www.kriminoloji.com
CEZA ADALET SİSTEMİNİN ETKİNLİĞİ
(ARAŞTIRMA)
Ord.Prof.Dr. Sulhi DÖNMEZER
Prof.Dr. Feridun YENİSEY**
© www.kriminoloji.com 2002
ÖZET
SONUÇ VE ÖNERİLER
(Ord. Prof. Dr. Sulhi Dönmezer ve Prof. Dr. Feridun Yenisey
tarafından yapılan çalışmayı
Prof. Dr. Yılmaz Esmer Özetlemiştir.)
1. ARAŞTIRMANIN AMACI VE YÖNTEMİ
Ceza Adalet Sisteminin (CAS) etkinliği araştırması, Türkiye
Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV) tarafından desteklenen ve çok daha
geniş kapsamlı “Türk Adalet Sisteminin Etkinliği Araştırması’nın” bir parçasını
oluşturmaktadır. Söz konusu araştırma, cezaya ilaveten vergi yargısını ve idari
yargıyı da kapsamaktaydı1.
Araştırmaya ve analizlere esas teşkil eden
veriler, İstanbul ilimizdeki ceza, vergi ve idare mahkemelerinden sistematik
tesadüfi örnekleme yöntemiyle seçilen 3,000’in üzerindeki dosyanın ayrıntılı
bir şekilde incelenmesi ile elde edilmiştir. Türkiye’de, yargı alanında böyle
bir alan çalışmasına ve amiprik bulgulara dayanan bir araştırma ilk kez
gerçekleştirilmiş bulunmaktadır. Her üç alan araştırmasının da temel yöntemi
aynı olup, esas olarak yargılama sürecinin bütün aşamalarının kodlanmasına ve
kantitatif veriler halinde dökümünün yapılarak analizine dayanmaktadır.
Alan araştırmasının İstanbul ilimizdeki
ceza, vergi ve idare mahkemelerini kapsadığını belirtmiştik. Bu durumda,
sanıyoruz öncelikle cevaplandırmamız gereken yöntem sorusu, bu seçimin
gerekçesidir. Araştırmaya ceza, vergi ve idare mahkemelerinin dahil edilmesinin
temel gerekçesi teoriktir. Bilindiği gibi, bu tür yargıda da, devletin
(idarenin) iddia makamında veya davalı konumunda, ama yargılama sürecinde bir
taraf olarak yer almasıdır. Alan araştırmasının İstanbul ili mahkemeleri ile
sınırlı tutulmasının nedeni ise, teorik değil, pratiktir. Alan çalışmasının tüm
Türkiye’yi (veya Türkiye’yi temsil etmek üzere seçilecek bir örneklemi)
içerecek şekilde genişletilmesi, gerçekten çok yararlı ama devasa bir proje
olurdu ve araştırmanın çok ötesinde bir bütçeye ve insangücüne ihtiyaç gösterirdi.2
CAS’in Etkinliği Araştırması’nın tüm
sonuçları ve yorumları ayrıntılı bir biçimde TESEV tarafından yayınlanmakta
olan bu araştırma raporunda3 sunulmaktadır. Konuya ilişkin geniş bir literatür
taraması ve bibliyografya da yine adı geçen yayında yeralmıştı. Bu özette ise,
araştırmanın temel bulguları, sonuçları ve sistemi rahatlatmaya yönelik
öneriler (mümkün olduğu kadar teknik dilden ve son derece önemli olsa da
uzmanlık alanı ceza hukuku olmayanların anlamakta zorlanabileceği ayrıntılardan
arındırılmış biçimde) sunulmaktadır. Böylece, araştırmanın sonuçlarının, dar
uzman çevresi dışındaki kitleye de ulaştırılması ve daha geniş bir grup
tarafından tarışılmasının sağlanması hedeflenmiştir.
CAS’in Etkinliği Araştırması’nın amacı,
Türkiye’deki ceza yargılama sürecini, bütün aşamalarıyla ve aktörleriyle adım
adım izlemek; her aşama ile ilgili ayrıntılı bilgi edinmek; yargılama sürecinin
bir parçası olan aktörlerin davranışlarını değerlendirmek ve tabii bu bulgulara
dayanarak sistemdeki darboğazları saptamak ve bunların giderilmesi için
öneriler geliştirmek olarak özetlenebilir. Başla bir deyişle, araştırmanın iki
hedefi bulunuyordu:
a. Sistemin işleyişi ile ilgili olarak mümkün olduğu kadar ayrıntılı,
objektif ve sistematik veri toplamak;
b. Dağınık gözlemler yerine, somut verilere dayanarak, CAS’ın daha
etkin hale getirilmesinin ve yaygın yakınmaların hafifletilmesinin çarelerini
üretmek ve belirlemek.
Görüldüğü gibi, araştırma hem akademik,
hem de pratik amaçlarla tasarımlanmıştır. Burada “objektif veri” den kastımız
veri toplama aşamasının kişiden bağımsız olduğu ve bu sürecin tamamında aynı
tanımların kullanıldığıdır4. Verilerin “sistematik” toplanmasından ise, gözlem
birimlerinin belli kurallara göre belirlenmesini anlıyoruz.
Her birimin gözlenme olasılığın
hesaplanmasını da içeren bu koşulun araştırmamızda nasıl yerine getirildiğini
aşağıda açıklamaktayız.
CAS’ne ilişkin bulgularımızı özetlemeye
başlamadan önce, araştırmanın yöntemi ile ilgili çok kısa bir bilgi vermenin
yararlı olacağı kanısındayız5. Kullanılan yöntemin ana hatlarını başlıklar
halinde ifade edecek olursak:
a. Araştırmanın verileri, kesin
hükme bağlanmış ceza davalarının dosyalarının incelenmesi suretiyle
toplanmıştır.
b. Veri toplama, bu amaçla geliştirilmiş bir soru formu aracılığıyla yapılmıştır. Söz konusu form, bir ceza
davasıyla ilgili akla gelebilecek türlü ayrıntıların, standard ve bilgisayara
işlenebilecek bir şekilde kodlanabilmesi hedef alınarak geliştirilmiştir.
c. Soru formu kesin halini almadan önce, örnek dosyalarla sınanmıştır
(pretest). Bu sınama sonucu formda gerekli değişik ve geliştirmeler
yapılmıştır.
d. Soru formunda, suçun öğrenildiği tarihten kesin hükme kadar olan
süreç içinde, her aşamanın tarihleri de
yer almıştır. Araştırmada kullanılan nihai soru formunun tam metni Ek 1’de
verilmiştir.
e. Araştırmanın evrenini, İstanbul
Sulh, Asliye ve Ağır Ceza Mahkemelerinde 1994 yılı itibariyle kesin hükme
bağlanmış davalar oluşturmuştur. Başka bir deyişle, sonuçların, istatistik
anlamda, 1994 yılında İstanbul Ceza Mahkemelerinde kesin hükme bağlanan
davaları temsil etmesi beklenir.
f. Örneklem seçiminde ise, İstanbul adliye birimlerinin her biri ayrı
6 kabul edilmiştir. İkinci aşamada, bunlar içinde Sulh, Asliye ve Ağır Ceza
Mahkemeleri birer tabaka oluşturmuştur; nihayet, bu mahkemelerin kesinleşen
davaları arasından sistematik tesadüfi
yöntemle (systematic random sampling) örneklem
seçilmiştir.
g. Örneklemeye dahil olan davaların dosyaları, bilgi formuna
geçirildikten sonra, bütün formlar bilgisayar ortamına aktarılmış ve böylece
analize hazır duruma getirilmiştir.
h. Seçilen örneklemin, evrenin parametlerini istatistik anlamda temsil
edebilmesi için, gerek adliye birimlerinin, gerek bunlar içindeki mahkemelerin toplam iş yüküne göre ağırlıklandırma
(weighting) yapılmıştır. Daha teknik bir deyimle, üzerinde inceleme yapılacak
dava dosyalarının örnekleme seçilme olasılıkları arasındaki farklılıklar
giderilmiş, bu olasılıklar eşitlermiştir.7
Tablo 1.1
Örneklem Dağılımı
(ağırlıklandırma öncesi)
Adliyeler
Bakırköy 196
Beyoğlu 169
Eyüp 102
Fatih 98
Kadıköy 102
Kartal 133
Üsküdar 59
Sultanahmet 255
Mahkemeler
Ağır Ceza 385
Asliye Ceza 378
Ağır Ceza 351
i. Toplam örneklem büyüklüğü (incelenen dosya sayısı) 1, 114 olup,
bunların ağırlıklandırma işlemi
öncesinde adliyelere ve mahkemelere göre dağılımları Tablo 1.1’de verilmiştir.
Yukarıda da belirtildiği gibi, istatistiklerin hesaplanmasında ve analizinde
ağırlıklı dağılım kullanılmıştır.
2. CEZA YARGISININ AŞAMALARI
VE ETKİNLİK
Araştırmanın amaç ve yönetimini bu şekilde
özetledikten sonra, bulguların sunumuna ve yorumuna geçmeden önce iki hususu
mümkün olduğunca açıklığa kavuşturmamız gerekmektedir.
a. Ceza yargısının aşamalarının belirlenmesi
b. Etkinliğin tanımlanması.
Bu iki gereklilikten birincisinin nisbeten
basit, ikincisinin ise oldukça güç bir iş olduğunu belirtmeliyiz. Zira biraz
aşağıda değineceğimiz gibi, etkinlikle ilgili üzerinde hemen anlaşılabilecek
somut bir tanım verebilmek kolay olmayacaktır. Gerçi ceza yargısı gibi karmaşık
bir sürecin aşamalarının tam olarak sayılabilmesi de bazen yoruma açık
olabilecek bir işlemdir ama, “etkinlik” iyiden iyiye esnek ve göreceli bir
kavram olarak karşımıza çıkmaktadır.
İşe bu iki kavramın daha somut ve daha az
karmaşık olanından başlayacak olursak .... Tablo 2.1’de, ceza yargılamasının
aşamaları, işlevleri ve aktörleri gösterilmektedir.
