ile tayin ettirmeyi gerekli kıldığını
açıklamıştır. Bu arada her işin Yargıtaya gitmesinin anlaşılır olmadığı ifade
edilmiştir.
306. Temenni ve öneriler açıklanırken, özellikle cezaların
birbirine bağlı olduğu, çok yerinde olarak ifade edilmiştir.
307. Büyük sıkıntının sanığın dinlenememesinden doğduğu üzerinde
ittifak vardır. Tutukluların bile getirilip ifadelerinin alınamaması sebebile
davaların hâkimlerin elinde kaldığından şikâyet edilmiştir. Bugün bir buçuk
yıldan beri duruşmaya getirilemeyen sanıkların bulunduğu belirtilmiştir. Bu
gibi hallerde bazı hâkimlerin sanığa telgraf göndererek kendi isteği ile duruşmaya
gelmediğini, esas hakkında mütalanın gönderildiğini, mazereti yoksa
gelmediğinde yokluğunda karar verileceğinin bildirildiğini ve Yargıtay’ın da bu
uygulamayı kabul ettiğini, ancak ilk sorgunun yapılamamış olmasına çare
bulunamadığı açıklanmıştır.
(Araştırmacıların notu:) Medya’nın
etkisiyle, genel kollukta ve cezaevi içindeki kollukta bir ürkekliğin ve
yılgınlığın teşekkül ettiği, herkesin olay çıkmasından ve bunun sonucu olarak
sorumluluktan korkar hale geldiği, bir gerçek olarak, ortaya çıkmış bulunuyor.
Sanığın mutlaka getirilmesi, aksi takdirde görevi ihmalden sorumlu olacağı
hakkındaki mahkeme tezkeresine bir cezaevi müdürünün şu suretle cevap verdiği
açıklanmıştır: “siz kaloriferli yerde oturuyorsunuz, emrime bir tabur asker,
bir adet ambülans verin, şu kadar da kanı hazır edin, ondan sonra bu sanığı
içerden alıp size getireyim”.
Hâkimler bu gibi hallerde gelmeyene eski
ifadesi ile iktifa edileceğini bildirmek yetkisini talep etmektedirler.
308. 3167 sayılı Çek Kanunundan doğan problemler hâkimlerin ortak
şikâyet konusudur. Bu davaların azalmasının Kanuna aykırı çek kullanılmasını
önlemek ile mümkün olacağı ifade edilmiş ve aşağıdaki teklifler yapılmıştır.
a) Bankalar
çek karnelerini belirli bir tahkikat yaptıktan sonra, güvenilir kişilere
vermelidirler.
b) Çek
karnesi alınırken teminat gösterilmesi şartı konulmalıdır.
c) Bugün
çek karşılıksız çıktığında, bankanın ödeyeceği miktar çok düşecektir. Bu miktar
esaslı surette artırılmalıdır.
d) Çekin
şahsi dava konusu olması uygun olacaktır. Bu suretle, takib edilmeyen davalar,
ortadan kalkacak 7,5 sene zamanaşımını beklemek sözkonusu olmayacaktır.
309. Ekonomik suçlarda ekonomik müeyyidenin uygulanması esası
güçlendirilmeli ve bu suçlara bakacak hâkim ve savcıların uzmanlık kazanması
sağlanmalıdır. Özellikle 1918 sayılı kanun üzerinde durulmuş ve toplu
kaçakçılık ile teşekül arasındaki kıl payı fark nedeni ile davaların uzadığı,
bu bakımdan kanunun bütünü ile gözden geçirilmesi gerektiği ifade edilmiştir.
310. Mahkemenin ara kararlarının infazında en büyük güçlüğün
yeterli miktarda görevli polis bulunmamasından kaynaklandığı ortak görüştür.
Bir hâkim 150 infazı üç polis memurunun yerine getirmeye çalıştığını
açıklamıştır.
311. Zamanaşımı konusunda birbirine zıt iki görüş belirtilmiştir.
Bazı hâkimler zamanaşımını kesen sebeplerin çoğaltılmasını ve her duruşma
celsesinin zamanaşımını kesmesini istemişlerdir. Diğer bir kısım hâkimler ise
zamanaşımını kesen sebeplerin kaldırılmasını ve davanın zamanaşımı süresi
içinde gerçekleşmesini önermişlerdir. Böylece davaların süratle
sonuçlandırılması bakımından yeni bir güdülenme yaratılmış olacaktır.
312. Mahkemelerin araç - gereç noksanı, bütçeden adlîyeye ayrılmış
olan tahsisatın azlığı, hâkimlerin konforsuz şartlar içinde çalışmaları,
RG’nin dahi gelmemesi İstanbul’da adlîye
binalarının dağınık halde bulunması çok şikâyet edilen hususlardır.
313. Mevzuatımıza göre,
Asliye ve Ağırcezaların görev ayırımlarında piramidin normal şeklinin
bozulduğu, sulh cezalarda işlerin fazla olması gerektiği halde, bu mahkemelerin
çok rahat oldukları ve işlerin gereksiz yere asliye cezada yoğunlaştığı ifade
edilmiştir. Düzeltme, kanun değişikliği ile gerçekleştirilmelidir.
314. Adalet bir nevi hizmet sektörü olduğuna göre, müşterisi olan
halkın güvenini kazanmalıdır. Böyle olunca, vatandaşların temel hak ve
hürriyetlerini, mal ve can güvenliklerini koruma altına alan bir yargı sistemi
karşılığında ceza adaletinin etkinliğinden söz edilebilir. Oysa müşterilerde bu
tatmin duygusunun yaygın olduğu söylenemez. Bunun için gerekli olan herşey
yapılmalıdır.
315. Öne sürelen tekliflerden birisi de, adlîyenin etkin
çalışabilmesinin diğer Devlet kurumlarının çalışmalarına bağlı olduğuna göre,
adlî kararların yerine getirilmesi hususundaki ihmalin cezalarının
artırılmasıdır.
316. Adlîye hizmeti hâkim, savcı kolluk iş bölümü halinde etkin
olur. Bu sebeple, bilim adamlarının da iştirakile sistemin problemleri üzerinde
ortak toplantılar, belirli aralıklarla yapılmalıdır.
Senenin belirli günlerinde hâkimler
akademesinde hâkim ve savcılar toplanmalı ve hukuk konularını tartışmalıdırlar.
Bu toplantılarda özeleştiriler
yapılmalıdır. Yeniden eğitim ihtiyacı da böylece karşılanmalıdır.
317. Mahkemeler yardımcı hâkim kullanılması, özellikle büyük
şehirlerde hem nitelikli adalete ve hem de sürate katkı yapacaktır. Bazı
hâkimler sözgelimi bilirkişiye verilen görev bakımından dosyayı okuyamadıkları
için, yönlendirme yapamadıklarını ve bu yüzden tuhaf raporların geldiğini ifade
etmişlerdir. Yardımcı hâkimler bu konuda faydalı olabilir.
318. Adlî sicil TCK 81 maddedenin aradığı anlamda kayıtları
içermemektedir. Bu hal davaların uzamasının temel sebeplerinden birisidir. Bu
hususta gerekli hüküm değişikliği derhal yapılmalıdır.
319. Kanunların açık - seçik, suçların unsurlarını duraksamalara
neden olmayacak biçinde belirtilmesi zorunludur. Suçta ve cezada kanunulik de
bunu gerektirmektedir. Bu sebeple kanunları adeta Yargıtay yapmakta ve bozulan
veriler işlerin makul sürede sonuca ulaştırılmasını engellemektedir.
320. Yargılama giderleri akıl almayacak derecede azdır.
Yargılamanın Devlete yüklediği giderlerin onda biri bile alınamamaktadır.
Ayrıca Ceza Usul Kanunu bütünü ile elden geçirilmelidir.
ÜÇÜNCÜ
BÖLÜM: SONUÇ
ARAŞTIRMACILARIN ÖNERİLERİ
Eserimizin girişinde ceza adalet
sisteminin dört işlevi yerine getiren yapısal unsurlardan oluşmuş interkonnekte
bir sistemi oluşturduğunu açıklamıştık: a) Araştırma, b) takip veya itham
(iddia), c) savunma ve d) yargılama, hüküm verme, e) verilen karar ve hükümleri
denetleme, f) infaz işlevleri ceza adalet sisteminin işleyişinde altı ayrı yapı
unsuru tarafından yerine getirilir.
Aslında bu yapısal unsurlar da sistem
içinde yer alan alt sistemlerdir. Sözkonusu alt sistemlerin, bütün toplumsal
sistemlerde olduğu gibi, üç unsurdan oluştuğunu belirtelim: Bunlar; normlar,
kişiler (aktörler) ve araç-gereçlerdir. Bu üç unsurun sistemin, ilgili yapısına
ilişkin işlevlerle orantılı biçimde geliştirilmiş bulunmalıdırlar; gelişmenin
mutlaka dengeli olması şarttır. Sözgelimi, araştırma fonksiyonunu yerine
getiren kolluğun mensupları ne kadar iyi yetiştirilmiş olurlarsa olsunlar,
işlemlerini düzenleyen normlar, araç-gereçler aynı oranda geliştirilmemişse,
işlevler gereğince yerine getirilmek şöyle dursun, sistemin bütünüyle çözülüp,
desorganize olması olasılığı ortaya çıkar.
Bu girişten sonra sistmin yapı unsurlarını
teker teker ele alıp gerekli gördüğümüz tesbit ve önerileri aşağıda arz etmeyi
uygun sayıyoruz. Bunu yaparken, anket sonuçlarından çıkardığımız netice ve
bunlara bağlı önerileri burada tekrar ele alarak sentezleştirmeye çalışacağız.
Yukarıda ki bahislerde, Türk ceza adalet
sistemi üzerinde analizler yaparken, sistemin bütünü ile uygun tarzda
çalışmasını engelleyen noksanlara, dengesizliklere işaret edilmiştir. Bu
kısımda, sözkonusu sakıncaların ne suretle ve hangi bakımlardan düzeltilerek bu
enterkonnekte sistemin dengeli biçimde işlemesi için nelerin yapılması
gerektiğini açıklayacağız ve altı ayrı işlevi yerine getiren yapısal unsurları;
yani normlar, aktörler ve araç-gereç bakımından dar boğazları gidermeye olanak
verecek hususları ayrı ayrı belirteceğiz.
A. Araştırma Fonksiyonu ile İlgili Önerilerimiz
321. Kolluk Alt Kültürü, Eğitim: Jandarma
ve Polisin meslek içinde edindiği alt kültür, işlemlerini ve araştırmalarını
doğrudan doğruya etkiler. Bu kültürü, “insan haklarını” bir yapı taşı olarak
yerleştirecek şekilde yeni eğitim programları uygulayarak geliştirmelidir.
Kolluğun ve özellikle polisin genel bilgi düzeyinin ayrıca çok önemli olduğunu
vurgulayalım. Bu nedenle polis okullarının büyük şehirlerde toplanması ile
polis memurlarının genel bilgi düzeylerinin yükseltilmesi bakımından yeni
olanakların gelişirilmesi zorununu özellikle vurgulamak isteriz.
Türkiye’de polis ve jandarmanın
yetiştirilmesinde eğitim süresinin kısa tutulduğu ve ders programlarının
yukarıda belirtilen ihtiyaca tam anlamı ile cevap vermediği görülmektedir. Bu
nedenle, Polis ve Jandarma Okullarının ve Polis Akademisinin eğitim süreci ve
ders müfredatları yeniden gözden geçirilmelidir. Müfredat konusunda ön hazırlık
olarak, Federal Almanya’da polis eğtiminde uygulanan müfredat temin edilmiş ve
Emniyet Genel Müdürlüğü Eğitim Dairesine bu konuda bir teklif sunulmuştur.
Polisin etkin bir şekilde çalışabilmesini sağlamak için, ağır nitelikteki
suçları işleyen kişileri teşhis edecek ve yakalayabilecek bilgilerle
donatılması sağlanmalı ve örneğin toplanma ve gösteri yürüyüşü hakları, ifade
özgürlüğü konusunda bilgiler arttırılmalıdır. Bunun yanı sıra, polisin insan hakları
açısından bilgilendirilmesi demokratik bir toplum için zorunludur. Bu husustaki
bilgi noksanını gidermek üzere bu eserin yazarlarının da iştiraki ile kolluk
için bir “yakalama, gözaltına ve muhafaza altına alma” yönetmeliği hazırlanmış
ve yayınlanmıştır.
Polis eğitimi veren çeşitli derecedeki
okullarda ceza hukukunun daha geniş biçimde ve önem verilmek suretiyle
okutulması lâzımdır. Bilgisizlik dolayısıyla delil toplanması bakımından
noksanlıklar Türkiye’de davaların uzamasının temel sebeplerinden biridir (1.-
Öneri).
Kolluğun temel görevi fertlerin hak ve
özgürlüklerinin korunmasıdır. Böyle olunca kolluk görevlerini yerine getirirken
yasalara aykırı davranırsa demokrasiyi tehlikeye düşürmüş ve kendisine olan güveni
sarsmış olur. Bu nedenle polisin yasalara uyacağına dair güven sağlanmalıdır.
Halkta böyle bir inancın yer edebilmesi için, polisin daima yasalara uygun
hareket etmesi zorunludur. Polisin yasalara uygun bir şekilde davranmasını
sağlamak, hukuka aykırı davranışta bulunanları cezalandırmaktan daha iyidir.
Başka bir ifade ile ihlali sonradan cezalandırmak, polise olan güveni
yerleştirmeye yetmemektedir. Önemli olan, ihlallerin yapılmasını önlemektir.
