www.kriminoloji.com
CEZA ADALET SİSTEMİNİN ETKİNLİĞİ
(ARAŞTIRMA)
Ord.Prof.Dr. Sulhi DÖNMEZER
Prof.Dr. Feridun YENİSEY**
©
www.kriminoloji.com 2002
BİRİNCİ KISIM*
BİRİNCİ BÖLÜM
GENEL KAVRAMLAR
Giriş
1. “Adalet Reformu”, deyimi bir süreden beri
Türkiye’nin gündemindeki bazı problemleri ifade etmek üzere kullanılıyor: Basın
ve TV’de, siyasî çevrelerde, insan hakları sunucuları rolünü üstlenmiş
bulunanlar arasında, sık sık, adalet reformundan sözedilmektedir. Ancak çeşitli
çevrelerin adalet reformundan anladıkları birbirinden farklıdır; bir kısım
çevrelere göre adalet reformunun amacı, hürriyetleri gereksiz kıstığını iddia
ettikleri kanunların değiştirilmesidir. Diğer bir kısım çevreler ise adalet
reformunu gerektiren temel neden olarak, işlenen suçlardan bir kısmının
faillerinin bulunamamış olmasını, suç faillerini, suçların delil ve eserlerini
tespit için kollukça yapıldığını iddia ettikleri kötü muameleleri öne
sürmektedirler. Nihayet diğer bir kısım çevrelere göre ise adalet reformu,
adalet mekanizmasının ve özellikle ceza adalet sisteminin etkin biçimde
işlemesini sağlayacak bütün tedbirlerin alınması, yasama ve yürütmenin bu
hususta gerekli bütün işlemleri gerçekleştirmeleridir.
Bizim görüşümüz ise özetle ve şu suretle
açıklanabilir:
Çekişmeleri çözüme ulaştırma, böylece
barışı sağlama bakımından toplum içinde işlemekte olan işlevsel (fonksiyonel)
sisteminin şeklî (resmî) kısmını adalet sistemi oluşturur. Hukuk devletinde
veya hukukun üstünlüğünü esas alan devlet sisteminde bu işleve yargı denilir.
Demokratik düzen, yargılamanın belirli ilkelere göre yapılanmasını ve işlevini
yerine getirmesini zorunlu kılar.
Ancak yargılama, hangi ilkelere dayalı
olarak yürütülürse yürütülsün, toplum hayatında mutlaka yerine getirilmesi
zorunlu bir işlevdir. Bu işlevin yerine getirilmesini sağlayan sisteme genel
olarak adalet sistemi denilir. Bu sistem kendi içerisinde de bir takım alt
sistemlere bölünmektedir. Bunlardan birisi ceza adalet sistemidir. “Devletin,
adaletin tevziine bu derecede zaman harcamasının, çaba göstermesinin sebebi
ülkede barış ve sükûnu sağlamak, sürdürmektir. Değişik ülkelerde geçerli,
rasyonel olarak çalışan ve işlevlerini yerine getiren ceza adalet sistemlerinin
(CAS) ortak genel hedefi sosyal istikrar ve adaleti korumakla birlikte bireylerin
haklarına da saygıyı sağlamaktır.
Adaleti sağlamak temel hedeftir; idealdir.
Böyle olunca “Adalet reformu” sözcükleri, maksadı ifade etmemektedir; çünkü
adaletin kendisi reforma tabi tutulamaz, ebedî ve ezelidir. Ancak gerçek bir
adalete ulaşmak üzere tutulmuş yollar, etkili değilse, hatta sakıncalı ise işte
o yolların reforma tâbi tutulması gerektiği söylenebilir. Adalete ulaşmak üzere
uygulanan normlar (kanunlar, bütünü ile mevzuat, içtihatlar) yetersiz ise,
sakat ise, çağa göre geri kalmış ise “Hukuk reformu”ndan sözetmek gerekir.
Sistemi işleten mekanizma (Ceza adaleti bakımından kolluk, savcılık, hâkimler,
avukatlar, Yargıtay) gerekli vasıfları taşımıyorlarsa, sistemi işletmek
bakımından bir islah yorumu mevcut ise o zaman da “yargı reformu”ndan
sözedilmelidir. Ancak her iki reformda da, her iki yanı ilgilendiren işlemlerin
birlikte yapılması gerektiği ayrıca bir gerçektir.
Araştırmamızın temel konusu, ceza adalet
sisteminin (CAS) etkinliğidir. Amaç, sözkonusu sistemin Türkiye’de ne derecede
etkin olarak çalışmakta bulunduğuna ilişkin bir kısım sonuçları saptamaktır.
Her şeyden önce ceza adalet sistemini tanımlayalım, etkinlik kavramından neyin
anlaşılması gerektiğini açıklamaya çalışalım.
Ceza
adalet sistemi ve işlevleri
2. Uygar dünya ülkelerinde suç teşkil eden
kanun ihlâllerini aydınlatmak yani suçların faillerini saptamak, delil, eser,
iz ve emareleri toplayarak takip makamlarına sunmak, kendilerine sunulan
bilgilere ve ayrıca kendisinin toplayabileceği diğer delillere göre yargı
otoritesine sanıkları sevk etmek, gönderilen işleri hukuk kurallarına göre
çözüme ulaştırmak, böylece verilen hükümleri hukuka uygunlukları yönünden
inceleyerek nihaî çözümü belirlemek, hükmü kesinleştirmek, kesinleşen
hükümlerin içerdiği yaptırımları yerine getirmek, infaz etmekle görevli
otoritelerden oluşmuş ve her aşamada müdafaaya yer veren resmî örgütlenmelerin
meydana getirdiği sisteme, ceza adalet sistemi denilmektedir.
Tanımından anlaşılacağı üzere yukarıda
belirtilen süreç içerisinde, ayrı aşamalarda, belirli ve kendisine özgü
yetkiler kullanan otoriteler yer almaktadır. İşlevsel bakımdan bu otoriteler
belirli tipte kararlar almak yetkisine sahiptirler. Bu fonksiyonlar ve
fonksiyonlarla ilgili kararlar beş kısma ayrılmaktadır:
a) Kolluğun araştırma işlevi: İşlenen fiillerden suç olarak
nitelendirileceklere ilişkin kararları vermek, bunların faillerini bulmak ve
adı geçenleri adalete bildirip tevdi etmek üzere, yeterli ve gerekli eser, iz,
emareleri ve delilleri toplamaktır. Bu işleve tahkikat, araştırma da
denilebilir.
b) Takip veya itham, iddia işlevi: Failler hakkında takibat yapıp
yapmamak hususunda karar vermeyi veya olayı mahkemeye sevk edip etmemeyi, bu
hususta karar verme yetkisini içerir.
c) Savunma işlevi: Özellikle kovuşturma (son soruşturma)
aşamasında iddia kadar güçlü ve eşit yetkilerle donatılmış hazırlık aşamasında
ise iddiaya nazaran kısıtlı bir müdafaa işlevi, maddî gerçeğin ortaya
çıkartılması için en önemli etmenlerden biridir. Bu işlev CAS’nin işlemesinde,
bütün aşamalarda, hatta infaz aşamasında da yerine getirilir ve etkin
olmalıdır. Aşağıda değinilecek “dürüst yargılama” ilkesi, ancak bu koşul ile
hayata geçirilebilir.
d) Yargılama, hüküm verme işlevi: Sanığın sorumlu olup olmadığı
hususunda karar vermek ve buna nazaran yaptırımı belirlemek görevini
içermektedir.
e) Verilen karar ve hükümleri denetleme, hataları düzeltme
işlevi: İtiraz, istinaf ve temyiz yolları ile yerine getirilmektedir.
f) İnfaz işlevi: Hükmolunan yaptırımı infaz etmek, yerine getirmek görev
ve yetkisini içerir.
Çağdaş uygar ülkelerde bu işlevler esasta
sırasıyla kolluk (polis, jandarma), savcılık, sorgu hâkimliği, takibat
müdürlükleri, mahkemeler, kanun yolları ve infaz kurumları tarafından yerine
getirilmektedir. Ancak işlevlerin bir kısmı değişik otoriteler tarafından da
yerine getirilebilmektedir. Sözgelimi Türkiye’de özel kolluk kuruluşları
vardır; bazı ülkelerde savcılık işlevi kısmen de olsa, polis tarafından,
Türkiye’de, üniversite mensuplarının görevlerine bağlı suçlarında olduğu gibi,
bazı idarî kuruluş ve merciler tarafından da icra edilmektedir. Bazı ülkelerde,
polis, vehamet arzetmeyen bir kısım suçları doğrudan doğruya mahkemeye sevk
edebilmektedir. Hüküm verme fonksiyonu da bazı ülkelerde, az vahim suçlarda
polis veya savcılık tarafından yerine getirilmektedir. Bizde ön ödeme
uygulamasında olduğu gibi.
Görülüyor ki, CAS örgütlenme şekli
itibariyle bütün ülkelerde hemen hemen aynı olmakla beraber örgüt kısımlarının
yetkileri bakımından farklılıklar göstermektedir.
3. Böylece belirlediğimiz CAS’i bir nevi
enterkonnekte kararlar şebekesidir: Sistem içinde kişilerin bir statüden
diğerine geçişi, değişik aşamalarda verilen kararlarla gerçekleştirilmektedir.
Bu kararlar ve geçiş maddî ve biçimsel rasyonellik içinde cereyan etmelidir. Kanunların
meydana getirilişinde olduğu gibi kanunun uygulanmasında yâni yukarıda
açıklanan sistemin işleyişinde rasyonellik esastır. Bunun anlamı şudur ki,
rasyonel CAS resmen, yasal kavramlar yanında hukuki temel ilkeleri ve mantığı
da kullanır.
CAS’nin yetkilere dayalı kararlar
verdiğinden söz etmiştik; anlamı şudur: Sistemde bir aşamada verilen kararlar
diğer aşamada verilenleri etkilemektedir. Bu nedenle sisteme enterkonnekte bir
şebeke diyoruz. Sistemin rasyonelliği, kararların da rasyonel olmasını gerektirir.
Rasyonel karar kavramı, kararın mevcut bilgilere dayalı olmasını ve belirli
hedeflere en yüksek derecede ulaşılmasını, bu olasılığı ifade etmektedir.
CAS’nin
rasyonelliğini belirlemek hususunda ölçütler:
4. CAS’nin rasyonelliğini belirlemek hususunda
üç ölçüt vardır: faydalılık, etkinlik ve meşruluk.
Değişik ülkelerde geçerli sistemler, soyut
düzeyde demokrasi, kanun önünde eşitlik ve insancıllık ilkelerini esas
almaktadır. Rasyonelliğin gereği olan etkinlik, bu temel ilkeleri ve ayrıca
belirli güvenceleri ihlal etmemelidir. Bu esas temel çerçevesinde rasyonellik,
CAS’nin beş alanında faydalı bir şekilde uygulanabilir. Bu alanlar suç haline
getirilecek fiillerin derecesi ve genişliği, usul kuralları, yaptırımlar
sistemi, sistemin idaresi (management) ve mağdura ilgidir.
Sistemin
Etkinliği
5. CAS’nin etkinliği, çalışmada
rasyonellik ve sistemin, yukarıda değinilen rasyonellik ölçütlerine uygun
olarak işlemesi, yüksek nitelikli (kaliteli) bir adaletin gerçekleştirmesi
demektir. Bunun için ise sistemin, işlenen suçların müeyyide ile karşılanmasını
sağlaması, bu karşılamanın muhakkak, kesin, eşitliğe uygun, kararlı olması ve
sistemin en başta, dürüst yargılama esaslarına göre işlemesi demektir. Dürüst
yargılama (Milletlerarası hak bildiri ve sözleşmelerinde yer alan insan
haklarına ve bu husustaki içtihatlara, ilkelere uyulmalıdır) ve her şeyden önce
adalet makul süre içerisinde yerine getirilmeli, nihaî hükme varmalıdır.
Süratle çalışan bir CAS’i adalete, hiç şüphesiz, büyük katkıda bulunmaktadır.
CAS’nin etkinliğini en üst düzeyde
sağlamak için yukarıda belirtilen dört nitelik optimal düzeyde elde
edilmelidir. Suç işlendikten sonra yakalanma ve yaptırıma konu olma ihtimali
yüksek derecede bulunmalı, sistem her şeyden önce bunu sağlamalıdır.
Yaptığımız araştırmanın temel amacı,
Türkiye’de işleyen CAS’ini bu etkinlik ölçütleri bakımından gözden geçirmek,
tespitler yapmak ve çareler göstermektir.
CAS’nin yüksek nitelikli, kaliteli bir
adaleti gerçekleştirmiş sayılması için taşıması gerekli özelliklerin,
rasyonelliğin sonuçları olduğunu söylemek de mümkündür. Yukarıda açıklandığı
üzere ceza adaleti müdahelelerinin niteliğini sağlayan çok önemli bir unsur,
sistemin olayları çözüme oluşturmasının makul süreyi aşmayacak derecede süratli
olmasıdır. Sistem bütünüyle, kendisine gelen vakayı, suçu böyle bir süre
içerisinde sonuca bağlamalıdır.
Sistemin etkinliğini ölçme bakımından
caydırıcı olması da önemli bir özellik teşkil eder. Sistemlerin hem caydırıcı etki
yapmasını ve hem de insan hak ve hürriyetlerine saygılı olmasını sağlamak,
dürüst yargılama ilkesine tam riayet edilmesi, uyulması ile mümkündür. CAS’nin
işleyişinde muhakkaklık, kesinlik ve dürüstlük ilkesine uygunluk konuları
Amerika’da ve Avrupa’da kriminolojik araştırmalara konu teşkil ettiği halde,
sistemin kendisinin işleyişinde (İşletmecilik anlamında) sürat konuları ancak
yeni tarihlerde araştırma konusu oluyor. Bu bakımdan tarafımızdan
gerçekleştirilen araştırma Avrupa ülkelerinde de öncülerden bir sayılabilir.
Sistemin işleyişinde sürat konusunu üçüncü
bölümde ayrıca inceleyeceğiz.
6. Araştırmamıza dayalı olarak Türk CAS’inin niteliğini
belirlemeden önce, Avrupa ülkelerinde CAS’lerinin ne suretle işlemekte
bulunduğuna dair bir özeti sunmak istiyoruz. Birleşmiş Milletler 1975 - 1980
döneminde suç trendlerini, ceza adalet sistemlerinin işleyişini, suç önleme
stratejilerini tespit etmek üzere devletler arasında bir araştırma yapmıştır.
Bu arada Avrupa bölgesine dahil CAS’leri ayrıca ele alınmıştır. Elde edilen
verileri temel almak üzere HEUNİ tarafından bir rapor hazırlanmıştır.
Rapor, sistemlerin temel
karekteristiklerini belirtmekte ve bir de amprik bazda sistemlerin nasıl
çalıştığını belirtmek üzere istatistik veriler üzerinde yorumlarda bulunmaktadır.
Avrupa ülkelerindeki sistemin temel özelliğini belirtmek üzere esas alınan
diyagram EK 1 ele alınarak gerekli açıklamalar aşağıda yapılmıştır. Bu kısmın
mukayeseli bir araştırma niteliği taşıdığını söyleyebiliriz.