Tablo
2.1
CAS’nin
Aşamaları, İşlevleri ve Aktörleri
Savunma, özellikle yargılama aşamasının
esas unsurlarından biridir ama, sanığın ilk suçlamayla karşı karşıya bulunduğu
andan itibaren - ve en son aşama da dahil olmak üzere - bütün süreç boyunca
temel bir işleve sahiptir. Öte yandan yine soruşturma aşamasından itibaren
sürecin bir parçası olan tanıklara ya da süreç içinde zaman zaman görev üstlenebilen
bilirkişiye bu şemada - basitliği koruyabilmek amacıyla - yer verilmemiştir.
Temel aşamaları ve işlevleri Tablo 2.1’de
özetlenen ceza yargılama sürecinin “etkinliği”nden maksat nedir?
Aslında, konuyla ilgilenen herkesin bu
konuda gözlemlerinin, anılarının ve özellikle de yakınmalarının bulunduğunu
biliyoruz. Örneğin hepimiz, çeşitli vesilelerle mahkemelerin bağımsız olması ve
adil karar vermesi zorunluluğunu vurguluyoruz. Sık sık eleştirdiğimiz bir konu
da, suçlarla ceza arasındaki dengesizlik. En fazla dile getirdiğimiz şikâyet,
sistemin tıkandığı, çalışamadığı ve bu yüzden de suçluyu cezalandıramadığı veya
daha genel bir anlamda adalet dağıtamadığıdır. Türkiye bağlamında ceza
adaletini ve infazı ilgilendiren bir başka önemli tartışma konusu da çeşitli
nedenlerle sık sık gündeme gelen aflardır. Kısacası, Tablo 2.1’de özetlenen
sürecin her bir aşamasına ilişkin etkinlik sorunlarımızın var olduğunu
biliyoruz.
Bu genel ve rastgele gözlemleri daha
sistematik bir bakışla ele alırsak, etkinlik kavramının temel unsurlarının
tanısını yapabilmemiz de büyük ölçüde mümkün olabilecektir. Şöyle bir
toparlamaya çalışacak olursak, yukarıda dağınık bir şekilde sıraladığımız
eleştiriler esas itibariyle şu anlamlara gelmektedir.
a. CAS meşru olmalıdır. Sistemin bütün aşamaları yasalarla
tanımlanmalıdır. Kurumlar ve bunların işlevleri önceden ve herkes tarafından
bilinmeli, duruma göre değişmemelidir. Hüküm bağımsız, tarafsız, adil ve meşru
olduğu kimse tarafından tartışılmayan mahkemeler tarafından verilmelidir. Meşruiyetin
en önemli unsurlarınden biri de, ilgili kamuoyu tarafından sistemin bu
özelliklere sahip bulunduğuna inanılmasıdır. Başka bir deyişle, CAS’nin dürüst
ve adaleti gerçekleştirecek bir biçimde çalıştığı, bağımsız ve her türlü
yolsuzluktan uzak olduğu kanısı yurttaşlar tarafından yaygın bir biçimde
paylaşılmalıdır. Bu açıdan bakıldığında, meşruiyetin sübjektif yanının ağır
bastığı söylenebilir.
b. CAS rasyonel olmalıdır. Gerek sürecin kendisi, gerek sonuç geçerli
makulluk ölçülerine uymalıdır. Suçlar ve cezalar arasındaki denge
gözetilmelidir. Sistem, failleri mutlaka bulup cezalandırmalı; suçsuzların ise
süratle aklanmasını sağlamalıdır. Ayrıca, caydırıcılık da CAS’nin temel
amaçları arasında sayılmalıdır. Böyle bakıldığında Türk CAS’nin rasyonellik açısından
önemli eksikliklerin bulunduğunu söylemek durumundayız
c. CAS süratli makul bir süre içerisinde sonuca ulaşacak biçimde
çalışmalıdır. Adaletin gecikmesinin doğuracağı sakıncılar giderilmeli, ancak bu
yapılırken savunma hakkı zedelenmemeli, anayasal ve demokratik hakların kullanılması engellenmemelidir. Başka bir
deyişle, sürat konusunda da makul bir denge tutturmak, davaları makul bir süre
içerisinde sonuçlandırmak gerekmektedir.
Yukarıda özetlediğimiz meşruiyet,
rasyonalite ve hız kavramlarının etkin bir CAS’nin ana unsurlarını teşkil
ettiği hususunda fazla bir tartışma olacağını sanmıyoruz. Ancak sorun, bu
tanımların somutlaştırılmasında ortaya çıkmaktadır. Örneğin “makul bir süre”
neyi ifade eder? Herkesin sahibi olduğu “makul” ölçüsünün birbirinin aynı
olduğu kabul edilemeyeceğine göre, kimin “makul”ü esas alınmalıdır? Sözgelimi,
herhangi bir ceza davasında sanık ile mağdurun “makul bir süre”den neyi
anladıklarının çok farklı olması doğaldır. O zaman terazi hangi tarafa ve ne
ölçüde meyledecektir? Bu soruları kolaylıkla çoğaltabiliriz. Ama açıkça
görülmektedir ki, cevaplar o kadar basit ve kesin değildir.
Bu noktada, adalet sistemimizin temel
sorunları arasında en başlarda yer alan ve bizim araştırmamızın da çözüm
aradığı ana konulardan biri olan CAS’nin hız konusu üzerinde kısaca durmak
isteriz.
Hızlı yargılama ve olayı mümkün olan en
kısa sürede dürüstlük esaslarına uyarak haklı ve adil bir çözüme ulaştırabilme,
ceza adaletinin kalitesi açısından kuşkusuz büyük bir önem taşır. Geç gelen adaletin
sakıncaları, bireysel ve toplumsal olumsuz etkileri, maliyeti, öteden beri çok
çeşitli vesilelerle ve sık sık vurgulanmaktadır. Geciken her hüküm, CAS’ne olan
güveni azaltacaktır. Bu nedenle mağdurların, adaletin yerine getirilmesini
bizzat veya yakınları aracılığıyla üstlenmeleri gibi son derece tehlikeli ve
bir hukuk devletinde yeri olmayacak yollara başvurmaları da söz konusu
olabilmektedir. Yıllarca süren davaların ise mağdurları olduğu kadar, genel
kamuoyunu da rahatsız ettiği ve adalet sistemine olan inancı sarstığı herkesçe
bilinmektedir.
Bütün bu söylenenler doğrudur ama, kabul
etmek gerekir ki, suçların hızla takibi ve hükme bağlanması, herhangi bir ceza
adalet sisteminin tek hedefi olamaz. Zira bazı durumlarda, yargılama
aşamalarının çok kısa sürelerle sınırlandırılması, doğrudan doğruya adaletten
ödün verilmesi anlamına gelebilir. İyi bir sistemin amacının sadece hızlı değil
ve fakat aynı zamanda dürüstlük esasına ve hakkaniyete uygun karar vermek ve
dürüst yargılama ilkesini vurgulayan çözümlere ulaşmak olduğu açıktır. Üstelik
günümüzde, savunmanın sadece ulusal kanun ve anayasalardan deği, uluslararası
sözleşmelerden doğan bazı haklarının da bulunduğunu ve bunların kullanılmasının
da yargılama süresini kaçınılmaz olarak uzattığını biliyoruz.
Bir ceza yargılamasında neyin zorunlu,
neyin makul süre, neyin ise gecikme olarak kabul edilip, edilemeyeceğine dair
çeşitli yazarların ve mahkemelerin çoğu birbiriyle çelişen görüşlerinin
bulunduğunu biliyoruz. Biz burada sadece Feltes’in8 aşağıda aktardığımız
tanımına katıldığımızı belirtmekle yetineceğiz:
“Suç olayını sonuca, yani kesin hükme
ulaştırmada kanuna göre uygulanan usulden, Anayasadan kaynaklanan haklar ve
sanığın, mağdurun ve tanıkların diğer hakları göz önünde bulundurulmak
suretiyle ceza adalet sisteminin işleyişi, zorunlu olandan fazla zaman
aldığında ilgili usul gecikmiş sayılır ve makul süreyi aşmış olur.”
O halde, gecikme verimsiz ve gereksiz
bekleme zamanlarının bir sonucudur ve bu verimsiz ve gereksiz bekleme durumu
CAS’ni oluşturan her basamakta söz konusu olabilir. Akademik eğilimleri ağır basanlar, bu noktada
da ne kadar bir sürenin “gecikme” sayılabileceğini (Bir gün? Bir ay? Daha
fazla?) sorabilirler. Ancak biz bu akademik tartışmayı burada noktalamak ve
uygulamaya dönük amacımızı vurguluyarak, gecikmenin “makul” bir tanımı üzerinde
anlaşabileceğimizi varsaymak istiyoruz.
Kuşkusuz hiç kimse, CAS’nin
darboğazlarından, tıkanıklıklarından söz ederken, birkaç günlük, birkaç
haftalık, hatta birkaç aylık gecikmeleri söz etmemektedir. Öte yandan, birkaç
günlük gecikmelerin tamamen önemsiz olduğu sonucuna varmak da yanlış olur. Zira
sürecin her adımında meydana gelebilecek birkaç günlük gereksiz gecikme ve
beklemeler, toplam yargılama süresini hiç de küçümsenemeyecek ölçülerde arttırabilir.
3. REFORM ÇALIŞMALARININ
TARİHÇESİ
Türk CAS’sinin ciddi bir reform ihtiyacı
içinde bulunduğu gerçeği, çok uzun bir süreden beri, bir yandan konunun hem
uygulayıcıları, hem kuramcıları; diğer yandan da Bakanlık ve siyasi partiler
tarafından çok uzun bir süreden beri dile getirilmektedir. Nitekim, Adalet
Bakanlığı da, bu amaca yönelik birçok çalışma başlatmış, akademisyenere çeşitli
dönemlerde tasarılar hazırlatmıştır. O karar ki, CAS’nin yeniden düzenlenmesini
konu alan toplantıların, seminerlerin, çalışma gruplarının sadece sıralanması
bile listeler doldurur. Ancak bilindiği gibi, bu çabaların hiçbiri, köklü bir
CAS reform ile sonuçlanmamıştır ve bu ihtiyaç bugün de şiddetle
hissedilmektedir, yeni CMUK Öntasarı 18.6.2000 tarihinde komisyon tarafından
tamamlanmıştır.