Polisin hukuka ve meslek kurallarına uygun bir şekilde çalışmasının denetlenmesi
gereklidir. Bu hususta aşağıdaki tedbirlerin alınabileceği düşünülmektedir:
a) Polise verilecek temel eğitim ve meslek
içi eğitimde, “ meslek onurunun korunması” üzerinde durulmalı ve demokratik bir
toplumdaki değer yargılarının başında hukuka uygun davranmanın yer aldığı
örnekleri ile vurgulanmalıdır.
b) Polisin meslek içinde ilerlemesi
açısından temel ölçüt, hukuk ve meslek kurallarına uygun davrandığının
belgelenmesi olmalıdır.
c) Savcılar polis tarafından yapılan
işlemleri hukuka ve meslek kurallarına uygunluk açısından sürekli
denetlemelidirler: Hakim kararları ile savcı tarafından verilen emirlerin nasıl
icra edildiğini, denetlemek, uygulamada hakim kararlarının tatbikinden doğan
zorlukları teşhis etmek ve bunların açılması için çareler üretmek yolu
seçilmelidir.
d) Nihayet, toplumda yaşayan bireylerin
konuyla ilgili olmaları, polisin
uygulamalarını eleştirmeleri çeşitli kanunyollarına başvurmaları, polise olan güveni sağlayıcı önemli bir
unsurdur. Ancak haksız, aşırı, mesnetsiz kınamaların kolluğu pasif kalmaya
sevkettiği de gözden uzak tutulmamalı, aşırılıktan sakınılmalıdır.
322. Diğer Kurumlarla
İşbirliği: Kolluğun başarısı,
genellikle adalet sistemi içerisinde yer alan diğer kurumların etkin bir
şekilde çalışmasıyla bağlantılıdır. Bu nedenle iyi işleyen bir sistemde
kolluğun, toplumun diğer kurumları ile işbirliği içinde bulunması ve
çalışmalarını böylece sürdürmesi gereklidir.
323. Dava Doğuran Davalar:
Hukuk alanındaki cekişmeler ceza adaletini büyük ölçüde etkilemektedir. Hukuk
çekişmeleri ceza adalet sistemi için bir bakıma yeni malzeme üretmektedir.
Türkiye’de açılmış olan ve 100.000 nüfusa düşen hukuk ve ceza davalarına ait
rakamlar gözden geçirildiğinde aradaki paralellik rahatlıkla
kavranabilmektedir: 1994 yılında Marmara Bölgesinde 2101 hukuk davası açılırken
2832 ceza davası, Ege’de 2357 hukuk davasına karşılık 3112 ceza davası ve Doğu
Anadolu’da 741 hukuk davasına karşı 774 ceza davası açılmıştır. Arazi
ihtilaflarının ise, bazan kan davalarını doğurduğu bilinmektedir.(112)
324. Suç Kolluğu:
Kolluk, özellikle ağır suçların delillerini araştıran bir organdır. Türkiye’de,
bazı yabancı ülkelerde olduğu gibi, kendisine özgü yetkilere sahip ve ayrı bir
adli polis örgütü yoktur. Ancak, kolluk içinde adli polis işlevini yerine
getiren uzmanlaşmış kısımlar vardır. Bunların nelerden ibaret bulunduğu
yukarıdaki bahislerinde anlatılmıştır. Ancak burada söz konusu olan husus,
belirttiğimiz adli kısımların tam olarak işler hale getirilmesidir.
Kolluk, bilindiği üzere adli ve idari
olmak üzere iki temel görevi yerine getirir. Araştırma işlevi kolluğun adli
temel görevi içindedir. Adli görevini yerine getiren kolluk, suçları tespit
etmek yani suçu aydınlatmak, başka bir deyişle suçu ve failini meydana
çıkartmak, suçun iz, eser, emare ve delillerini tespit edip toplamak ve bunları
itham fonksiyonunu yerine getirecek olan mercie sunmak, ceza adalet sisteminde
yer alan bir takım aktörlerin istemlerini yerine getirmek, bu hususta adı
geçenlere gerekli yardımları yapmakla yükümlüdür. Bu işlev o derecede önemlidir
ki, daha başlanıçta gereği gibi yerine getirilmeyecek olursa, sonradan sistemin
dürüst yargılama (fair trail-Proce equitable) ilkesine uygun olarak hüküm
üretmesi çok güçleşir ve hatta bazen mümkün de olamaz. Bu sebeple, yukarıda
sözünü ettiğimiz bu alt yapının, üç unsur bakımından da geliştirilmiş olması
şarttır.
Türkiye’de kimileri, adeta herşeyin devası
olarak, adli kolluğun kurulması gerektiğini öne sürmüşlerdir. Böylece adli
kolluğun genel polis teşkilatı dışına çıkarılmasını ve savcıların emrine
verilmesini önermektedirler. Kanaatımızca, polis ve jandarmadan oluşan, adli
görevleri yerine getirmek üzere örgütlenmiş, var olan yapı, esasta uygundur.
Ancak savcı ve mahkemelerle bu teşkilat arasında daha sıkı bir işbirliğini ve
gözetimi temin edecek normları meydana getirmek yeterli olacaktır.
Suçları, özellikle ekonomik ve mafya,
örgütlü cürümleri aydınlatmak üzere, polis, savcı ve maliye uzmanlarından
oluşan proje grupları teşkiline olanak verecek idari düzenlemeler bir an önce
geliştirilmelidir. Bu bakımdan hazırlanmış olan bir yönetmeliğin bir an önce
yayınlanması çok yarar sağlayacaktır.
325. Kimlik: Türkiye’de
CAS’inin işlemesinde kolluk bakımından çok önemli konulardan birisi, şüphelinin
kimliğinin tesbitidir. Araştırmamızda, sanığın kimliğinin bilinmemesine ilişkin
durumun yaklaşık olarak, %11 oranında olduğu ortaya çıkmıştır. Devlet idaresi,
vatandaşların kimlik sahibi olmalarını ve konutlarını mutlaka kayda
bağlamalıdır. Sürekli konutsuzluk, batı ülkelerinde olduğu gibi “serserilik”
sayılmalı ve herkesin mutlaka sürekli oturduğu bir yer açıklayacak durumda
bulunması sağlanmalıdır. 21. yüzyıla geçtiğimiz bir dönemde Türkiye gibi uygar
bir ülkede bazı insanların yersiz, yurtsuz yaşamakta bulundukları kabul olunamaz
(4. - Öneri).
Kolluğun kimlik tesbitinde çok daha çevik
olmasını sağlayacak idari tedbirler alınmalıdır (20.- Öneri). Aktif polis
faaliyeti, ancak kimliğin tesbiti ile etkin olur. 1774 sayılı Kimlik Bildirme
Kanununun, İstanbul gibi, çok kalabalık ve kozmopolit bölgelerde, adeta
metrukiyete uğramışlıktan çıkarmak ve bu kanuna fiilî yürürlük sağlamak
şarttır. Bunun temini geniş ölçüde kolluk güçlerine düşmektedir: Kimliğin
gerçek olarak tesbiti, nitelikli adaletin olduğu kadar, davaların gecikmesini önlemenin
de şartıdır. Bu hususta ciddî çaba gösterilmesi zorunludur (2.- Öneri).
326. İfade Alma: Her
türlü ifade almada saat ve dakika olarak sürenin tutanağa geçirilmesi, CMUK
135a maddesinin yasakladığı hususların (özellikle yormanın) tesbiti bakımından
olağanüstü önem taşır. Oysa uygulamada CMUK 161. maddenin hükmüne rağmen, süre
tutanağa tesadüfen geçirilmektedir. Saatin tutanağa geçirilmemiş olması,
elbetteki, bir bozma sebebi oluşturmaz; ancak Yargıtay kararlarında bu
usulsüzlüğe dikkati çeken tesbitlerin yer alması, tatbikatın kanuna uygun hale
getirilmesi bakımından fayda sağlayacaktır.
Poliste ikrar, mahkemede bundan cayma ve
polisi işkence ve baskı ile itham, Türkiye’de mutad usul halini almıştır.
Aslında poliste ikrar, en samimi beyandır. Bu keyfiyeti sakatlamak üzere,
sanıklar ve kimi vekilleri sistematik olarak baskı ve işkenceden söz
etmektedirler. CMUK 135 ve 135a maddelerinde ve 136. maddede yapılan çok önemli
değişikliğe karşın, durum değişememiştir. Bu itibarla şüphelinin (hakkında basit
zehap bulunanın), poliste ifadesinin alınmasından önce, Fransa’da olduğu gibi
doktor muayenesine tabi tutulması ve belirli aralıklarla muayenin tekrar
edilmesi çok yerinde olacaktır (5.- Öneri). Adalet Bakanlığı tarafından 3 Ocak
1996 tarihinde DGM Başsavcılıklarına gönderilen genelge ile, sanıkların her 48
saatte bir, hiç olmazsa 96 saatte bir doktor muayenesinden geçirilmesi(113)
12.12.1997 tarihli Başbakanlık Genelgesi ile de, .... istenmiştir. 6 Numaralı
öneride, yakalanan kişinin hemen doktor muayenesine tabi tutulmasını ve
gözaltının sona erdirilmesi halinde yeniden doktor muayenesine sevkinin usul
haline getirilmesini önermiştik.
İncelememiz sonucunda işkence veya kötü
muamele iddiaları oranının çok düşük olduğu sonucu ortaya çıkmıştır. Bununla
beraber doktor muayenesinin yasallaştırılmasını uygun mütalaa ediyoruz (23.-
Öneri). Ülkemiz aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde açılan ve bazıları
kanaatimızca haksız hükümlerin verilmesine neden olan başlıça sebeplerden
birisi de budur. Hekim muayenesinin yapılmamış olması, sözü geçen davalarda
yalancı tanıkların beyanlarına değer verilmesine neden olmaktadır.
327. Tutuklama Sonrası
Kolluğun İfade Alması: Özellikle polisin şüpheli tutuklandıktan sonra da
tutukluluk sırasında ifade alma ve diğer
soruşturma işlemlerini yapma yetkisi kabul edilmelidir. Burada ana hedef,
hazırlık soruşturmasının mümkün olduğu kadar noksansız ve sağlıklı yapılmasını
sağlayacak düzenlemelerin icrasıdır (37.- Öneri). Bu günkü uygulamada, şüpheli
tutuklandıktan sonra, kolluğun herhangi bir tahkik işlemini re’sen yapamaması,
davanın tabir yerinde ise, ham olarak mahkemeye intikaline neden olmakta ve
bunu önlemek için de gözaltında tutma süresini batı ülkelerinden farklı olarak
uzatmak gibi, batı hukuk sistemlerinde kabul edilemiyen yetkilerin
kullanılmasını sonuçlamaktadır. Bu nedenle, tutuklanma bazı hallerde şüphelinin
lehine sonuç vermektedir.
328. Tanıklık: Hazırlık
soruşturmasının özenle yapılamadığı, bu araştırmanın ortaya çıkardığı çok
önemli bulgulardan birisidir. Özensizlik değerlendirmesine, elbetteki, belirli
bir takım tesbitlere dayanılarak varıyoruz. Bu tesbitlerden birisi, hazırlık
soruşturmasında tanıkların belirlenmesi ve ifadelerinin alınmasının çok düşük
oranda olmasıdır.
329. Elkoyma: Polisin doğrudan
doğruya zabıt yapabilmesi (el koyabilmesi), gecikmeyi önlemek bakımından
yerinde olabilir. Kaldı ki, bugün tehirinde zarar bulunan hal (gecikmesinde
sakınca olan) teriminin çok geniş
uygulanması suretiyle zaten fiilen yapılıyor. Bu itibarla Ceza Muhakemeleri
Usulü Kanununun buna göre değiştirilmesi uygun olabilir (40.- Öneri).
330. Telefon Dinleme:
Mevzuatımızda suç araştırması ve soruşturması sebebile telefon dinleme
konusunun mutlaka yasal bir düzene bağlanması zorunludur. Bu düzenleme yapılırken
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin konuyla ilgili olarak verdiği kararlar ve
uyguladığı esaslar gözönünde tutulmalıdır. Fransa’da geleneksel içtihat telefon
muhaverelerinin tesbitine imkân vermekte idi. Fakat dinlenen konuşmalar
“itiraf” olarak değil, sadece hâkimin kanaatini tesis edebilecek emareler
olarak kabul ve böylece savunma hakkı kısmen de olsa ihlâl edilmemiş oluyordu.
Aynı ilke mikrofonlar ve ses tesbitleri bakımından da geçerli idi. Ancak, kişi
ile müdafii arasındaki konuşmanın tesbitinin hiçbir delil değeri taşımadığı
kabul ediliyordu. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 8. maddesinin özel hayatın
gizliliğine ilişkin hükmü sebebile, konu 1970’lerde ciddîyetle ele alınmıştır.
Uygulamada hazırlık soruşturmasında ve ilk soruşturmada telefon dinlenmesi
kabul ediliyordu. 1989 yılında AIHS m. 8
ve Ceza Usul Kanunu 81. maddelerine dayanmak suretile mesele çözüldü ve özel
kanun olmadığı takdirde, özel hayata müdahale edilemiyeceği esası belirtildi.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, kamu
menfaati yönünden öngörüldüğü hallerde özel hayata girilmesinin Sözleşmeye
aykırı olmadığını kabul etmektedir. Ancak bu müdahale genel güvenlik bakımından
zorunlu olmalıdır. Avukatlarla yapılan konuşmaya hiç bir suretle müdahale
edilmemelidir. Mercilerin bu husustaki takdir yetkilerinin kullanılmasındaki
usuller ve bunların kapsamı açık bir surette kanunda yer almalı ve suistimale
imkân vermemelidir. Ayrıca, telefonları dinlenebilecek olan suçlu kategorileri,
fiillerin nitelikleri, dinlemenin süresi, bu husustaki tutanakların teşkili
şartları ve konuşmaların ne suretle sentezleştirileceği ve bantların nasıl
silineceği ve imha edileceği kanunda yer almalıdır. 8 Şubat 1995 tarihinden
itibaren Senato veya Meclis Başkanlarına haber verilmeden milletvekillerinin
veya senatörlerin konuşmalarının tesbit edilemiyeceği de, hüküm altına
alınmıştır.