İKİNCİ BÖLÜM
AVRUPA ÜLKELERİNDE
CEZA
ADALET SİSTEMLERİNİN
TEMEL
ÖZELLİKLERİ
Sisteme Fiillerin Girişi
veya Sistem Dışında Kalışı
7. Sistemin işleyişini açıklama bakımından
sisteme giren veya belirli sebeplerle sistem dışında kalan fiilleri belirlemek
gerekir.
Ek1 olarak sunduğumuz diyagram1 olayların
yani fiillerin ceza adalet sistemi içerisindeki geçişlerini göstermek üzere
meydana getirilmiştir. Ayrıca bu diyagram bazı olayların sisteme girip
girmediklerini de belirlemektedir. Olayların, fiillerin önemli bir kısmı ya
sisteme hiçbir zaman girmemekte veya sistem dışına kanalize edilmektedir.
Diyagramın (a), kısmında gösterildiği
üzere suç teşkil eden olayların bir kısmı sisteme hiçbir zaman girmemekte,
bilinmemekte veya ilgililerce suç olarak yorumlanmamakta yahut suça hedef
olanlar veya başkaları suçu ihbar etmemektedirler. Bu gibi hallerde olay, çok
kere, resmiyet dışı olarak çözülebilmektedir.
8. Diyagramın (b) kısmında suçların, polise veya otoritelere
bildirilmiş olanları dışında büyük bir kısmının ihbar edilmediği
gösterilmiştir. Viktimizasyon araştırmaları bunların ne kadar yüksek miktarlara
ulaştığını ve artık istatistik bakımdan normal sayılır hale geldiklerini
gösteriyor. Özellikle vergi kaçırmak ve tehlikeli araç kullanmak gibi mağdursuz
suçlarda, ferden suçta mağdur hale gelmiş bulunanlar mevcut olmadığından ihbar
çok aşağı miktarlarda kalmaktadır.
Açıklanan sebeplerle devletin malî
nitelikte yararlarını ihlâl eden suçlar çok nadir olarak özel kişiler
tarafından ihbar edilir: sözkonusu suçların meydana çıkarılması için gözlem ve
soruşturmanın ayrıca ve özel biçimde örgütlendirilmesine ihtiyaç vardır. Avrupa
araştırmalarına göre ihbar bakımından kesin olan etmenler mağdurun suçu
değerlendirişi ve ihbarda bulunmanın masrafı ve faydalarıdır.
Diyagramın diğer kısmında ihbar edilmemiş
olan fiiller yer alıyor. Bu fiiller, elbetteki, kolluk tarafından kayda
alınmamakta, istatistiklere geçirilmemektedir. Polisçe kayda alınmış, tescil
edilmiş suçlar çok çeşitli haber kaynaklarından veya doğrudan doğruya polis tarafından
tespit edilmektedir. Bu alanda yapılmış araştırmalar kişilere karşı işlenen
suçların %90’nının, onlar tarafından ihbar edildiğini gösteriyor. Buna
karşılık, ekonomik suçların ve uyuşturucu madde suçlarının meydana çıkarılması,
proaktif polis stratejilerine ve taktiklerinin etkinliğine bağlıdır.
İhbar edilen fiillerin veya olayların suç
olarak işleme tabi kılınması veya suç sayılmaması, suç sayılsa da konunun
resmen veya resmiyet dışı çözüme ulaştırılması hususunda kolluk uygulamaları bakımından
ülkeler değişik politikalar izlemektedirler yani kolluğun bu husustaki takdiri
değişik derecelerdedir. Ama her ülkede aşağı veya yukarı derecelerde olsa da
kolluk, bir taktir yetkisi kullanmaktadır. Bu yetki bazen hukukî olmakta ve çok
kere fiilî nitelik görüntülemektedir.
9. Diyagramın (d) kısmına gelince: bu kısımda olayı aydınlatma
oranı, ikinci Birleşmiş Milletler araştırmasındaki tarife göre polis veya başka
bir otorite tarafından bir yıl içinde tespit edilmiş veya belirli sanıklara
veya şüphelilere atfedilmiş olan fiillere ilişkindir; hem fiil tespit edilmiş
ve hem de fail belirlenmiş olacaktır. İnterpol ise şu tarifi vermiştir: Polis
tarafından aydınlatılmış olaylar sayısının polisce bilinen olaylara göre
yüzdesi aydınlatma oranını teşkil eder. Dikkat edilmelidir ki, işlenen suçların
türü olayın aydınlanması bakımından da etkin oluyor.
10. Diyagramın (e) kısmına gelince: başarılı kolluk araştırması
suçu işleyen kişinin meydana çıkarılmasını sağlar. Müessir fiil, trafik ve
benzeri suçların ve vergi kaçakçılığı suçlarının failleri suçu işledikleri
sırada belirlenirler. Diğer hallerde ise suç başta polisin araştırma yapmak
hususundaki becerisi gelmek üzere, arama, kişilerden bilgi alma, suçun
mağdurları veya suça tanık olanlar tarafından bildirilir. Polisin yararlandığı
diğer bir takım kaynaklar da vardır: Karmaşık olaylarda soruşturma çok uzun bir
süreçin neticesi olabilir: Bir suçun işlendiğinden haberdar olan polis,
potansiyel şüphelilerin bir listesini yapacak ve bunun içeriği soruşturma
süresince azalacak veya çoğalacaktır. Listeye dahil kişilerin ifadeleri tanık
veya polise bazı bilgiler verebilecek kimseler olarak alınacaktır. Bunlardan
ancak az bir kısmına hazırlık soruşturmasının kendileri aleyhine yürütüldüğü
bildirilecektir.
11. Diyagramın (f) kısmına gelince: zan altında bulunan, bir suç
işlediği için takip ve itham edilen kişiler hakkında, takip sırasında alınacak
çeşitli türden kararlar vardır. Bunlar arasında iki kategori özellikle
anlamlıdır:
Birinci kategori kararlar, kişinin
suçluluğu hakkında henüz bir sonuca ulaşılmadan alınmış olanlardır.
İkinci neviden olanlar ise, usul
işlemlerinin konusu olan kişileri, suçların olası failleri olarak usulün bir
aşamasından diğerine veya sistemlere nakleden veya olayı nihaî olarak kapatan
kararlardır:
Birinci kategori kararlar arasında en
önemlisi tutukluluktur. Bu karara, ekseriya polis tarafından gözaltı edilme
dönemi ön gelmektedir. Avrupa ülkeleri arasında gözaltı edilmenin azamî süresi
ve bu emri verecek otoriteler bakımından kayıt ve koşullar vardır. Bazı
ülkelerde bu süre 24 veya 48 saattir. Diğer bazı ülkelerde ise çok daha fazla
olabilir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bu sürenin adlî bir otoritenin
kendisinin şüpheliyi görerek alacağı bir kararla dört günü aşan bir süre de olabileceğini
kabul etmiş bulunmaktadır.
Sürenin sonunda şüpheli serbest
bırakılmalı veya yetkili otorite tarafından tutuklanmalıdır. Bu otorite
sistemlere göre savcı, soruşturmayı yapan hâkim veya mahkeme olabilmektedir.
Tutukluğun sebepleri, süresi bakımlarından ve diğer çeşitli yönlerden ülkeler
arasında yine farklar vardır.
Tutuklu bulunan kişilerin, hapis cezası
çekenlere göre oranı ülkelere göre değişiktir. 1 Şubat 1984 itibariyle
Türkiye’de hapis cezasını çekmekte bulunan 76.258 kişi vardı. Bu oran bütün
Avrupa ülkelerinin en yükseği idi; tutuklu oranı ise %40,8 idi. İtalya’da oran
%73,9 idi. Fransa’da ise %51,9 olmuştur.
Yukarıda sözünü ettiğimiz ikinci kategori
kararlar, şüphelinin statüsünü değiştiren işlemlerdir: Bu kararlardan bazıları
suçlara nispetle alınır ve sanığı etkiler; sanık aleyhine bazı ithamları
düşürür veya bunların yerine başka ithamları ikame eder. Diğer bazı kararlar
ise sanığı daha derin tarzda etkilemektedir. İlk olarak, failin suçu
işlemediğinin veya suçun işlenmediğinin anlaşılması üzerine usul işlemleri
bütünüyle düşürülebilir veya sanığı itham için yeterli delil olmayabilir.
İkinci olarak kişi fail değil ve fakat yardıma muhtaç bir kimse olarak tavsif
edilmiş bulunabilir. (Akıl hastalığı, uyuşturucu iptilâsı, alkol bağımlılığı içinde
bulunan kimseler gibi.) Böylece kişi, CAS’inden tıbbî, eğitimsel, sosyal yardım
gibi sistemlere gönderilmiş olabilir. Fail, CAS içinde de kalabilir ve fakat
aleyhindeki usul işlemleri ertelenmiş olabilir. Bu aşamada da hükümden önce
diğer bir takım işlemler polis veya savcı tarafından emrolunabilir.
12. Diyagramın (g) kısmına gelince: Bu aşama bir dosyayı kapatmak
üzere otoriteler tarafından alınan nihaî kararları ve özellikle hükmolunacak
yaptırımın seçimini içermektedir.
Avrupa da geçerli CAS’leri, değişik kanun
uygulama otoritelerine veya adlî otoriteye tanınan yaptırıma hükmetme yetkileri
itibariyle birbirinden çok farklıdırlar: Dosyaya nihaî kapatacak karar, usulün
daha doğrusu CAS’inin çeşitli aşamalarında, (meselâ İngiltere’de polisin işi tevbih
ile bitirmesinden mahkemece verilen hapis cezasına kadar) verilebilmektedir.
Polis bazı ülkelerde değişik seçenekleri kullanarak bir suç olayını resmen veya
resmiyet dışı sonuçlandırabilmektedir.
Belçika, Fransa ve Hollanda’da önödeme
(veya pazarlık), resmî, şeklî ceza adaleti uygulamalarına bir seçenek olarak,
geniş şekilde kabul edilmiştir ve uygulamada en geniş ölçüde olarak trafik
suçlarında, beyaz yaka suçlarında kullanılmaktadır. Hatta cünha derecesindeki
suçlarda da önödeme sözkonusudur. Oysa yeni TCK tasarısının önödemeyi
genişletmesi, bazı çevrelerde tepki ile karşılanmıştır.
Yasallık sistemini (Savcının dava
açmasının mecburiliği) uygulayan ülkelerde kolluğun müeyyide uygulama yeteneği
azdır. Ancak örneğin, Federal Alman Cumhuriyetinde, 1970’lerden itibaren küçük
trafik suçları dekriminalize edilmiş ve o tarihten itibaren
Ordnungswidrigkeiten’ler uygulanmaya başlanmıştır; polis trafik suçlularına
(Verwarnungsgeld) adı verilen ödeme emirlerini göndermekte ve bunların
miktarları 40 marka kadar çıkmaktadır. Daha ağır fiiller idarî trafik
otoritelerine gönderilmektedir. Bunların bin marka kadar ceza vermek yetkileri
vardır. Ayrıca sürücü ehliyetini bir aydan üç aya kadar iptal edebilirler.
Tipik olaylar, kırmızı ışıkta geçmek, alkolün etkisi altında araç kullanmak,
tehlikeli araç kullanmak, hız sınırlarını aşmak ve benzeri hallerdir.
İsveç ve Fillandiya’da da yasallık
sistemine sıkı bir şekilde riayet olunduğu halde bazı durumlarda polisin sabit
bir para ödenmesi suretiyle bir kısım hafif suçların dosyalarını kapatması
kabul edilmektedir. Ancak bu gibi hallerde sanık olayı mahkemeye göndermek
olanağına da sahiptir.
Bazı ülkelerde, meselâ Finlandiya’da,
polis amirleri savcı olarak hizmet verebilmektedirler. İngiltere’de de savcılık
işlevi, kamu takipçisi direktörü tarafından yürütülüyordu; ancak bu ülkede de
adlîyenin bir parçası olarak ayrı bir savcılık makamı yeni kabul edilmiştir.
İngiltere’de, uzun süre savcılık makamı mevcut bulunmamış, suçtan dolayı
takibat herkes tarafından yapılabilmiş, polis de birey sıfatiyle takibatta
bulunmuştur. Bu sistem yetersiz görülünce 1879 da bir takibat müdürlüğü ihdas
edilmiştir. 1979 da Kıralî ceza Usulü Komisyonu, Polis tarafından açılacak
dosyaları kabul edecek bir savcılık makamını önermiştir. Savcılık polisten gelen
dosyaları inceleyecek ve zayıf görünen iddia ve ithamları ayıklayacak idi.
Böylece oldukça düzgün bir Kanun 1985 yılında yürürlüğe konuldu ve 1985’ de bir
kanun ile Kıralî Takibat Servisi oluşturuldu.
13. Diyagramın (f) kısmı: Avrupa ülkelerinde iş savcılığa
geldiğinde bu makamın karar vermek hususunda daha geniş seçenekleri vardır;
yetki, özellikle maksada uygunluk sisteminin uygulandığı ülkelerde geniştir. Ön
ödeme uygulaması kural haline gelmiş gibidir.
İsveç’de, hafif suçlarda, olayın karmaşık
olmaması, yüksek kamu yararı bulunması, şüphelinin sorumluğunun aşikâr olması
gibi hallerde para cezasına hükmedilebilmektedir. Trafik suçlarında ve hafif
suçlarda bu uygulamaya başvurulmaktadır.
Federal Almanya’da 1975’den beri savcı,
yasallık ilkesine rağmen, sanığı bazı koşullara tâbi tutmak suretiyle dosyayı
kapatma kararı alabilmektedir. Bu şartlar arasında bazan binlerce marka kadar
yükselen para cezaları vardır. (Keza kamu için yararlı hizmet vermek ve başka
hayır işlerinde çalışmak, evlilik dışı çocuklara nafaka ödemek gibi.) Bu
seçenekler özellikle trafik suçlarında
uygulanmaktadır.
14. Mahkemelere gelince: Ülkelerin kabul etmiş bulundukları adlî
sistemlere göre, bazen muhakeme, mahkeme benzerleri olarak adlandırılabilecek
kurumlarca da yerine getirilmektedir. Hafif suçlarda uzlaştırmacılara da yer
verilebilmektedir. Özellikle şahsî ilişkilerden kaynaklanan komşuluk
ihtilâfları sonucu hakaret, müessir fiiller gibi. Ülkeler bazan, aynı hedefe
ulaşmak üzere, değişik, birbirine benzemeyen normlar veya uygulama biçimleri
kullanmakta ve böylece CAS’ ni boşaltmaya çalışmaktadırlar. Mesela Fransa’da
savcılık failin kusurunun çok küçük ve meydana gelen zararın da çok önemsiz
olduğu hallerde, fiilen dava açmamaktadır. Rusya’da bu gibi hallerde fiilin suç
teşkil etmeyeceği hususunda Kanunun 79. maddesinde hüküm vardır.
Bu bakımdan sosyalist ülkelerde arkadaş
mahkemeleri vardı. Federal Alman Cumhuriyetinde (Schiedsmann) mahkemede mağdur,
özel bir savcı gibi suçluyu itham etme imkânına sahiptir.
İş mahkemeye geldiğinde de bazı ülkelerde
pazarlık suretiyle (bargaining justice) ihtilâf çözüme ulaştırılmaktadır.