Tarihçemizi bir noktadan başlatmak
gerekirse, “Ceza Adaleti Reformu” konusu, 1972 yılında9 İstanbul Hukuk
Fakültesi’nde düzenlenen bir toplantıda ayrıntılı olarak tartışılmıştı. Söz
konusu toplantıda, ceza adaleti konusunda yalnız Türkiye’de değil, dünyanın pek
çok ülkesinde bir krizin yaşandığı, suçlardaki artış nedeniyle birçok ülkenin
CAS’sinin görevini yapmakta güçlendiği dile getirilmişti10. Bu tarihten sonra
da, akademik toplantılar, araştırmalar ve Adalet Bakanlığı çalışmaları birbirini
izledi. 1994 yılına gelindiğinde, Adalet Bakanlığı’nın demokratikleşme ve yargı
reformu alanlarında bir dizi kanun önerisi hazırladığını görüyoruz. 1.1.2000
yılına gelindiğinde bu tasarıların “hemen de bütünü” metrukiyete uğramış veya
yenileri meydana getirebilmiştir. Bununla beraber söz konusu kanun önerilerine,
hiç değilse başlıklar halinde bir göz atmak yararlı olacaktır.
a. Adliye Mahkemeleri ile Üst Mahkemelerin
Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı
Bu tasarı ile adliye mahkemelerinin kuruluşu
düzenlenmekte ve 21 ilde (Adana, Ankara, Antalya, Bursa, Çorum, Denizli,
Diyarbakır, Edirne, Erzincan, Eskişehir, Gaziantep, İzmir, İstanbul, Kars,
Kayseri, Konya, Malatya, Samsun, Trabzon, Van ve Zonguldak) üst mahkemelerin
(ya da yaygın olarak bilinen adıyla istinaf mahkemelerinin) kurulması
öngörülmekte idi.18.1.2000 tarihinde bu hususta teşkil edilen komisyon
tarafından yeni “Adliye Mahkemelerinin Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanun
Tasarısı” tamamlanmıştır.
b. 1412 Sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nda
ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılasına Dair Kanun Tasarı
Bu tasarı ile CMUK’da muhakemeyi
hızlandırmaya yönelik bazı değişiklikler önerilmektedir. Bunun yanı sıra,
kurulması öngörülen üst mahkemelerin uygulayacakları usul hükümleri de CMUK
tasarısına dahil edilmektedir. 1992 CMUK reformu sırasında getirilen bazı
maddelerde ise değişiklik yapılması teklif edilmektedir. Açıklandığı üzere,
halen yepyeni bir CMUK tasarısı hazırlanmış bulunmaktadır (2000 CMUK tasarısı).
c. Bazı Kanunlardaki Cezaların İdari Para
Cezasına Dönüştürülmesine Dair Kanun Tasarısı
Bu tasarı ile 157 değişik kanunda yer alan
çeşitli cezaların idari para cezasına çevrilmesi öngörülmektedir. Bu öneri,
mahkemelerdeki iş yükünün azaltılmasını hedeflemektedir.
d. 3167 Sayılı Çekle Ödemelerin
Düzenlenmesi ve Çek Hamillerinin Korunması Hakkında Kanunda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı
Karşılıksız olarak çek vermenin
dolandırıcılık olarak nitelendirilerek cezalandırılmasından sonra çıkarılan
3167 sayılı kanun Türk adliyesine büyük bir ek iş yükü getirdi. O kadar ki, çek
davaları asliye mahkemelerini neredeyse tümüyle işgal etti ve onların başka
işlere bakmalarını önemli ölçüde engelledi. Kanun tasarısı ise, çek davalarını
yeni hükümlere bağlayarak bu konuya bir çözüm getirmeyi öngörmektedir.
e. 5680 Sayılı Basın Kanunu’nun Bazı
Maddelerinin Değiştirilmesine Dair Kanun Tasarısı
5680 sayılı Basın Kanunu’nda yapılması
önerilen değişikliklerle, basının haber kaynağını açıklamaya zorlanamayacağı
kuralı getirilmekte, haber ile ilgili belgeleri teslim etmemesi kabul edilmekte
ve tanıklıktan çekinme hakkının saklı olduğu belirtilmektedir. Buna ilaveten,
kişilik haklarına da bir koruma getirilmekte ve bazı suçların mağdurları ile 18
yaşını doldurmamış suç fail ve mağdurlarının okuyucular tarafından
tanınmalarına yol açabilecek haber, yazı ve resimlerinin yayınlanması
yasaklanmaktadır. Örneğin Almanya’da, bu gibi haberlerin sözlü veya görüntülü
medyada naklen verilmesi de yasaklanmıştır. Öte yandan, basın hukuku alanında
suç sayılan fiillerin TCK’nun 199, maddesi uyarınca ön ödemeye tabi tutulması,
kamu davasının açılmamış sayılması sonucunu doğurmaktadır.
f. 1136 Sayılı Avukatlık Kanunu’nda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı
Savunmanın bağımsız yargının bütünleyicisi
olduğu düşünülürse, avukatlık mesleğinin en iyi şekilde yapılabilmesi için
gerekli düzenlemelerin yapılması zorunludur. Tasarı, bu amaca yönelik olarak,
uzmanlaşmayı ön plana çıkaran bazı köklü değişiklikler önermektedir. Birinci
maddede öngörülen değişiklikle, avukata yargının bağımsız bir unsuru statüsü
verilmekte, üçüncü madde ile de avukatlık mesleğine girebilmek için sınav şartı
yeniden getirilmektedir.
g.
Uzlaştırma Kurullarının Kuruluş, Görev ve Yetkilerine Dair Kanun
Tasarısı
Bu tasarı ile, kişilerle idare arasında
özel hukuk ilişkilerinden doğan, konusu para alacağı olan ve adliye
mahkemelerinin görev alanına giren uyuşmazlıkların uzlaştırma yolu ile
çözülmesi önerilmektedir. Bu uygulama, halen yürürlükte olan Futbol Federasyonu
Tahkim Kurulu’nun bir benzeridir ve mahkemeye gidecek olan işlerin sayısında
bir azalma getirecektir.
h.
İcra ve İflas Kanun’nun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı
İcra ve İflas Kanunu, birçok durumlarda
günümüzün değişen ekonomik ve sosyal koşullarına uymamaktadır. Öneri alacaklı
ve borçlunun zıt menfaatlerinin bağdaştırılması, kanundaki boşlukların
doldurulması ve kötü niyetli kişilerin boşluklardan yararlanmasının önlenmesi
amaçlarını taşımaktadır.
i.
İş Mahkemelerinin Kuruluşu, Görevleri ve Yargılama Usulü Hakkında Kanun
Tasarısı
İş Mahkemeleri, Türkiye’de 1950 kurulmaya
başlanmış ancak birçok yerde kuruluşları eksik kalmıştır. Bu tasarıda, tek
hâkimli bir iş mahkemesi esası önerilmekte, bu mahkemelerin görev alanları
genişletilmekte ve hâkime kendiliğinden delil toplama olanağı sağlanmaktadır.
j.
6570 Sayılı Gayrimenkul Kiraları Hakkında Kanun’a Bazı Maddeler
Eklenmesine Dair Kanun Tasarısı
Tasarı, objektif ekonomik verilerden
yararlanan kira tesbit komisyonları oluşturmaktadır. Öneriye göre, kıstaslar
ülke çapında geçerli olacak ve komisyon aylık ve yıllık kira artışları her yıl
Mart ayı sonuna kadar tesbit ve ilan edilecektir.
k. 634 Sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu’nun
Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine, Bazı Maddelerinin Yürürlükten
Kaldırılmasına ve Kanuna Toplu Yapı İle İlgili Maddeler Eklenmesine Dair Kanun
Tasarısı
Çok sayıda bağımsız bölümü kapsayan büyük
blok inşaatlar, Kat Mülkiyeti Kanunu’nda öngörülmeyen sorunları ortaya
çıkarmıştır. Tasarı, toplu inşaatlara ilişkin yeni bir takım kurallar
önermektedir.
l.
Hukuk Yargılama Usulü Kanun Tasarısı
1927 yılından bu yana yürürlükte olan 1086
sayılı Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu’nda parça parça değişiklikler yapılmışsa
da, bu çabalar tam olumlu bir sonuç vermemiştir. Hukuk usul kanun tasarısı ile
de, davaların süratle sonuçlandırılması amaçlanmaktadır.
m. İl İdaresi Kanunu’nun Bazı Maddelerinin
Değiştirilmesi ve Bu Kanuna Bazı Maddeler Eklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı
Yürürlüğe girdiği 1949 yılında, güçlü ve
disiplinli bir il yönetimi oluşturulmasına imkân veren bu kanun, zaman içinde
ortaya çıkan çeşitli nedenlerle, ihtiyacı karşılayamaz hale gelmiştir.
Özellikle örgütlü suçlar devleti ve rejimi tehdit eder boyutlara ulaşınca, bu
yeni suç tipine karşı girişilen mücadelede mevzuatta yeni boşlukların bulunduğu
saptanmıştır. Tasarı ile, bucak teşkilatları kaldırılmakta ve mülki idare
amirlerinin önleyici zabıta görev ve yetkileri yeniden düzenlenmektedir.
n. Ceza İnfaz Yasası
Öneri, cezaevindeki hükümlünün kısıtlanmış
olan hürriyetinin dışındaki haklarını ululararası sözleşmelere uygun hale
getirmeyi amaçlamaktadır ve bu açıdan önemli bir boşluğu doldurmaktadır.
Görüldüğü gibi, yukarıda sıraladığımız
reform önerileri son derece geniş kapsamlıdır ve ceza yargılamaları ile sınırlı
kalmamaktadır. Bizim konumuz münhasıran CAS olmakla birlikte, bütünlüğü
bozmamak amacıyla, diğer alanları da kapsayacak şekilde tüm Bakanlık
önerilerini birer cümle ile özetledik. Şimdi esas konumuza, yani CAS’nin
etkinliğine ilişkin araştırmamıza dönmek istiyoruz.
4. TÜRK CEZA ADALET SİSTEMİ
Araştırma bulgularının sunulmasına ve
yoruma geçmeden önce, mevcut CAS’nin başlıca yapısal özelliklerini ve iş yükü
istatistiklerini kısada gözden geçirmenin yararlı olacağı kanısındayız.
Rakamlar 1997 yılı itibariyledir.