Özetlemek gerekirse, bu hususta özel bir
kanun, belirli nitelik ve şartları taşımak suretiyle bir an önce meydana
getirilmelidir (41.- Öneri). Netekim halen Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu
üzerinde çalışmakta bulunan Bilimsel Komisyon, bu husustaki noksanları
giderecek hükümleri kaleme almış bulunuyor. Ayrıca 4422 sayılı Çıkar Amaçlı
Örgüt Suçları ile Mücadele Kanunu da bu konuyu, gerektiği gibi düzenlemiştir.
Polisin olaylar karşısında derhal harekete
geçmesi bir ülkede suçla etkin mücadelede temel unsurdur. Bu konuda gerekli
yetkiler sağlanmalıdır. Yetki verilmeyen yerde sorumluluk olmaz. Özellikle
örgütlü suçla mücadele hususunda klasik polis yöntemlerinin yeterli olmadığı
bilindiğinden özellikle bu alanda yeni yetkiler 4422 kanun ile tesis
edilmiştir.
331. Aydınlatma Oranı:
1995 yılında, 1.910.079 suç olayından % 69,9’u sonuçlandırılırken (yani bu
suçların fiil ve failleri belirtilirken), ortalama % 17,4 oranında faili meçhul
dosya bulunduğu tesbit edilmiştir. Faili meçhul olay oranı Fransa’da % 59’dur.
Bu tesbit, bütün olumsuzluklara rağmen polisin olay aydınlatma oranının
Türkiye’de yüksek olduğunu ortaya koymaktadır.
Polisin kriminalistik izlerden ziyade
ifade alma yöntemi ile çalıştığını da belirlemiş olduğumuzdan, yüksek
aydınlatma oranının bedelinin ağır olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle ifade
alma statejisinden daha çok teknik çalışmaya ağırlık verilmesi gerektiği ortaya
çıkmaktadır.
332. Kanun ve Yönetmelikler:
Türk Ceza Kanununda ve özel ceza kanunlarında, davaların uzamasına neden olan
çok sayıda (hukuk labirentleri) vardır. Bunların esas itibariyle bir anlamları
da yoktur. Ancak bu labirentler dolayısıyla çok kere bilirkişilere başvurma
zorunu ortaya çıkmakta ve dava bu yüzden aylarca uzamaktadır. Sözgelimi
tekerrürde değişik türlerin varlığı bugünün toplumsal şartları içinde hiçbirşey
ifade etmemektedir. Yeni TCK Tasarısı bu labirentlerden çoğunu ortadan
kaldırmıştır. Tasarı kanunlaştığında davaların uzamasındaki önemli nedenlerden birisi ortadan kalkacaktır (30.- Öneri).
333. Silahlar:
Yaptığımız araştırma taklit silahların, belirli bir ölçüde de olsa, suç
işlenirken kullanıldığını açığa çıkarmış bulunmaktadır. Oyuncak niteliğinde
olan taklit silahların imal ve satışında bir denetimin tesisi sözkonusu olmaz.
Ancak gaz püskürten, hava tazyiki ile küçük cisimleri atan veya dış şekli
itibarile tam olarak gerçek bir silah intibaı veren silahların imal, ithal ve
dağıtımında belirli bir kontrol sisteminin ihdası gerektiği düşüncesindeyiz
(49.- Öneri).
334. Polis Yetkileri: Polisin araştırma fonksiyonunu (adli
görevini) yerine getirirken belirli bir takdir yetkisinden yararlanması ve bu
yetkinin hukuka uygun bir şekilde kullanılması zorunludur. Çünkü yetkilerin
kullanılması sırasında, insanların anayasal hakları, temel insan hak ve
hürriyetleri, olağanüstü hassas bir konuma düşebilir. Yaşadığımız çağda ne
derecede ağır ve vahim olursa olsun, suçları araştırma fonksiyonu yerine
getirilirken temel insan hak ve hürriyetlerine her şart içinde saygılı olmak
mecburiyeti vardır. Bu ise, ancak polis ve yetkilerini düzenleyen özel
normların meydana getirilmesi ve bunların ruhuna sadık olarak hareket edilmesi
ile mümkün hale getirilebilir. O halde yapılacak ilk şey, normlar itibariyle
Türk hukuk sisteminin sözü edilen amaca ulaşılabilmesini sağlayabilecek
nitelikte olup olmadığının tespitidir.
Polis Vazife ve Salâhiyetleri Kanunu 1934
yılında çıkarılmış olup, yürürlüğe girdiği dönem itibariyle günümüzün
şartlarına uygun değildir. Birleşen Avrupa’da sınırların da ortadan
kaldırılması neticesinde polise suçu önleme, işlenebilecek olan suçları tespit
etme (proaktive policing) ve işlenmiş suçları ortaya çıkartmada (aktive
policing) demokratik bir toplumun kabul edebileceği hak ve yetkiler verilmektedir.
Bu yetkilerin İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinde belirtilen temel ilkeler
çerçevesinde somutlaştırılması gereklidir.
Gerek 1984
İngiliz Adli Polis ve Delil Kanunu gerek Federal Almanya’da hazırlanmış
bulunan Çerçeve Polis Kanunu yukarıda belirtilen ilkelere uygun normları
içermektedir. Bunlar ve ilkeler gözönünde tutularak yeni bir Polis Kanunu
hazırlanmalıdır.
Polisin sahip bulunduğu yetkilerin ve
kendisinden istenilen görevlerin demokratik bir toplumda geçerli olması
gerektiği kadarı ile açık bir şekilde yönetmeliklerle belirlenmiş olması
şarttır. Bu yetkiler halen polisin sahip bulunduğu yakalama, ifade alma, arama
gibi yetkiler konusunda olacağı gibi, (“Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma
Yönetmeliği”, 1.10.1998 tarihli Resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe
girmiştir) verilmesini önerdiğimiz itham yetkisi ve sosyal problemleri gayri
resmi biçimde çözmeyi de kapsar şekilde düzenlenmelidir.
Takdir yetkisi ile ilgili ilkeleri
belirleme görevi, polisin kendi içindeki kurullar tarafından gerçekleştirilmelidir.
Bu nedenle idareci durumunda olanlar, polisin takdir yetkisini kullanması
konusundaki idari kuralları, araştırma tekniklerini ve infaz metodlarını
ayrıntılı bir biçimde tartışmalı bunların etkin ve hukuka uygun olması için
çalışmalar yapmalıdırlar.
335. Polisde İç Denetim:
Esas mahkemesi belli bir davayı görmekte olduğu sırada, yapılmış olan belli
işlemlerin polisin iç düzenlemelerine ve Anayasaya aykırı veya görevi dışında
kalan bir işlem olduğunu tespit ettiği takdirde, aykırılığı bu kuralları
düzenlemekle görevli olan otoritelere bildirmelidir. Böylece polis çalışmaları
ile mahkeme arasında bir etkilenişim (interaction) sağlanmış olacaktır.
Gerçekten aslında hukuka aykırı bir işlem yapan fakat bunun bilincinde olmayan polis, aynı tür uygulamalara
devam etmektedir. Önerdiğimiz bu husus gerçekleşecek olursa polisin iyi niyetle
yaptığı işlemlerin hukuka aykırı olduğunu öğrenmesi yolu açılmış olacaktır.
Bugün, polis belli bir işlemi yaptıktan sonra, aradan aylar geçmekte ve esas
mahkemesi, yapılan işlemi hukuka aykırı bularak kendisine sunulan delili hüküm
verirken kullanmamak ile yetinmektedir. Polisin meslek içi kurallarını
düzenleyen yönergeleri hazırlaması sırasında da savcılık ve mahkemeler,
sunacakları görüşlerle, polise yardımcı olabilirler.
336. Araştırma İşlemleri:
Kolluk düzeyinde suç işlendiğinde, CMUK gereğince yapılması gerekli işlemlere
ilişkin olarak tutarlı ve istikrarlı bir uygulamanın mevcut bulunmadığı
söylenilebilir. Bu hâl davalardaki gecikmenin temel sebeplerinden birisidir.
Polise soruşturma usulleri esaslı surette öğretilmelidir. Asıl dikkat edilmesi
gerekli olan husus ise, kolluğun, suça el koymasından, işin müzekkere ile
savcılığa sevkine kadar yapılması
gerekli bütün işlemleri içeren formüller ve bir dosya şablonu meydana
getirilmeli, yapılacak işler sırasıyle gösterilmelidir. Buna yabancı hukukta
‘check list” adı verilmektedir. Yapılacak işlemlerin kategorik bir şekilde
önceden belirlenmesi hususunda (check list hazırlanması) önerimiz yerine
getirildiğinde, gerekli işlemlerin yapılmaması şeklindeki özensizlik, geniş
ölçüde giderilmiş olabilecektir (7. Öneri).
Tahkikât dosyasında, bu listeye göre
yapılmamış veya hiç yapılamamış işlem varsa onun da sebebi fezlekede
gösterilmelidir. Bizdeki uygulamada genel olarak, üzerinde fazla durulmadan
kolluktan gelen iş ve dosya iddianameye bağlanıp mahkemeye sevkedildiğinden
arzolunan husus olağanüstü önem (3.- Öneri) taşımaktadır.
Polisin suçları nasıl araştıracağı,
yetkilerini nasıl kullanılacağı vs. konusundaki idari nitelikteki prensiplere
aykırı hareket edilmesi halinde, bu yazılı ilkelere aykırı bir şekilde elde
edilen delillerin muhakemede hüküm verirken otomatik olarak kullanılmaması
sonucu doğmaz. Sadece, iç kurallara yapılan aykırılık, sanığın temel, anayasal
haklarından olan “dürüst yargılanma hakkını” ihlal ediyorsa, o takdirde mahkeme
bu delili hüküm verirken kullanmama yolunu seçebilmelidir.
337. Kriminal Laboratuvarlar:
Suç izlerinin teknik açıdan teşhisi ve tespiti ve hatta ortaya çıkartılması çok
güçlü kriminal laboratuvarlardan istifade etmeyi gerektirmektedir. Kriminal
laboratuvarların yardımından istifade etmek ise, bu konuda özel olarak
yetiştirilmiş dedektifleri gerektirmektedir. Detektif yetiştirilmemesi
Türkiye’de önemli bir noksandır. Ağır suçların aydınlatılabilmesi için,
uzmanların dedektiflik sanatının gereklerine vakıf olmaları ve bu hususta
yetişkinlik ve tecrübe kazanmaları şarttır. İyi bir dedektiflik senelerce süren
bir tecrübe döneminden sonra elde edilen bir yetenektir. Ayrıca değişik suçlar
itibariyle, sözgelimi uyuşturucu maddeler, çıkar amaçlı örgüt suçları, terör
suçları, ekonomik suçlar ve ağır kan suçları itibariyle dedektiflik, değişik
uzmanlık kazanılmasını zorunlu kılar. Türkiye’deki, batı ülkelerinden daha az
sayıda da olsa, olan faili meçhul dosyaların temel nedeni, yeterince dedektife
sahip bulunulmamasıdır. Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununda yapılan
değişiklikler, işkencenin reddi, sanığın sorgusunda gösterilmesi gereken insan
haklarına dayalı özenle işlem yapma mecburiyeti, ancak bilimsel verileri
kullanabilen ve bu hususta uzmanlık kazanmış kolluk elemanlarının varlığı
halinde suçların ve delillerinin meydana çıkarılmasına engel olmayabilecektir.
Aksi takdirde faili meçhul suçların sayısının daha da artabileceğinden endişe
edilebilir.
Görüldüğü gibi, Kriminal Laboratuvarlar,
suçun iz ve delillerini ortaya çıkarmak bakımından olağanüstü önem taşır. Ancak
buralarda incelemelerin çok ciddîyetle ve dürüstlük içinde yapılması da
gereklidir. Uyuşturucu maddeler gibi, değeri çok yüksek maddelerin
incelenmesinde görevliler katlanılması güç baskılar altında kalabilirler. Bu
itibarla kriminal laboratuvarların sayısı artırılmalı ve inceleme konuları
değişik laboratuvarlara, aynı zamanda gönderilebilmelidir (10.- Öneri).
Bilirkişi incelemesini gerektiren
işlemleri de soruşturmayı yapan polisin icra edebilmesi çabukluk sağlayabilir.
Örgütlenmenin sonuçladığı bekleme süresi (organizational waiting time) bu yolla
tümüyle ortadan kalkabilir (42.- Öneri). Davada kolluk ve savcılık basamaklarında
delillerin tesbitinde çağdaş kriminalistiğin verilerine ve usullerine
başvurmak, özellikle İstanbul gibi metropoliten mega şehir suçluluğu bakımından
artık vazgeçilemez bir nitelik almıştır. İddia olunan baskı ve işkence
uygulamalarını berteraf edecek temel önlemlerden birisi budur. Oysa bu konuda
ulaşılan bazı aşamalara rağmen, durum hala tam tatminkâr değildir (52.- Öneri).
338. Olay Yeri İncelemesi:
Polis tarafından olay yeri incelemesinin yapılması, ağırcezalı işlerde mutad
hale getirildiği halde, asliyelik suçlarda düşük orandadır. Olay yeri
incelemesinin hemen yapılmaması, suçlara ait önemli delillerin kaybolmasına
neden olur. Bu itibarla usul kanununa hazırlık soruşturmasında olay yeri
incelemesi yapılmasını mecburî kılan bir hüküm eklenmeli ve bundan, olayın çok
açık ve delillerinin ortada bulunduğu hallerde, gerekçesini göstermek suretiyle
vazgeçilebilmesi mümkün olmalıdır (8.- Öneri).
339. Araç, Gereçler:
Polisin içinde çalıştığı binaların, kullandığı araçların ve silahların çağdaş,
medeni ülkeler modeline uygun olarak kısım kısım modernleştirilmesi şarttır.