Duruşmaya başlandıktan sonra da
seçenekler, genel olarak, sınırlıdır. Ancak bu ileri aşamada bile resmen,
şeklen hüküm vermekten sakınılabilmektedir. Özellikle takdire yer veren
ülkelerde durum böyledir. Yasallık ilkesini uygulayan ülkelerde bile belirli
bir takım istisnalar kabul edilmiştir.
Böylece Avrupa ülkelerinde uygulanan ceza
adalet sistemlerinin nasıl işlediği hususunda bir özet vermiş bulunuyoruz.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
CEZA
ADALET SİSTEMİNİN HIZLI
ÇALIŞMASI,
GENEL ESASLAR
Giriş
15. Yukarıdaki bahislerde ceza adalet
sisteminin etkinliği ve dolayısıyla niteliği (kalitesi) üzerindeki unsurlara ve
ölçütlere değinilmiştir. Suç karşılığı yaptırımın muhakkaklığı, kesinliği,
sistemin, işleyişinde dürüstlüğün, genel ve özel caydırma hususundaki
etkilerini keşfetmek üzere, özellikle Amerika’da ve Avrupa ülkelerinde bir
hayli araştırma yapıldığı halde, hızlı çalışmanın etkisine ilişkin olarak ancak
yakın zamanlarda bazı incelemelere girişilmiş ve meselâ süratli yargılama ile
yaptırımların etkinliği arasındaki ilişkinin tespitine çalışılmıştır. Bu
araştırmalar, özellikle, sistemin işleyişindeki gecikmelerin nedenlerinin
saptanmasına yönelik olmuştur.
Sosyal bilimcilerin bu konuya ilgisi ise
çok yenidir. Gecikmeyi giderecek tedbirler, usul kuralları üzerinde ise Avrupa
çapında araştırmalar çok sayıdadır.
Gecikmenin
sakıncaları
16. Ceza adaletinin vasfı bakımından hızlı
yargılama, süratle yani makûl süre içerisinde olayı çözüme ulaştırma büyük önem
taşır. Geciken adaletin bireysel, toplumsal etkileri, masrafları ötedenberi
vurgulanmaktadır. Buna karşılık ceza adaletinin yerine getirilmesinde
gecikmenin gerçekten bir problem teşkil etmediği hususunda görüşler de vardır:
Gecikmenin CAS’inin değişik basamaklarında karar verecek olanlara daha fazla
düşünme imkanı sağlayacağı, böylece kararların daha isabetli ve nitelikli ve
bazı hallerde sanık bakımından faydalı olacağı, gecikmenin zaman aşımının gerçekleşmesine
sebebiyet verebileceği, sanığın savunma haklarına saygı göstermenin zorunlu
olarak gecikmeyi sonuçlayabileceği öne sürülmüştür.
Aslında gecikmenin değerlendirilmesi
hususunda öne sürülen görüşler, kişilerin kendilerine özgü ceza felsefesi ile
de ilgilidir.
Hiç kuşku yoktur ki, fail, suçu işleyip
işlememek arasında seçimini yapar ve karar verirken ceza adaleti müdahalelerini
önemli bir etmen olarak gözönünde bulundurur. Geciken hükümler, ceza adalet
sistemine olan güveni azaltacak, ülkemizde misallerine rastlandığı üzere,
adaletin yerine getirilmesini bizzat suç mağdurları veya yandaşları sağlamaya
çalışacaklardır. Zira, halk olsun, suçu işlediği iddia olunan şüpheli, sanık
veya mağdur olsun, kendilerini bir yanından ilgilendiren suç olayının süratle
neticelendirilmesini istemek hakkına sahiptirler. Özellikle sanığın dürüst ve
süratli yargılanma hakkı vardır. Bu hak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6.
maddesinde belirtiliyor ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin muhtelif kararları
ile de vurgulanıyor. Gecikme, masumun üzerine atılan iddiadan, ithamdan
kurtulmasını geciktiriyor ve ızdırabının sürüp gitmesine neden oluyor;
Sorumlunun cezasının yani yaptırımın uygulanmasının tâalikine sebebiyet
veriyor. Böylece cezanın genel ve özel caydırıcı etkisi yok olmakta “geciken
adalet, reddedilen adalet” “justice delayed, justice denied”. Fransızca’da da
“justice relative, justice fautive” denilmektedir. Gecikme ceza adalet
sisteminin itibarını, güvenirliliğini de tahrip etmektedir; takibat sulanmakta,
tanık ve mağdurlar bıkmakta, ilgi kaybolmakta ve dolayısıyla zaman içinde
insanlar, adaletin yerine getirilmesi için sistemle işbirliği yapmaktan,
çeşitli vesileler uydurarak, kaçınmaktadırlar. Gecikme ayrıca tehlikeli
suçluların serbest kalarak yeni suçlar işlemelerine neden olmakta şüpheli veya
sanık tutuklu ise, bütün hakları ihlâl edilmiş olmakta ve bazen adı geçenin ve
ailesi bireylerinin mahvına bile sebebiyet verilmektedir.
Bizdeki
tarihçe
17. “Ceza Adalet Reformu” konusu 24 - 26 Şubat
1972 tarihlerinde İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza Hukuku ve
Kriminoloji Enstitüsü tarafından ele alınmıştı. (Ceza Hukuku ve Kriminoloji
Enstitüsü yayınları Numara 15.) Ord. Prof. Dr. Sulhi Dönmezer Sempozyuma
sunduğu raporda (s.g. Eser. s.1 ve son) ceza adaletinde, yanlız Türkiye’de
değil ve fakat diğer dünya ülkelerinde de bir krizin yaşandığını, suç artışı
dolayısıyla CAS’inin görevini yerine getiremez hale geldiğini, kriz karşısında
değişik ülkelerde ve özellikle Amerika’da komisyonlar kurulduğunu açıkladıktan
sonra krizin kimilerince yapısal, bazılarınca ise konjonktürel telakkî
edildiğini belirtmişti. Raporun izleyen kısmında her iki yönden problemin
açıklanmasına çalışılmış, krizin sosyal neticelerine değinilmiş ve ceza
davalarının gecikmesinin krizin aslî görüşünü oluşturduğuna işaret ile
sebepleri açıklanmış ve bu arada mahkemelerin teknik araçlarla donatılması,
kolluk faaliyetlerinin etkinliğinin sağlanması konuları üzerinde önemle
durulmuştu.
Marmara Üniversitesi Ceza Hukuku ve Kriminoloji
Araştırma ve Uygulama Merkezi, Ord. Prof. Dr. Sulhi Dönmezer ve Prof. Dr.
Feridun Yenisey’in proje yürütücülüğünü yaptığı ve 1991 öncesine ait 1105
dosyanın incelendiği bir “dosya analiz” çalışması yaptı. Bu çalışmanın raporu
30 Kasım 1994 tarihinde uygulamacılarla yapılan değerlendirme toplantısına
sunuldu. Bu toplantıya katılan TESEV yetkilileri, yapmayı planladıkları adalet
reformu konulu çalışma için aynı ekibi vergi ve idare hukuku ile güçlendirerek
göreve çağırdılar. Marmara Üniversitesi Ceza Hukuku ve Kriminoloji Araştırma ve
Uygulama Merkezi tarafından yapılmış bulunan bu ilk çalışmanın sonuçlarının,
raporumuzla mukayese amacıyla Kunter-Yenisey, Ceza Muhakemesi Hukuku Kitabının
10. basısında yayınlanmıştır.
Bu arada, Adalet Bakanlığınca, Türkiye’de
Demokratikleşme ve Yargı Reformu Konusunda kapsamlı bir çalışma yapılmış ve
kanun teklifleri hazırlanmıştır. Metinler iki cilt halinde ve (Demokratikleşme
ve Yargı Reformu) başlığı altında yayınlanmıştır.
Aşağıda söz konusu Kanun Tekliflerinin
niteliğini yaratan kısa bilgiler verilmiştir.
a) Adliye
Mahkemeleri ile Üst Mahkemelerin Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun
Tasarısı:(2) Bu tasarı ile adliye mahkemelerinin kuruluşu düzenlenmekte ve
Adana, Ankara, Antalya, Bursa, Çorum, Denizli, Diyarbakır, Edirne, Erzincan,
Eskişehir, Gaziantep, İzmir, İstanbul, Kars, Kayseri, Konya, Malatya, Samsun,
Trabzon, Van ve Zonguldak illerinde üst mahkemeler kurulmakta idi. Üst
mahkemelerin görevleri incelendiğinde, bunların temyiz mahkemesi görev ve
yetkisine sahip oldukları anlaşılmaktadır. Böylece bölgesel temyiz mahkemeleri
yaratılmak yolu seçilmişti. Üst mahkemelerden ayrı olarak bir de Ankara’daki
Yargıtay’ın konumu muhafaza edilmekte idi. (1999 yılında kurulan bir komisyon
bu konuda yeni bir kanun tasarısı hazırlamıştır. Üst mahkemeleri kuran bu kanun
tasarısına dayalı olarak yeni CMUK tasarısına da hükümler eklenmiştir. Her iki
tasarı inceleme aşamasındadır.)
b) l4l2
Sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununda ve Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı:(3) Bu tasarı ile CMUK’da muhakemeyi
hızlandırmaya yönelik olduğu anlaşılan bazı değişiklikler önerilmekte idi.
Bunun yanısıra kurulması önerilen üst mahkemelerin uygulayacakları usul
hükümleri 304a, 304b, 304c, 304d vs maddeler şeklinde CMUK’a dahil edilmekte
idi. l992 yılında CMUK reformu sırasında getirilen bazı maddelerde tekrar
değişiklik yapılmış olması da ilginçtir. (Bu konuda (a) fıkrasına bk.)
c) Bazı
Kanunlardaki Cezaların İdari Para Cezasına Dönüştürülmesine Dair Kanun
Tasarısı:(4) Bu tasarı ile l57 adet kanunda yeralan çeşitli cezalar idari para
cezasına çevrilmektedir. Prensip olarak, mahkemelerin iş yükünün azaltılması
bakımından, gerçek suç eylemi niteliğini taşımayan suçları Ceza Kanunlarından
çıkartarak bu konuda idari para cezası uygulamasına geçilmesi yerindedir. Ancak
insan hakları açısından meseleye yaklaşıldığında, ‘idari para cezası
muhakemesinin’ sanık haklarını koruyan ve devletin yetkilerini belirten bir
şekilde kanun ile düzenlenmesi gerektiği kuşkusuzdur. Bu nedenle idari para
cezasına dönüştürmekle birlikte, bu konuda bir usul kanunu hazırlanması
şarttır. (5)
d) 3167
Sayılı Çekle Ödemelerin Düzenlenmesi ve Çek Hamillerinin Korunması Hakkında
Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı:(6) Karşılıksız çek vermenin
dolandırıcılık olarak cezalandırıldığı aşamadan sonra çıkartılan 3167 sayılı
kanun Türk adliyesini önemli bir şekilde iş yükü altına sokmuştur. Asliye
mahkemelerinin hemen hemen çalışamaz hale gelmesine yol açan çek dâvaları
önerilen yeni hükümlerle bir çözüme bağlanmak istenmekte idi. Bu konuda
hazırlanan değişiklik tasarısı TBMM’dedir.
e) 5680
Sayılı Basın Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine Dair Kanun Tasarısı
:(7) Kişi hak ve özgürlüklerini kullanma açısından belli kurallar vardır.
Haklar kanun ile sınırlandırılabilir. 5680 Sayılı Basın Kanununda yapılması
önerilen değişiklikle basının haber kaynağını açıklamaya zorlanmayacağı kuralı
getirilmekte ve haber ile ilgili belgeleri teslim etmemesi kabul edilmekte ve
tanıklıktan çekinme hakkı sahibi olduğu vurgulanmaktadır. Bunun yanısıra 33.
maddede yapılan değişiklikle kişilik haklarına bir korunma getirilmekte ve bazı
suçların mağdurları ve l8 yaşını doldurmamış suç fail ve mağdurları ile ilgili
olarak onların okuyucular tarafından tanınmaları sonucunu doğuran haber yazı ve
resimlerin yayınlanmasına yasak getirilmektedir. Kanaatimizce ayrıca
duruşmalardan medya eli ile naklen haber verilmesi de, Almanya’da olduğu gibi
yasaklanmalıdır. Türkiye’deki büyük tiraj basınının, bilinen mali gücü
nedeniyle fiillerin cezalarının TCK 119 maddesi uyarınca önödemeye veya
ertelemeye tabi tutulması cezaları tamamen etkisiz hale getirmektedir.
f) 1136
Sayılı Avukatlık Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı: (8)
Savunmanın bağımsız yargının bütünleyicisi olduğu düşüncesi ile avukatlık
mesleğinin en iyi bir şekilde yapılabilmesi ve uzmanlaşmaya önem verilmesi
bakımından kanunda köklü değişiklikler önerilmektedir. Birinci maddede
yapılması istenen değişiklik avukata yargının bağımsız bir unsuru statüsünü
verme amacını taşımaktadır. Tasarının üçüncü maddesi ile de avukatlık mesleğine
girmek için sınav şartı yeniden getirilmektedir. Kanaatimizce, yüksek
mahkemelerde ve özellikle Yargıtay’da avukatlık yapabilmek için daha yüksek
standartlar aranmalı ve meslek içi eğitim seminerlerine devam mecburiyeti
konulmalıdır. (Avukatlık Kanunu Tasarısı halen TBMM’dedir.)
g) Uzlaştırma
Kurullarının Kuruluş, Görev ve Yetkilerine Dair Kanun Tasarısı: (9) Kişilerle
idare arasında özel hukuk ilişkilerinden doğan, konusu para alacağı olan ve
adliye mahkemelerinin görevine giren uyuşmazlıkların uzlaştırma yolu ile
çözülmesi önerilmektedir. Halen uygulanmakta olan futbol federasyonu tahkim
kurulunun çalışmaları gözönünde tutulacak olursa, mahkemeye gidecek olan
işlerin sayıca azaltılması bakımından faydalı bir tasarı olduğu mütalaa olunur.
h) İcra
ve İflas Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı: (10) İcra İflas Kanununun günümüzde değişen ekonomik ve sosyal
koşullara uygun bir şekilde değiştirilmesi önerilmektedir. Alacaklı ve
borçlunun zıt menfaatlerinin bağdaştırılması, kanundaki boşlukların
doldurulması ve bu şekilde kötü niyetli kişilerin bu boşluklardan yararlanma
teşebbüslerinin önlenmesi amaçlanmaktadır. (Halen, Adalet Bakanlığı’nda bir komusyon
bu konuda çalışmaktadır.)
ı) İş
Mahkemelerinin Kuruluşu Görevleri ve Yargılama Usulü Hakkında Kanun
Tasarısı:(11) Ülkemizde l950 yılında kurulan iş mahkemeleri her yerde
kurulamamış, iş dâvalarının yoğun olduğu yerler tercih edilmiştir. Tek hâkimli
mahkeme esasına göre kuruluş önerilmektedir. İş mahkemelerinin görev alanı
genişletilmekte, hâkime kendiliğinden delil toplama olanağı sağlanmaktadır.
j) 6570
Sayılı Gayrimenkul Kiraları Hakkında Kanuna Bazı Maddeler Eklenmesine Dair
Kanun Tasarısı: Tasarı ülke çapında uygulanabilen ve objektif kriterleri olan
ve ekonomik verilerden yararlanılan bir kira tespit komisyonu oluşturmaktadır.