Tablo 2.1’de ceza adalet sistemlerinin
evrensel sayılabilecek işlev ve aşamalarını özetlemiştik. Türk CAS bakımından
da geçerli olan bu temel işlevler şunlardı:
Araştırma (tahkikat), iddia, savunma,
yargılama ve hüküm, kanunyolları, infaz. Şimdi yine bu şemadan yararlanarak,
süreç, işlevler ve aktörler açısından Türkiye’deki durumu anlamaya çalışalım.
a. Araştırma (tahkikat) işlevi ve kolluk (zabıta)
Türkiye’de kolluk hizmetleri, polis ve jandarmayı
içeren “genel kolluk” ve bunlar dışında ve özel kanunlara tabi “özel kolluk”
tarafından yerine getirilir.
i. Polis
Polis ile ilgili olarak halen yürürlükte
olan mevzuat 1934 yılına kadar dayanır. Bu konudaki değişiklikler ise 1985 ve
1991 tarihlerini taşımaktadır. 12 Emniyet Teşkilat Kanunu, polisi önce
“üniformalı” ve “sivil” olarak ikiye ve daha sonra da üniformalı polisi kendi
içinde “vasıtalı” ve “vasıtasız” olarak gene iki gruba ayırır. Kanun, görevleri
açısından da “idari”, “siyasi” ve”adli” polis olmak üzere üçlü bir
sınıflandırma yapmaktadır ki, bizim bu çalışmadaki amacımız açısından asıl
üzerinde durulması gereken adli polistir.
Adli polis, soruşturma işlevini yerine
getiren; başka bir deyişle, suç işlemesi üzerine olaya el koyan ve suçun iz ve
delillerini (tercihan teknik yöntemlerle) tesbit eden, soruşturmayı yürüterek
“sanık” ile suç delillerini savcılığa ileten polis bölümüdür. Adli polis, adli
hizmetler yönünden adli otoritelere bağlı olmakla birlikte, adli soruşturma
görevleri dışında üstlerinin emridedir ve bu husus çeşitli açılardan eleştiri
konusu olmaktadır. Adli görevin yerine getirilmesi sırasında, cumhuriyet
savcısı polisi suç oluşturan olayları kovuşturmakla görevlendirir.
Örgütlenme açısından bakıldığında, Emniyet
Genel Müdürlüğü içinde çeşitli yasalara göre suç sayılan fiillerle ilgilenen
şubeler şunlardır:
—Siyasi Şube Müdürlüğü
—Asayiş Şube Müdürlüğü:
1. Kısım: cinayet, gasp, fidye vb. ağır suçlar
2. Kısım: hırsızlık, emniyeti suiistimal
3. Kısım: yankesicilik, dolandırıcılık vb.
4. Kısım: fuhuş, kumar, eşcinsellik, evini terk eden çocuklar vb.
5. Kısım: teknik hizmetler (suça ve suçluya ilişkin delillerin
araştırılması, parmak izi vb.)
6. Kısım: bilgi toplama bürosu (sabıka tesbiti, sabıka kayıtları, suçun
hangi kısma ait olduğu vb.)
7. Kısım: infaz bürosu
—Narkotik Şube Müdürlüğü
—Mali Şube Müdürlüğü
—Deniz Şube Müdürlüğü
—Trafik Şube Müdürlüğü
—Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü
—Koruma Şube Müdürlüğü
—Hukuk İşleri ve Soruşturma Şube Müdürlüğü
—Genel Bilgi Toplama Bürosu
Ocak 2000 Tarihi İtibarıyla
Polis Sayısı
Silahlı polis 158.240
Genel idare 4.000
Sağlık 500
Hizmetli 250
Eğitim 100
Akademik 74
Bekçi 11.885
Diğer personel 5.260
Toplam 180.565
Polis araştırması, doğal olarak, suçun
öğrenilmesiyle başlar13. Bu noktadan sonra (ve özellikle vahim suçlarda)
karakollar durumu, Emniyet Asayiş Şube Müdürlüğü’ne bildirirler ve soruşturma
bizzat ilgili şube tarafından yapılır. Diğer bazı durumlarda (örneğin taksirli
suçlarda, olayın failinin ve niteliğinin hemen saptanabileceği durumlarda, vb.)
karakollar soruşturmayı kendileri ikmal ederek dosyayı savcılığa sevk ederler.
İhbar veya şikâyetin doğrudan savcılığa yapıldığı durumlarda ise, savcı olayı
kendi takdirine ve önem derecesine göre
belirleyeceği bir polis birimine havale eder. Genel kural olarak, savcılık
dosyayı, vahim bulduğu ve olayın aydınlatılmasının güç olduğu hallerde Emniyet
Asayiş Şube Müdürlüğü’ne, daha basit işlerde ise mahalli karakollara iletir.
ii. Jandarma
Genel kolluğun bir dalı olan jandarma, 1983 tarihli Jandarma
Kanunu çerçevesinde görev yapar. Jandarma, adli görevler yönünden savcı ve sulh
hâkimine bağlıdır. Örgütlenmesi ise, il ve ilçe jandarma komutanlıkları
çerçevesinde gerçekleşir. Uygulamada, kırsal alandaki hazırlık soruşturmalarını
jandarma yapmakta, savcılar ise sadece ölümle sonuçlanan vakalarda devreye
girmektedir. Esasen polis ile jandarmanın yaptıkları görev aynı olup, aradaki
fark sadece görev alanları bakımındandır. 2000 Ocak tarihi itibariyle
jandarmada çalışan personelin tüm sayısı 240.000’dir.
iii. Çarşı ve mahalle bekçileri ve özel kolluk
Konumuzu doğrudan ilgilendirmemekle
birlikte, soruşturma aşamasındaki aktörler arasında, bekçiler ve özel kolluk
görevlilerinin de sayılması gerekir.
b. İddia (itham) işlevi ve savcılık
Bilindiği gibi, kamu adına iddia görevini
yapan ve dava açan makam Cumhuriyet Savcılığı’dır. Savcılık hiyerarşik bir
örgütlenme yapısına sahiptir ve savcılar, hâkimlerin tersine “bağımsız”
değildir. Örneğin Adalet Bakanı, kamu davası açması için savcıya emir
verebilir.
Türkiye’de geçerli olan “yasallık
sistemi”ne (bu sistem “kamu davasının mecburiliği sistemi” olarak da
adlandırılmaktadır) göre, yeterli şüphe mevcutsa, savcı kamu davasını açmakla
yükümlüdür. Bir başka deyişle, böyle durumlarda savcının dava açmamak gibi bir
seçeneği bulunmamaktadır. Oysa “maslahata uygunluk sistemi”nde, yeterli
şüphenin mevcut olduğu durumlarda bile, savcıya kamu çıkarlarını gözeterek dava
açmama hususunda takdir hakkı tanınır14.
1997 verilerine göre, Türkiye’de 3, 156
savcı görev yapmaktaydı. Bunların 81’i Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nde (11’i
DGM Başsavcısı olmak üzere) görevliydi15.
Tablo 4.1’de büyük illerimizde
savcılıkların iş yükü ile ilgili veriler sunulmaktadır. Bu tablodan görüldüğü
gibi, hazırlık soruşturması ve ilamat olarak, Türkiye’de savcıların önüne gelen
toplam dosya sayısı 3, 474, 341’dir (1977 verileri). Hazırlık soruşturması
tamamlanan vakaların ise ancak % 30 kadarı kamu davasının açılmasıyla
sonuçlanmakta, geri kalan % 70 dolaylarında dosya hakkında ise takipsizlik,
yetkisizlik vb. gibi nedenlerle dava açılmamakta ya da dosyalar bir sonraki
yıla devredilmektedir. Gene Tablo 4.1’deki verilerin ortaya çıkardığı ilginç
husus, ceza davalarında İstanbul ilinin taşıdığı ağırlıktır. Hazırlık
soruşturması için savcıların masasına gelen işlerin % 36’sı İstanbul ilindedir.
Görüldüğü gibi, bu açıdan İstanbul ili, nüfusunun çok ötesinde bir ağırlık
taşımaktadır. Bunun doğal bir sonucu olarak da, İstanbul’da bekleme süreleri
uzamaktadır. Örneğin, Türkiye çapında hazırlık soruşturması için bekleyen (bir
önceki yıldan devreden artı o yıl gelen) dosyaların yıl içinde % 67’si bir
sonuca bağlanırken, İstanbul’da bu oran sadece % 49 dolayındadır. Başka bir
deyişle, hazırlık soruşturması, dosyaların Türkiye genelinde üçte birini,
İstanbul’da ise yarısı, bir sonraki yıla devredilmektedir. İlamat için bekleyen
dosyalardaki benzer bir durum söz konusu olup, bunlarda Türkiye için bir
sonraki yıla devir oranı % 35, İstanbul için ise % 49’dur.
Savcılıkların toplam iş yükünün ise %
55’inin Tablo 4.1’de yer alan altı büyük ilde toplandığı görülmektedir.
Türkiye’de 1997 yılında Cumhuriyet Savcıları tarafından açılan kamu davalarının
hemen hemen yarısı (% 48) yine bu altı ilimiz tarafından paylaşılmaktadır.
Tablo
4.1a
Cumhuriyet
Başsavcılıklarının İş Yükü
a. Hazırlık Soruşturması
Toplam Bir
önceki 1997’de Toplam Kamu
iş yıldan gelen çıkan iş davası
devir açılan
İstanbul 834,
936 361, 945 472, 991 412, 118 154, 941
Ankara 186,
885 75, 975 110, 910 110, 652 57, 694
İzmir 173,
717 48, 565 125, 152 116, 221 50, 387
Adana
72, 947 23, 457 49, 490 47, 504 24, 406
Bursa 72,
342 16, 484 55, 858 54, 750 27, 260
Konya 38,
106 4, 306 33, 800 33, 079 15, 082
Türkiye 2,
293, 547 669, 647 1, 623, 900 1, 542, 551 685, 122
a. Hazırlık Soruşturması
İstanbul 208,
962 101, 137 107, 825 106, 862
Ankara
92, 901 32, 732 60, 169 59, 290
İzmir 107,
587 37, 338 70, 249 71, 350
Adana 40,
526 17, 416 23, 110 22, 336
Bursa 45,
115 13, 620 31, 495 30, 922
Konya 25,
922 6, 526 19, 396 18, 061
Türkiye 1,
180, 794 395, 283 785, 511 772, 492
Kaynak: Adalet İstatistikleri, Devlet İstatistik
Enstitüsü, Ankara: 1998
c. Yargı İşlevi ve Hâkimler
Yargılama işlevinin ana unsuru olan hâkimler,
Türk sisteminde adli, idari ve askeri olmak üzere üçe ayrılmaktadır. Hâkimlik
mesleği esas itibariyle Hâkimler ve Savcılar Kanunu, Hâkimler ve Savcılar
Yüksek Kurulu Kanunu ve Askeri Hâkimler Kanunu tarafından düzenlenmiştir. Hâkim
adaylığına atamalar Adalet Bakanlığı tarafından yapılır. Hâkimlerin tayin,
terfi, yer değiştirme gibi özlük işleri ise, Hâkimler ve Savcılar Yüksek
Kurulu’na bırakılmıştır.