340. Mağdurun Korunması:
Özellikle suç mağdurlarının korunması açısından polise verilecek yetkiler de
yukarıda sözü geçen yönetmeliklerde yer
almalıdır.
341. Uyuşturucu Maddeler Sorunu:
Polise veya adliyeye intikal eden olayların sayısına bakmak suretiyle, Türkiye’de uyuşturucu madde
sorunu hakkında bir fikir sahibi olmak mümkün değildir. Yapılan tesbit,
ülkemizde uyuşturucu madde bağımlılığının tesbiti hususunda ciddî viktimizasyon
araştırmaları yapılması ihtiyacını vurgulamaktadır (31.- Öneri). Uyuşturucu
maddeler suçları özellikle mafya tipi örgütlerce işlendiğinden, örgütlü
suçlarda polis yetkileri yeniden tesbit olunmalıdır.
342. Polis Mahkemeleri:
Uyuşmazlıkların karakolda halledilmesi ile bir çok olayın adli mekanizma içine
girmesi önlenebilecektir. Polise belli konularda ikaz etme yetkisi verilerek
tekrar suç işlememesi şartı ile zararın giderilmesi unsuru da eklenerek
uyuşmazlıkları gayri resmi bir şekilde çözme imkanı verilmelidir.
Hazırlık soruşturmasında polisin konumu
yeniden düzenlenmelidir. Savcının yanı sıra polisin de hafif suçlarda dava açma
yetkisi kabul edilmeli, Polise verilmesi gereken yetkiler arasında basit
suçlarda itham yetkisi de yer almalıdır. Halen Karayolları Trafik Kanununda
görülen düzenleme, genişletilerek yaygınlaştırılmalıdır.
Takibi şikâyete bağlı suçlarda, daha iş
polisin elinde veya savcılık aşamasında iken, tarafların uzlaştırılmaları,
takipsizlik kararının çabuk verilmesini sonuçları ve dolayısıyla iş uzamadan
çözülür “tüm olayı çözüme bağlama süresi”, (case porcessing time) kısalır ve
aynı zamanda tamir edici, tazmin edici, fail ile mağduru barıştırıcı ceza
adaleti (justice restaurative) gerçekleştirilmiş olur. Türk adalet sistemi bu
nevi işlemleri yargı dışında çözüme ulaştıracak usullerden ve kurumlardan
yoksundur. Takibi şikâyete bağlı suçların oranı çok yüksek olduğuna göre, bu
nevi bir adalet uygulaması davaların gecikmesini önleyecek temel unsurlardan
birini oluşturacaktır. Bugün gayrı resmî bir şekilde, polisin fiili takdirine
bağlı olarak uygulanan, savcı ve hâkimin müdahalesi sözkonusu olmayan “tamir edici adalet”,
yeterli değildir (35.- Öneri).
343. Medyanın Tutumu:
Yaptığımız anketten 8.11 sayılı soru dolayısı ile elde edilen bilgiler, polis
tarafından araştırma noksanının ne gibi sebeplere dayalı olduğunu
göstermektedir. Bu sebepler poliste yetişkinlik sağlanması, noksan ihtisas
bilgisinin ikmal edilmesi suretleriyle bütünile ortadan kaldırılamaz.
Türkiye’de marksist basın öteden beri polisi pasifize etmek amacı ile yayın
yapmış, halkta polis imajını kötülemek bakımından ileri derecede ve etkin
faaliyette bulunmuştur. Halen liberal basın ve medya da aynı akıma kendisini
kaptırmış gibidir. Bu tutum polisin motivasyonunu sakatlamak bakımından çok
kötü etki yapabilir. Türk Ceza Kanununun 159. maddesi, emniyet ve muhafaza
kuvvetlerinin manevi şahsiyetini tahkir fiilini cezalandırıyor ve fakat bu güce
dahil olan daha küçük grupların tahkiri, Yargıtay İçtihatları çerçevesinde, suç
teşkil etmemektedir. Oysa Anglo-Amerikan hukukunda (group libel) denilen ayrı
bir suç türü bu nevi zarar verici isnatların önlenmesini mümkün kılmaktadır. Bu
bakımdan, Ceza Kanunumuza gerekli hükmün eklenmesi tavsiye olunur (12.- Öneri).
B. İtham
Fonksiyonu ile İlgili Önerilerimiz
344. Savcılığın
İtham Fonksiyonu: Savcı ‘yürütme organına’ mensup olmakla birlikte, adliye
içerisinde itham görevini yürüttüğünden Devlet yapısında ‘adli - idari’ bir yer
işgal etmektedir. Savcı ceza davasında taraf değildir. Kanunun verdiği görevi
yerine getiren bir adliye görevlisidir(magistrat). Bu nedenle savcının
araştırma ve itham işlevini yerine getirebilmesi için “tarafsız” konumda olması
gerekir. Bununla birlikte hakim ile savcı arasındaki görev ve fonksiyon farkı
itibariyle bu hususu ortaya koymak amacıyla, savcının “bağımsız” olmasını
önermiyoruz.
Bununla beraber atama ve meslekte ilerleme
açısıdan “mesleki bilgi”, diğerleri yanında, bir ölçüt kabul edilmeli ve
savcılığa siyasi baskı yapılmasını önleyecek esaslı maddî ve hukukî tedbirler
alınmalıdır.
İtham işlevi, devlet adına yapıldığı için,
bugün olduğu gibi, Adalet Bakanlığına bağlı devlet memurları olan savcılar eli
ile yürütülmelidir. Bunun için de, uygun bir plânlamaya göre tesbit edilecek
ilçelere yeterli sayıda savcı tahsis edilmelidir.
345. Yeterli Şüphe:
Savcının kamu davası açma biçimindeki “ithamı” yapabilmesi için, mahkûmiyet
olasılığını ortaya koyan delil, iz, emare ve eserler mevcut olmalıdır. Japonya’da
açılan kamu davaları, hazırlığa gelen işlerin yüzde 4,2’sini oluştururken,
açılan kamu davalarından dolayı verilen mahkumiyet kararı yüzdesi % 99,9’dur.
İtham kararının verilmesi önemli bir
aşamadır. Hazırlık soruşturmasında yapılan bütün araştırmalar, sanığın suçu
işlediği konusunda yeterli ve makul bir şüpheyi ortaya koyuyorsa savcı kamu
davasını o zaman açmalıdır. Savcı iddianame düzenleyerek kamu davasını açtıktan
sonra, iddianamenin yeterli şüphe sebepleri içerip içermediği konusunda, bir denetleme
imkanı yaratılmalıdır. “İddianamenin kabulü” kararı verilmesi şeklinde olmasını
önerdiğimiz bu denetleme, davaya bakacak, esas mahkemesi tarafından
yapılmalıdır. Savcının kamu davasının açılması veya araştırmayı icra veya
kontrol ve diğer ithama bağlı görevlerini sürekli olarak yani ihmal veya
suistimal biçiminde yerine getirmediği anlaşıldığında, görevden
uzaklaştırılması ile ilgili mekanizmalar harekete geçirilebilir. Savcı, kamu
davasını açmak yani ithamda bulunmak yoluna gidebilmek için, ithamının makul ve
yeterli şüphe ile desteklendiğini tesbit etmelidir; yeterli şüphe olmadığı
halde kasden dava açıldığı hallerde, bu davranışı cezalandırmaya olanak verecek
hükümler getirilmelidir.
346. Savcılığın Araştırma
Fonksiyonu: Savcı kolluk tarafından yapılan suça ilişkin araştırmaları
denetlemekle de görevlidir. Savcının sosyal bir kontrol organı olduğunu
gözönünde tutması ve hukukun gelişmesine katkıda bulunacak şekilde işlem
yapması gerekir. Savcının görevi maddi gerçeğin ortaya çıkartılmasıdır. Bunun
için hem sanığın lehine, hem aleyhinde olan delil, emare, iz ve eserleri
dürüstlüğe tam bir saygı içinde toplaması ve bu maksatla araştırmaları
yürütmesi veya yürütülmesini sağlaması gereklidir.
Savcılık esas olarak itham fonksiyonu icra
etmekle beraber hazırlık soruşturmasında kolluk tarafından yapılan işlemleri de
denetlemek, gerektiğinde yönetmekle yükümlüdür (CMUK 153, 154). Savcının kolluk
ile ilişkilerinin sağlıklı bir şekilde yürütülebilmesi için CMUK 90, ve 94 de
olduğu üzere, Almanya’da olduğu gibi bir “savcı yardımcısı kolluk makamı”nın
kurulması düşünülebilir. Bu makam Almanya’da başkomiser düzeyinde bir polis
amiri olup, adli kolluk içinde yer almaktadır ve doğrudan doğruya savcıya
bağlıdır; savcının yardımcısıdır ve işlenen suçlara ait bilgileri, belli
sanıkların yakalandığını derhal savcıya bildirir ve savcının vereceği emirleri
teşkilatına yansıtır. Böylece kolluk ile savcılık ve adli kolluk arasında
organik bir bağlantı kurulmuş olmaktadır.
Savcı ile savcı yardımcısı zabıta
ilişkisi, genel suçlulukta faydalı bir mekanizmadır. Buna karşılık özel ihtisas
bilgisini gerektiren suç alanlarında; mesela örgütlü suçluluk, kaçakçılık,
memur suçları, uyuşturucu madde suçları, vergi suçları, ekonomik suçlar gibi
alanlarda, kolluğun araştırma fonksiyonunu doğrudan doğruya yönetecek kadar
teknik bilgiye sahip özel ihtisas birimleri ve savcıları yetiştirilmeli ve
görevlendirilmelidir.
Yukarıda açıkladığımız gibi, “suç
izlerinin araştırılması” ayrı bir uzmanlık dalını oluşturduğundan bunun yerine
getirilmesi ayrı bir işlevdir. Bununla beraber, savcının polis tarafından
yapılan araştırmaları denetleme, kontrol etme ve yönetme imkânı bugün de
hukuken vardır; ancak bunun fiilen gerçekleştirilmesi sağlanmalıdır. Savcı elbette ki, bizzat
araştırma da yapabilir. Özellikle belli suç grupları bakımından özel olarak
yetiştirilmesini önerdiğimiz savcıların adli polisin belli branşlarının başına
geçerek o araştırmaları bizzat yönetmesi, etkin bir araştırma ve koğuşturmayı
sağlayabilecektir.
347. Kişilik Araştırmaları:
Yargısal bireyselleştirme, nitelikli ceza adaletinin temel özelliklerinden
birisini oluşturur. Bu maksatla bazı ülkelerde hukukî malzemeyi içeren dosya
yanında, sanığa ilişkin ayrıca bir “kişilik dosyası” daha tutulmaktadır. Bugün
için Türk CAS’i böyle bir dosya meydana getirebilmek imkânından yoksundur.
Ancak, bu yoksunluk, kısmen de olsa, kolluğun sanığın kişiliği hakkında bilgi
almasıyla hiç değilse kısmen giderilebilir. (22.- Öneri).
348. Muayeneler: CMUK 74.
madde sanığın aklî haletinin tesbiti için gözlem altına alınmasına imkân
veriyor; bunun dışında sanığın veya mağdurun bedenî muayenelerinin ne surette
yapılacağı, meselâ sanıktan veya mağdurdan zorla kan alınıp alınamayacağı
hususunda ve delil tesbiti amacıyla sanık veya mağdurdan saç, kıl, deri, tırnak
gibi örneklerin zorla alınabileceğine dair hüküm yoktur. Sadece 66. maddede
savcının gerekli gördüğünü muayene ettireceğine dair hüküm varsa da bunun
kapsamı belirlenmiş değildir. Kaldı ki, mahkeme bakımından hiç hüküm yoktur. Bu
itibarla söz konusu muayenelere ve parça almalara, kapsamını da belirtmek
suretiyle, nasıl başvurulacağına, kişilerin bu muayenelere katlanmaya
mecbur olup olmadıklarına ilişkin
hükümlerin CMUK’a eklenmesi hususu bir an önce gerçekleştirilmelidir (9.-
Öneri). Yeni bir CMUK, hazırlamakta olan komisyon bu konuyu düzenlemiştir.
349. İddianame:
Araştırmamız, Türkiye’deki uygulamada kolluk soruşturmasının geniş ölçüde olmak
üzere iddianamenin esasını teşkil ettiğini ortaya koymuştur. Hiç değilse büyük
merkezlerde durum böyledir. Bu keyfiyet kolluk - savcı ilişkisinin bizde de
batı ülkelerindeki gibi olduğunu düşündürtebilir. Oysa gerçek böyle değildir.
Batı ülkelerinde adlî işlerle uğraşan kolluk, kanunların doğrudan doğruya
verdiği yetkileri kullanmak suretile kapsayıcı bir soruşturma yapmaktadır.
Bizde ise, savcıların altında bulundukları büyük iş yükü dolayısı ile polisten
gelen dosya, yüzeysel bir incelemeden sonra iddianameye bağlanarak mahkemeye
sevkedilmektedir. Ondan sonra mahkeme, adeta hazırlık soruşturmasını yapar gibi
yeniden tahkikat yapmak mecburiyetinde kalmakta ve bunun sonucu olarak davalar
uzamaktadır. O halde yapılması gerekli iki husus vardır: Önce polisin adlî
işlerle uğraşacak bölümünü gerçek anlamda uzmanlaştırmalı ve belirli yetkilerle
donatmalıdır. Savcıların bu dönemde
denetim ve gözetim fonksiyonunu yerine getirmeleri sağlanmalıdır. İkinci olarak
savcıların iş yükü azaltılmalıdır. Hafif suçlarda kolluğun davayı doğrudan doğruya
mahkemeye getirme yetkisi kabul edilecek olursa, savcının iş yükü kısmen
azaltılmış olur.