Bu komisyon aylık ve yıllık kira artışlarını her yıl mart ayı sonuna kadar
tespit ve ilan edecektir.
k) 634
Sayılı Kat Mülkiyeti Kanunun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine, Bazı
Maddelerinin Yürürlükten Kaldırılmasına ve Kanuna Toplu Yapı ile İlgili
Maddeler Eklenmesine Dair Kanun Tasarısı:(12) Çok sayıda bağımsız bölümü
kapsayan büyük blok inşaatların yapılması ile kat mülkiyeti kanununda
öngörülmüş olmayan problemlerin ortaya çıkması üzerine, toplu yapı uygulamasına
paralel yeni kurallar önerilmektedir.
l) Hukuk
Yargılama Usulü Kanunu Tasarısı:(13) l927 yılından beri yürürlükte olan l086
sayılı “Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu”nda parça parça değişiklikler
yapılmışsa da bundan olumlu sonuç alınamamıştır. Bunun üzerine yeni ekonomik ve
sosyal koşullara uygun bir tasarı hazırlandığı ifade edilmektedir. Böylece
dâvaların süratle sonuçlandırılması amaçlanmakta, adliye mahkemeleri ile üst
mahkemelerin kuruluş ve görevleri hakkında kanun tasarısı ile ilgili hükümlere
paralel olarak bir takım yeni düzenlemeler önerilmektedir. (Bu hususta konuda
halen bir komisyon çalışmaktadır.)
m) İl
İdaresi Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi ve Bu Kanuna Bazı Maddeler
Eklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı: Yürürlüğe girdiği 1949 yılında, güçlü ve
disiplinli bir il yönetiminin oluşturulmasına imkan veren bu kanun, zaman
içerisinde ortaya çıkan çeşitli nedenlerle ihtiyacı karşılayamaz hale geldiği
için değiştirilmek istenmektedir. Özellikle örgütlü suçluluğun boyutları
karşısında bu yeni suç tipine karşı girişilen mücadelede mevzuatta yetki
boşluklarının bulunduğu saptanmıştır. Tasarı bucak teşkilatını kaldırmış ve
mülki idare amirlerinin önleyici zabıta görev ve yetkileri yeniden
düzenlenmiştir.
n) Ceza
İnfaz Yasası: Cezaların ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesine, ceza
infaz kurumlarından salıverilen hükümlülerin korunmasına ilişkin kanun
tasarısı: İnfaz konusu ülkemizde kanunla düzenlenmemiştir. Cezaevindeki
hükümlünün kısıtlanmış olan hürriyet hakkı dışındaki haklarının sözleşmelere
uygun bir şekilde kullandırılması açısında yasal düzenleme şarttır.(14) (Bu
konuda Adalet Bakanlığında bir komisyon çalışmaktadır.)
Yukarıda (b) bendinde gösterilen
değişiklikler saklı kalmak üzere bu kanunların hiç birisi henüz
kanunlaşmamıştır.
Sürat
tek hedef olamaz
18. Suçların tâkibi ve hükme bağlanmasını,
“her ne bahasına olursa olsun hızla sonuçlandırmak” da izlenecek bir hedef,
olamaz. Davaların sonuca bağlanmasını çok kısa sürelere bağlamak bazen
adaletten fedekarlık etmek anlamına gelebilir. Adaletin yerine getirilmesinde
mutlaka aşılması zorunlu basamaklar vardır. Bu basamaklardan birinden diğerine
geçilmesinde zorunlu zaman süreleri de vardır. Bunlar gereksiz aşıldığında
gecikme sözkonusu olabilir. İşlenen bir suçun kolluk tarafından
aydınlatılmasından itibaren sistemin içerdiği basamaklar (yapısal unsurlar)
sırasıyla aşılarak kesin hükme ulaşılmasına kadar geçen zaman süresi yani suçun
failinin yakalanması ile kolluk tarafından yapılan işlemler sonucu işin
savcılığa intikali üzerine gelen evrakı okumak, iddiayı hazırlamak, sonra işin
mahkemeye nakli, yargılama celselerini örgütlemek, yargılama, hüküm, hükmün
kesinleşmesi süresi için geçirilmesi zorunlu olan normal zaman süresini,
çeşitli basamaklarda aşan gereksiz zaman kayıpları gecikme olarak
tanımlanabilecektir.
Gecikmenin
tanımı
19. Gecikmenin tanımı hususunda yazarlar ve
araştırıcılar arasında farklılıklar vardır: Mukayeseli kanunlarda bu hususta,
sistemin “uygun süre içerisinde” veya “gecikmeye yer bırakmaksızın” gibi
müphem, klişe ibareler kullanılmaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
kararlarında ise, davanın “mâkul süre” içerisinde bitirilmesinden söz edilmekte
ve sürenin itham ile başlayıp hüküm ile sona ereceği belirtilmektedir.
Mahkemeye göre “mâkul süre” olayın karmaşıklığına, tarafların ve mercilerin
davranışlarına göre belirlenir. Yargılanması yapılan olayın hükme bağlanmasında
orantısız, haddini aşan gecikme; mâkul süreyi aşan gecikme olarak telakki
edilmelidir. Eckle olayı (3/1981/42/67/). Bu dava 17 sene sürmüştü.
Dikkat edilmelidir ki, bu içeriği müphem
deyimler karşılığı olarak süreler bakımından gerekli cevap verme yükmünün,
davalı devlete ait olduğu mahkeme kararlarında ifade edilmektedir. Mahkemelerin
iş yükleri nedeniyle zorunlu gecikmeler meydana gelse bile, Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesine göre mâkul süreyi aşmamak yine de zorunludur. Devlet gerekenleri
yaparak, davaların mâkul süreler içinde bitirilmesini sağlayacak her türlü
tedbiri almak, işlevleri yapmak mecburiyetindedir. Hemen açıklayalım ki, tür
tanımlar kriminolojik ve sosyolojik analizler bakımından tatmin edici değildir.
AİHM 26 Ekim 1988 tarihli ve No. 249-B, §
23 sayılı Portekiz’e karşı Martins Moreira kararında bu hususta şöyle
demektedir: “Mercileri, ulaşılması istenen amaçlara uygun ve 6-1. maddenin
gereklerini yerine getirmeyi mümkün kılacak vasıtalarla donatmak Devletin
yükümü içindedir. Her halde adlî usuller hakim tarafından uygulanacağından
davanın hızlı biçimde sona erdirilmesini sağlamak onun görevi içindedir.”
Böylece Devletin burada netice sorumluluğu vardır. “Mahkemeler o suretle
örgütlendirilmelidirler ki, bu sorunları yerine getirebilsinler”.
Makul süre içerisinde yargılanma hakkı
bazı devletler anayasalarında da belirtilmektedir. Alman Anayasa Mahkemesi de
değişik kararlarında “adaletin tevziinde gecikmenin, vatandaşın dürüst ve yasal
yargılanma hakkını ihlâl ve uzun usul işlemlerinin suçluyu davanın bir objesi
haline getireceğini ve onun anayasal haklarını ihlâl edeceğini” beyan
etmektedir. Görülüyor ki, bütün bu kararlarda da gecikmenin kendisi hakkında
doyurucu bir tanım yoktur.
Yapılan bazı amprik araştırmalarda da istikrarlı
bir ölçü ortaya çıkarılamamaktadır: Mutad olgulara göre anormal veya “kabulü
mümkün olmayan bir zaman süresi”, “yargılama konjenksiyonu”, “olayı çözmede
abartılmış, sınırı aşan zaman”, ölçüleri kullanılmaktadır. Bütün bu
tanımlamaların doyurucu olmadığı meydandadır. Sözgelimi, normal ve anormal
zaman fasılalarının neden ibaret bulunduğu da tam olarak izah edilememektedir.
Biz Feltes’in yaptığı tanımlamaya
katılıyoruz: “suç olayını sonuca yani kesin hükme ulaştırmada ve kanuna göre
uygulanan usulden, Anayasadan kaynaklanan haklar ve sanığın, mağdurun ve
tanıkların diğer hakları gözönünde bulundurulmak suretiyle ceza adalet
sisteminin işleyişi, zorunlu olarak gerektiğinden fazla zaman aldığında, ilgili
usul gecikmiş sayılır veya mâkul süreyi aşmış olur”. O halde gecikme verimsiz
“bekleme zamanlarından” oluşmaktadır. Verimsiz bekleme zamanları ceza adalet
sistemini oluşturan bütün basamaklarda sözkonusu olabilir. O halde bir ceza
dosyasının bir basamaktan diğerine yani bir usul aşamasından diğerine sevkinde
geçirilmesi gerekli sürede, hiçbir şey yapılmadan sarfedilmiş olan, dosyanın
gelecek aşamaya gönderilmesi hususunda usulî bakımdan hareketsiz kalınan
zamandır. Buna dosyanın uyuma zamanı da diyebiliriz. Gecikmenin böylece şeklî
olarak tarifi kolaydır. Yine numara 19 da sözü edilen Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi, esasta belirsiz bir süre tayin ediyor ve mâkul süre diyor. Miktar
olarak, bir işlem yapılmadan ne kadar gün geçerse mâkul süre aşılmış olur? Bu
süre ne kadar olursa gecikme sayılmak gerekir? Gecikmeye bir ölçü meselâ bir
gün tayin olunabilir mi?
Açıkca ifade edelim ki, bu hususta kesin
sayılabilecek bir miktar yoktur. Meselâ aşağıdaki araştırmamız da (İkinci Kısım
Birinci Bölüm) görüleceği üzere belirtilen “olayı çözüme ulaştırma süreleri”
hangi ölçüye göre mâkul sayılacaktır? Avrupa İnsan Hakları Divanının kararları
çerçevesinde olayların çözüme ulaştırılmasındaki ortalama süreler tam birşey
ifade etmemektedir. Önemli olan her olay itibariyle, mâkul süreyi aşmamaktır.
Çalışma
zamanı
20. Dosyanın geçmesi gerekli değişik
aşamalarda “çalışma zaman”ları vardır. Polisin fezlekeyi kaleme aldığı,
kâtiplerin formları doldurdukları, savcının kararlarını kaleme aldığı, duruşma
hazırlığında hâkimin verdiği kararlar için geçirilen zamanlar gibi.
21. Kurumsal usulün gerektirdiği bekleme zamanı: Davetiyelerin
belirli bir süre önce tebliği, iddianamenin tebliğinden belirli bir zaman
geçtikten sonra duruşmaya başlanması yine şüpheli veya sanığın belirli bir
zaman zarfında kanun yoluna başvurması gibi usullerin geçirilmesini zorunlu
kıldığı zaman süreleri kurumsal bekleme zamanları veya süreleridir.
22. Örgütsel bekleme zamanı: Sistemin örgütlenme şeklinin zorunlu
kıldığı, meselâ sanığın eski mahkûmiyetleri olup olmadığının, nüfus kaydının
araştırılması için geçen zamanlardır.
23. Dosyanın taşınması zamanı: Sözgelimi dosyanın Yargıtay’a veya
istem üzerine başka bir mahkemeye gönderilmesi veya postalanması dolayısıyla
geçen zamanlardır.
24. Yukarıda sözü edilen süreler (zamanlar), suç olayının sonuca
bağlanmasında bir aşamadan diğerine mâkul süre içinde geçilebileceği halde,
çeşitli sebeplerle geçilemediğinde, yukarıdaki tarif çerçevesinde gecikme
gerçekleşmiş olur. Sözünü ettiğimiz aşamalardan birisinde gerçekleşen gecikme,
sonrakinde mutattan daha kısa zamanda işlemlerin yerine getirilmesi halinde,
sistemin işleyişinin tümü bakımından var olmayabilir. Ancak değişik aşamaların
önemli bir kısmında gecikmeler varsa, sistemin bütünüyle işlemesinde gecikme
gerçekleşmiş olur. O halde usul işleminin tipini ve işlemin uzunluğunu
etkileyen etmenler, haller ve koşulları genel olarak gecikmenin davayı makul
süre içerisinde neticelendirememenin sebepleri saymak gerekecektir.
25. Gecikme bakımından vermiş bulunduğumuz tanım, gecikmeyi
sistemin bütünü bakımından sözkonusu etmektedir. O halde herşeyden önce suç
olayını kesin hükme bağlama sisteminin bütünü bakımından konuyu ele almak
gerekecektir.
Gecikmenin
nedeni
26. Ceza Adalet sisteminin etkinliğini
incelemek amacını güden bir araştırmada, elbetteki, gecikmeye nelerin sebep
olduğunu belirlemek başta gelen uğraştır. Sistem, suç olayını kesin hükme
ulaştırmak için, belirli işlevlerin yerine getirilmesini zorunlu kılmaktadır.
Bunların, hukuka bağlı devlet sistemlerinde kanunların belirlediği usul
tiplerine ve usullere göre icra olunmaları esastır. O halde gecikme sebebi
“işlevler yerine getirilirken ve bunlara bağlı kararlar verilirken, usullerin
sürelerini, uzunluğunu etkileyen ve gecikmeye neden olan etmen veya görünüş
veya hal ve şartlardır”.
Bu gecikmelere ceza adalet sisteminde yer
ve rol alan aktörler neden olmaktadırlar. Bu sebeple bazıları gecikmeyi, ceza
sistemlerinde yer almış bu aktörlerin değişik yararlarına göre tasnif
etmektedirler.
Ceza adalet sisteminin amacı suç olayını (ceza
adalet sisteminde her suç olayı bir dosyaya bağlandığına göre suç olayı yerine
suç dosyası terimi de kullanılabilir) nihaî çözüme bağlamak olduğuna göre,
çözüm süresinin uzun veya kısa olmasına neden olan bu etmenleri, hal ve
şartları belirlemek gereklidir. Sebepler analiz edilirken bunlardan bazılarının
“sakınılabilir”, bazılarının “fuzuli”, bazılarının “zorunlu” ve bazılarının
“anayasaya aykırı” oldukları görülüyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine
bireysel başvuru hakkını kabul etmiş bulunan ülkelerde de Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesini ihlâl eden sebepler sözkonusu olmaktadır.
Aşağıda, bir misali ikinci kısım birinci
bölümde arzedilecek tarzda yapılacak araştırmalarla ve yukarıda sözü edilen
aktörlerle (kolluk mensupları, savcılar, hâkimler, suç failleri, mağdurlar,
tanıklar, bilirkişiler, sistemin yardımcı unsurları) yapılacak mülâkatlarla
sebeplerin tespiti mümkün olabilmektedir.
Yabancı ülkelerde yapılan araştırmalarda
gecikme konusu genellikle iki kısımda inceleniyor: 1) Gecikmenin sebepleri, 2)
Gecikmeyi önlemeye yönelik tedbirler. Aşağıdaki bahislerde, yabancı ülkelerde
bu konuda yapılmış yayın ve araştırmaları esas alarak iki konuyu ayrı ayrı
bölümlerde inceleyeceğiz.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
GECİKMENİN SEBEPLERİ
Giriş
27. Feltes, Avrupa Konseyinin 9.
Kriminolojik Kollokyumuna (1989) sunduğu raporda gecikmenin sebeplerini, ceza
adalet sistemi içinde yer almış bulunan aktörlerin neden oldukları gecikme
etmenlerini bulup analiz etmek suretiyle, açıklamaya çalışıyor. Bu aktörlerin
başında, elbetteki, hâkimler gelmektedir.