1997 yılı istatistiklerine göre Türkiye’de
adli yargıda toplam 5, 503 hâkim görev yapmaktadır. Bunlar içinde (bizim
araştırmamıza konu teşkil eden mahkemelere bakacak olursak), Ağır Ceza
hâkimlerinin sayısı 576, Asliye Ceza hâkimlerinin sayısı 577, Sulh Ceza
hâkimlerinin sayısı ise 174’tür16.
d. Mahkemeler
Türk ceza adaleti sisteminde görev yapan
mahkemeler ve görev alanları şunlardır:
i. Anayasa Mahkemesi
Bilindiği gibi, Anayasa Mahkemesi bir ceza
mahkemesi olmamakla birlikte, özel durumlarda Yüce Divan sıfatı ile ceza
mahkemesinin işlevini üstlenmekte ve yargılama yetkisini kullanmaktadır.
Anayasa Mahkemesi kararları kesindir ve temyizi söz konusu değildir. Anayasa
Mahkemesi bir başkan ve bir başkan vekili ve 13 üyeden oluşur.
ii. Yargıtay
Yargıtay’ın başlıca görevleri esas
mahkemeler tarafından verilen kararların denetlenmesi ve içtihat birliğinin
sağlanmasıdır. 1997 yılı istatistiklerine göre, Yargıtay’da 1 Başkan, 2 Başkan
Vekili, 1 Cumhuriyet Başsavcısı, 2 Cumhuriyet Başsavcı Vekili, 21 Hukuk
Dairesi Başkanı, 11 Ceza Dairesi Başkanı, 238 üye, 93 savcı ve 359 tetkik
hâkimi görev yapmaktadır. Bu rakamlara bakıldığında, Türk Yargıtayı’nın dünyada
eşine az raslanır genişlikte bir kadro ile çalıştığı anlaşılır. Kadro
genişliğinin başlıca gerekçelerinden biri ise, Türk Yargıtayı’nın sadece norm
kontrolü yapmakla yetinmeyip, davanın maddi unsurları ve bu husustaki
takdirleri de denetlemesidir. Oysa, bu işlevler birçok sistemde bir ara üst
mahkeme tarafından üstlenilmektedir.
Tablo 4.2’de Yargıtay Ceza Daireleri’nin
yıllar içindeki iş yükü görülmektedir. Şekil 4.1’de ise, Yargıtay Ceza
Daireleri’nin, gelen dosyaları aynı yıl içinde karara bağlama yüzdesi
verilmektedir. Görüleceği üzere, bu oran hayli yüksektir ve % 90’lar civarında
seyretmektedir.
Tablo
4.2
Yargıtay
Ceza Dairelerinin İş Yükü
1988 1990 1992 1994 1996 1997
Gelen 113,306 101,140 116,516 127,588 120,149 136,129
Karara
bağlanan
93,349 86,883 102,534 118,039 112,379 124,327
Sonraki yıla
devir 19,957 14,257 13,983 9,949 7,770 11,802
a Kaynak: Adalet İstatistikleri, Devlet İstatistik
Enstitüsü, Ankara: 1998
Şekil
4.1
Yargıtay
Ceza Dairelerinde Davaların Aynı Yıl İçinde
Karara
Bağlanma Oranları
iii. Genel Ceza Mahkemeleri
Genel ceza mahkemeleri, suçun niteliğine göre, Sulh Ceza, Asliye
Ceza ve Ağır Ceza olmak üzere üçe ayrılmıştır. Başlangıçta da belirttiğimiz
gibi, bundan sonraki bölümde sonuçlarını özetleyeceğimiz araştırmamız, İstanbul
ilinde kurulu bu üç tür ceza mahkemelerinde yürütülmüştür.
5. ARAŞTIRMANIN BULGULARI
Araştırmanın bulgularını özetlerken, önce genel
sonuçlara bir göz atacak, daha sonra - en fazla eleştiri konusu olması
nedeniyle - ceza davalarının çeşitli aşamalarının süreleriyle ilgili
bulgularımızı biraz daha ayrıntılı olarak ele alacağız.
a. Suçun Öğnenilmesi, İlk işlemler ve Sanık
Suçların büyük çoğunluğu ilk kez polis (%
50) veya savcılık (% 36) tarafından öğrenilmektedir. Araştırmamız İstanbul’u
kapsadığından, doğal olarak, jandarmanın öğrendiği suç sayısı yok denebilecek
kadar azdır. Suçların üçte ikisine yakın bir kısmı ihbar ve şikâyet yoluyla
öğrenilmektedir. Resen öğrenilen suç oranı da üçte bir dolayındadır ve bu oran
Batı ülkelerinde rastlananın bir hayli üzerindedir. Resen öğrenme oranının en
yüksek olduğu suçlar, asliye ceza mahkemelerinin görev alanına girenlerdir.
Bunu sırasıyla sulh ceza ve nihayet ağır cezalık suçlar izlemektedir.
İlginç bir husus da, suçların % 88’inde,
suçun öğrenildiği anda sanığın da kim olduğunun bilinmesidir. Bu demektir ki
polis, 10 vakanın ancak birinde suçluyu bulup ortaya çıkarmak göreviyle karşı
karşıya kalmaktadır.
Suça ilişkin olarak kolluk kuvvetlerinin
yaptığı ilk işlem ise doğal olarak suçun nevine göre değişmektedir. Genel bir
bakışla, sanığın yakalanması, ifadesinin alınması, üstünün aranması ile olay
mahallinde tesbit yapılarak tutanak tutulması ilk sıraları almaktadır.
Kolluk kuvvetleri sanığın kimliğini
genellikle evrak üzerinden tesbit etmektedir (% 77). Olayların % 17’sinde bu
işlem sanığın ifadesiyle, % 4’ünde ise tanıklarla yapılmaktadır. Kimlik tesbiti
için nüfus idaresine başvurulması istisnai bir durumdur (% 1.5). Kimlik tesbiti
doğal olarak bir iki gün içinde bitirimekteyse de, bu işlemin iki yıla kadar
uzadığı durumlara bile rastlanması hayli düşündürücüdür. Nitekim, vakaların %
10 kadarında kimlik tesbiti iki haftanın üzerinde, % 5’inde ise 40 günün
üzerinde vakit almıştır. Günümüzün teknolojik imkânları göz önüne alındığında,
kimlik tesbitinin bu kadar uzamasını izah edebilmek kolay değildir. Öte yandan,
sanıkların beşte birinin kimliğinin de kendi ifadeleriyle veya tanık aracılığıyla
tesbit edilmesi de düşündürücüdür.
Suçun öğrenilmesinden sonra yapılan ilk
işlemlere ilişkin bir başka ilginç bulgu da, polis tarafından ifadesi alınan
sanık oranının üçte iki dolaylarında kalmasıdır. Gerçi, suçların % 21 kadarında
ön ödeme yapılmıştır ama, ağır ceza mahkemelerinin görev alanlarına suçlarda
bile ifade alınma oranı % 80 dolayındadır. Bu durumda polisin her suçlunun
ifadesini almadığı anlaşılmaktadır. Eğer savcı da ifade almazsa, dava sanığın
ifadesi olmaksızın açılabilmektedir ki, bu durum savunma açısından
sakıncalıdır. Oysa örneğin Almanya’da, sanığın ifadesi alınmadan dava
açılamayacağı hükme bağlanmıştır.
Olayların büyük çoğunluğunda, polisin
sanığın ifadesini alma süresini dosyada görebilmek mümkün olamamıştır. Bu
sürenin saptanabildiği az durumda (% 13) ise, ifade alma süresi genellikle 10
dakika ile 1 saat arasında sürmektedir. Ancak çok az sayıda da olsa, bazı ifade
alma işlemlerinin 70 saate kadar uzayabildiği görülmüştür. İfadesi alınan
sanıkların suçlarını ikrar etme oranını da hayli yüksek olduğu (% 72)
gözlenmiştir. Ancak şurası da bilinen bir gerçektir ki, polise yapılan ikrar
mahkemede hemen her zaman reddedilmekte ve ifadenin baskı altında verildiği
ileri sürülmektedir. Bu iddialardaki gerçeklik payını ise dosyalardan çıkarabilmek
kuşkusuz söz konusu olamaz.
b. Suçun Niteliği
İstanbul mahkemelerine intikal eden
suçların türüne baktığımızda oldukça çarpıcı bir durum ortaya çıkmaktadır. Türk
Ceza Kanunu’nun ve çeşitli özel kanunların değişik maddeleri arasında geniş bir
dağılım gösteren suçların sadece tek bir konuda önemli bir yığılma gösterdiği
görülmektedir: 3167 sayılı Çekle Ödemelerin Düzenlenmesi ve Çek Hamillerin
Korunması Kanunu’na muhalefet suçları.
Türkiye genelindeki istatistiklere
bakıldığında, 1997 yılında ceza mahkemelerinde açılan toplam 1, 235, 543
davadan 186, 468’i, 3167 sayılı Kanun’un maddelerine göre açılmıştır. 17
Türkiye genelini yansıtan bu % 15’lik oran, bizim İstanbul mahkemeleri ile
ilgili bulgularımızın bir hayli altındadır ve esasen bu beklenen bir durumdur.
Sanayi ve ticaret hayatının merkezi olan İstanbul ilinde çek kullanımının ve
dolayısıyla da buna ilişkin suçların oranının Türkiye ortalamasının üzerinde
olması sürpriz değildir. Nitekim, bizim incelediğimiz dosyalar içinde, sanığın
birinci suçunun 3167 sayılı Kanun’a aykırı davranış olarak saptandığı davaların
oranı % 28.5’tur.Bir başka deyişle, tüm ceza davalarının genelinde % 15’i,
İstanbul’da ise % 29’u tek bir “suç”a ilişkindir. Öneriler kısmında da
değinileceği gibi, tek bir kanunla ilgili davaların mahkemeleri bu denli meşgul
etmesi, bu konuda mutlaka bir şeyler yapılmasını zorunlu kılmaktadır. Kaldı ki,
söz konusu olan ekonomik bir suç olduğu için, düzenleme de daha rahat
yapılabilir.