Takibâta uğrayan kişi, hangi suçtan dolayı
töhmet altında bulunduğunu bilmezse, kendisini yeterince savunamaz. Uygulamada
suç ithamının açık ve net bir şekilde yapılmadığı, iddianamelerin muğlak ifadelerle
kaleme alındığı belirlenmiştir. Yerleşmiş adlî kültürden kaynaklanan bu
sakıncanın mutlaka ortadan kaldırılması zorunludur. Alt kültürlerin değer ve
itiyadlarının değiştirilmesinin kolaylıkla mümkün olmadığını biliyoruz. Bununla
beraber, sosyal psikoloji bakımından gerekli olanlar yapılmalıdır (21.- Öneri).
350. Duruşma, Açma Kararı:
Bu konuda hâkimler, iddianamelerin gerekli ve özenli soruşturma yapılmadan ve
deliller toplanmadan tanzim edilip mahkemeye sevkedilmesinden dolayı işlerin
uzadığını belirtmekte ve mahkemeye duruşma hazırlığı aşamasında iddianameyi red
yetkisinin verilmesinin çok etkili olacağı, işleri çabuklaştıracağı ve
savcıların daha özenle iddianame tanzim edecekleri görüşündedirler. Bu
görüşlere tamamile katılıyoruz. Buna göre hâkim kendisine gelen iddianame
hakkında ya (kabul) ya da (Red) kararı verecektir. Bu hususa yukarıda
değinilmiştir.
Savcılıkta teşkil edilen dosya önceden
tesbit edilmiş bir şablona göre computerize edilmelidir. Standartlaşma için, bu
önemlidir. Teftiş bakımından büyük kolaylık sağlar (51.- Öneri).
Duruşma, iddianamenin kabulü kararı ile
başlayacaktır.
351. Başsavcılık: Bütün
Türkiye’deki savcıları kapsayan bir Başsavcılık makamının ihdası üzerinde de
düşünülmelidir. Yetkileri, atanması usulü, teşkilâtı ayrı bir kanunla
belirtilebilir. Savcıların etki altında kalmaksızın, tam tarafsız biçimde görev
yapabilmeleri bakımından, böyle bir kurum ciddî bir güvence teşkil edeceği
gibi, ayrıca göreve karşı daha özenli olunmasının bir unsurunu da
oluşturabilir. Böylece ilçelerdeki savcılar ile Başsavcılık arasında işbirliği
sağlanmalı ve bunun sonunda da ülke çapında bir örnek uygulama sağlanması
amaçlanmalıdır. Örgütlü suçlulukta olduğu gibi, birden fazla yeri aynı zamanda
ilgilendiren, önemli suçlarda, usul kanununda değişiklik yapılarak, ülkenin
başsavcısına davayı belli bir yerde açtırma yetkisi verilmelidir. Örgütlü
suçlarda savcıların, kendi görev alanları dışında da bizzat soruşturma
yapabilmeleri sağlanmalıdır. Ancak bu konunun çok daha titiz araştırma ve tartışmaları
gerektirdiğini de, elbetteki gözönünde bulunduruyoruz.
352. Meslek İçi Eğitim,
Denetim: Savcıların kendi mesleklerinde uzmanlık derecesinde bilgi sahibi
olmaları sağlanmalıdır. Bu amaca ulaşabilmek için savcıların mesleğe girdikleri
andan emekliye ayrılacakları zamana kadar savcılık mesleğinde kalmaları ile
ilgili düzenleme yapılmalı ve savcılık içeriside de suç gruplarına göre
uzmanlaşma sağlanmalıdır. Savcılık mesleğinde bilgili ve uzman kişilerin yer
alabilmelerini sağlamak açısından maddi olanaklar arttırılmalıdır.
Savcılar için meslek içi eğitim olanağı
getirilmelidir. Her savcı belirli aralıklarla, en az bir haftasını, merkezi bir
yerde düzenlenecek meslek içi çalışma ve tartışmalara katılarak geçirmelidir,
hukuktaki yeni gelişmeler, Yargıtayın yeni içtihatları, kriminalisteki yeni
gelişmeler incelenmeli ve etkin bir ceza adalet sisteminin unsurları üzerinde
görüş alışverişi yapımalı, deneyimler karşılıklı olarak tartışılıp
bölüşülmelidir. Fakültelerde verilecek işletmecilik (management) bilgisi, bu
hususlarda ayrıca geliştirilmeli, bilgisayar bilgisi mutlaka verilmelidir.
Halen Adalet Bakanlığı Eğitim Daire Başkanlığı toplu seminerler
düzenlenmektedir.
CAS’inin işlemesi bakımından temel insan
unsurunun başında, savcılıklara ve mahkemelere bağlı idare mekanizmasının
elemanları gelir. Bunların mutlaka belirli bir öğretim ve staj döneminden sonra
göreve başlatılmaları uygun olacaktır. Yabancı ülkelerde bu personel, esasta
hukuk mezunları arasından seçilmektedir (18.- Öneri).
Savcıların görevlerini dikkatli
yapmalarını sağlayacak ciddî bir denetim mekanizması tesis edilmeli ve özenle
yürütülmelidir.
“Aynı Büyükşehir Belediyesi sınırları
içinde istinabe olmaz” kuralı, savcılıkları da kapsamalıdır (45.- Öneri).
353. Kolluğun Denetimi: Savcının
temel işlevlerinden birisini oluşturan kolluk
araştımalarını kontrol etme görevini gereği gibi ifa edebilmesi için,
savcılık makamı içerisinde bu araştırmaları denetleyebilecek özel bilgiye sahip
savcılar yetiştirilmeli ve bulundurulmalıdır. Uzman savcıların kolluk ile çok
yakın çalışma yapmaları gerekeceğinden merkezlerde görev yapmaları
düşünülebilir. Almanya’daki uygulama bu yöndedir.
Uyuşturucu madde suçlarının takibinde, bu
maddelerin üretilmesi, nakli, ithal ve ihracı suçları bakımından özel
tedbirleri içeren ayrı hükümlerin getirilmesi zorunludur. Bu suçların
faillerinin tesbitinde Almanya, İtalya ve Amerika’da olduğu gibi, zabıtaya çok
daha geniş yetkilerin verilmesi şarttır.
Uyuşturucu maddenin kullanılması
suçlarında hâkim ve savcıların doktorlarla, sosyal çalışıcılarla işbirliği
yapabilmelerini sağlayacak nitelikte basitleştirilmiş bir usulün uygulanması,
büyük merkezlerde bu suçların yargılanmasını yapacak mahkemelerin belirlenerek
konu üzerinde uzmanlaştırılmaları, aynı tutumun savcılar bakımından da
öngörülmesi adaletin etkinliği ve insancıllığı bakımından çok yerinde olacaktır
(50.- Öneri).
Kanunun, belirli işlemlerin ancak hakim,
istisnai hallerde kolluk tarafından yapılabileceğine dair olan hükümleri, hemen
daima, kural halini alıyor. Yabancı ülkelerde de durum genellikle böyledir.
Kolluk genel olarak hâkimden karar almanın uzun, zahmetli ve gecikmelere neden
olacak nitelikte olduğu hallerde kendisine yetki veren istisnaî hükümleri her
zaman kullanır. Bunun için, bazı ülkelerde hâkime başvurma kolaylaştırılmıştır.
Bizde de, özellikle büyük şehirlerde bu hususta görevli hâkimlerin polise ait
kuruluşlarda nöbetle görev yapması sağlanabilir. Zarurî hallerde bu hâkime,
sonradan yazı ile doğrulanması suretiyle, telefonla başvurulması da kanun
hükmüne bağlanabilir. Usul Kanununa bu bakımdan hüküm eklenmesi çok yerinde
olacaktır. Bu hususta savcıların gerekli ilgiyi göstermedikleri, bunun da
motivasyon noksanından ileri geldiği
ayrıca eklenmelidir (13.- Öneri).
354. Görevli Savcı:
Davaların çabuk sonuçlandırılması bakımından önemli saydığımız bir husus da,
hazırlık soruşturmasını yapan savcının o işi sonuna kadar takip etmesi ve
duruşma ve hüküm aşamasında da iddia
makamını işgal etmesidir. Batı hukukunda buna “yatay sistem” denilmektedir.
Hâkimlerle yaptığımız toplantıda bu sistemin fiilen uygulanamıyacağı ifade
edilmiştir. Oysa, Anadoluda ilçe düzeyinde uygulama böyledir. Gerekli tedbirler
alınır ve örgütlenilirse, büyük merkezler bakımından da bu sistemin işlememesi
için sebep yoktur. Sistem uygulandığında savcı, soruşturmaları çok ciddî yapmak
ve davayı da ona göre açmak baskısı altına gireceğinden, yeterli delilleri
toplamadan davayı açmayacaktır. Savcının görevi duruşma sırasında devam
ettiğinden, itham görevini duruşmada da layıkı ile yapmalıdır. Duruşmadaki
itham görevini gerektiği şekilde yapabilmesi için, savcının dosyayı iyi bilmesi
gerekir. Bu nedenle hazırlık işlemlerini yürüten savcının duruşmada itham
görevini de üstlenmesi sağlanmalıdır.
355. Bilirkişi: Kanunun
açık hükümlerine rağmen, hiç gereği olmadığı hallerde de bilirkişi
atanmaktadır. Bilirkişi tayininde, uzman sayılan kişilerin sayısı sınırlı
olduğundan, dolayısı ile dava, hiç bir
işlem yapılmadan ve herhangi bir sebep olmadan beklemektedir. Söz konusu
bekleyiş süresini azaltmak bakımından ihmalkâr bilirkişiye müeyyide tatbiki düşünülebilir. Ancak bu
halde, işleri çok ve fakat ehliyetli kişiler sistematik olarak bilirkişilik
görevini kabul etmeyecekler ve bundan da adaletin kalitesi zarar görecektir.
Bilirkişiye böylece başvurulmasını, yerleşmiş adli kültürün sonucu telakki
ettiğimizden, kanun değişiklikleri ile yerleşmiş tatbikatın düzeltilebileceğini
sanmıyoruz. Yapılacak şey, kültürün değerlerinin ve itiyadların değişmesidir
(59.- Öneri). Kaldı ki CMUK da bilirkişiliğe ait hükümler tümü ile yeniden ele
alınmalıdır. Bu değişiklikler yapılıncaya kadar. Bilirkişiliğe ehil, uzmanlık
taşıyan kimseler tâyin edilmeli ve konuyu ciddî ve makul süre içinde
incelemeleri sağlanmalıdır. Bu neticeyi elde etmenin temel araçlarından birisi,
bilirkişiye çalışmaları karşılığı uygun ücret vermek ve derhal ödemektir.
Bugünkü uygulamada arz olunan hususların hiç birisine uyulmadığı için,
ehliyetli bilirkişiler görevden kaçmakta (43.- Öneri) ve bu yüzden davalar,
yersiz olarak uzamakta, dosyalar uyumaktadır.
356. Tutuklama: CMUK’un
104. maddesinde yer alan ve 6 aydan az cezayı gerektiren hallerde suç, toplumda
infial uyandırdığında sanığın tutuklanmasına ilişkin hüküm doktrinde çok
eleştirilmektedir. Bu gibi hallerde tutuklama bir koruma tedbiri (delili
koruma) olmaktan çıkmakta ve toplumu teskine yönelik bir tedbir niteliğini
almaktadır. Tutuklama, sanığı toplumun fiili hareketlerine karşı korumak için
yapılabilir. Bu sebep dolayısıyladır ki, hafif suç işleyen kişiyi toplumun
fiilî tepkilerinden korumaya imkân verebilecek bir takım tedbirleri almak
yetkisini veren usul hükümlerinin kanuna eklenmesinde (14.- Öneri) fayda
vardır. Yeni CMUK’ nunu hazırlayan komisyon bütün bunlara ayrıca yer veriyor.
Mevcut mevzuata göre kişi ya tutuklanarak hürriyetinden
yoksun hale getirilmekte ya da serbest bırakılarak topluma yönelik tehlike hali
sürdürülmektedir. Oysa Alman, Fransız ve İtalyan hukuklarında var olan “adli
kontrol” Kurumu getirilse, kişinin hürriyeti bütünü ile yokedilmeden koruma
tedbiri uygulaması yapılabilecektir. Komisyonun hazırladığı bir hususa ilişkin
hükümlerin bir an önce kanunlaştırılması bizce çok yerinde olacaktır.
357. Yönetmelik:
Savcıların görevlerini ülke çapında aynı örneğe uygun olarak yerine
getirebilmeleri için, bir araştırma ve itham yönetmeliği hazırlanmalıdır. Böyle
bir yönetmelik Almanya’da vardır (RiStBV). Bu yönetmelikte savcılığın
uygulaması gereken genel suç siyaseti ilkeleri, yapılması gereken araştırma ve
itham işlemleri ve savcının delilleri takdir yetkisi konusu dürüst, etkin ve
süratli çalışan bir adalet sistemi için gerekli hükümler yer almalıdır. Kamu
davasının hangi standartlara uygun olarak açılacağı, belli suç gruplarında
hangi tip emarelerin şüphe sebebi olacağı konusunda kriterler geliştirilmeli ve
bu ölçütler yukarıda hazırlanmasını önerdiğimiz savcı yönetmeliğinde yer
almalıdır. Fransa’da bu ihtiyaç, Adalet Bakanlığının hazırladığı genelgelerle
karşılanmakta ve her kanun değişikliğinden sonra açıklayıcı genelgeler,
istifadeye arzolunmaktadır.
358. Takdirilik Sistemi:
Bizim Kanunumuz, “kamu davasının mecburiliği ilkesi”ni tümü ile benimsemiştir
(CMUK 148/2). Bununla birlikte, yapılan hazırlık soruşturmasının sonunda
takipsizlik kararı verilmesi normaldir, zira suçsuzluk karinesi vardır.
Savcılıklardan verilen takipsizlik kararlarının 1995 yılında % 44,8 oranında
olması (Yücel, Yargının Etkinliği, 16), mecburilik ilkesinin uygulamada tam
anlamı ile tatbik edilmediğini ortaya koymaktadır. Mecburilik sistemi
benimsenmekle birlikte, Alman Kanununda görüldüğü gibi, Kanunda öngörülmüş
bulunan istisnalara, belli suçlar
bakımından, yer verilmesi düşünülebilir.