Hâkimler
28. Hâkimin özverili, ciddî, kendisini
bütünüyle görevine vererek çalışması, bütün diğer uğraşlar için olduğu gibi,
CAS’inde de gecikmeleri azaltacak, böyle çalışılmaması ise arttıracak temel
sebeplerdendir. Bu husus o derece de önemle algılanmıştır ki, mahkemenin
gündemini çalışmalarıyla boşaltmayan hâkimlerin terfi ettirilmemesi tarzında
uygulamalara bile rastlanmıştır. Bu gün Türkiye’de gecikme teftiş konusu
olabilmektedir. Hakimlerin tam tarafsızlığını sağlaması zorunlu demokratik bir
toplumda hâkimin gayretli olup olmadığını denetlemek imkânsız olmasa bile,
zordur; zira hâkim üzerinde herhangi bir baskıyı reddeden demokratik ilke ile
çelişkiye düşülebilir. Bununla beraber Amerika’da eyalet üst mahkemelerinin
derece hâkimleri üzerinde idari denetim yetkisi kabul edilebilmektedir.
Hâkimlerin çalışmaları kanunda belirlenmiş usul kurallarına bağlı olduğundan
hızlı yargılamayı sağlamak üzere Amerika’da bazı kanunlar çıkarılmış ise de
bunların yürürlüğe girmelerinden sonra da durumun pek fazla değişmediği ifade
edilmektedir.
Özellikle Amerika’da yapılmış
araştırmalar, hâkimlerin uzun zamandan beri yerleşmiş “adlî geleneklerin” ve
bunları kapsayan “adlî kültürün” etkisi altında çalıştıklarını ve idarî, resmî
müdahalelerle olayları çözüme ulaştırma tüm süresinin kısaltılmasının pek de
başarılı olamadığını ortaya koymuştur.
Bununla beraber, sistemlerin işleyişinde
aktörlerin duyarlılıklarını yükseltecek programların, yerleşmiş itiyadların
güçlerini azaltabileceği de düşünülmektedir.
Ayrıca bu nevi programların etkisini uzun
zaman süresi için tespit edebilmek de kolay değildir. 1974’de Almanya’da
yargılamayı hızlandırmak üzere yürürlüğe konulan kanunun ne gibi bir etki
yaptığı arada geçen zamana rağmen tam olarak tesbit edilememiştir. Bizde ünlü
Meşhut Suçlar Kanununun fiilî bir etkisi olmadığı görülmektedir. Kanunların,
olayı sonuca bağlamak hususunda hâkime seçenekler sağlamış bulunduğu hallerde,
esas itibariyle seçeneğin uygulanması, olayı sistem dışına çıkaracak, bir
anlamda boşaltacak ve sistemin rahat çalışmasını, iş yükünün azalmasını
sağlayacaktır. Ancak ön ödeme yerine, hükümlüyü “kamu yararına bir hizmette
çalıştırma” veya diversiyona hükmedilmesi hallerinde, mutad hüküm vermede
geçecek süreye göre daha uzun zaman sarfına sebebiyet verdiği görülmektedir:
Zira bu gibi hallerde bazen aşılması zor idarî probemler ortaya çıkmaktadır.
Sözgelimi, ceza yerine denetimli serbestliğe hükmolunduğu hallerde, hükümlünün
nasıl hareket edeceğini belirlemek için gerekli inceleme, esastan davayı
uzatıcı bir sebeptir.
Ağır iş yükü
29. CAS’inin tüm
sürelerini, kolluk, savcılık ve özellikle hâkim, mahkeme ve kanunyolu
bakımından uzatan en önemli sebeplerden birisidir. Ağır iş yükü kollukta, savcılıkta
ve mahkemelerde bir (kuyrukta bekleme) olgusu yaratmaktadır. Bu keyfiyet,
karayolunda, bir kaç yolun birden bir köprüye ulaşması halinde meydana gelen
olguya benzemektedir. Bu hususta bazı misaller verilebilir: Almanya’da 1970-83
yılları arasında ceza davaları büyük miktarda artmış, ilk derece mahkemelerinin
meşgul oldukları davalar iki katına çıkmıştır. 1971’de 734.656; 1983’de
1.519.570 bu dönemde karar ve mahkûmiyetlerin sayısı ise, %17,3 oranında
artmıştır. Hükümlüler ve mahkûmiyetler sayısı %57,5 dan %33,7 ye düşmüştür.
Aynı dönemde hâkim sayısı sadece %7,7 ve savcı sayısı %33,5 oranında artmıştır.
Savcı başına düşen olay sayısı 1971’de 215 iken, 1983 de 305’e yükselmiştir.
Hâkimler bakımından 1971’de dosya sayısı 124 iken, 1983’de 174 olmuştur. Bu yük
dolayısıyla hâkim ve savcılar olayların çözümünde daha ziyade resmiyet dışı
metodlar kullanmışlardır (sanığın bir para cezası ödemesine kadar davanın
durdurulması, ön ödeme veya basitleştirilmiş yahut istisnai usuller). Bu
usullerin uygulanması hâkim başına düşen iş sayısını çok azaltmıştır.
Dikkat edilmelidir ki, iş yükünün artışı,
savcı sayısında hâkim sayısına göre çok daha fazla artışa neden olmuştur; sebep
aşikârdır: dosyayı, tam olarak hazırlayıp hâkime sunmak görevi savcınındır;
hâkim, genel olarak, önündeki dosya tamam ise bir celsede kararı verecektir.
Oysa dosyanın hazırlanması günler almaktadır.
İş yükünün gecikmelere neden olmaması
için, sistemin yapısal unsurlarıyla ahenkli geliştirilmiş bulunması gerekir:
Personel, mahkemenin tasarruf ettiği teknik araçlar ve diğerlerinin, iş yüküyle
ahenkli hale getirilememesi başta gelen gecikme sebebi olmaktadır.
Ceza adalet sistemine giren olayların
sayısı, kabul edilebilir bir tolerans düzeyinin üstüne çıktığında, yukarıda 22
numarada değinilen örgütsel bekleme zamanı çok hızlı olarak yukarılara
çıkmaktadır. Bu olay, trafiktekine benzer şekildedir: Yollarda geniş ölçüde
trafik sıkışıklığı meydana geldiğinde belirli bir süre trafik ağırlaşarak
yumuşak bir biçimde devam eder; fakat birden bire tam bir tıkanıklık ortaya
çıkar ve trafik durur.
İşin, itham ile, kolluk veya savcılıktan
hüküm verme merciine sevki yönünden iki sistem vardır: Birinci sistemde
sözgelimi, İngiliz, Amerikan sistemlerinde, ithamın mahkeme de görülme tarihi,
müdafie, savcılık makamını temsil edene ve mahkemenin kalemine bildirilmekte ve
bunlar arasında işin niteliğine göre beraberce gün tayin edilmektedir. Bu
tarihin tesbitinde avukatın savunmasını hazırlaması için gerekli süre kendisine
verilmekte ve böylece duruşmanın uzayıp gitmesi önlenmektedir.
Buna karşılık ikinci sistemde, sözgelimi
bizde, itham hemen sevk edilmekte, mahkeme bir gün tayin etmekte ve böylece
onlarca dava birlikte olarak yürütülmektedir. Bütün davalar artık kuyruktadır.
Bir karayolunda tıkanıklık halinde araçlar nasıl adım adım yürüyorsa, davalar
da aynı şekilde adım adım ve fakat hep birlikte yürütülmekte ve ortaya bir
“parçalı yargılama” tipi çıkmaktadır. Bu parçalı yargılama AİHS nin esaslarına
ve AİHM’nin içtihadlarına aykırı durumların ortaya çıkmasının temel nedenidir:
Dava parça parça görülürken hakim değişmekte, mesela emekliye ayrılmakta,
ölmekte ve yeni bir hakim yani delillerle yüz yüze gelmemiş bir hakim, davayı
kaldığı yerden götürerek hüküm vermektedir; duruşmada sadece zabıtların
okunduğu tutanağa bağlanmaktadır. Bazen bir davada ikiden fazla hakimin de
görev aldığı görülmektedir. Dürüst yargılama ilkesi bu gibi hallerde davanın
bütünü ile yeniden, baştan görülmesini gerektirir. Bu parçalı yargılama AİHS’
ne aykırı olmakla kalmamakta suçun sonuca bağlanması zamanını uzatmakta ve
kaliteli adaleti engellemektedir. Parçalı yargılamayı ortadan kaldırmanın temel
çaresi, hazırlık soruşturmasını çok ciddi olarak yapmak ve duruşmayı bir
celsede bitirmektir.
Adlî
kültür
30. Adlî kültürün etkileri üzerinde de
durmalıdır. CAS’inin ağır aksak yürüyüşü, uygulamada ortaya çıkmış resmiyet
dışı normlar, tutumlar ve beklentilerden etkilenmektedir. Gerçekten adlîyeyi
teşkil eden kişilerden, aktörlerden oluşan alt gurubun oluşturduğu alt kültür,
hizmetin icrasında etki yapmaktadır. Sözgelimi, tutuklamanın uygulanmasında,
kefaletin tespitinde, aktörlerin adlî kültür içinde yerleşmiş davranış
biçimleri temel etkendir. Sözkonusu adlî kültürün ortaya koyduğu örnekleri
değiştirmek üzere yapılan kanun değişiklikleri ise her zaman, başarılı
olamamaktadır. İhtilafların çözümünde uygulana gelmekte olan değerler
kolaylıkla değişmemektedir: adlî kültürün değerleri ile çelişkili yeni
kurallar, normlar, uygulamacıların menfi tepkilerini davet edebilmekte ve adı
geçenler bu kuralları gözardı edebilmektedirler. Adlî kültür böylece adalet
reformlarının başarısızlığına da neden olabilmektedir. Bu bakımdan CMUK’nda
yapılan değişikliklerin Türk adlî kültüründe ne gibi sonuçlar meydana getirdiği
çok ilginç bir araştırma konusu olabilir; kaldı ki, avukat uygulamasının
yozlaşma eğilimi gösterdiğini belirten meslektaşlarımız vardır.
31. CAS’indeki aktörlerin psikolojisi de gecikmeyi etkileyen temel
sebeplerdendir. Herhangi bir işin sonuca bağlanmasında psikolojik tatminler
nasıl önemli rol oynuyorsa, aynı suretle psikolojik durum olayı çözme zamanını
arttırabilir veya azaltabilir: Çok büyük iş yükü, geçici çalışma problemleri
gecikme olayına sebebiyet verebilir. Yetişkinliği az derecede aktörlerin
varlığı da gecikme sebebidir.
İş yoğunluğu, kolluk bakımından da
psikolojik etkiler yaparak, şüpheliyi kişisel düşmanı görmesine ve bu yüzden
işkence olaylarının ortaya çıkmasına da neden olabilir. İşkenceyi, münhasıran
bir kişisel patoloji tezahürü gibi görmek büyük hatadır.
Kolluk
32. CAS’inin işlemesinde
aktörlerin en önemlisi kolluktur. Kolluğun suçları aydınlatma yani suçu ve
faillerini belirleme görevinin, delilleri de kapsaması doğaldır. Suçların
delillerinin tespiti, niteliklerine göre farklı zaman alacaktır; özellikle
ekonomik suçlarda delillerin tesbiti uzun zaman almaktadır. Ancak daha
başlangıçta kolluğun topladığı delillerin meselâ sahtecilik gibi hallerde,
zayıf olması, özensiz soruşturma yapılması, sonra yargılamanın uzun süre devam
etmesine neden olmaktadır. Aşağıda izah olunacağı üzere Türkiye’de temel
sorunlardan birisi budur.
Kolluğun
delilleri tespit hususunda yeterli yetişkinliğe sahip olmaması ceza
yargılamasını uzatan temel nedendir ve çaresi bulunmadıkça problem varlığını
sürdürecektir.
İtham, iddia işlevinin aktörleri
33. İtham işlevini
yerine getirecek olan makam savcılık veya savcılığın yerini tutan diğer
kuruluşlardır. İthamın ciddî nitelik taşımaması gecikmenin temel
etmenlerindendir. Ancak ithamın karmaşıklığı veya ciddî nitelik taşımamasının
gecikmeye olan etkisini araştırmalarda amprik olarak tespit mümkün
olamamaktadır. İthamın yapılmasının CAS’inin dışındaki kurumların kararına
bağlı olduğu, bu kararın, kovuşturma şartını, davanın açılmasının ön
koşullarını oluşturduğu hallerde, genel olarak, önemli bir gecikme sebebi ile
karşı karşıya kalındığı bizde bazı çevrelerce öne sürülmekte ise de, bu nevi
takip usulünün, daha başlangıçta, bazı davaların açılmamasını sağlayarak
sistemin boşalmasının bir nedenini teşkil edebileceği de düşünülmelidir.
Olayın mahkemeye,
hâkime gelmeden önceki bekleme süresi hususunda elimizde Amerika, Hollanda,
İngiltere bakımından bilgi vardır: bekleme süresi ülke içindeki bölgelere göre
farklı olabiliyor. İngiltere’de Morgan ve Vennard yaptıkları bir araştırmada
kefalet altında serbest bırakılmış ve yargılamalarını bekleyen kişilerin A ve B
bölgelerinde ortalama 9 hafta, C bölgesinde 17 hafta beklediklerini tespit
etmişlerdir. Soruşturmanın ise, A bölgesinde 1 hafta B bölgesinde 2 hafta ve C
bölgesinde 8 haftada tamamlandığı görülmüştür. Mahkemeler yargılama için A
bölgesinde 7 hafta, B bölgesinde 3 hafta, C bölgesinde 7 hafta dosyayı
bekletmişlerdir. Hazırlık soruşturmasının süresi de ülkelere göre değişik
olmaktadır. Hollanda da bu süre ortalama 140 gündür. Fransa’da savcılığa
bildirilen olaylardan %34’ü hakkında takipsizlik kararı verilmiş, %66 sı
mahkemelere sevkolunmuştur. Sorgu hâkimine giden işler ise çok uzamaktadır.
34. CAS’inin
aktörlerinden ikisi, şüpheli, sanık ve mağdurdur. Olayı çözüme bağlama süresi
üzerinde şüpheli, sanık ve mağdurun anayasal veya usul kanunundan doğan
hakları, ortaya bekleme zamanları çıkarmaktadır. Demokratik, insan haklarına
saygılı bir sistemde bu bekleme süreleri kaçınılmazdır; bunlara uyulacaktır ve
bunlara uyulması, elbetteki, gecikme sayılmayacaktır. Malen mesulü, bu konuda
nazara almak gerekir.
Şüpheli ve
sanık bakımından gecikme faydalı da zararlı da olabilir. Mağdur bakımından ise
gecikme sadece zararlıdır. Şüpheli, sanık veya mağdurun kişisel sebeplerle
işlemleri gerektiği gibi izleyecek durumda bulunmamaları temel gecikme
sebeplerinden birisini oluşturmaktadır. Özellikle sanık veya mağdurun yargılama
yapılan dili bilmemeleri temel gecikme nedenlerindendir.
35. Tanıklar, bugün
de CAS’inin işlemesinin temel unsurları oluşturmak niteliğini koruyorlar.