Belirttiğimiz gibi, başka hiçbir suçtan
açılan davaların oranı Çek Kanunu’na yaklaşmamaktadır. İkinci sırada bulunan
“kişilere karşı müessir fiiller”in oranı, TCK madde 456 % 5.7 ve TCM madde 459
% 5.1 olmak üzere yüzde 11 dolayındadır.
İstanbul ceza mahkemelerine intikal eden
suçların beşte ikisinin şikâyete bağlı suçlar oluşturmaktadır. Şikâyetlerin ise
çoğunluğu savcılığa (% 64), daha küçük bir kısmı (% 29) da polis karakollarına
yapılmaktadır.
Açılan ceza davaları ile ilgili ilginç bir
gözlem de, dosyaların yaklaşık % 15’inde, suçu öğrenen merciin isnat ettiği suç
ile savcının iddianamesindeki suçun farklı olmasıdır.
c. Şüpheli ve Sanık Hakları
Bir yandan yargılama sürecinin
hızlanmasını sağlamaya çalışırken, diğer yandan sanık haklarını titizlikle
korumak ve mümkün olduğunca adil bir karar vermek tutturulması kolay bir denge
değildir. Ancak, yargılatmayı yavaşlatma pahasına da olsa, şüpheli ve sanık
haklarına saygı duyulması gereği, hukuk devletinin temel ilkelerindendir. Tablo
5.1’de, incelenen dosyalarda, ilk işlemler sırasında bu haklar ile ilgili
olarak elde edilen çeşitli veriler özetlenmektedir. Görüldüğü gibi, bu
bulgulara dayanarak, sanık haklarına titizlikle riayet edildiğini söylebilmek
mümkün değildir. Özellikle CMUK’un bazı maddeleri neredeyse yokmuşcasına
davranılmaktadır. Tablo 5.1 ile ilgili olarak belirtilmesi gereken diğer bir
husus da, herhangi bir soru ile ilgili olarak kayıtlı bilgi bulunan dosyaların
sayısı üzerinden hesaplandığıdır. Oysa örneklemdeki tüm dosyalar dikkate
alınarak bir hesap yapılsa, durum daha da kötüleşecektir. Örneğin bilgi bulunan
dosyaların % 72.4’ünde şüpheliye veya sanığa susma hakkının söylendiği
kaydedilmiştir. Ancak incelenen 1114 dosya içinde bu oran sadece % 46.5 olarak
bulunmuştur. Oranlar arasındaki fark, dosyaların % 35.8’inde bu konuda bir
kayıt bulunmamasından kaynaklanmaktadır.
Tablo
5.1
İlk
İşlemler ve Şüpheli ve Sanık Hakları
Evet Hayır Belirsiz
Rızaya dayalı aramada, sanığa rıza
göstermeme
hakkı
bildirilmiş mi? 5.5 62.7 31.8
Hazırlık soruşturmasında ancak hâkim
tarafından
yapılabilen soruşturma işlemleri yapılmış
mı? 16.2 82.7 1.0
Tutuklamada CMUK 104/4 18 uygulanmış mı? 2.7 90.3 7.0
Tutuklamada gıyabi karar verilirken müdafi
hazır
bulunmuş mu? 11.0 74.4 13.7
İfade almak için çağrılan kişiye isnat
edilen suç ve
zorla getirme sebepleri yazıla bildirilmiş
mi? 15.0 25.7 59.3
Sanık/tutuklu ifade alınmadan önce müdafi
ile
başkasının duyamayacağı ortamda görüşülmüş
mü? 8.0 52.4 39.5
İfade alınırken, sanığa kendisine isnat
edilen suç
anlatılmış mı? 86.6 8.7 4.6
Sanığa müdafi tayin hakkı söylenmiş mi? 77.5 16.8 5.7
Sanığa susma hakkı söylenmiş mi? 72.4 19.1 8.5
İfade öncesinde müdafi hukuki yardım
yapmış mı? 5.7 76.1 18.2
Müdafi hazırlık evrak ve dosyasının
tamamını
inceleme imkânı bulabilmiş mi? 21.1 17.5
61.4
Müdafiin hazırlık evrakını incelemesi sulh
hâkimi
kararı ile kısıtlanmış mı? 0 89.2 10.8
Hukuka aykırı delil elde edildiği
konusunda bir
iddia var mı? 1.7 97.1 1.2
d. Faillerin Profili
Daha önce birkaç kez belirttiğimiz gibi, bu
araştırmanın temel amacı ceza yargılama sürecini izlemek ve bu süreçteki
aksaklık ve tıkanıklıkları ortaya çıkarmaktı. Bu nedenle, suçlularının
özellikleri hakkında kapsamlı bir veri toplama işlemine girişilmedi. Gerçekten,
böyle bir çalışma, başlı başına kriminolojik araştırmanın konusu olurdu.
Nitekim, gerek başka ülkelerde, gerek Türkiye’de bu tür çeşitli araştırmalar
bulunmaktadır.
Sulhi Dönmezer, “Kriminoloji”, gözden
geçilmiş sekizinci bası, Beta, İstanbul 1994
Walter Bromberg, “Crime and the mind”,
London 1948
H. J. Eysenck. “Crime and personality”,
London 1964
D. J. West, “The young offender”, Middesex
1976
L. Negrier -
Domont, “Criminologie, Paris 1992
R. Gassin,
“Criminologie”, Paris 1990
Ancak bu
araştırmada kullanılan veri toplama formu, suçun mağdurları ve failleri
hakkında, çok sınırlı da olsa, bazı bilgiler edinmemizi sağlayan sorular
içeriyordu. Biz burada, faillerle ilgili birkaç özet bulguyu aktarmakla
yetineceğiz.
Şekil 5.1’de,
incelenen 1114 dosyadaki faillerin yaş dağılımları gösterilmektedir.
Şekil 5.1
Faillerin Yaş Dağılım
Görüldüğü
gibi, failerinin en fazla yoğunluştukları yaş grupları 30 - 39 arası (% 31.8)
ve 20 - 29 arasıdır (28.4). Yine Şekil 5.1’den, vakaların yaklaşık % 7’sinde
failin yaşının kaydedilmediği görülmektedir. Bu bilgi eksikliği, medeni durum,
meslek vb. hususların yanında, cinsiyet gibi aşikâr durumlar için bile
geçerlidir. Nitekim, incelenen dosyaların
% 4’ünde failin cinsiyeti, % 22’inde işi/mesleği ve % 15’inde de medeni
durumu ile ilgili bilgiye rastlanmamıştır. Kayıt bulunan dosyalar üzerinden
yapılan hesaba göre, % 95 gibi ezici çoğunluğu erkek olan faillerin, %42’si de
mesleklerini “serbest” olarak beyan etmişlerdir. Herhalde bu nitelemenin de
çoğunluk için “işsiz” veya “boşta gezer” şeklinde anlaşılması gerekir.
Belki
yukarıdaki demografik bilgilerden de daha ilginç olanı, faillerin sabıkalarıyla
ilgil kayıtlardır. İncelenen dosyalardaki faillerin % 17’sinin sabıka kaydının
bulunduğu, % 61’nin sabıkasız olduğu, % 17’sinin ise sabıka durumunun
bilinmediği belirtilirken, % 5’i hakkında hiçbir bilgi işlenmemiştir. Bu
bulgular, mükerrer suç işleme oranının hayli yüksek olduğunu göstermektedir.
İncelemenin
açıkça ortaya çıkardığı bir husus ise, diğer bütün konularda olduğu gibi,
failin özellikleri ile ilgili kayıtların da çok eksik, üstünkörü ve muhtemelen
de yüksek bir hata oranı ile tutulduğudur.
6. CEZA
ADALET SİSTEMİNİN HIZI
CAS’nin etkinliğine
ve hızına ilişkin bulgularımı sunarken, sistemin etkinliğini azaltan nedenlere
göre yaptığımız bir sınıflandırmadan yararlanacak ve gerek işlem sürelerini,
gerek diğer darboğazları bu sınıflandırmaya göre yorumlamaya çalışacağız. Tablo 6.1’de, CAS’nin aktörlerine ve
sosyokültürel yapıya göre birer kaba sınıflandırma öneriyoruz.
Tablo 6.1’e göz
attığımızda, örneğin bir davanın süresi söz konusu olduğunda, bu süreyi
etkileyen etmenlerin neler olabileceğini görüyoruz. Sözgelimi, aktörlere göre
bir değerlendirme yaptığımızda, sistemin işleme sürecinde yeri olan bütün
aktörlerin, süreci hızlandırıcı veya yavaşlatıcı bir etkisinin olabileceği
açıktır. Bu etkiler de, toplumsal veya bireysel kaynaklı olabilir. Örneğin
soruşturma yapma konusunda eğitilmemiş bir polis gücünüz varsa, bu aktörden
kaynaklanan genel bir gecikme olgusu yaşanacaktır. Öte yandan, yargılamanın
uzamasında müvekkili açısından yarar gören tek bir avukat, bilgisi, becerisi ve
ikna gücü oranında, ciddi bir “hız kesici unsur” haline gelebilir.
Tablo 6.1
CAS’nin Etkinliğini Azaltabilecek Etmenler
Aktörlere Göre
Kolluk kuvvetleri
Savcılık, sorgu
hâkimliği
Hâkim
Savunma
Mağdur
Tanık
Bilirkişi/ uzman
Sosyokültürel Kaynağa Göre
Yapısal
Uluslararası
antlaşmalar, Anayasa, yasalar vb.
Kurumsal / örgütsel
Örgütlenme, iş yükü,
kurumlar arası ilişkiler, altyapı vb.