359. Şahsi Dava:
Doğrudan doğruya şahsi dava açılabilen hallerde, (CMUK 344) davanın olgun bir
şekilde yeterli delillere dayanıp dayanmadığı, önce bir savcı tarafından
kontrol edilmelidir. Bu şekilde yetersiz delillere dayanarak açılmış olan şahsi
davalarla mahkemeler meşgul edilmemelidir. CMUK hazırlama komisyonu şahsi
davayı kaldırmıştır.
360. Hazırlıktaki Hukuka
Uygunluk Denetimi: İddianameyi kabul veya red yetkisine sahip olmasını
önerdiğimiz Mahkemeye sadece “sağlam” “hukuka uygun deliller” arz edilmelidir.
Delillerin hukuka uygunluğunun önceden hazırlık soruşturması aşamasında
denetlenmiş olması gereklidir. Bunu sağlayabilmek için müdafaa makamına hazırlık
soruşturması sırasında bir delililin hukuka aykırı bir biçimde toplanmış
olduğunu ileri sürmek ve hukuka uygun bir şekilde toplanmış olup olmadığını
saptamak üzere bir hakim kararı elde etme imkânının tesisi düşünülebilir.
361. İddianame: İddianamenin,
kanunda belirtilen şartları içermek suretile, iddianın delillerini de
açıklayacak biçimde meydana getirilmesi, davaların süratle yürütülmesini ve
kaliteli bir adalete ulaşılmasını sağlamak bakımından olağanüstü bir önem
taşır. Uygulamada bu bakımdan ciddî noksanlıkların bulunduğu aşikardır. Bunun
sebepleri araştırma sonuçlarının yorumlanmasına ilişkin bölümde de
açıklanmıştır. Önerinin hayata geçirilmesi için Hâkimlerin Staj Okulunda ve
Fakültelerde verilen eğitimde bu hususa önemle yer verilmeli ve gerekiyorsa
Kanunda değişiklik yapılmalıdır (53.- Öneri).
362. İfadenin Alınması:
Alman Kanunundaki gibi, ifade alınmadan dava açılmıyacağı hükmü getirilmelidir
(4.a.- Öneri); bunun istisnasını oluşturan haller kanunda ayrıca
belirtilmelidir.
363. İddianamenin Mahkemeye
İntikali: İddianame meydana
getirildikten sonra, mahkemeye sevk için savcılıkta veya kalemlerde beklemesi
tam anlamsız, fuzulî bir zaman geçişini ifade eder. Bunun düzeltilmesi
için, kanun değişikliğine ihtiyaç
yoktur. İşletmecilik bakımından dikkat gösterilmesi ve örgütlenme yeterlidir
(54.- Öneri).
364. İddianamenin Yerine
Geçen Belgeler: Mülga Memurin
Muhakematı (M.M.K.) usulüne veya buna benzer usule tabi olan (YÖK) suçların
hazırlık soruşturmasının esasta, idare tarafından yapılması usulünün devamından
yanayız. Ancak bu hususta verilecek lüzumu muhakeme kararlarının ikinci bir
aşamada, Danıştayda itirazen incelenmesinden yana değiliz. Savcılıkça verilen
iddianamelere itiraz hangi usule tabi olacaksa, lüzumu muhakeme kararları hakkında
da aynı usul uygulanmalıdır; bu suçlarda temel gecikme sebebi Danıştayda itiraz
hakkıdır. Kanundaki terim “men’i muhakeme”dir; Yargıtay kararlarında
“yargılamanın önlenmesi”, Danıştay kararlarında “yargılamaya gerek olmadığına”
denilmektedir. Terimler, kanunda yer aldığı gibi kullanılmalıdır (39bis.-
Öneri). Lugat teşkil eden sözcüklerde tasarruf mümkündür; ancak kanunun koyduğu
terimler uygulamada değiştirilemez. (M.M.K.) nun ilgasından sonra yerine
getirilen hükümlerin nasıl bir sonuç vereceği
zaman içinde görülecektir.
365. Şikayet: Suçun
şikâyete tabi olması birinci kısımda izah olunduğu gibi, CAS’inin boşaltılması
bakımından faydalı etki yapmaktadır. Bu itibarla, özellikle özel kanunlarda
tarama yapılması suretile takibi şikâyete bağlı olan suçların sayısını
arttırmak, hem nitelikli adalet ve hem de sürat bakımından yararlı olacaktır.
Ancak, şikâyetten vazgeçmenin belirli şartlara tabî tutulması lâzımdır. Aksi
halde, çek suçlarında görüldüğü gibi, mahkemelerin boşuna yorgunluğa
sevkedilmesine sebebiyet verilecektir (34.- Öneri).
366. Basit Muhakeme Usulleri:
Ceza Adalet Sistemimiz ağır suçlarla basit suçları aynı usule tabi tutmuştur.
Hafif suçların yargılanmasında mutlaka basitleştirilmiş muhakeme usulüne
gidilmelidir. Mesela bir kısım basit suçlar savcının müdahalesi olmadan
doğrudan doğruya kolluğun fezlekesi ile mahkemeye intikal edebilmeli, polisin
takipsizlik işlemi yaptığı hallerde, suçtan zarar görenin savcıya başvurma
hakkı kabul edilmelidir (47.- Öneri). Diğer bir ifade ile, davaların
çabuklaştırılması ve müeyyidelerin etkili caydırıcılığını sağlamak bakımından
Amerika ve Almanya’da olduğu gibi ve aynı usullere göre çalışan Polis
Mahkemelerine olan ihtiyaç açıktır. 24 saat görev başında kalacak olan bu
mahkemelerin sözgelimi 6 ayı aşmayan hürriyeti bağlayıcı cezaları gerektiren
suçlarda ve özellikle sokak suçlarında (street crimes) yetkilerinin kabul
edilmesi halinde CAS’i büyük bir yükten kurtulmuş olacaktır.
367. Önödeme: Önödeme
yetkisi savcılıkça çok itina ile kullanılmalı ve önödeme uygulaması mahkemeye
bırakılmamalıdır. İşlerin iddianamesiz olarak, doğrudan doğruya mahkemeye
sevkolunduğu hallerde de, dosya hemen mahkemece savcılığa gönderilebilir.
Bizdeki uygulamasında önödeme otomatiktir. Sanık önödemeyi gerektiren ne kadar
suç işlemiş olursa olsun, ödemeden yararlanma hakkına sahiptir. Bu yetkinin
kullanılması ile, 1994 yılında başlatılan hazırlık soruşturmalarının % 63,5’i,
açılan davaların da % 36,5’i önödeme yolu ile, adli sicile geçmeyen para
cezaları uygulanarak, adalet sisteminin dışına çıkarılmışlardır. Önödeme daha
da genişletilebilir, ancak duruma, failin, kişiliğine göre ek bir kısım
şartların yerine getirilmesine tabi kılınmak suretiyle bu şartlar yerine
getirildiği ve böylece savcının yetkisi genişletildiği takdirde, önödeme
uygulaması yapılacak suçların daha da genişletilmesi düşünülebilir (46.-
Öneri).
368. Ceza Kararnamesi,
Takdirilik: İlk defa suç işleyen kişiler bakımından ve hafif ve orta
ağırlıktaki suçlarda, savcıya suçu işlediği konusunda yeterli belirti bulunan
sanıklar hakkında, belli mükellefiyetler yükleyerek kamu davası açmama (bugünkü
önödemenin genişletilmiş şekli) veya kamu davası açmakle beraber, son duruşma
açılmasının ertelenmesi yetkisi verilmelidir.
369. İdari Ceza Hukuku:
Ceza mevzuatımızı bütünü ile elden geçirmek ve hafif suçları, Garofalo’nun
deyimi ile, “sunî” suçları, İdarî Ceza Hukukuna yöneltmek zorunludur. Şimdiye
kadar bu hususta bazı uygulamalar yapılmıştır. Ancak bunların kapsayıcı nitelikte
olmadığı bilinmektedir. Bu hususta sistematik bir çalışma ihtiyacı ortadadır ve
bu yol tutulduğunda hem adaletin niteliği ve hem de süratli adalet bakımından
hedeflere ulaşılması kolaylaşacaktır (29.- Öneri).
370. Hazırlık
Soruşturmasının Gizliliğinin Sona Ermesi: Savcının elinde bulunup da
sanığın suç işlemediğini veya masum olduğunu, ortaya koyan deliller, müdafaa
tarafına verilmelidir. Ancak hazırlık soruşturmasının gizliliği esastır. CMUK
143. maddesinde, yeralan ve gizliliği zedeleyen değişiklik üzerinde fazla
düşünülmeden kabul edilmiştir.
371. Duruşma Hazırlığı:
Duruşma hazırlığı aşamasının incelenmesinde jürili sistem ile jürisiz sistemi,
birbirine karıştırmamalıdır. Jürisiz sistemde hâkim yanlızca duruşmayı idare
ile değil ve fakat gerektiğinde
soruşturma yapmakla da yükümlüdür. Böyle olunca, duruşma hazırlığı
aşamasının çok ciddî şekilde yapılması ve sunduğumuz şablona uyulup
uyulmadığının araştırılması zorunludur. Ayrıca iddianamenin reddi kurumunu da
yukarda önermiş bulunuyoruz. 1994 yılında itham yüzdesi % 50,9 iken, beraat
yüzdesi % 17.7 olarak gerçekleşmiştir (Yücel, Yargının Ekinliği, 16). Yeterli
delillere dayanılarak açılmış olan kamu davalarında % 90’dan az olmayan
mahkumiyet kararı verilmesi gerektiği düşünülürse, açılan davaların mahkemece
kontrole tabi tutulmasının luzumu kendiliğinden anlaşılır. Bu öneri
çerçevesinde duruşma hazırlığının ayrıntılı ve ciddî olarak yapılması
zorunluluk haline gelecektir (55.- Öneri).
372. Normlar: Çek
Suçları: Mahkemelerin büyük ve önemli zamanını çek ile ilgili suçların aldığı
görülmektedir. Oysa bu suçların takibi şikâyete bağlı olduğu için, failin ödeme
yapması veya şikâyetin geri alınması suretiyle dava ortadan kalkmaktadır.
Böylece takibi şikâyete bağlı bu suçlarda çok kere mahkemeler gereksiz bir yük
altına sokulmuş bulunmaktadırlar. Amaç ceza tehdidi marifetiyle borcun tahsili
olamaz. Borç için hapis çoktan ortadan kalkmıştır. Amaç kamu kredi kurumlarına
olan itimadı pekiştirmek ve çekin güvenilir bir ödeme aracı olarak tedavülde
bulunmasını sağlamak ise, o zaman yapılacak şey, suçu, elbetteki, takibi
şikâyete bağlı olmaktan çıkartmaktır. Fakat her halde, bu suçların takibi
hususunda özel bir yargılama usulü tesbit edilmeli, bu hususta gerekli
araştırmalar yapılmalıdır (32.- Öneri).
373. İştirak: Araştırma,
iştirak halinde işlenen suçlar oranının yüksek miktarda olduğunu
göstermektedir. Suçun iştirak halinde işlenmesi, faillerdeki ahlâkî kötülüğü
ifade ettiği kadar, suçun işlenmesinde sağlanan kolaylık sebebile, cürmün daha
vahim sayılmasını da gerektirir. Ayrıca iştirak halinde işlenen suçlarda
yargılama ve takibat güçlükleri vardır. Bu itibarla iştirakin, bazı batı
kanunlarında olduğu gibi, genel bir ağırlatıcı sebep olarak tesbiti caydırıcı
etki yapabileceğinden, faydalı olacaktır (33.- Öneri). Toplu suçlarda durum bu
tesbitin çok daha fazla olarak uygulanmasını gerektirmektedir.
C. Savunma İşlevi ile İlgili Önerilerimiz
374. Savunma
Görevinin Önemi: Ceza muhakemesi hukuku üç temel görevi içerir: İddia,
savunma ve yargılama görevleri. Bu üçgen içerisinde savunma makamının çok
önemli görevlere sahip bir adalet organı olduğu açıktır. Savunma görevi sadece
şüpheli veya sanık bakımından değil, toplum açısından da önemlidir. Bu sebeple
her fonksiyonun yerine getirildiğinde savunmanın yeri ve yetkileri vardır.
375. Mağdurun Korunması:
Belirli suçlardan dolayı mağdurun himaye edilmesi çağdaş ceza hukukunun temel
ilkelerindendir. Avrupa Konseyinin bu husustaki çalışmaları bilinmektedir.
Ülkemizde terör olayları veya sokak hareketleri sebebile Danıştay Devleti
tazminata mahkûm ediyor. Ancak ferden gerçekleştirilen tecavüzler yönünden Ceza
Kanunumuzdaki bazı özel hükümler müstesna, genel hüküm yoktur. Bu noksanın bir
an önce giderilmesi çok yerinde olacaktır (36.- Öneri).
376. Mağdurun da avukata ihtiyacı vardır.
377. Savunmanın İş Yükü:
Bir avukat “makul sürede altından kalkabileceğinden fazla” iş kabul
etmemelidir.
378. Savunmanın Tutumu:
Savunma makamı yapacağı taleplerle ve diğer işlemlerle davayı uzatmamaya gayret
göstermelidir. Araştırmamız avukatların görevlerini yeterince yerine
getirdiklerini belirten sonuçlar vermemiştir. Avukatın davaya müdahalesi
Türkiye’de çok esaslı bir gecikme unsuru teşkil etmektedir. Söz konusu gecikme,
bazan avukatın takdirine göre, sanığın menfaatlerini korumak için başvurulan
stratejilerden kaynaklanmaktadır. Ancak, dosyaya karşı ihmal ve savsaklanma
tutumundan kaynaklanan gecikmeler çok sayıdadır. Bu araştırmamızın birinci
kısmında bazı ülkelerde Devletçe tayin olunan avukatın ihmaliyle gecikmeye
neden olması halinde ücretinden kesinti yapılması gerektiğini belirtmiştik.