Tanıkların dil bilmemeleri, değişik basamaklarda çelişkili beyanlarda
bulunmaları, değişik sebeplerle ifadelerini değiştirmeleri temel gecikme
sebeplerindendir. Zaman geçtikce, tanıkların ele geçirilmesi güçleşmekte ve bu
kişiler hafıza kaybına da ayrıca uğramaktadırlar. Geçen uzun zaman, tanıkların
etkilenmelerine de yol açmaktadır. Türkiye’de tanıklar bakımından en önemli
konu adreslerinin tespitidir. Bu yüzden celseler birbirini izlemektedir; bu
konuya aşağıda ayrıca değinilecektir.
Bilirkişi
36.- Gecikmenin temel
nedenlerinden birisi de, vakanın hükme bağlanmasının, çeşitli aşamalarda, özel
incelemeleri gerektirmesidir. Bu incelemeleri bilirkişi incelemeleri olarak
ifade edebiliriz. Bilirkişi incelemeleri esasta davanın maddî cihetlerinin
tespiti için yapılır ve teknik, tıbbî, psikolojik ve psikiyatrik nitelikte
olur. Bilirkişi incelemeleri, fonksiyonları itibariyle sistemin değişik
aktörleri tarafından yaptırılır. Bu tetkikler iş yükü veya işin karmaşıklığı
veya bilirkişinin tembelliği veya uğraşlarının yoğunluğu sebepleriyle
uzayabilir ve olayı çözme zamanını geciktirebilir. Ehliyetli bilirkişinin
bulunmasındaki güçlükler de ayrıca gözönünde tutulmalıdır.
Bilirkişinin
raporunu zamanında vermesini sağlamak üzere Almanya’da 1974 yılında bir kanun
çıkarılmış ve mercilere raporun verilmesi için süre tayini ve bu süreye uymama
halinde yaptırım uygulanması yetkisi verilmiştir.
Müdafiler
37. Müdafiler,
avukatlar, CAS’inin müdafaa işlevine nispetle en önemli aktörlerindendirler.
Suç olayının çözüme bağlanması bakımından avukatların etkilerinin çok fazla
olduğu araştırmalarla sabit olmuştur. Ceza davalarının mutlaka avukat
marifetiyle görülmesi esasını kabul eden ülkelerde, sözgelimi Amerika Birleşik
Devletlerinde, resmen mahkemece tayin edilen avukatlarla yürütülen davaların,
sanığın kendisinin tayin ettiği avukatlarla yürütülen işlere göre, çok daha
çabuk olarak sonuca bağlandığı saptanmıştır. Sanığın sorumululuğunun ve
mahkûmiyetinin muhakkak olduğu hallerde, bir kısım avukatların zaman kazanmaya
ve özellikle kanunyoluna başvurabilmek üzere sebep uydurmaya çalıştıkları
görülmektedir.
Kanunyolu
38.- Kararlar
aleyhine kanunyoluna başvurulması, suçu çözüme ulaştırılma süresini, elbetteki,
uzatacaktır. Kanunyolu, davanın süratle sonuca ulaştırılmasını engelleyen bu
neden olmakla kalmaz ve fakat ayrıca, müdafilerin bozma nedenlerini elde etmek
üzere, davayı uzatıcı çabalara girişmelerine de sebep olur. Ancak kanunyoluna
başvurma esasta, savunmanın veya iddianın temel hak veya yetkilerinden birisini
oluşturur. Bu itibarla, ancak, anlamsız ve neticede başarılı olmayan
kanunyoluna başvurmaların bir gecikme sebebi sayılması gerekeceği
düşünülebilir. Bununla beraber, neticesi başarılı olmayan her kanunyoluna
başvurmanın, hakkın kötüye kullanılmasını teşkil ettiği ve bir gecikme sebebi
olduğunu ifade etmek hem mümkün değildir ve hem de doğru değildir.
Kanunyoluna
başvurmada başarı oranı ülkeler arasında değişiktir. Sözgelimi Almanya’da
sanıkların başarı oranı %37’dir. Savcıların başarı oranı ise %58’dir. Derece
mahkemeleri kararlarına karşı başvurularda bunların %64,7 si merciince
reddolunmaktadır.
Kanunyoluna
başvuruda başarı oranı yükseldikçe davaların süratle neticelendirilmesi oranı
da azalmaktadır. Bu olguyu gözlemleyen ülkeler kanunyoluna başvuru konusunda
yeni hükümler getirmektedirler.
Örgütlenme
39. Gecikmenin
örgütlenmeden kaynaklanan sebepleri üzerinde de durulmuştur: CAS’inin her
basamağında sorumluluklardan ve hatalardan doğan örgütsel sebepler vardır. Sanıkların
sabıkalarının tespiti bazı ülkelerde uzun zaman almaktadır. (Hollanda’da
ortalama üç hafta) Türkiye’de bilgisayar sistemiyle sabıkanın tayini hemen
mümkün olmakta ise de, tekerrür gibi hükümlerin tatbiki yine de mahkemece
verilmiş eski kesinleşmiş hükmün getirilmesini gerektirmekte ve bu yüzden
davalar bazen aylarca uzayabilmektedir.
Gerekli
tebligatın icrası da gecikmenin önemli sebeplerinden birisi gibi gözükmektedir.
Adreslerin doğru olarak tespiti çok önemli bir konudur. (Hollanda’da adreslerin
%30’u yanlış çıkmaktadır) Davetiyelerin, celpnamelerin doğru adreslere
gönderilmesi ve ilgililere ulaştırılması genellikle güç olmaktadır ve uzun
zaman almaktadır.
Ayrıca CAS’i
içindeki iletişimler ve ihtilâflar gecikmenin diğer bir takım sebeplerindendir.
Bu konu 1986 yılında Avrupa Konseyinin 7. kriminolojik araştırma konferansında
tartışılmıştır.
40. CAS’i
aktörlerinin içeriğini anlamakta sıkıntı çektikleri kanunlar, özellikle
ekonomik suçlar, vergi suçları, ticari ilişkilere dair olan mevzuat, birer
gecikme sebebidir.
Sözgelimi
bazı ülkelerde yasallık ilkesi gereği olarak, kolluğun olayı kendisinin
çözememesi ve mutlaka savcılığa sevk mecburiyeti değerli zamanın faydasız
formaliteler uğruna sarfına sebebiyet vermekte ve diğer olayların çözüm zamanını
uzatmaktadır.
Sosyal - tarihsel etmenler
41. Olayların
çözümündeki hız veya gecikmeye tarihsel ve sosyo - ekonomik etmenler de neden
olmaktadır: Avusturya’da adam öldürme olaylarının sonuca bağlanması 1932 - 1933
yıllarına göre 1966 - 1969 yıllarında iki ilâ üç katı daha uzun zaman almıştır.
Bizde de ara rejimlerde cebir ve şiddet suçları çok daha süratle
neticelendirilmekte idi. Demokratikleşmenin, çözüm süresini uzattığı
görülmektedir.
BEŞİNCİ BÖLÜM
GECİKMEYİ ÖNLEMEK
HUSUSUNDA TAVSİYELER
42. Avrupa konseyinin
1989 yılında topladığı 9. kriminolojik kollokyumuna sunulan Patricia Morgan
imzalı ve (Suggestions for improvement) başlıklı raporda gecikmenin
azaltılmasına ilişkin tavsiyelere yer verilmiştir. Bunların bir kısmı batı
Avrupa ülkelerinin sosyal ve örgütsel yapıları bakımından gerçekleşebilir
niteliktedir; bununla beraber bu tavsiyeleri, bize özgü yorumlarla birlikte
aşağıdaki bahislerde değerlendirmeyi uygun saydık.
Adlî Kültür
43.- 28 ve 30
numaralarda adlî kültürün etkilerinden söz etmiştik. Amerika’da yapılan bir
araştırma, mahkemeler arasında olayı çözüme ulaştırma hususunda mevcut koşullar
bakımından tek etmenin hâkim ve savcıların değişik tutumları olduğunu
göstermektedir. Olayları süratle çözüme ulaştıran hâkimlerin bilgisayar uyguladıkları
ve gördükleri davayı bilgisayarla takip ettikleri, olayları belirli bir süre
içinde çözmeyi hedef alarak tarihler belirledikleri, ertelemeleri çok kısa
sürelerle yaptıkları tespit edilmiştir. Buna karşılık olayı çözme süreleri uzun
olan hâkim ve savcıların az gayretli oldukları ve avukatların gecikmeyi bir
problem saymadıkları görülmüştür. Adı geçen hâkimlerin, talep olduğunda hemen
celseyi erteledikleri görülmüştür.
Patricia
Morgan raporunda Amerika’da Curch’ün yaptığı bir araştırmaya atıflarda
bulunmaktadır. Buna göre hâkim, savcı ve avukatlar çevresinde resmî olmayan
davranış normlarının, olayı çözme zamanı bakımından, resmî kural ve
politikalara göre çok daha önemli olduğu tespit edilmiştir. Bu sebeple
gecikmeyi azaltmak hususunda atılacak ilk adım, adı geçenlerde olayı çözme
zamanının bir problem teşkil ettiği ve geciken adaletin reddolunan adalet
olduğu hususunda bir inancın tesisine çalışmaktan ibaret bulunduğudur.
Tutuklama
44. Geciken adalete
karşı alınacak çok önemli bir tedbir de tutuklamaya ilişkindir: Tutukluluk
aslında kişinin, hatta yargılanmadan ceza çekmesini sonuçlamaktadır. Konu
özellikle sonradan beraat eden tutuklular bakımından önemlidir. Bu itibarla bir
süre tutuklu kaldıktan sonra beraat edenlerin oranı çok önemlidir:
Bu oran
İngiltere’de %5, Fransa’da %16’dır. İngiltere’de %40, Fransa’da %20 oranında
kişi tutukluluk süresinden az hapse mahkûm edilmektedir.
Tutuklu
sayısı itibariyle Avrupa ülkelerinde durum şöyledir: Fransa’da 100.000 kişi de
38, İtalya’da 37, Portekiz ve Türkiye’de 33, İspanya’da 30 dur. Ancak 1977 -
1987 yılları arasında tutuklu sayısı iki katına çıkmıştır.
Avrupa
ülkelerinin çoğunluğu tutuklulukta “zaman sınırı sistemi” ni uygulamaktadır.
Hollanda’da bu süre 102 gündür. Fransa’da cünhalar için 4 hafta, cürümler için
1 yıldır; ancak sebep göstermek suretiyle süreler uzatılabilmektedir.
Almanya’da 6 aydan sonra uzatma talebinin istinaf mahkemesine yapılması
gerekmektedir. Türkiye’de yeni CMUK tasarısı bu konuda gayet sıkı hükümler
getirmiş ve süreler belirlemiş bulunmaktadır.
Zaman sınırları koymak
45. Olayı tüm çözüme
ulaştırma zamanının azaltılması, gecikmeye yer verilmemesi bakımından önerilen
bir tavsiye’de tutuklulukta olduğu gibi yargılamanın çeşitli basamakları için
de süreler koymaktır. Bu müddetler bir bakıma dava zamanaşımı süreleri gibi
olmaktadır. Amerika da 1974 yılında çıkarılan hızlı yargılama kanunu da bazı
zaman sınırları getirmiştir. Ancak uygulamada, bizde olduğu gibi, zaman
sınırlaması getiren kanunlar metrukiyete uğramaktadır. Adlî kültür bu nevi
sınırlamaları fiilen ortadan kaldırmaktadır; bizde hep böyle olmuştur.
46. Gecikmenin temel
sebeplerinden birisinin gittikçe artan iş yükü olduğunu 29 numarada
belirtmiştik. O halde gecikmeyi önlemek için kaynakları arttırmak, iş yükünü
azaltacak yollar bulmak, sistemi boşaltacak çarelere başvurmak gerekecektir.
Sözgelimi küçük, hafif suçlarla meşgul olmak üzere resmiyetî az veya resmiyet
dışı araçların bulunması tavsiye edilmektedir.
Diğer bir
tavsiye de etkinliği artıracak metodlar geliştirmek böylece mevcut kaynaklarla
daha fazla iş gerçekleştirmektir. Uzlaşma (médiation) bu konuda çok yararlı
olabilir.
Hâkim, savcı sayısı
47. Hâkim sayısını
arttırmak da bir metod olarak öngörülebilir. Ancak sayıyı arttırmanın da sınırları
vardır. Ayrıca hâkim sayısını arttırmanın, işleri hızlandırmadığı bazı
araştırıcılar tarafından iddia edilmektedir.
Sistem dışına çıkarma
48. Mahkemelerin iş
yükünü azaltmanın önemli bir çaresi hafif suçları daha ilk aşamada ceza adalet
sistemi dışına çıkarmaktır. Bir çok trafik ihlâllerinde kişi belirli bir bedeli
ödediğinde koğuşturulmuyor. Ön ödeme kurumu bu metodun güzel bir misalidir.
Benzeri usuller Belçika, Hollanda ve Almanya’da geniş ölçüde uygulanmaktadır.
Hatta İngiltere’de “tevbih” uygulamasını yapmak yetkisi polise verilmiştir. Bu
kurum genel olarak sabıkası bulunmamak şartıyla 18 yaşından küçük ve 45
yaşından büyük kişiler hakkında uygulanmaktadır. İngiltere’de kusurlu araç
kullanan, gerekli tamiratı yaptırdığında artık takip edilmemektedir.
Hollanda,
Fransa, Belçika ve Almanya’da savcılara “delillerin yeterli derecede kuvvetli
olmadığı”, “kamu yararının takibat yapmamayı gerektirdiği” hallerde, suçu takip
etmemek yetkisi verilmiştir.
Bazı
ülkelerde (Almanya gibi) savcı mahkemeden takibata son vermeye muadil bir karar
vermesini talep edebilir. Mahkemenin rızası ile savcı da böyle bir karar
alabilir. Avusturya’da, mahkeme yargılamanın her halinde para cezasını veya bir
yılı aşmayan hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektiren suçlarda takibattan
vazgeçebilir. Bu süre bazı şartlarla iki yıl da olabilmektedir. İtalya’da para
cezasına çevirme savcının rızasına tabi tutulmuştur.
Almanya’da
usul kanununun 153a maddesine göre, savcı ve hâkimin rızası ile küçük suçlar
hakkında takipsizlik kararı verilebilmektedir; ancak bu karar bir para
miktarının devlete veya sosyal yardım kurumlarına ödenmesiyle kesinleşmektedir.
Bütün bu usuller bizdeki ön ödeme kurumunun yararını ve uygulama şartlarının
daha da genişletilmesini ilham edebilir.
Kitlesel suçlar
49. Vahameti az olan,
çok sık olarak işlenen, tekerrür eden kitlesel suçların takibi, bütün Avrupa
ülkelerini özellikle ilgilendirmektedir. Bu suçların dekriminalize edilmesi ve
haklarında yaptırım uygulanmasının idarî mercilere bırakılması genel olarak öngörülen
tedbirlerdendir. Böylece hatta ağır sayılacak suçların da idarî usullerle
cezalandırılmasının daha süratli, daha resmiyet dışı ve özellikle daha az
damgalayıcı olacağı ifade edilmektedir. Ancak idare sadece kamu düzenini ve
disiplinini ihlâl eden kanuna aykırılıkları müeyyideleyebilir; CAS’i ve ceza
hukuku ise, aslen toplumun etik ve sosyal değerlerini ihlâl eden fiilleri
cezalandırmak görevindedir.