Kültürel
Genelde toplumun kültürel
yapısı ve değerleri, özelde adli kültür
Gecikmelerin
sosyokültürel kaynakları arasında, değişmesi daha güç olanlar, yapısal ve
kültürel etkenlerdir. Tablo 6.1’de de belirtildiği gibi, yapısal etkenler,
uluslararası antlaşma ve kurallardan rejimin niteliğine ve yargılama usul
kanunlarına kadar uzanan bir yelpaze oluştururlar. Bu kurallardan uluslararası
nitelikte olanları ile ilgili olarak bir ülkenin yapabileceklerinin çok sınırlı
olduğu açıktır. Esasen genelde temel hakları güvence altına alan bu kuralların,
sadece sürat uğruna feda edilmeleri de arzulanır bir şey olamaz. Aynı şekilde, bütün
demokrasilerde tanınan anayasal hakların da muhafaza edilmesi gerektiği
kesindir. Bütün ülkelerde, özellikle kriz ve terör dönemleriyle suçluluğun
arttığı zamanlarda, kamuoylarından bu tür haklara karşı itirazlar yükselebilir.
Bu ittirazların temelinde genellikle, suçluların toplum zararına fazla
korunduğu, cezalandırmanın uzamasının suçu teşvik edici bir rol oynadığı gibi
iddialar yatar. Ancak yukarıda da belirttiğimiz gibi, sürati CAS’nin tek hedefi
olarak görebilmek ve adaletin doğru bir şekilde tecellisine tercih edebilmek
mümkün değildir.
Öte yandan,
usul kanunlarında gereksiz gecikmelere yol açan, hakların kötüye kullanılmasına
imkân tanıyan, teknolojinin sunduğu kolaylıkları dışlayan maddelerin
değiştirilmesinin gereği herkes tarafından kabul edilmektedir. Ülkemizde bu
amaçlarla yapılmış çalışmalar ve düzeltme - hızlandırma önerileri bulunmakla
beraber, maalesef bugüne kadar usul kanunlarında köklü bir reform
gerçekleştirilebilmiş değildir.
Tablo 6.1’in
son kategorisinde, genel ve özel kültürel özellikler yer almaktadır. Toplumun
kültürel değerleri de, adli kültür de yargılama sürecini etkileyecektir. Ancak,
sosyologların ve antropologların çok iyi bildiği gibi, kültürel değişme oldukça
yavaş bir süreçtir ve teknolojik değişimi bir hayli geriden izler. Üstelik,
anayasalardan, kanunlardan farklı olarak, kültürleri parlamento kararlarıyla,
yeni kanun maddeleriyle değiştirmek de mümkün değildir. Fakat bu noktada,
kültürle eğitim düzeyini karıştırmak gibi bir yanılgıya düşmemek gerekir.
Bilindiği gibi, inançlar ve kültürel değerler kişinin çok derinden hissettiği,
içselleştirildiği içine geçirdiği ve çoğu zaman farkına bile varmadan
davranışlarını uydurduğu kalıplardır. Bu bakımdan, eğitimle giderilebilecek
bilgisizlikleri, teknik eksiklikleri vb. kültürel özellikler olarak görmek
hatalı olur.
CAS’nde kısa
dönemli bir takım iyileştirmeler ve hızlandırmalar amaçlandığında, en verimli
tutum, “kurumsal - örgütsel” olarak nitelediğimiz etmenler üzerinde
odaklaşmaktır. Sistemin örgütlenişi, toplam iş yükü, bu iş yükünün dağıtılması
gibi etkenler, süreci hızlandırmakta veya yavaşlatmakta önemli bir rol
oynamaktadır. Yargılama sürecinin aktörleri arasındaki veya mahkeme ile diğer
kurumlar arasındaki haberleşme - bilgi alma teknikleri, mahkemelerin teknolojik
altyapısı, sabıka tesbitinin yöntemi, tebligat yöntemi gibi etmenler de,
kurumsal - örgütsel kategorisine girmektedir ve bunların değiştirilmesi ve
düzeltilmesi diğer kategorilere göre çok daha basit ve az zahmetlidir. Bütün
mahkemelerin ciddi bir bilgisayar altyapısına kavuşturulması, haberleşmelerde
uzun yazışmalar, mektuplaşmalar yerine faksın standart uygulama haline
getirilmesi, hâkim-savcı kadrolarının rasyonel dağılımı, yük analizlerinin
yapılması gibi çalışmalar kuşkusuz bütün sorunları çözemez ama, sistemin daha
hızlı çalışmasına önemli katkılarda bulunabilir.
Gerçekten,
ülkemizde CAS (ve genelde tüm yargı sistemi) ile ilgili yakınmaların başında,
sistemin yavaşlığı gelmektedir. Adalet Bakanlı’nın derlediği verilerin
yayınladığı Adalet İstatistikleri’nde, sürecin çeşitli aşamaları ile ilgili
ortalama süreleri bulmak mümkündür. Bu rakamlara bakıldığında, sistemin
“ortalama” olarak sanıldığı kadar yavaş olmadığı söylenebilir. Ancak, sadece
ortalamaları dikkate almak bazı durumlarla bizi yanıltabilir. Davaların,
sözgelimi beşte veya altıda biri ortalamanın çok üzerinde sürelerde sonuca
ulaştırılabiliyorsa, ortalama değer, gayet makul de olsa, sistemde önemli sıkıntılar
var demektir.
Genel bir
fikir edinebilmek için Türkiye İstatistiklerine bir göz atacak olursak, 1997
yılında ceza mahkemeleri tarafından toplam 1, 183, 859 davanın karara
bağlandığını görüyoruz. Bunların % 65’i aynı yıl içinde açılmış olan
davalardır. Geriye kalan üçte birinin açılma tarihi ise 1993 ve daha öncesinde
kadar uzanabilmektedir. Şöyle ki, 1997 yılında karara bağlanan davaların
% 65.4’ü 1997
(773, 871)
% 25.8’i 1996 (305, 015)
% 4.6’sı 1995 (54, 216)
% 1.9’u 1994 (22, 909)
% 2.4’ü 1993 (27, 848)
yıllarında
açılmıştır. Yukarıda da belirtildiği gibi, yüzde olarak bakıldığında bu
istatistikler nisbeten tatminkâr gözükebilir. Ancak madalyonunun diğer yüzünde
de, 30,000’de yakın ceza davasının - ceza mahkemelerinde- 4 yıl veya daha uzun sürdüğü
gerçeği yatmaktadır. Bu sürelere Yargıtay dahil değildir.
CAS’nin hızı
hakkında ayrıntılı bir fikir edinebilmek için önce araştırmamızdaki toplam
sürelerle ilgili bulguları ele almak istiyoruz. İstanbul ceza mahkemelerinden
aldığımız örneklemde, suçun işlendiği tarihle hükmün kesinleşmesi arasında
geçen toplam sürenin ortalaması 368, ortancası 20, (median) ise 238 gündür.
Ancak bu dağılımın standart sapmasının da 370 gün gibi son derece yüksek
olması, davaların bitiş sürelerinin çok değişken olduğuna işaret etmektedir. Gerçekten incelenen dosyalar
arasında 2 gün içinde kesin hükme bağlanan bir davaya rastlandığı gibi, 2318
gün (yani tam 6 tam yıl 128 gün) süren dava da gözlenmiştir. Toplam sürelerle
ilgili ayrıntılı istatistikler Tablo 6.2’de verilmiştir. Bu tabloyu birkaç
kelime ile yorumlayacak olursak, şunları söyleyebiliriz:
Davaların
yarısı 6 ayın (238 gün), % 15’i ise 3 ayın altında kesin hükme bağlanmaktadır.
Türkiye genelinde bir yıl içinde hüküm oranının % 65 olduğunu yukarıda
görmüştük. Bu oran İstanbul ceza mahkemeleri için de hemen hemen aynıdır (%
66.5). Diğer süreler de, Türkiye ortalamalarına çok yakın olarak bulunmuştur.
Bu bulgulara dayanarak, ceza davalarının süreleri açısından İstanbul’un,
Türkiye’nin bütününden farklı bulunmadığını söyleyebiliriz.
İşin sorunlu
yanlarına gelince. Tablo 6.2’den de görüldüğü gibi, davaların % 30’u 408, %
20’si 551, % 10’u ise 820 günün üzerinde bir sürede karara bağlanmaktadır. Üç
yılı da aşan davaların oranı ise % 5 dolaylarındadır.
Görüldüğü
gibi, uzayıp giden davaların oranı küçümsenecek bir sayı değildir ve davaların
üçte birinde kesin hükme ulaşma süresi bir yılı aşmaktadır.
Tablo 6.2
İstanbul Ceza Mahkemelerinde Süreler
(Suçun İşlenmesi İle Kesin Hüküm Arasındaki Toplam Gün
Sayısı)
Gözlem Sayısı 1, 028
Ortalama 368
Ortanca 238
Standart
Sapma 370
Asgari Süre 2
Azami Süre 2, 318
% 5’lik dilimler:
5
56
10
76
15
92
20
109
25
128
30
146
35 168
40
193
45
214
50
238
55
274
60
316
65
354
70
408
75
473
80
551
85
662
90
820
95 1,
147
Tüm sürelerin çeşitli adliyelere ve
mahkemelere göre nasıl bir dağılım gösterdiği Tablo 6.3’te verilmiştir. Tahmin
edilebileceği gibi, ortalama olarak, en uzun süre ağır ceza davalarına ilişkisi
bulunmakta, bunları asliye ve sulh ceza izlemektedir. Gün olarak belirtecek
olursak, bu ortalamalar sırasıyla 522, 403 ve 232 gündür. Sultanahmet hariç
bütün ilçelerin ortalamalarında bu sıranın geçerli olduğu gözlemlenmektedir. 21
Tablo 6.3’teki süreler incelendiğinde, ilçelerin adliyeleri arasında da önemli
farklılıklar bulunduğu anlaşılmaktadır.