Ülkemiz bakımından avukatın ihmalini engelleyecek denetim tedbirlerine ihtiyaç
vardır. Barolar bu hususta yetkilendirilmeli (27.- Öneri) ve aktitf
olmalıdırlar.
379. Reklam Yasağı:
Gördüğü dava ile ilgili olarak bir müdafi kendi reklamını yapacak şekilde basın
açıklaması yapmaktan çekinmelidir. Kaldı ki, savcı ve hakimlerin medyatik tutum
almaları kadar adalete zarar veren, adalet mekanizmasına olan güveni zedeleyen
başka bir unsur bulunamaz.
380. Duruşma: Ceza
davalarında duruşmaya çıkacak avukatlar ile Yargıtayda iş takip edecek
olanların ayrı tutulmaları düşünülmelidir. Sadece belli bir tecrübe kazanmış
avukatlar Yargıtayda iş takibi yetkisi ile donatılmalı, daha geniş bilgi ve tecrübe sabihi olmak
şartı aranmalıdır. Bu gelişmeyi sağlamak bakımından avukatların şirket halinde
birleşmeleri yararlı olabilir.
381. Hazırlık Soruşturması:
Hazırlıktaki avukatlık ayrı bir uzmanlık halini almıştır. Müdafiin sanığa
sağlıklı yardımda bulunabilmesi için barolarda oluşturulan CMUK servisleri daha
etkin hale getirilmelidir. Barolarda avukatların sanık hakları konusunda meslek
içi eğitime tabi tutulmaları çok yararlı olabilir.
Müdafiin, sanığın itimadını kazanmasını
sağlayabilmek için ceza işlerinde bilgili olması şarttır. Bu konuda ayrı eğitim
verilmelidir.
382. Müdafi Tayini: Ceza
Muhakemeleri Usulü Kanununun 136. maddesi gereğince Barolar tarafından müdafi
tayini uygulamasının yeterli derecede ve sayıda olmadığı anlaşılmaktadır.
CMUK’da yapılan reformun en hassas noktalarından birisi 135. maddenin getirdiği
olanaktır. Bunun tam olarak kullanılabilmesi için, Adalet Bakanlığı ve Barolar
tarafından gerekli olan herşey yapılmalıdır (25.- Öneri).
383. Tutuklama Kararı:
1992 değişikliği gıyabî tutuklama kararının gizli olarak alınması usulünü
getirmiştir. Ancak karar alınırken müdafiin bulunabilmesi de kabul edilmiştir.
Sanığın kaçması ihtimalini kuvvetli hale getiren bu hüküm değişikliği yerinde
olmamıştır (16.- Öneri). Aslında gıyabî tutuklama, insan haklarına aykırı
niteliği itibariyle, kaldırılmalıdır. Yakalama ile ilgili hükümler bu ihtiyacı
karşılar.
384. Müdafi İle Görüşme:
Yakalanan veya tutuklanan her şahsın müdafii ile görüşmesi sağlanmalıdır.
Yakalanan veya tutuklu bulunan kişinin ifadesi alınmadan önce müdafii ile
temasının sağlanmış olması, nitelikli adaletin zorunlu bir şartını
oluşturduğundan, bu hususu gerçekleştirecek uygulamaların yerleştirilmesi
zorunludur. Ancak tabiî olarak terör suçlarında, çıkar amaçlı örgüt suçlarında
ve uyuşturucu madde suçlarında böyle bir mecburiyet sözkonusu edilemez. Bu
hususun kanunlarda belirtilmesi uygun olur (19.- Öneri).
Müdafi ile sanığın başkalarının
duyamayacağı ortamda görüşmeleri, bu itimat ilişkisinin kurulması için şarttır.
Bu nedenle gözaltındaki sanığın müdafii ile görüşmesi ve yazışması kanundaki
düzenlemeye uygun olarak denetime tabi tutulmamalıdır. Müdafi ifade öncesinde
sanık ile görüşürken, sanığın bildiği
herşeyi ondan öğrenmeye çalışmalıdır. Böylece onun savunulabilmesi için gerekli
bilgileri almış olacaktır. Gözaltındaki şüphelinin veya tutuklu sanığın ifadesi
alınırken avukatının hazır bulunması ve bu yolla ifade almanın kanun ve
usullere uygun tarzda cereyan ettiğinin sabit olunması yeterlidir. Bizdeki
uygulama yakalandıktan sonra şifahen poliste ikrarda bulunan kişinin avukatı
ile temastan sonra bundan rücu ettiğini göstermektedir. Hüküm değiştirilmeli ve
“sadece ifade alındığı sırada müdafiin hazır bulunması”, şekline
dönüştürülmelidir. Ayrıca şu hususu da ekliyelim ki, yaptığımız inceleme,
yakalama sonrası bütün safhalarda müdafiilerin sanıklara savunmaları bakımından
makul ölçüde yardım edebildiklerini göstermiştir. Önerimiz, müdafaa hakkı ile,
nitelikli bir adaletin dengeleştirilmesi bakımından da yardım sağlayacak ve
CAS’inin işlemesinde etkinliği artıracaktır (24.- Öneri).
385. Mecburi Müdafaa:
Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununda kendisini müdafaa edemeyecek derecede malûl
olanlara avukat tayini mecburiyeti getirilmiştir (m. 138). Ancak, sağır -
dilsizler hakkında ayrıca hüküm yoksa da
bu hükmün sağır - dilsizleri de kapsadığı düşünülebilir (26.- Öneri).
386. Ücretler: CMUK’da
yapılan reform niteliğindeki 1992 değişikliklerinin amaçlarına ulaşabilmesi
için, avukatlara ücretlerinin derhal ödenmesini sağlayacak bir sistem,
yürürlüğe konulmalıdır (28.- Öneri).
D, E. Yargılama ve Hüküm ve Kararların
Kontrolü İşlevleri ile İlgili Önerilerimiz
387. Adli
Kültür: Ceza adalet sisteminde gerçekleştirilen reformların hayata geçirilmesi
bakımından adli kültür’ün etkisi çok açıktır. Bu keyfiyet yazılı kurallara ve
Yargıtay içtihatlarına diğer ülkelerden çok daha fazla değer veren adlî
personelimiz bakımında da geçerlidir. Bu itibarla reformla beraber, adlî kültür
değerlerinin değiştirilmesi hususunda uygulanacak stratejiler bakımından 1.
Kısıma bakılmalıdır (15.- Öneri).
Araştırmanın ilk kısmında, Amerika’da ve
Avrupa’da yapılan bilimsel araştırmalarda davaların makûl sürede
sonuçlandırılmasında veya uzamasında hâkimin kişiliğinin, görev bilincinin,
özveride bulunmak özelliğinin, güdülenmelerinin en önemli etmeni oluşturduğu
tesbit olunmuştur. Türkiye’de durumun da böyle olduğunu, araştırmamız açık ve
seçik bir biçimde ortaya koymaktadır. Adlî kültürle de çok ilişkili olan bu
tesbitin büyük önemi açıktır.
Hâkimin güdülenmesini güçlendirmek
hususunda ücret ve diğer yardımcı yararlar açısından bazı tedbirler,
geliştirilmelidir (56.- Öneri). Yaptığımız inceleme, aksaklıkların bir çoğunun
uygulamadan kaynaklandığını, kanunlarda bu aksaklıklara neden olacak nitelik
bulunmadığını ortaya koymaktadır. Uygulama ile adlî kültür arasındaki ilişki,
bu araştırmanın 1. Kısmında belirtilmiştir.
Ana meselemiz CAS’inin işlemesini
özellikle işletmecilik, rasyonellik bakımından ele almak ve adlî kültürün
etkisini ortadan kaldırmak olmalıdır. Bu Önerimiz CMUK’unun bütün ile ele
alınıp, gözden geçirilip, reforme edilmesi gerektiği hususundaki temel
düşüncenizle çelişkili değildir (52.- ter Öneri).
388. Bağımsızlık: Esas
mahkemesinde yargılama yapacak olan hakimin tarafsız ve bağımsız olması
gereklidir. Bunun yanı sıra hakim taraflara ve kendisine karşı da objektif
olmalıdır. Hakimin tarafsız ve bağımsızlığını sağlamak için, meslekten hakim
esasının kabul edilmiş olması yerindedir.
389. Mahkemelerin İş Yükü:
Uyuşmazlıkları çözmek üzere görevlendirilen hakimlerin ve mahkemelerin sayısı,
çözmeleri istenilen uyuşmazlıkları sonuca ulaştırmaya yetecek kadar olmalıdır.
Fazla sayıda işin bir hakime yüklenmesi onu başarısızlığa götürecek olan bir
haldir. Personel noksanını artıran sebeplerden biri de emekliliktir. Emeklilik yaşı Türkiye şartlarına uygun
değildir.
Ağır suçların sayıca az olması, basit
suçların ise fazla olması, piramide benzetilebilir. Bu “piramit yapı”, 1995
yılında yeni gelen işler bakımından korunmuşsa da (DGM % 0,83, Ağır Ceza %
4.56, Asliye Ceza % 46,87 ve Sulh Ceza % 47,31), mahkemeden bir yılda çıkan
işin toplam işe oranı olarak kabul edilen “verimlilik” açısından benzer tesbit
yapılamamaktadır (DGM % 54,5, Ağır Ceza %54,8, Asliye Ceza %54,2, Sulh Ceza
%75,0) (Yücel, Yargının Etkinliği, 21). Verimlilik açısından Ankara, İstanbul
ve İzmir mahkemelerinin çalışmaları arasında farklılık saptanmıştır. Ankara
mahkemeleri en verimli çalışan mahkemeler olarak gözükmektedir. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca
belirlenmiş olan iş yükü ağır ceza mahkemeleri için yılda 300-350 iken,
İstanbul ceza mahkemelerinde bu sayı 496 olmuştur. Asliye ceza mahkemelerinde
belirlenen yıllık iş yükü 700-800 iken, gerçekleşen iş yükü 3619’dur. Sulh Ceza
Mahkemeleri açısından ideal iş yükü 1000-1200 iken 3925 olarak gerçekleşmiştir.
Kapasite üstü çalışma doğal olarak davanın süresini olumsuz yönde
etkilemektedir (Yücel, Yargının Etkinliği, s. 37).
Görüldüğü gibi, davaların makûl süre
dışında uzamasına neden olan sebeplerin başında, giderek ağırlığı artan iş yükü
gelmektedir. Batı ülkelerinde de durum farklı değildir. Bu gelişme karşısında
hâkim ve savcı sayısını artırmak akla gelen ilk tedbir olmaktadır. Ancak, 1.
Kısımda da belirttiğimiz gibi, hâkim ve savcı sayısının artmasının göreceli bir
olanak oluşturması dışında, sayı artırmak bakımından belirli bir düzeyi aşmamak
zorunludur. Aksi takdirde, Batılı araştırmacıların belirttiği gibi, tam tersi
sonuçlar meydana gelmekte ve istenen neticeler elde edilememektedir.
Mahkeme sayısını artırmaktan ise, işi çok
olan bölgelerde aynı mahkemeye yardımcı nitelikte hâkim tayin etmenin çok daha
isabetli olacağı görüşündeyiz. Gerçekten, bu yolla hâkimin haftada üç gün
duruşma ve diğer iki gün de dosyayla ilgili incelemeleri yapması, böylece ara
vermelerin kısa sürelere alınması, hergün duruşmaya çıkmak mecburiyeti altında
yorgun düşen ve gerekli incelemeleri yerine getirmesi ve okuması çok güç hale
gelen hâkimin nefes alması ve görev yapma güdülenmesi sağlanmış olacaktır.
Böyle bir halde ise hâkimler arasındaki iş bölümü makul surette
örgütlendirilmelidir.
390. Araç - Gereç:
Bilgisayar ağının polisi de kapsayacak şekilde genişletilmesi ve bu hususta
yasal gereklerin tesisi davaların çabuk karara bağlanmasını sağlayan etkin bir
araç teşkil oluşturacaktır (44.- Öneri).
Adaletin dış görünüşü ile de, güven
uyandırması, şarttır. Bunun için gerek mahkeme salonunun ve gerek hakimin giyim
kuşamının bu saygıyı giderecek nitelikte olmaması gerekir.
391. Basın ve Aleniyeti:
Bugün bizde, yargılama yapılırken duruşmada basın fotograflarının ve televizyon
kameralarının faaliyette bulunmasına imkân verilmektedir. Bazı hâkimlerin
kendilerini televizyonda seyretmekten hoşlandıkları izlenimi hasıl olmaktadır.
Bu durum kesin olarak giderilmelidir;
tutum suçsuzluk karinesine aykırı olduğu gibi, ayrıca iddia ve
savunmanın serbest bir şekilde yapılamamasına da neden olabilir. Ülkelerin bir
çoğunda bizdeki bu uygulama yasaktır. ‘Fransa’da 6 Aralık 1954 tarihli olup, Ceza
Muhakemeleri Usulü Kanunu bazı hükümlerini tamamlayan Kanun, mahkemelerde ses
alma cihazlarının, televizyon ve sinema kameraların kullanılmasını ve fotoğraf
çekilmesini yasaklanmıştır. Ancak 11 Haziran 1985 tarihinde neşredilen bir
kanun, olayın, tarihi adalet arşivlerinin teşkili bakımından faydalı olduğu
takdirde, celselerde televizyon tesbitine izin vermiş bulunmaktadır. Bizde de
hâkimin takdirine göre bu halde televizyon tesbitine müsaade edilebilir (52.-
bis Öneri).
392. İçtihat: Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesinin hükümleri ve Avrupa İnsan Hakları Divanınca verilen
kararlar, yargılamada mutlaka gözönünde bulundurulmalıdır. Hukuk Fakültelerinde
de ceza muhakemesi hukuku derslerinde söz konusu içtihatlar konusunda bilgi
verilmesi hususunda özen gösterilmelidir (17.- Öneri).