Örgütlenme
50. Gecikmeyi
engellemenin temel yollarından birisi CAS’i aktörlerinin bireysel olayları
çözüme bağlarken belirli adımları ve bunların ne kadar sürdüğünü belirlemeleri
ve sonra buna göre işin yürümesini organize etmeleridir.
Böyle bir
inceleme sonucu, sözgelimi, hâkim veya savcı süratle çözülecek olayları derhal karara
bağlayabilirler ve aktif dosyaların sayısı azaltılmış olur. Olayın çözümüne
karşı kişilerin sayısını azaltmak ve meselâ hazırlık soruşturmasını yapanla
duruşma savcısını ayırmak yerine dikey sistemi uygulamak ve soruşturmayı
yapanın dosyayı nihaî çözüme kadar götürmesini sağlamak gecikmeyi önleyecek
temel sebeplerden birisi olabilir. Fransa’da bazı bölgelerde bu sistem
uygulanmaktadır. Bizde de taşra ilçelerinde bu sistem fiilen uygulanıyor.
Hâkimin değişmesi ise hem adaletin kalitesini düşüren ve hem de işi uzatan
önemli bir sebeptir. Bu konuya ayrıca değinilmiştir.
Bilgisayar ve Personel Eğitimi
51. Etkinliği
arttırmanın önemli bir çaresi bilgisayar kullanmak ve dosya tekniklerini
geliştirmektir. Mahkemelerde bilgisayar kullanılması daktilo işlerini çok
azaltacaktır. Sözgelimi hergün görülecek davalara ait listeler bile bilgisayar
tarafından meydana getirilebilir.
Etkinliği
arttıracak diğer bir çare de personel eğitimini geliştirmek, dosyayı içeriği
ile monitörlere yerleştirmektir. Bu uygulama, bir anda yargılama aşamalarını
görmek, iş saatlerini ölçmek, kaynaklarla iş yükünü mukayese etmek imkânlarını
verebilir ve böylece ulaşılması istenilen hedefler tesbit edilip ortaya
konulabilir.
Bilgisayar
sistemi sanık hakkındaki bilgilerin derhal elde edilmesini de
sağlayabilmektedir.
Kolluğun görevi
52. Kolluğun hazırlık
soruşturmasına ilişkin görev yükü de esaslı bir gecikme sebebi oluşturuyor.
İşin yeterli derecede tetkik olunmadan fezlekeye bağlanarak savcılığa
gönderilmesi ileride son soruşturmada büyük gecikmelere neden olmaktadır.
Bilirkişiler
53. Bilirkişiler
dünyanın her yerinde gecikmenin sebebi sayılmaktadırlar. Bunu gidermenin temel
çaresi bilirkişiyi iyi seçmektir. Raporun, nedensiz olarak geciktirilmesi
hallerinde ise, bilirkişiye ciddî yaptırımların uygulanması öngörülmelidir.
Ancak bilirkişiye uygun ücretin derhal ödenmesi raporun geciktirilmesini
önleyecek temel nedenlerdendir.
Uzmanlık
54. Duruşma
sürelerini azaltmanın aslında en etkin çaresi hâkimin dosyayı önceden iyice
incelemiş olması, işe göre uzmanlaşması, bu bakımdan aynı neviden olan suçlara
ait davaların belirli mahkemelere sevk edilmesi usulünün uygulanmasıdır.
İletişimler
55.- Kolluk - savcı
ve hâkim arasındaki iletişimler yerine göre önemli bir gecikme sebebi
olabilmektedir. Suçun meydana çıkarılması ve fiilleri icra ettiklerinden şüphe
edilen kişilerin yakalanmaları kolluğun görevidir.
Kolluk
yaptığı soruşturmayı içeren fezlekeyi ve dosyayı hazırlayıp savcılığa verecek
ve savcı da evrakı inceledikten sonra toplanmış delillerin gücünü
değerlendirerek gerekli kararı belirleyecektir, daha fazla bilgiye ihtiyaç
duyduğunda bunu kolluktan talep edecektir. İş mahkemeye intikal ettikten sonra
yapılan ilk inceleme sonucu daha fazla delil toplanması gerekiyorsa, Almanya ve
Avusturya’da dosya savcılığa bu sebeple iade edilebilmektedir. Bu hal,
elbetteki, önemli bir gecikme sebebidir. Ancak noksan mahkemece ikmal edilirse,
gecikme çok daha fazla olur.
O halde
kolluk ve savcı görevlerini tam bir işbirliği halinde yürütür ve bilgisayar
kullanacak olurlarsa, kolaylık sağlanabilir. Kolluk, savcı, sorgu hâkimi
arasındaki iletişimlerin mutlaka yazı ile değil, telefon kullanmak suretiyle
yürütülmesi de kabul edilmelidir.
Böyle bir
inceleme sonucu sözgelimi hâkim veya savcı süratle çözülecek olayları derhal
karara bağlayabilirler ve böylece aktif dosyaların sayısı azaltılmış olur.
Olayın
çözümüne karışacak kişilerin sayısını azaltmak ve meselâ hazırlık
soruşturmasını yapanla duruşma savcısını ayırmak yerine dikey sistemi uygulamak
ve hazırlık soruşturmasını yapanın dosyayı nihaî çözüme kadar götürmesini
sağlamak gecikmeyi önleyecek temel sebeplerden birisidir. Fransa’da bazı
bölgelerde bu sistem uygulanmaktadır. Hâkimin değişmesi ise hem adaletin
kalitesini düşüren ve hem de işi uzatan önemli bir sebeptir. Anadolu’da ilçe
düzeyinde savcı baştan sona aynı işi yürütmektedir ve davalar daha az süre
içinde bitirilmektedir. Yukarıda
50 no. lu paragrafa da bkz.
Duruşma hazırlığı
56. Mahkemelerin, duruşmaya başlamadan önceki hazırlıkları tam ve ciddî
olarak yapmaları halinde duruşmanın bir oturumda veya çok kısa tarihe
ertelenmesi suretiyle bitirilmesi mümkün olabilir: Psikiyatrik muayene önceden
yaptırılırsa, iddia ve müdafaa tanıkları bir araya getirilirse, işi baştan
takip eden savcı dosyayı çok iyi bileceğine göre iddiasını dermeyan etmesi
kolaylıkla mümkün olacağına ve müdafie de duruşmaya başlanmadan dosyayı
incelemesi için gerekli zaman verilecek olursa, davanın, Avrupa’nın bir çok
ülkesinde olduğu gibi, bir kaç günde karara ulaştırılmaması için sebep kalmaz.
İşletmecilik ve yargı
57. İngiltere’de, mahkemelerin işleyişinin işletme uzmanlarınca
incelenmesi ve uzun zaman bekleyen olayların muntazaman gözden geçirilmesi
tavsiye edilmiştir. Hâkimlerin ve savcıların belirli zamanlarda biraraya gelerek,
durum muhasebesi yapmaları ve çareleri tartışmaları da uygun çözüm yolları
bulunmasında çok faydalı olabilir.
Müdafaa
58.- Müdafilerin, davaların gecikmesindeki etkilerinden 37
numarada sözedilmişti. Bazı ülkelerde avukatın gecikmeye sebep olduğu hallerde,
adlî yardım faslından alacağı ücretin azaltılması önerilmekte idi. Yukarıda da
değinildiği üzere zaman geçtikçe hafızalar kararacağından, tanıkların bulunması
imkânsız hale geleceğinden ve in dubio pro reo kuralı nedeniyle gecikme müdafaa
bakımından bazen yararlı olmaktadır. Keza mahkûm edilecekleri muhakkak olan
sanıkların tutukluluk ve hapis rejiminin farklı olduğu ülkelerde, cezalarını
tutukluluk şartları içinde geçirmeyi yeğleyecekleri de söylenebilir.
Tanıklar
59. İngiltere’de hafif suçlarda tanıkların evvelce alınmış
ifadeleriyle yetinilmesi kabul edilmektedir. Sanığa tebligat yapıldığı sabit
olan hallerde, gelmeyecek olursa gıyabında da işin hükme bağlanması kabul
edilmiştir.
İnfaza ait konular
60. İnfaz konusu bu araştırmanın dışında bırakılmıştır; ayrıca,
müstakil bir araştırma konusu olarak ele alınmalıdır. Bununla beraber burada
infaz konusuna da kısaca değinmek uygun olacaktır: Avrupa ülkelerinde bizde
olduğu gibi, para cezasının infazında önemli sıkıntılar vardır. Para cezası
zamanında ödenmediğinde kamu mercilerinin derhal harekete geçmeleri, infaz
bakımından etkinlik sağlamaktadır. İngiltere’de mahkûmdan paranın infazı için
özel firmalara da başvurulabilmekte ve çok etkin olunabilmektedir.
Cezaevlerinde hükümlüler için yeterli yer bulunmaması
dolayısıyla, cezanın infazının geri bırakıldığı ve hatta kuyrukların teşekkül
ettiği ülkeler vardır. Cezaevlerinde aşırı kalabalıklaşmanın çok vahim
sonuçları olmaktadır. İnfazındaki güçlükler, hapis cezasının yerini alacak
başka seçenekleri ortaya çıkarmıştır. Bu yüzden bu gün artık hapis cezası
fiilen, adeta devalüe edilmiş gibidir ve bizce bu eğilim yararlıdır. Ancak
sözkonusu seçenekler dolayısıyla, değişik mahkemelerin hüküm verme hususundaki
tutumları birbirinden farklı olmakta ve ceza adaletinde temel ilkelerden
birisini oluşturan eşitlik bundan büyük zarar görmektedir. Arz olunan husus,
“yargılamada ve hüküm vermede, İngilizce deyimi ile “sentencing” hüküm vermede
eşitliği sağlama konusunu gündeme getirmektedir. Bu konu, Türk uygulamasında
da, temel konulardan birisidir ve ayrıca incelenmelidir.
Yasallık ve maksata uygunluk sistemleri
61. Gecikme ile savcının yetkileri bakımından yasallık ve maksada
uygunluk sistemleri arasındaki farka işaret edilmiştir: Yasallık sistemini
uygulayan ülkelerde gecikme oranı çok daha fazladır. Masada uygunluk sistemi
ise ihtilâfların çözümünde savcıya ve kolluğa hukuk dışında da araçlar
sağlamaktadır. Maksada uygunluk sistemi CAS’ine girişi azaltmaktadır. Bu
bakımdan kolluğun İngiltere’de olduğu gibi, uzlaşma uygulaması, hatta ön ödeme
yapabilmesi, olayları çözüme ulaştırma zamanını çok geniş ölçüde olmak üzere
azaltabilir. Uzlaşmanın uygulanması için suçlunun olayı kabul etmesi şartı
aranmaktadır.
62. Mahkemelerde ertelemelerin (tâlik ve tehirlerin) azaltılması
bekleme zamanını küçülterek gecikmeyi önlemek yönünden çok etkili olur.
63. Olayı çözmek bakımından basamakları azaltmak da gecikmeyi
önleyecek temel sebeplerden birisidir. Çare olarak basitleştirilmiş usuller
öngörülmüştür.
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi (No R)
(87) 18 sayılı tavsiye kararı ile gerekçe olarak gösterdiği çeşitli sebepler
arasında “ceza usulünde kararların alışındaki gecikmenin ceza hukukunun
itibarını yok ettiğini açıklamış” ve adaletin ağır aksak gidişinin suç ve ceza
siyasetinde öncelikler tesisi ile ıslah edilemeyeceğini ifade etmiştir. Kararda
ve buna dayanarak hazırlanan açıklayıcı raporda aşağıda kısaca değinilecek
tavsiyelere yer verilmiştir.
a) Takibatta
maksada uygunluk ilkesi: Halen Avrupa ülkelerinin önemli bir kısmında maksada
uygunluk sistemi uygulanıyor.
Merciin takip kararı, İngiliz ve Hollanda
hukuklarında “kamu yararlarının bulunmasına, suçun ağırlık derecesine,
şikayetin geri alınmış olup olmamasına” bağlanmıştır. Fransa’da bu karar tazminatın
ödenmesi ile irtibatlıdır. Norveç’te takip, merciinin, takibata girişmekten
ise, vazgeçmeden daha ziyade fayda bulunduğunu gösteren şartlar karşısında
müeyyidenin zararlı olacağı kanaatına vardığında, takibata girişmemesi şartına
bağlanmıştır. Takibat yapmama bazen koşullara da bağlanıyor. Fransız Usul
Kanunu 40. maddesinde şöyle demektedir: “Cumhuriyet savcısı, şikâyet ve
ihbarları kabul eder ve bunları takip edip etmeme cihetlerini takdir eder”. Bu
takdir, suçun ağırlığı, toplum için zararın azlığı, fiillerin, saikleri,
şikâyet ve geri alınmasını ilham eden kötü, karıştırıcı tutum gözönüne alınarak
kullanılmaktadır. İngiltere’de ise hiç bir sınırlama olmaksızın davayı açıp
açmamak hususunda takdir hakkı vardır. Hollanda’da kamu yararı olmadığı bütün
hallerde, savcının takibattan vazgeçebilmesi kabul edilmektedir.
Tabiî olarak keyfiliğe düşmemek için
savcının kararını belirli ölçütlere dayandırması gerekmektedir: Maksada
uygunluğun hafif suçlara ve vahameti az derecede suçlara hasredilmesi gibi.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Madde 6,
fıkra 1), sanığa bir mahkeme tarafından yargılanması hakkını vermiş
bulunduğundan İngiltere’deki uygulamada sanığın, mesuliyetini kabul etmiş ve
açıkca ve zımnen rızasını belirtmiş bulunması aranmaktadır. Diğer ülkelerde
ise, kurumun meşruiyeti, sanığın verilen karara uymayarak mahkemeye gidebilmek
hususundaki serbestliğe dayanmaktadır.
İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinin
2. fıkrası karşısında sanığın rızasının içeriği de tartışılmış ve rızanın
sadece takibatın yapılmamasını ifade ettiği ve fakat sorumluluğun kapsamadığı
beyan edilmiştir. Esasen aksi düşünce sorumluluğun itirafına mutlak delil
değeri vermeyi ifade ederdi ki, Ceza Hukukunun temel ilkelerine aykırıdır.
Suçsuzluk karinesi ancak kesin bir yargı kararı ile düşürülebilir. Ayrıca bazı
ülkelerde mağdurun bu kararlara itiraz hakkı da tanınmıştır.
64. Yasallık ilkesi: Yasallık ilkesini kabul eden ülkelerde de
benzeri kurumlar kabul edilmiştir. Sözgelimi İtalya’da ve İspanya’da özel
yararın kamu yararına üstün olduğu kabul edildiğinden, şikâyete bağlı suçlar
sayısı arttırılmıştır. Şikâyet süresi İtalya ve Yunanistan’da 3 aydır.
Fransa’da bazı suçların takibi, bizde olduğu gibi, idarî mercilerin rızasına
veya kararına tabi kılınmıştır.
Ön ödeme
65. Ön ödeme (Transaction) CAS’inin boşaltılması bakımından en
geniş çapta uygulanan bir kurum teşkil etmektedir. Bilindiği üzere önödeme,
mutad olarak savcı veya yetkili bir başka otorite ile suçlu arasındaki bir
anlaşma (uzlaşma, mutabakat) dır. Bu anlaşma gereğince otorite bazı koşulların
yerine getirilmesine bağlı olarak takibatı durdurmaktadır. Koşullar bir para
cezasının ödenmesi, malların müsaderesi, mağdurun zararının giderilmesi
olabilir. Önödeme, niteliği gereği veya olayın şartlarına göre hafif suçlarda uygulanmaktadır.