Tablo
6.3
Adliyelere
ve Mahkemelere Göre Ortalama Toplam Süreler
(Suçun
İşlenmesinden Hükmün Kesinlenmesine)
Bakırköy 377
Ağır Ceza 642
Asliye
Ceza 417
Sulh Ceza 208
Beyoğlu 348
Ağır Ceza 470
Asliye
Ceza 400
Sulh Ceza 153
Eyüp
406
Ağır Ceza 441
Asliye
Ceza 416
Sulh Ceza 372
Fatih
201
Asliye Ceza 242
Sulh Ceza 136
Kadıköy
336
Ağır Ceza 548
Asliye Ceza 324
Sulh Ceza 136
Kartal
294
Ağır Ceza 572
Asliye Ceza 287
Sulh Ceza 227
Üsküdar 275
Ağır Ceza 517
Asliye
Ceza 264
Sulh Ceza 239
Sultanahmet 476
Ağır Ceza 484
Asliye Ceza 516
Sulh Ceza 240
Toplam
368
Ağır Ceza 522
Asliye
Ceza 403
Sulh Ceza 232
Bu durumda, uzamalara, tıkanıklıklara daha
anlamlı bir teşhis koyabilmek için toplam sürenin parçalarını incelemek
gerekir. Bir ceza yargılamasında, suçun işlendiği tarihten hükmün
kesinleşmesine kadar olan aşamalar Şekil 6.1’de özetlenmiştir. Bu aşamalar
arasındaki süreleri adım adım izlediğimizde ise, hangi noktalarda gecikmeler ve
darboğazlarla karşılaşıldığını ve bu aksaklıkların Tablo 6.1’deki
sınıflamalarla nasıl ilişkilendirilebileceğini görmek imkânımız olacaktır.
Şekil 6.1’in bir tekrarı olan Şekil 6.2’de ise, aşamalar arasındaki ortalama
süreler verilmektedir. Böylece, Yargıtay yolu kullanılan, ama (zaten istisnai
bir durum olan) olağanüstü yargı yoluna başvurulmayan davalarda suçun öğrenilmesi
ile hükmün kesinleşmesi arasında geçen toplam sürenin 568 gün olduğunu
görüyoruz. Bu ortalamanın, yukarıda genel ortalama olarak verdiğimiz 386 günden
200 gün daha fazla olmasının nedeni ise, genel ortalamaya bazı aşamalarda sona
eren (örneğin Yargıtay’a hiç gitmeyen) dosyaların da dahil edilmesidir. Bu
nedenle, eğer Yargıtay yolu da kullanılacaksa, İstanbul’da bir ceza davası için
ortalama süre beklentisinin bir buçuk yılı aştığı görülmektedir. Kuşkusuz ağır
ceza davalarında bu süre daha da uzundur.
Şekil 6.2’deki sürelere baktığımızda, en
uzun sürelerin sırasıyla Yargıtay’da, esas mahkemedeki yargılamada ve mahkeme
kalemine kayıtla ilk celse arasında geçtiği gözlenmektedir. Bu durumda, CAS’nin
hızlandırılması amacına yönelik olarak ilk aşamada üzerine gidilmesi gerekli
noktalar da kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Özetle:
a. Yargıtay sürecinin kısaltılması yolları araştırılmalıdır. Türk
Yargıtayı’nın çok geniş bir kadro ile çalıştığını ve davaların % 90’ını bir yıl
içinde sonuçlandırdığını yukarıda belirtmiştik. Ancak görülüyor ki, bu kadro
bile yılda 150,000’lere dayanmak üzere olan dava sayısı için yeterli
olamamaktadır. Bizim bulgularımızla, temyiz davasının açılması ile kesin hüküm
arasında geçen sürenin ortalaması 239 gündür. Bu sekiz aylık ortalama süre ise,
tüm ceza yargılaması sürecinde en uzun aşamalardan biri olmaktadır. Bu durumda,
gerek iş yükünü azaltmak, gerek iç düzenlemelerde değişiklik yaparak sürati
artırmak üzere gerekli tedbirler alınmalıdır.
i. Üst mahkemelerin (istinaf)
kurulması daha fazla geciktirilmemelidir. Esasen, Adana, Ankara, Antalya, Bursa, Çorum, Denizli,
Diyarbakır, Edirne, Erzincan, Eskişehir, Gaziantep, İzmir, İstanbul, Kars,
Kayseri, Konya, Malatya, Samsun, Trabzon, Van ve Zonguldak illerimizde üst mahkemeler
kurulması için bir tasarı da mevcuttur. Bu tasarının hayata geçirilmesiyle,
Yargıtay’ın iş yükü büyük ölçüde azalacaktır. Yeni tasarıdan yukarıda söz
edilmiştir.
ii. Üst mahkemelerin kuruluşu ve gerekli kadrolarla donatılışına kadar,
temyizi kabil davalar yeniden tanımlanmalı, üst sınırlar gözden geçirilmeli,
esas mahkemede kesin hükme bağlanan davaların sayısı artırılmalıdır.
iii. Son yıllarda
bilgisayar kullanımı yönünde küçümsenmeyecek adımlar atılmıştır. Ancak
gecikmeleri önleyecek ve bilgi ulaşımını (gerek dava sahiplerinin, gerek
Yargıtay personelinin) kolaylaştıracak entegre bir sistemin kurulması ve
yeterli uzman kadrosunun tahsisi konularında eksiklikler vardır. Örneğin kurum
içi evrak ve bilgi akışının bütünüyle ortama aktarılması da zaman tasarrufu
sağlayacaktır.
a. Esas mahkemelerdeki sürecin hızlandırılması gerekmektedir. Bu
konuda, usul kanunlarındaki reformlar gerçekleşene kadar alınabilecek bazı
önlemler bulunmaktadır.
i. Mahkemelerdeki gecikmelerin ve taliklerin temel nedenlerinden
birisi, yargılama aşamasından önceki soruşturma aşamasının eksik yapılmasıdır.
İncelediğimiz dosyaların sadece yüzde 35’inde polis olay yerinde herhangi bir
inceleme yapmamıştır. Kolluk kuvvetlerinin soruşturmayı eksiksiz yapma
konusunda eğitilmesi ve donatılması, yargılama sürecini önemli ölçüde
hızlandıracaktır. Doğal olarak burada, yargılama sürecinden eksiltilen gün
kadarını soruşturma sürecine eklemek gibi bir yanlışlığa da düşmemek gerekir.
ii. Yargıtay’da olduğu gibi, ilk mahkemelerde de, bilgisayar
altyapısının süratle tamamlanması zorunludur. Ancak bundan kastedilen, daktilo
makinesi yerine bilgisayarda kelime - işlem programları kullanmak değildir. Bu
arada, hâkim ve savcıların yasalara, içtihatlara ve hatta uluslararası
kaynaklara anında erişmeleri sağlanmalıdır.
iii. Yazışmalarda, gerekli
güvenlik önlemleri alınmak suretiyle, faks ve elektronik postadan
yararlanılmalıdır. Bir nüfus ya da sabıka kaydının getirilmesi, birkaç celselik
ertelemelere (ve dolayısıyla da toplam sürenin haftalar ya da aylarca
uzamasına) yol açmamalıdır. Örneğin, bulgularımıza göre, sanığın kimlik tesbiti
çoğunlukla bir gün içinde sonuçlandırılmakla birlikte, örneklememizin yüzde
onunda bu işlem 15 günün üzerinde, yüzde beşinde ise 35 günün üzerinde zaman
almıştır.
iv. Sulh ceza mahkemelerinin, özellikle A.B.D.’de hukuk davalarında
kullanılan “small claims court” tipi bir çalışma düzenine kavuşturulmaları
düşünülebilir. Böylece, küçük suçlarda, bütün delil ve tanıkların ilk celseye
getirilmesi suretiyle, bu tür davaların tek celsede sonuçlandırılması
sağlanabilir.
v. Bazı suçların ise, mahkemeye gelmeden çözümü yoluna
gidilmelidir. Trafik suçlarında olduğu gibi, “ön ödeme” sistemi mahkemelerin
yükünü azaltacak şekilde genişletilebilir.
b. Mahkeme kalemine kayıtla ilk celse arasındaki ortalama 68 günlük
süre, doğrudan doğruya mahkemelerin iş yükü ile ilgilidir. Yukarıda, yargılama
sürecinin hızlandırılması ile ilgili önerilerimiz, doğal olarak kalemde bekleme
süresinin de düşmesi sonucunu doğracaktır. Bu arada, mahkemelerde önemli bir
tıkanıklığa neden olan “çek suçları” ile ilgili yeni ve rasyonel bir
düzenlemeye gidilmesi de kaçınılmaz görünmektedir.
Bu bölümde, araştırmamızın özellikle
süreler ile ilgili bulgularını ele aldık ve bu sürelerin kısaltılabilmesi için
bulgularımıza dayanan bazı önerilerde bulunduk. Öte yandan, sık sık tekrarlanan
ve genel nitelikte olan bazı önerileri burada tekrarlamaktan kaçındık. Örneğin,
CAS’nin etkinliğinin artırılması bakımından, polisin, savcıların, hâkimlerin
daha iyi bir eğitim görmelerinin taşıdığı hayati önem aşikârdır. Kanımızca
hukuk fakültelerimizdeki eğitim kalitesinin dünya standartlarına
kavuşturulması, adli sistemimizdeki aksaklıkların bir bölümünün giderilmesini
sağlayabilir. Aynı şekilde, gerçekten iyi yetiştirilmiş ve gerekli bütün bilgi
ve becerilerle donatılmış bir kolluk
gücü de, hem insan hakları açısından sık sık dile getirilen şikâyetlerin
azalması, hem de CAS’nin arzulanan etkinlikte çalışması için bir güvence teşkil
edecektir. Ancak, bu önerileri gerçekleştirmek için sanıyoruz ki, büyük
araştırmalara gerek yoktur. Aynı şekilde, polis, hâkim ve savcı kadrolarının
artırılması ve bu mesleklerin cazip hale getirilmesi, gibi önlemleride çok
önemli buluyoruz. Fakat tekrarlamak gerekirse, biz burada kendi araştırmamıza
dayanarak yaptığımız saptamalar ışığında ve nispeten kısa vadeli çözüm ve
iyileştirmeler üzerinde durduk. Gerçek çözüm ise, hiç kuşkusuz, kısa ve uzun
vadeli bütün önerileri bünyesinde toplayan bir reform programının en kısa sürede
yürürlüğe konmasında yatmaktadır.
**NOT: Bu bölümdeki yazı Sayın Prof.Dr. Feridun YENİSEY
hocamız tarafından kaynak olarak sağlanmıştır. Kaynak katkılarından dolayı
kendilerine çok teşekkür ederiz. Sayın Prof.Dr. Feridun YENİSEY hocamıza “ www.feridunyenisey.com ” adresinden ulaşabilirsiniz.
© www.kriminoloji.com 2002
Sitemize www.kriminoloji.com, hukukcu.net, hukukcu.org veya
turkhukuk.net, turkhukuk.org adreslerinden ulaşabilirsiniz.