393. Tek Oturumlu Duruşma:
Hakim kendisine tahsis edilen yargılama süresini en iyi şekilde kullanmasını
bilmelidir. Duruşmanın başlaması ve bir oturumda sonra ermesi için gerekli
tedbirleri almalıdır. Davetler yapılırken dosyanın eksiksiz ve tam olduğu
konusuna özen gösterilmeli ve davet edilen tanık bilirkişi veya başka bir
süjenin istenilen gün hazır bulunup bulunulmayacağı önceden saptanmalıdır.
Bütün süjeler için uygun gün tayin edilmeli ve bütün ihtimaller düşünülerek
dosya eksiksiz hale getirilmelidir. Bundan sonra gün tayini düşünülmelidir.
Duruşmaya ara verilmesi davanın işlem süresini uzatır. İlk celse ile son celse
arasında geçen ortalama gün sayısının 85 olduğu, neticede mahkumiyet kararı
verilirse, sürenin 90 güne yükseldiği fakat beraat kararlarında 72 güne indiği
tespit edilmiştir. Ara verme sebeplerinin başında tarafların gelmemesi yer
almaktadır.
Duruşmalarda tutanak düzenlenmesi dikte
etmek suretiyle yapılmaktadır. Bunun yerine bant kaydı ve steno kaydı uygulamasına mutlaka geçilmelidir. Bu
kayıtlara dayanarak daha sonra duruşma tutanağı düzenlenmelidir.
Batı ülkelerindeki mahkemelerde dosyaların
sırada, kuyrukta bekleme süreleri vardır (waiting line). İş aylarca duruşma
sırası beklemekte, ancak sırası geldiğinde üç, beş saatte duruşma sona
ermektedir. Bizde ise, sırada bekleme yoktur. Bütün davalar bir anda birlikte
açılmakta ve bu nedenle trafik düzenlemesi olmayan bir kavşaktaki tıkanma gibi
davalar kilitlenmekte, sistem kavşaktaki trafik sıkışıklığını yaşamaktadır.
Belirli bir ağır ceza mahkemesini, teklif ettiğimiz sistem içerisinde
çalıştırarak belli bir süre sonra davaların daha makul bir sürede bitirilip
bitirilemeyeceği araştırılmalı ve bu mahkeme tipik iş yükü bulunanlar arasından
seçilmelidir.
Tutuklamanın kanunların gösterdiği
şartlara tam uyularak gerçekleştirilmesi, gerek insan hakları ve gerekse
adaletin kalitesi nedeni ile, çok önemli bir konudur. Yabancı memleketler
uygulamalarında duruşmadan önce tutuklanmış bulunan kişilere ait davalar,
diğerlerine nazaran daha çabuk bitirilmektedir. Araştırmamız bizde de durumun
böyle olduğunu gösteriyoruz (38.- Öneri). Uygun miktarda önerdiğimiz adlî
kontrol uygulaması ve bu gün için kefaletle salıverilmeye imkân verilmesi hem
sanığın özgürlüğünü gereksiz yere kısıtlanmasını önleyecek ve hem de
tutuklamanın getirdiği faydaları sağlayacaktır.
Hâkimlerin dava görülürken değişmesi en
önemli gecikme sebeplerindendir. Bu keyfiyetin adaletin kalitesine de etkili
olduğunu ifade etmek hatalı olmaz. Bu itibarla zorunlu nitelikteki sebepler
olmadıkça hâkimin değiştirilmesinden sakınılmalı ve mevcut uygulamadan
vazgeçilmelidir (61.- Öneri).
Tanıkların mutlaka aynı celsede ve
birlikte olarak ifadelerinin alınması için, gerekli olan herşey yapılmalıdır.
Bu bakımdan uygulamamızdaki tanık icad etme tatbikatı da engellenecek ve
davanın uzatılması önlenmiş olacaktır. Uygulamada bazan daveti gerçekte mümkün
olmayacak tanık ikamesi suretile de dava uzatıldığından, bu yolla söz konusu
uygulamaları da engellemek mümkün olabilecektir. Kanaatımızca asıl yapılması
gereken şey, duruşma gününü sanık avukatı ile birlikte belirlemek veya sanık
avukatına müdafaa için gerekli bütün delilleri birden sunmak mecburiyetini
yüklemek ve bu yolla tanıkların tümünü birden dinlemeyi sağlamaktır (58.- Öneri).
394. Hüküm: Araştırmamız
hürriyeti bağlayıcı cezaların çok önemli
bir kısmının, bir yıl ve bir yıldan az süreli olduğunu ve mahkemelerin,
sistematik olarak bu cezaları 647 sayılı
Kanunun hükümleri dairesinde para cezasına çevirmekte bulunduklarını ve yine
çok büyük oranda olmak üzere, para cezalarının da ertelendiğini göstermiştir.
Özellikle basın davalarında hakaret ve sövme suçlarından dolayı, cezanın para
cezasına çevrilmesi ve ertelenmesi kural haline gelmiştir. Esas itibariyle kısa
süreli hürriyeti bağlayıcı cezaya
hükmetmemek ve bunu başka tedbirlere ve para cezasına çevirmek çağdaş ceza
hukukunda ve penolojide önemle tavsiye edilmektedir. Bu arada para cezasının
ertelemesi de mümkün olabilir. Ancak sadece para cezasına çevirmek ve bunu da
tecil etmek bazı zümrelerde cezanın caydırıcı etkisini yok etmektedir.
Kurumları, maksatları çerçevesinde gayeyi kaybetmeden, abartmadan
uygulamalıdır. Böyle olunca uygulamanın maksadına uygun hale getirilmesi
temenni olunmuştur (63.- Öneri).
Araştırma Türkiye’de ölüm cezalarının
fiilen uygulanabilirliğini kaybettiğini ortaya koymaktadır. Durum böyle olunca
artık bu cezayı mevzuatımız içinde
muhafaza etmenin bir anlamı kalmamıştır. Cezanın ilgası Türkiye’nin dış imajı
bakımından da yararlı olacaktır (62.- Öneri).
647 sayılı Kanunun 4. maddesinde yer alan
tedbirler 1961’lerde ceza adaletinin amaçları bakımından çok önemli sayılarak
mevzuata ithal edilmişti. Hürriyeti Bağlayıcı cezanın itibarını hemen hemen
kaybetmiş bulunduğu bir dönemde, kanunda mevcut olan bu tedbirlerin
uygulanamadığını araştırmamız göstermiştir.
Öyle anlaşılıyor ki, kısa süreli cezayı para cezasına çevirmek
hâkimlerimizin kolayına gelmekte, 4/2-3 de yer alan tedbirlerin uygulanması, daha
fazla çaba sarfedilmesini gerektirdiğinden, bu yola gidilmemektedir. Bu hal
mutlaka düzeltilmesi gerekli bir durumdur ve bu hususta kanunda teşvik edici
değişiklikler yapılmaldır. Tedbirler arasında mutlaka “kamu yararına
çalıştırma” eklenmelidir. Yeni TCK Tasarısında çok önemle yer almış bulunan bu
tedbirin bir an önce kanunlaştırılmasını temenni ediyoruz (65.- Öneri).
Yaptığımız araştırma ertelemenin,
özellikle 647 Sayılı Kanunun 5. maddesi çerçevesinde geniş ölçüde uygulandığını
göstermektedir. Bu yöndeki uygulama ertelemenin kural haline geldiğini
gösteriyor. Oysa erteleme, maksadı çerçevesinde ve maksadına uygun olarak
kullanılırsa toplumsal bakımdan faydalı olur. Bu itibarla ertelemenin
gerektiğince uygulanmasını sağlayacak direktif oluşturucu Yargıtay kararlarına
ihtiyaç vardır (64.- Öneri). Erteleme böylece adeta kural haline
getirildiğinde, uygulanmaması eşitliğe aykırı, adaletsizlik etkisi yapmaktadır.
395. Temyiz Aşaması:
Temyiz sebepleri, kriminolojik araştırma açısından, hükmün ne bakımlardan
kanuna aykırı olduğu iddiasını belirler. Bizim usul sistemimizde kanuna
aykırılık sebeplerini göstermek mecburiyeti yoktur, “hükmü temyiz ediyorum”,
demek yeterlidir. Oysa, yabancı hukuk sistemlerinde sebepleri göstermek
mecburiyeti vardır. Bu iki sistem davanın Yargıtay’da bekleme süresinin azalıp
çoğalması bakımından önemli neticeler ortaya çıkarır. Sebep belirtilmesinin
mecburi olduğu hallerde, Yargıtay incelemesi az vakit alır ve ayrıca Yargıtaya
daha az başvurulur. Yaptığımız araştırma, hukuka aykırılık sebebi olarak
gösterilen haller arasında başta gelenlerinin 647 sayılı kanunun 4 ve 6.
maddelerinin uygulanmasındaki hatalara dayandığını ortaya koyuyor. Tahrik
sebebinin uygulanmamış olması veya adi ve ağır tahrik ayırımdaki hata ikinci
ortak hukuka aykırılık sebebidir. Bütün diğer hallerde yukarda açıkladığımız
gibi, temyiz sebebi açıkca belirlenmemektedir. O kadar ki, incelediğimiz
dosyalara göre temyiz edilen dava sayısı 133 olduğu halde, temyiz layihası
ancak 81 olayda verilmiştir. %60 olayda temyiz layihası verilmemiş yani temyiz
sebepleri gösterilmemiştir. Diğer ülkelerde olduğu gibi, temyiz sebeplerinin,
temyiz davasında açıkça gösterilmesini ve sadece bu sebepler dolayısı ile
Yargıtayın inceleme yapmasını önleyen husus insanlarımızdaki yetişkinlik
noksanı ve davalarda avukat bulunmasının zorunlu olmamasıdır.
Temyiz şartları arasında teminat
yatırılması (depo parası) 1985’de kaldırılmıştır. Sebebi, depo miktarının az
oluşu, parayı yatırmak bakımından olan yorucu işlemler ve tutuklu olanın
avukatı bulunmadığı hallerde bu işlemi gerçekleştirmesinin çok zor oluşu idi.
Aslında temyiz yoluna, hakkında verilen hükmün hatalı olduğuna inanan kişilerce
başvurulması ve temyize gitmenin kötüye kullanılmaması bakımından anlamlı bir
teminatın yatırılması uygun olur. Malî gücü olmayan sanığa adlî yardımda
bulunulması usulü de ayrıca ön görülmelidir (67.- Öneri). Ancak parayı yatırmak
hususundaki zorluklar avukatları bizar etmiştir.
Yargıtayda duruşmanın, davanın sonuca
bağlanmasını uzatmaktan başka bir etkisini kabul etmek mümkün değildir.
Yargıtay dosya içeriğine göre hukuka aykırılığı tespit etmekle görevli bir
kanunyolu mahkemesidir. Orada yeniden delil ikâme edilemeyeceğine göre, şifahî
izahat verilmesi hâkimleri psikolojik bakımdan etkilemek dışında bir anlam
taşıyamaz. Kaldı ki, mürafaayı adalet gerektiriyorsa, o zaman hükümlerin hepsi
bakımından mürafaayı kabul etmek gerekir. Davaların lüzumsuz olarak
uzatılmasından başka bir sonuç vermesi düşünülemiyecek olan bu usulden
vazgeçilmesi, en azından Yargıtay’da kurumsal bekleme süresini azaltacaktır. Bu
bakımdan, Yargıtaya layiha verecek olan avukatların belirli bir tecrübeyi sahip
olanlardan seçilmeleri uygun mütalaa edilmiştir (Almanya, Fransa ve
İngiltere’de olduğu gibi) (68.- Öneri). Ancak Türkiye’da yargıtay üyeleri
murafaadan vazgeçilmesine karşıdırlar. Adli kültürün etkisi ile yıllardan beri
var olan bir kurumdan vazgeçmek istememektedirler.
Yabancı ülkelerde olduğu gibi, ülkemizde
de suçun toplumsal bakımdan meydana getirdiği zararların, bilimsel usullere
göre tesbitine imkân veren metodolojilerin uygulanması suretile belirlenmesi en
azından adlî hizmetler bakımından, bütçeden daha fazla tahsisat verilmesini
sağlar. Zira bu suretle suçla mücadalenin doğrudan doğruya millî gelirle olan
irtibatı gözler önüne serilmiş olur (48.- Öneri).
Böylece gerçekleştirdiğimiz araştırma
sonuçları yanında istifade edilen diğer yabacı araşırmaların verilerini de
yansıtan bu eser, CAS bakımından, bütün unsurları itibariyle yeniden gözden
geçirilme ihtiyacını gözler önüne sermektedir. Gereğinin yapılmasına en kısa
zaman süresi içerisinde girişmesinde büyük millî yarar vardır.
F. İnfaz İşlevi
396. Cezaların özellikle hürriyeti
bağlayıcı cezaların, tedbirlerin infazı ayrı bir araştırma konusudur.
Araştırmayı doğal olarak CAS’nin bu işlevini ele almamıştır. İleride bu konuda
da benzeri bir araştırmanın yapılması çok yerinde olacak ve Türk infaz
sisteminin geliştirilmesinde büyük yararlar sağlayacaktır.
**NOT: Bu bölümdeki yazı Sayın Prof.Dr. Feridun YENİSEY
hocamız tarafından kaynak olarak sağlanmıştır. Kaynak katkılarından dolayı
kendilerine çok teşekkür ederiz. Sayın Prof.Dr. Feridun YENİSEY hocamıza “ www.feridunyenisey.com ” adresinden ulaşabilirsiniz.
© www.kriminoloji.com 2002
Sitemize www.kriminoloji.com, hukukcu.net, hukukcu.org veya
turkhukuk.net, turkhukuk.org adreslerinden ulaşabilirsiniz.