Müeyyide, çoğunlukla suçun işlendiği veya failin içinde bulunduğu koşullar göz
önüne alınarak uygulanmakta ve böylece cezanın bir tür bireyselleştirilmesi
oluşturulmaktadır. Ön ödemeye, takibatı icra edenin gözlemlerine ve olayın
koşullarına göre kamu yararının olayı yargılama yaparak çözmeyi gerektirmediği
hallerde başvurulmaktadır.
Görülüyor ki, önödemenin yapılması, bizden
farklı olarak, merci için takdirîdir. Sadece sanığın rızasına dayanmaktadır;
usulün keyfiliğe yol açıp açmayacağı tartışılmakta ve Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesinin 6. maddesine göre sanığın bir mahkeme tarafından yargılanması
hakkına aykırı olup olmadığı sözkonusu edilmektedir.
DEWEER olayında (Seri A numara 35) Divan,
ilke olarak sanığın 6. maddenin 1. fıkrasındaki teminatın, adı geçenin rızasını
serbestçe ve cebre maruz kalmaksızın açıklamış bulunması koşulu ile yok
olmayacağına karar vermiş ve bu halin kişinin kararı reddetmesini
engellemediğini açıklamıştır. Ayrıca mahkemece kendisine önödeme teklif olunan
kişinin bunu reddi halinde hakkında dava açılacağı hususundaki tehdidin,
sözleşme ile bağdaşmayacak bir baskıya tabi kılınmış sayılmasını
gerektirmeyeceği açıklanmıştır.
Hollanda’da önödeme altı yılı aşmayan
hapis cezaları hakkında tatbik edilebilmektedir. Yeni 2000 TCK nu tasarısı
önödemeyi üç aya kadar hürriyeti bağlayıcı cezalar için kabul etmiştir. Ancak,
bu kanun yanında aynı tasarı uzlaşma (médiation) kanununu da kabul etmiştir.
Böylece iki kurumun birlikte uygulanması koşulları belirlenmiştir.
Basitleştirilmiş usuller
66. CAS’ini boşaltma araçlarından birisi de “basitleştirilmiş
usullerdir”. Bu usuller adlî merciler tarafından uygulanmaktadır ve yazılıdır.
İş, duruşmasız, şekilsiz, aleniyet dışı olarak yürütülmektedir. Böylece verilen
hükümler genel olarak adlî sicile de geçirilmektedir. Bu usullerden başta
geleni “ceza kararnamesi” dir.
Mahkemenin
soruşturması
67. Normal ceza usulüne tabi işlerde basitleştirme: Savcı, sorgu
hâkimi ve mahkeme bakımından kolluğun getirdiği olay hakkında soruşturma yapmak
mecburiyeti, gecikmenin temel nedenlerinden birisini oluşturmaktadır. Ceza
usulü daima bir kolluk - savcılık tahkikatı ve yargılma aşamasından oluşur.
Yargılama aşamasında suçluluk veya masumiyet hakkında karar verilir. Basit veya
az vahim işlerde, özellikle deliller açık olduğu hallerde, kolluk ve adlî
merciler tarafından ayrıca tahkikat yapılması faydasız görülmektedir. Bunun
anlamı mahkemenin, kolluğun getirdiği deliller esası üzerinden karar
vermesidir. Fransa ve Avusturya’daki derhal duruşmaya sevk usulü böyledir.
Anglo - Amerikan usulünde savcı ve müdafi
deliller bakımından önceden mutabık kalabilmektedirler.
Normlar ceza usulünü uygulamakla beraber,
mahkemelerin yükünü, nitelikli adaleti tehlikeye sokmaksızın, hafifletmek üzere
diğer başka tedbirlere başvurulması da mümkündür. Bunlardan başta geleni
yargılamada suçlunun hazır bulunmasıdır. Hafif bazı suçlarda, asgarî bir kısım
kurallara uymak suretiyle, yargılamanın gıyapta yürütülmesi öngörülmektedir.
Tutanaklar
68. Davaları geciktiren diğer önemli bir neden de tutanakların
tutuluş biçimidir. Duruşma tutanaklarında, tabii olarak duruşmalara yeni bir
unsur getirmemek koşulu ile mümkün olduğunca dosyada mevcut vesikalara atıf
yapmakla yetinilmelidir. Duruşmalar manyetik destekle tespit olunuyorsa, bunlar
kanunyoluna başvuru süresi doluncaya kadar muhafaza olunmalıdır.
Az vahim olaylarda ise hâkim veya
mahkemenin dosyada yer alacak bir özet kararla yetinmesi ve ayrıca yazılı karar
vermemesi savunulmaktadır. Tabiî olarak bu husus kanunyoluna başvuru imkânı olmadığı
hallerde sözkonusu olmalı ve hâkim sözlü olarak gerekçeleri bildirmelidir.
Uzmanlaşma
69. Hâkim ve mahkemelerin belirli konularda uzmanlaşmalarının,
gecikmeyi önleyici etki yapacağı da şüpesizdir. Avrupa ülkelerinde son yirmi yıl
içerisinde ceza davalarını gerektiği gibi çözebilemek giderek zorlaşmıştır.
Özellikle ekonomik suçlar ayrı bir yetişkinlik ve uygun bir deneyim sahibi
olmayı gerektirmektedir. Aynı husus, takibatı yapacak kolluk ve savcılık makamı
bakımından da geçerlidir. Muhasebe, ilmî polis bilgileri de zorunludur. Bunun
için bu konularda uzmanlık sahibi adlî unsurların yetişmesi, davaların çabuk
sonuçlandırılmasında önemli bir unsur olacaktır.
ALTINCI
BÖLÜM
YENİ SOSYAL STRATEJİLER VE
CEZA ADALET SİSTEMİ
Giriş
70. Ceza hukukunun ve CAS’inin yerine
getirdiği sosyal işlevler, ceza tehdidinin caydırıcı etkileri, Ceza Usulünün
sağladığı güvence ve diğerleri olarak ifade edilmekte ve ceza bir tür koşullu
refleks unsuru sayılmaktadır.
Ancak 1960’lardan itibaren batı
ülkelerinde de, Amerika’da geçerli ceza sistemine yönelik olarak açıklanan
eleştirilerin benzerleri yapılmıştır: Ceza müdahalesinin etkisiz olduğu,
suçluların iyileşmelerine ve suç eylemlerinden caydırılmalarına yaramadığı,
kişiler üzerinde damgalama etkisi yaptığı, suçun esas ve temelini oluşturan
psikolojik problemleri hesaba katmadığı, bazılarına göre insan ilişkilerini
güçsüzün, güçlünün standartlarına tâbî hale getirdiği, ceza sistemine sık sık
başvurmanın demokratik devletin temel ilkeleriyle çakıştığı, zira demokrasinin
kişisel hürriyete müdahaleyi mutlak asgarîye indirmeyi hedef aldığı öne
sürülmüştür.
Bu eleştiriler dolayısiyle yeni sosyal
problemler ve çareler gündeme getirilmiştir. Bunların hedefi CAS’inin
müdahalesini sonuncu bir çare haline getirmektir. Son 20 yıl içerisinde bu
nedenle cezanın seçeneklerine yönelik olarak önemli bir akım hattâ bir trend
oluşmuştur. Bu arada ceza yerine sosyal stratejilerin uygulanması için suç
siyasetinin hedeflerini iyice belirlemek gerektiği vurgulanmıştır.
Suç Politikasının Hedefleri
71. Bir kere her türlü suç politikasının ortak temel hedeflerini
açıklamalıdır: Suçun toplum bakımından olan masrafını ve suçla savaşımın
gerektirdiği masrafları en aza indirmek başta gelen amaçtır. Suç siyaseti,
önceden açık olarak seçilmiş hedeflere yakın veya uzak bir zaman içerisinde
ulaşılması için birbirleriyle ahenkli faaliyet araçları kullanmalıdır. Yerine
göre hareketin anlamsız kaldığı hallerde dekriminalizasyon yapılmalıdır. Ancak;
1960’lardan beri önem kazanmış suç politikalarına göre ceza adalet sistemine
seçenek olarak sosyal stratejileri kullanmak bu politikanın temellerindendir.
Bu yeni görüş biçimine göre toplum, herşeyden önce, sosyal adalet koşullarını
yaratmalı ve ilke olarak Ceza Hukuku çok tereddütle başvurulan bir araç haline
gelmelidir. Bu yeni görüş biçiminde Ceza Hukuku ve ona dayalı CAS’lerinin
çabaları, sadece sınırlı bir etkinlik sağlayabilir ve dolayisiyle suç ve
tepkileri konusunda başvurulabilecek tek araç olamaz.
Bu düşüncelerden hareketle CAS’inin
müdahalesini en aza indirici ve bunun yerine sosyal stratejileri geliştirici
bir görüşün kabulü ile, artık CAS’inin ve Ceza hukukunun ikincil nitelik
taşıması gerektiği öne sürülmektedir. Böyle olunca CAS’inin hedefleri daha iyi
belirlenmiş ve iş yükü azaltılmış olacaktır.
Ancak burada, yine Ceza hukuku
doktrinlerinde son yirmi yılda bazılarınca öne sürülmüş ilgacı görüşle yukarda
açıklanan tavsiyenin aynı şeyler olmadığını, vurgulayarak, belirtelim.
9-17 Nisan 2000 tarihlerinde Viyana’da
Birleşmiş Milletler’in topladığı 10. “Suçun önlenmesi ve suçluların
iyileştirilmesi” konferansında önlemeye yönelik stratejileri geniş biçimde
tartışılmış ve kararlar alınmıştır.
Sosyal Strateji Tipleri
72. Bir kere yetkili mercilerin yeni suçlar koymakta çok dikkatli ve
ayırıcı ve seçici olmaları gerekmektedir. Bu nedenle dekriminalizasyon hareketi
sürdürülmelidir. Bu konu özellikle Türkiye bakmından başta gelen önemi
taşımaktadır. Ceza kanunu yanında ceza hükümlerini taşıyan özel kanunların
büyük sayısı, bugün artık ceza adalet sistemini tıkanmış hale getirmiştir.
Ceza soruşturma ve kovuşturmasını
durduracak, gerektiğinde erteleyecek olanaklar çoğaltılmalıdır. Bu yolla CAS’i
boşaltılmış ve bunun sonucu olarak da ceza adaletinin niteliği (kalitesi)
yükseltilmiş olur.
Ceza hukukunun ikincilliğini sağlayacak
temel unsur suçun önlenmesidir: Sosyal önleme, bireylerin âdil sosyoekonomik
statülere kavuşmalarını, konut ve çevre bakımından belirli bir yaşam niteliğine
sahip olmalarını, eğitim olanaklarının güdülenmesini ve istihdam imkânlarının
çoğalmasını zorunlu kılar. Tabiî olarak bazı grupların, kendilerine özgü
niteliklerine göre, özel şartları içeren programlar da meydana getirilmelidir.
Özellikle mağdurun ihlâl edilen haklarının
tâmir ve telâfisi ve bu bakımdan suçlu ile mağdur arasında bir uzlaşmanın
tesisi öne sürülen stratejilerdendir. Bu tür adalete “onarıcı, eski hali iade
edici adalet” denilmektedir. Bu tür resmiyet dışı usullerin önemli riskleri
getirdiği de gözden uzak tutulamaz: Mağdurların ve suçluların haklarını koruyacak
nitelik daima esas sayılmalı ve sanığın, şüphelinin damgalanmasına neden
olmayacak şekilde saydam nitelik taşımalıdır.
Görüşümüz
73. Suçun önlenmesi ve suçlunun iyileştirilmesi amacını güden
sosyal stratejiler, en başta siyasî ve ideolojik temel görüşlere dayanacaktır.
Klasik görüş Ceza hukukunu devlet tarafından belirlenen ilke ve değerlerin
bekçisi gibi telâkki eder. Ceza hukukunun müdahalesinin amacı söz konusu ilke
ve değerlerin ihlâliyle ortaya çıkan dengesizliği, ihlâl olunan barış ve sükûnu
düzeltmek ve dengeyi iade etmektir. Görülüyor ki, Ceza hukukunun burada en
başta gelen işlevi telâfi edici, giderici olmaktır. Ama bu işlev toplumsal
barış ve sükûna yöneliktir. Yoksa Ceza hukukunun suçu işleyenin davranışını
düzeltme hususundaki etkisi ikincil önemde sayılmaktadır. O halde klasik görüşe
göre suçlu kişi, tavır ve hareketlerini, davranışlarını tayinde hür olan
kimsedir.
Bu görüş, bazılarına göre Ceza hukukunu,
var olan sosyal sistemin yararlarını koruyucu olarak değerlendirmeye
götürmektedir: Sistemin menfaatleri, kamu düzeninin, güvenliği, beden bütünlüğü
ve mülkiyet üzerindeki hakları kavraması ile sağlanır. Diğer insan değerleri ve
sosyal değerler, meselâ sosyoekonomik adalet, ceza adalet sistemine yabancı
kalmaktadır. Ancak vatandaşların hak ve hürriyetlerini başta vurgulayan toplum,
hürriyetlerin sınırlandırılmasını en az ölçüde tutmalı, usul teminatını ise en
yüksek ölçüde uygulamalı ve vatandaşların özgürlüklerini tam olarak
kullanabilecekleri bir ortamı ve hukuk şartlarını tesis etmelidir. Her halde
sosyal adalet başta gelmelidir.
Vurgulayarak açıklayalım ki, bir kısım
yazarlara göre, yukarda belirtilen esaslara dayanmayan bugünkü Ceza hukuku ve
ceza adalet müdahaleleri ancak sınrılı derecede etkin olabilir.
1960’lardan beri, Ceza hukuku ve ceza
adalet sisteminin temel ilkelerini etkinlikle bağdaştıracak, aynı zamanda
sosyal adaleti ve toplumsal barış ve sükûnu temin edebilecek ve ceza yerine
kullanılacak seçeneklerin keşfedildiklerini söylemek olanaklı değildir. Bu
görüşlerin günümüze değin fantezi niteliğinde kaldıklarını söylemek hata olmaz.
Suçlunun iyileştirilmesi bakımından cezayı reddeden bu görüşler 1990’lardan
itibaren itibarlarını kaybetmeye başlamıştır. Bu gerçek karşısında yukarda
görüşlerini naklettiğimiz yazarlar, ceza adalet geleneklerini, birkaç yıl
içerisinde değiştirmenin mümkün olamayacağını ifade etmekte ve adlî kültürün
etkisinden söz etmektedirler.
**NOT: Bu bölümdeki yazı Sayın Prof.Dr. Feridun YENİSEY
hocamız tarafından kaynak olarak sağlanmıştır. Kaynak katkılarından dolayı
kendilerine çok teşekkür ederiz. Sayın Prof.Dr. Feridun YENİSEY hocamıza “ www.feridunyenisey.com ” adresinden ulaşabilirsiniz.
© www.kriminoloji.com 2002
Sitemize www.kriminoloji.com, hukukcu.net, hukukcu.org veya
turkhukuk.net, turkhukuk.org adreslerinden ulaşabilirsiniz.